Karadeniz, tarihin her döneminde stratejik öneme sahip bir bölge olmuştur. Bu sebeple bölgedeki güvenlik algılamaları, her zaman için hassas dengelere dayan- mıştır. Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan yeni güvenlik denklemi, Karade- niz'de de etkisini göstermiştir. Bölgenin güçlü devletleri Türkiye ve Rusya Fede- rasyonu (RF), Karadeniz'deki güvenlik politikalarını yenileyerek müttefik hâline gelmişlerdir. Bu ittifakın karşısında ise Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yer almıştır. ABD'nin ve RF'nin Soğuk Savaş sırasındaki rekabeti, Karadeniz'de yeni dönemde de devam etmektedir ancak Türkiye açısından bakıldığında Karadeniz örneği, yeni ve daha bağımsız bir politikanın belirlenmesi anlamına gelmektedir. Bu yeni "Ankara merkezli" politika, başarılı bir hamle olarak değerlendirilebilir. ; Black Sea is a region which has strategical importance in every era of history. Therefore, security perceptions in the region have always leaned to critical balances. New securtiy equation emerged after the Cold War, has also indicated its effect in Black Sea. Türkiye and Russian Federation (RF), powerful states of the region, have become allies by renewing their security policies on Black Sea. United States of America (USA) has been an opposing state against this alliance. The competition of USA and RF during the Cold War has been going on also in the new period but in terms of Türkiye, the sample of Black Sea means as determining a new and more indepent policy. This new "Ankara-based" policy may been evaluated as a successful lunge.
Soğuk Savaş'ın sona ermesi tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu coğrafyasında da yeni bir dönemin başladığını ifade etmektedir. Soğuk Savaş'ın galibi ABD zengin petrol yataklarına sahip olan Irak üzerinde planlar yapmaya başlamıştır. Körfez Krizi ve 2003 Irak işgali bu planların somutlaştığı gelişmelerdir. Türkiye-Irak ilişkilerinin ekonomi politiğine yönelik bir çalışmada, küresel güçlerin çizdiği çerçeveden bağımsız bir analiz yapmak mümkün değildir. 1990'lı yıllarda Türkiye-Irak ilişkilerini belirleyen temel dinamik Körfez Krizi'dir. Körfez Krizi öncesi Türkiye-Irak ekonomik ilişkileri zirve noktasındayken, krizin başlamasıyla durma noktasına gelmiştir. BM'nin Irak'a uyguladığı ambargonun, iki ülke ilişkilerinin bozulmasında önemli bir payı vardır. 2000 sonrasında ABD'nin Irak işgali, bölgesel gelişmeleri tekrar derinden etkilemiştir. 2003 yılındaki işgal sonrasında bu kez iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin hızla toparlandığı görülmüştür. Türkiye ve Irak arasındaki ticaret işgalden sonraki yıllarda hızlı bir artış içinde olmuştur. 2013 yılı verilerine göre Irak, Türkiye'nin ihracat yaptığı ülkeler arasında Almanya'nın ardından ikinci sırada yer almaktadır. Bu dönemde iki ülke arasında "Kapsamlı Ekonomik İşbirliği Anlaşması" ve "Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği' gibi diyalog mekanizmaları devreye sokulmuştur. Türk dış politikası; Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında çok taraflılık, çok boyutluluk, komşularla iyi ilişkiler ve aktif dış politika gibi yeni kavramlarla şekillenmiştir. Bu yeni bakış Irak, İran ve Suriye gibi komşu ülkelerle daha iyi ekonomik ve siyasi ilişkiler kurmayı öngörmektedir. Yeni bir vizyonla Türkiye-Irak arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkilere olumlu bir hava hakim olmuştur. Arap Baharı gelişmeleri ise Türkiye ve Irak arasındaki olumlu politik ortamı bozucu bir etki göstermiştir. Özellikle Suriye'deki iç savaş üzerinden iki ülke siyasi gerginlikler yaşamıştır. Çalışmada Türkiye ve Irak arasındaki ilişkiler ekonomi politik bir perspektifle açıklanmaya çalışılmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde, iki ülke arasındaki siyasi ve ekonomik gelişmelerin nasıl bir etkileşim içinde olduğu analiz edilmiştir. ; The ending of the Cold War represents the start of a new era in the Middle East as well as all over the world. The winner of the Cold War, the U.S., has began to make plans on Iraq which has rich oil reserves. Gulf Crisis and the 2003 invasion of Iraq are the manifestation of these plans. In a study of the political economy of Türkiye-Iraq relations, it is not possible to make an analysis independent from the scope of global power. In the 1990s, the fundamental dynamics of the Turkey-Iraq relations is the Gulf Crisis. With the start of the Gulf Crisis, Turkey-Iraq economic relations come to a standstill while those relations were at the peak before the Crisis. There is a significant share of the the UN embargo on Iraq in the deterioration of relations between two countries. U.S. invasion of Iraq has deeply affected regional affairs again after 2000. After the invasion in 2003 it has been observed that economic and trade relations between two countries recovered rapidly,. The trade between Turkey and Iraq has been soared in subsequent years after invasion. According to 2013 data, Iraq ranks second, following Germany, among the exporting countries of Turkey. During this period, some initiatives on dialogue between two countries like "Comprehensive Economic Cooperation Agreement" and "High Level Strategic Cooperation Council" have been put in place Turkish foreign policy was shaped by new concepts such as multilateralism, multidimensionality, good relations with neighbors and active foreign policy, in the ruling Justice and Development Party. This new approach forsees that to establish better economic and political relations with neighboring countries such as Iraq, Iran and Syria. With a new vision a positive mood has been dominated the economic and political relations between Turkey and Iraq. As for Arab Spring developments, it has been a destructive effect on the positive political atmosphere between Turkey and Iraq. Especially over the civil war in Syria, the two countries have experienced political tensions. In this study, the relations between Turkey and Iraq have attempted to explain with a political economy perspective. In the Post-Cold War period, it has been analyzed how is the interaction of political and economic developments between the two countries.
Soğuk Savaş'ın başında kurumsallaşan Türkiye- ABD ilişkileri 1990'lara kadar ABD ekseninde bir seyir izlemiştir. Sovyetlerin dağılmasıyla batının Türkiye'ye ihtiyacının azaldığı düşünülmeye başlanmıştır. Türkiye'nin enerji kaynaklarının geçiş yolunda olması ve ABD'nin Sovyetlerden boşalan alanda nüfuz oluşturma hamleleri Türkiye'nin önemini eskisinden daha fazla artırmıştır. Türkiye dostluğu aranan bir ülke olmuştur. 1990'lardan itibaren Türkiye özgün politikalar oluşturmaya başlamış batı ile zaman zaman sürtüşmeye girmiştir. Bir kısım araştırmacılar bu gelişmeyi eksen kayması olarak değerlendirmişlerse de bu aslında Amerika ekseni dışında davranma gücünü keşfetmedir. 2000'li yıllarda uygulanan sıfır sorun politikası Türkiye'nin yumuşak gücünü artırmıştır. Bölgesel güç olma yolunda ilerleyen Türkiye ABD ile çıkarlarının örtüştüğü alanlarda önemli başarılar elde etmiştir. Anahtar Kelimeler: Türkiye, Amerika, müttefik, güvenlik, enerji, süper güç, Körfez Savaşları. ; Turkey-U.S.A relationships institutionalisated at the beginning of the cold war contemplated at the pivot of the U.S.A by 1990s. When the Soviet Union was dispersed, it was started to think that the need of the West towards Turkey decreased. Being at the passageway the energy sources of Turkey and attacks of U.S.A to penetrate in the free field from Soviet Union increased Turkey's value much more than old times. Turkey became a country whose friendship was asked for. Beginning from 1990s, Turkey started to form peculiar politics and sometimes rubbed against the West. Although some researchers evaluate this improvement such as axial dislocation, this is actually discovering the manner of acting power outside the axis of U.S.A. Zero problem politics which applied in 2000s increased the soft power of Turkey. Turkey which developed to be a regional power obtained important successes in the fields where its benefits corresponded to U.S.A Key Words: Turkey, America, allied, security, energy, superpower, Gulf Wars.
Her yüzyılda varlığını gösteren terörizm 21. yüzyılın en önemli sorunlarının başında gelmektedir. Önceki yüzyıllardaki varlığına göre etki alanını, kapsamını ve etkinliğini gelişen teknoloji ve silahların yanında ideoloji faktörü ile oldukça arttırmıştır. Önceleri yerel ve bölgesel düzeyde karakter gösteren terörizm, zamanla uluslararası bir niteliğe bürünmüştür. Kökleri bir önceki yüzyılda atılan ve gittikçe etkisi artan din eksenli terörizm ise 21. yüzyıla damgasını vurmuştur. Bu yüzyılda din eksenli terörizm söz konusu olduğunda El Kaide ve IŞİD hem ideolojileri hem de örgüt varlıkları bakımından dikkat çekmektedir. Afgan direnişiyle temelleri atılan El Kaide yüzyılın en büyük saldırısını gerçekleştirerek dünyada bilinir hale gelmiştir. 11 Eylül saldırıları olarak dünya tarihinde büyük yer sahibi olan bu saldırılar din eksenli terörizmin ne kadar güçlendiğini de ortaya koymuştur. Liderleri Usame bin Ladin'in ABD tarafından öldürülmesiyle eski gücünü kaybeden örgüt neredeyse yerini bölgede yaşanan gelişmelerle bir başka din eksenli terör örgütü olan IŞİD'e bırakmıştır. El Kaide'den farklı olarak IŞİD, bir devlet olma yolunda ilerlemek istemiş ve bir noktaya kadar başarı göstermiştir. Bölgede başlayan Arap Baharı süreci ise IŞİD için kolaylaştırıcı bir etken olmuştur. Ancak zamanla uluslararası mücadelenin etkinliği sonucunda IŞİD bölgesel varlığını kısmen yitirmiştir. Bu tezin amacı; El Kaide ve IŞİD gibi din eksenli terörist grupların Ortadoğu coğrafyasında varlık göstermelerinin nedenlerini bölgenin karakteristiği ve yeni uluslararası sistemin temel özellikleri çerçevesinde tartışarak aralarındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Bu çerçevede meşruluğunu bölgeden alan bu terör örgütlerinin, bir bölgeye ait olmaktan çıkıp uluslararası terörizmin konusu haline dönüşmesinde dünyanın başat aktörleri ile olan ilişkileri de ayrıca analiz edilmiştir. ; Terrorism, which exists in every century, is one of the most important problems of the 21st century. Compared to its existence in previous centuries, it has increased its scope, area of effect and effectiveness considerably due to developing technology and weapons and ideologies. Terrorism, which previously had character at the local and regional level, has acquired an international character over time. Religion-based terrorism, which has its roots in the previous century and has an increasing influence, marked on the 21st century. Al-Qaeda and ISIS draw attention both in terms of their ideologies and organizational presence. Al-Qaeda, the foundations of which were laid with the Afghan resistance, became known throughout the world by carrying out the biggest attack of the century. These attacks, which have a great place in the history of the world as the attacks of September 11, also revealed how strong religion-based terrorism has become. The organization, whose leaders lost their former power with the killing of Osama bin Laden by the USA, has almost been replaced by ISIS, another religiousbased terrorist organization with the developments in the region. Unlike al-Qaeda, ISIS wanted to progress towards becoming a state and has achieved success to a certain extent. The Arab Spring process, which started in the region, has been a facilitating factor for ISIS. However, as a result of the effectiveness of the international struggle over time, ISIS has partially lost its regional presence. The purpose of this thesis is; To reveal the relationship between the religion-based terrorist groups such as Al-Qaeda and ISIS in the Middle East geography within the framework of the characteristics of the region and the basic features of the new international system. In this context, the relations of these iii terrorist organizations, which have taken their legitimacy from the region, with the world's leading actors in the transformation of belonging to a region and becoming a subject of international terrorism, were also analyzed.
Westfalya Barış Antlaşmaları ile başlayan modern uluslararası ilişkilerde uluslararası sistemin yapısında, temel özelliklerinde ve aktör sayısında çeşitli dönemlerde farklı değişimler yaşanmıştır. Özellikle Post Westfalyan dönemin başlarında uluslararası sistemde ABD'nin siyasi, askeri ve ekonomik anlamda hegemon olduğu bir döneme şahit olmaktayız. Bu dönemde uluslararası sistemde yeni risk ve tehditleri içeren birtakım dinamikler görülmekte ve değişen güvenlik algısına paralel olarak da çeşitli dönüşümler yaşanmaktadır. Aynı şekilde diplomasi anlamında da farklı uygulamaların yaşandığı bir döneme girilmektedir. Çalışmada, Richard Rosecrance'nin uluslararası sistem tanımlamasında siyasi elitlerin ve yöneticilerin iç politikada karar alma mekanizmasındaki rolünden hareketle, Soğuk Savaş'ın hemen sonrasındaki dönemde uluslararası sistemin yapısı ve özelliklerine değinilmiştir. Bunun yanında devletlerin iç politikadaki ekonomik yapısının uluslararası sistemdeki politikalar üzerindeki rolü incelenmiştir. Ayrıca ABD'ye karşı gerçekleştirilen 11 Eylül 2001 Saldırıları sonrası yaşanan Post Westfalyan dönemde ABD önderliğinde diğer aktörlerin de katılımıyla oluşan uluslararası sistemin yapısında ve özelliklerinde ne gibi değişim ve dönüşümlerin yaşandığı ve bu durumun 2000'li yıllara nasıl yansıdığı analiz edilmiştir. ; In the modern international relations starting with Westphalian Peace Treaties, the different changes occured in the structure main features and actor number of international system in different period. Particularly, in the early of Post Westphalian era, we have witnessed the period that in the international system USA has been hegemonic in the military, politic and economic sense. In this phase in the international system several dynamic faced involving new risks, threats and several transformations occured correspondingly changing security perception. Similarly, different practices occured in the meaning of diplomacy in this phase. At this study, act on role decision making mechanism in the internal politics of the political elites and managers in the Richard Rosecrance's international system definition has touched upon the structure and characteristics of the international system in the post-Cold War era. In addition, the role of states's internal economic policy on policies in the international system has been examined. It was analyzed what sort change and transformation in the structure and features of international system has experienced with the participation of other actors in the leadership of USA and how this situation was reflected in 2000s.
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) uluslararası siyasette tek süper güç olarak kaldığı Soğuk Savaş sonrası dönemde askeri müdahale imkânlarını nasıl kullanacağı, söz konusu dönemin başlangıcından itibaren akademik açıdan ilgi uyandıran bir araştırma konusu haline gelmiştir. Bu doğrultuda; Soğuk Savaş sonrası dönemde gerçekleşen Amerikan askeri müdahalelerinin karar alma süreçlerini incelemeyi amaçlayan bu çalışmada; 1991 Irak, 1995 Bosna ve 2001 Afganistan müdahaleleri karşılaştırmaya tabi tutulmaktadır. Söz konusu örnek olaylar, ABD'nin Soğuk Savaş sonrasında Başkanlık görevini yürüten ilk üç liderinin kararlarıyla yaklaşık on yıllık zaman diliminde üç farklı bölgeye yönelik gerçekleştirilen askeri müdahaleleri temsil etmektedir. Böylece, Amerikan dış politikasında karar alıcı konumunda bulunanların askeri müdahale kararlarını nasıl, hangi koşullarda ve hangi faktörlerin etkisi altında aldıkları ortaya çıkarılmış olacaktır. Kuramsal olarak Graham Allison'un dış politikada karar alma sürecine ilişkin ortaya koyduğu üç modele dayanan bu çalışma, ABD'nin üç askeri müdahalesinin yanı sıra söz konusu üç modeli de karşılaştırma olanağı sunmaktadır. Bu çerçevede, Soğuk Savaş sonrası Amerikan dış politikasında rasyonel aktör modelinin bürokratik siyaset ve örgütsel süreç modellerine kıyasla örnek askeri müdahale kararlarına dair açıklayıcı gücünün daha yüksek olduğu savunulmaktadır. ; Since the beginning of the post-Cold War era, it has become an academically interesting research topic that how the United States of America (USA), remaining the only superpower in international politics, would use its military intervention capability. Accordingly; the 1991 Iraq, 1995 Bosnia and 2001 Afghanistan interventions are compared in this study, which aims to examine the decision making processes of the American military interventions in the post-Cold War era. The case studies in question represent military interventions with the decisions of the first three Presidents of the post-Cold War United States in three different regions in about ten-year time frame. Thus, it will be revealed how, under what circumstances, and under what influence the military intervention decision-makers in American foreign policy make decisions. Theoretically based on Graham Allison's three models of foreign policy decision making, this study offers the opportunity to compare these three models besides the three military interventions. In this context, it is claimed that the rational actor model has higher explanatory power over exemplary military intervention decisions in post-Cold War American foreign policy compared to bureaucratic politics and organizational process models.
Bu çalışmanın amacı; Türkiye'nin Soğuk Savaş döneminde izlediği dış politikalara bağlı olarak dahil olduğu paktlardaki müttefiklik ilişkilerini ortaya koymak, bu ilişkilerin kurulmasında ve yönetilmesindeki başarı / başarısızlıkları tartışmak, günümüz dış politikasında Türkiye'nin yaşadığı sorunların geçmişteki benzerleri karşısında nasıl bir değişime uğradığını görebilmek ve tarihsel bir perspektifle Türkiye'nin gelecekteki müttefiklik ilişkilerinin yönünü ortaya koyabilmektir. İki kutuplu bir yeni dünya sisteminin hâkim olduğu Soğuk Savaş döneminde ABD ve SSCB kendi egemenlik sahalarını genişletebilmek için diğer devletlerle koalisyonlar ve ittifaklar oluşturarak ideolojik bir savaş yürütmüşlerdir. ABD ve SSCB arasındaki güç mücadelesi sadece Avrupa ile sınırlı kalmayarak Ortadoğu, Asya ve Afrika'ya kadar yayılmıştır. Uluslararası arenada yaşanan çatışmalar ve anlaşmazlıklar Soğuk Savaş döneminin iki kutuplu sisteminde Türkiye'yi tercih yapmaya zorlamıştır. Türkiye yaşadığı ekonomik ve güvenlik kaygıları ile 1950 yılından itibaren Batı eksenli bir dış politika yürütmüştür. Ancak Kıbrıs Sorunu ile birlikte Batı ile olan ilişkiler gözden geçirilmeye başlanmış ve ciddi güven bunalımları yaşanmıştır. Nihayet ABD Ambargosu ile birlikte ilişkiler karşılıklı restleşmeye kadar varmıştır. 1980 Darbesinden sonra ise önceki dönemlerdeki gibi tek yönlü bir politika izlenmeyip hem Doğu, hem de Batı ile dengeli ve çok yönlü bir dış politika izlenmiştir. Soğuk Savaş döneminde Türkiye'nin geliştirmiş olduğu politikalar konjonktürel değişimlerden etkilenerek ulusal çıkarlarının korunması açısından farklılık göstermiştir. Bu amaçlar doğrultusunda oluşturulan paktlar uzun süreli olamamıştır. Soğuk Savaş dönemi şartlarında Türkiye'nin uluslararası işbirlikleri sayesinde görünürlüğü ve etkinliği artarak uluslararası sorunlarda aktif ve belirleyici bir rol oynadığı söylenebilir. ; Aim of this study is not only to reveal the alliance relations where Turkey is involved in the pacts owing to foreign policies that she followed during the Cold War era, but also to argue the success / fail in establishing and managing these relations as well as analysing how the problems, faced by Turkey, underwent a change against similar problems in the past in terms of today's foreign policy and to set forth the aspect of the alliance relations of Turkey in the future with a historical perspective. During the Cold War era, where bipolar new world system is prevailed, USA and USSR have conducted an ideological war by establishing a coalition and alliances with the other states in order to expand their hegemony areas. The struggle for power between USA and USSR has not only been limited for the Europe but also spread to the Middle East, Asia and Africa. Conflicts and disagreements appeared in the international arena has forced Turkey to make a selection in the bipolar system of Cold War era. Turkey has adopted Western oriented policy since 1950 because of her economic and security concerns. However, together with the Cyprus problem, relations with the West began to be reviewed and serious confidence crises were gone through. Finally, with the US embargo, relations reached to the point of mutual showdown. After the 1980 coup, a unilateral policy was not followed like in previous times, on the contrary, a multidimensional foreign policy was pursued which was balanced both with the East and the West. Policies developed by Turkey during the Cold War era were affected by the cyclical changes and differed in terms of preserving national interests. Pacts established in line with these purposes did not last long. Under the Cold War era circumstances, it can be said that Turkey has played an active and determinant role regarding the international problems owing to her international cooperation based upon the increasing visibility and efficiency.
Soğuk Savaş Sonrasında Avrupa Birliği'ne Üyelik Kriterlerinin Neo Fonksiyonalist Teori Açısından Analizi Elif Toprak Doktora, Uluslararası İlişkiler Bölümü Tez Danışmanı: Prof. Dr. Mehmet Genç Bu tez, Avrupa Birliği'nin son genişleme süreci olan Orta ve Doğu Avrupa genişlemesini, neo fonksiyonalist ve sosyal yapısalcı kuramlar açısından incelemektedir. Tezin temel argümanı, referans alınan iki kuramın sosyal ve kurumsal varsayımlarına dayanarak; genişleme sürecinde elitler başta olmak üzere resmi ve gayri resmi grupların, kurumların, hatta bireylerin ve dolayısıyla öğrenme ve sosyalleşme süreçlerinin, devletlerin tercih ve kararlarının oluşumunda önemli rol oynadığıdır. Bu amaçla, neo fonksiyonalizmin tarihsel gelişimi, etkilediği teoriler (karşılıklı bağımlılık, rejim teorileri ve kurumsalcılık) ve bunların hükümetlerarası entegrasyon yaklaşımlarından farklılıkları ortaya konmuştur. Neo fonksiyonalizmin esin kaynağı olduğu sosyal yapısalcı yaklaşımın Avrupa Birliği (AB) çalışmalarına uygunluğu; ve sosyolojik ve kurumsal yaklaşımın gerekliliği üzerinde durulmuştur. Olay incelemesi olarak, AB'nin Orta ve Doğu Avrupa genişlemesi, Birliğin politika ve stratejileri açısından tarihsel ve teorik olarak analiz edilmiştir. Üyelik kriterleri, Orta ve Doğu Avrupa devletleri ve Türkiye açısından karşılaştırmalı olarak incelenmiş ve süreçlerin ve yaklaşımların farklılıkları ortaya konmuştur. Uluslarüstü (supranasyonel) ve hükümetlerarası öğelerin dengesi açısından sorgulanan genişleme sürecinde, varılan sonuç hükümetlerarası unsurların ağır bastığı olmuştur. Ancak ulusaşın (transnasyonel) etkilerin bireysel, toplumsal ve kurumsal tabanda yoğun olduğu argümanı, neo fonksiyonalist ve sosyal yapısalcı çerçevede savunulmuştur. Soğuk Savaş'm sona ermesi ile beraber Birlik, genişleme-bütünleşme tercihi aşamasında, kurumsal reformlar ile esnek entegrasyon anlayışım birleştiren bir genişleme stratejisi seçmiştir. Amsterdam, Nice ve Anayasal Andlaşmalar ile gerçekleştirilen kurumsal değişiklikler sınırlı ancak önemli adımlar olarak kabul edilmektedir. Ortak Anayasanın onaylanması sürecinde olan AB için yeni üye devletlerin adaptasyonu ve aday devletlerin hazırlıkları süreci, ortak AB kimliği açısından önem taşımaktadır. ; This dissertation analyses the last enlargement process of the European Union, namely Central and Eastern European (CEEC) enlargement from neo functional and social constructivist perspectives. The basic argument of the dissertation is that, based on the social and institutional assumptions of the two theories referenced; governmental and non-governmental groups mainly elites, institutions, even individuals, thus related learning and socialization processes have played important role in shaping state preferences and decisions. For this research interest; first of all, the development of neo functionalism and the theories inspired by it (interdepence, regime theories, institutionalism) and their differences from intergovernmental approaches have been elaborated. The necessity and the appropriateness of the social constructivist perspective (also inspired by neo functionalism) to EU studies and importance of institutional and social approaches have been emphasized. As the case study, the EU's CEEC enlargement, the Union's policy and strategies are historically and theoretically analysed. The accession criteria are examined with an eye to the differences of Turkey's candidacy from that of CEECs. Questioning the enlargement process as regards the balance of supranational and intergovernmental elements, the conclusion reached is that the intergovernmental practices overwhelm. But the transnational network of relations affect the decisions and even shape them, both at the domestic and the European level. With the end of the Cold War, the EU came to the point of deciding between enlargement and deepening. The Union has chosen an enlargement strategy uniting institutional reform with flexible integration. The institutional reform realized by the Amsterdam, Nice and the Constitutional Treaties have been modest but important. For the EU on the way to an European Constitution, the adaptation of the new member states and the preparation for the waiting candidates are vital for a common European identity.
Devletin çok eski çağlardan günümüze kadar çeşitli şekillerde ortaya çıktığı bilinmektedir. Tarih boyunca ?devlet?i tanımlama çabası, siyasi düşünürlerin temel uğraşlarından biri olmuştur. Günümüz devlet anlayışının temelleri 1648 Westphalia Barışı ile ortaya çıkmıştır. Bu tarihten günümüze devletin ne olduğu sorusu ve günümüzdeki anlamıyla ulus-devleti oluşturan unsurların neler olması gerektiği üzerinde çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Devletlerin sayısal olarak Westphalia Barışı'ndan bu yana artış gösterdiği bilinmektedir. Özellikle 20. yüzyıl bu artışın en çok görüldüğü dönem olmuştur. Bu dönemin başında imparatorlukların dağılması sonucu devlet sayısında önemli atışlar meydana gelmiş, 1945 yılından Soğuk Savaş'ın bitimine kadar olan dönemde ise dekolonizasyon süreci ile birlikte uluslararası sistemde devlet sayısı hızla artmıştır. Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından sosyalist değerlerin dünyadaki prestijinin sarsılmasıyla birlikte bu savaştan galip çıkan liberal dünya değerleri uluslararası sistemin yapısını kökten değiştirmiştir. Demokrasi, insan hakları, liberal ekonomi politikaları artık hemen hemen tüm devletler tarafından olmazsa olmazlar arasına girmiştir. Soğuk Savaş sonrası totaliter ve sosyalist rejimlerin istenmediği ve bu gibi yönetimlerin devlet olma arzularının uluslararası toplum tarafından kabul görmediğini söyleyebiliriz. Yugoslavya farklı etnik kökenden halkları barındıran yapısıyla, Soğuk Savaş sonrası gelişmeler ve milliyetçi akımların tekrar yükselişe geçmesiyle birlikte parçalanarak uluslararası sistemde yeni devletlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Soğuk Savaş'ın galibi Batı, sosyalist rejimlerin yerine liberal değerleri benimsemiş rejimleri destekleyerek bu parçalanmaya katkıda bulunmuştur. Kosova'nın Yugoslavya'yı oluşturan diğer devletler gibi bağımsızlık yönündeki talebine Yugoslavya içindeki özel durum ileri sürülerek reddedilmiş ve uzun süre Kosova bağımsızlığını elde edememiştir. Kosova'nın 18 Şubat 2008 tarihinde Sırbistan'dan tek taraflı bağımsızlık ilanının ardından Soğuk Savaş sonrası devletlerin hangi şartlarda ortaya çıktığı tekrar sorgulanmaya başlanmıştır. ; States are known to have occurred in various sorts since prehistoric times. Throughout the history, defining what state is has been one of the chief concerns of political philosophers. The fundamentals of today?s understanding of what state is dates back Westphalia Treaty in 1648. Since then, there have been several speculations over the question of what the state is and what the components of a nation-state should be. It is known that the number of states has increased since Westphalia Treaty. Particularly, this increase was seen in the period of the 20th century. At the beginning of this period, the number of states increased because of the collapse of empires, and in the period from 1945 onwards until the end of cold war, the number of states in international system increased dramatically within decolonization period. Following the cold war period with the collapse of the prestige of the socialist values in the world, liberal victorious war leaders of the world fundamentally changed the structure of international system. Democracy, human rights, liberal economic policies in almost all states by now had become the sine qua non. We can say that totalitarian and socialist regimes were not desired and that the desires of such governments were not accepted by international communities. With a structure of having peoples from different ethnic origins, Yugoslavia caused new states to emerge in international system because of the developments in postwar period and the rise of nationalist movements. West, the winner of the cold war, adopted the liberal values instead of the socialist regimes, contributing to this fragmentation by supporting them. Kosovo?s demand for independence like other states constituting Yugoslavia was rejected due to the claims that it had special status in Yugoslavia, and thus Kosovo was not able to declare its independence for a long time. Following the unilateral declaration of independence of Kosovo from Serbia on 8 February 2008, the conditions from which states emerged in postwar period were questioned again. ; Bu çalışma Selçuk Üniversitesi BAP koordinatörlüğü tarafından 09203021 nolu YL tez projesi olarak desteklenmiştir
Yüksek Lisans Tezi ; 1946 yılında bağımsızlığını kazanan Suriye ile Türkiye arasındaki ilk ciddi bunalım 1957'de yaşanmıştır. Suriye'de 1960'ların ikinci yarısından itibaren yönetimde etkili olmaya başlayan Baas Partisi, Hatay'ın Suriye'nin toprağı olduğunu iddia etmiş ve bu konuda hem kendi kamuoyunda hem de Arap dünyasında propagandalar yapmıştır. Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Projesi'ne başlamasından sonra su sorununu gündeme taşıyan Suriye, Türkiye'yi su emperyalizmiyle suçlamış ve Arap ülkelerini Türkiye aleyhine kışkırtmıştır. Arap ülkelerinden, Suriye, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nden tehdit algılayan Türkiye, İsrail ile stratejik işbirliği içine girmiştir. Güneydoğu Anadolu Projesini engellemek için Türkiye'ye karşı olan terörist örgütlere destek veren Suriye, Türkiye'ye 1984'ten bu yana ciddi zararlar veren PKK Terör Örgütü'ne 1998 yılına kadar yardım etmiştir. Türkiye'nin İsrail ile işbirliğine gitmesi Suriye'nin kendini bir anda çevrelenmiş hissetmesine yol açmıştır. 16 Eylül 1998'de Orgeneral Atilla Ateş ile başlayan Suriye'ye uyarı ve tehdit mesajları Ekim ayında Türkiye ile Suriye'yi savaşın eşiğine kadar getirmiştir. Özellikle Mısır'ın arabuluculuğu ve diğer Arap ülkelerinin desteğiyle imzalanan Adana Mutabakatı sonrası Suriye, PKK'ya olan desteğini kesmiş ve PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan'ı sınır dışı etmiştir. Adana Mutabakatından sonra ilişkiler yumuşamaya başlamıştır. 2000 yılında Suriye'de iktidarı devralan Beşar Esad, Türkiye ile olan ilişkilere önem vermeye başlamıştır. ABD'nin Orta Doğu'daki emperyalist tutumu Suriye ve Türkiye'yi 2002'den sonra yakınlaştırmıştır. ; First serious conflict between Turkey and Syria which gained its indendency in 1946, occured in 1957. Ba'ath Party which had taken the power since second half of the 1960s, claimed Hatay was a Syria's land and made propagandas both in Syria community and in the Arabic World. After Turkey had decided to begin the Project of Southeastern Anatolia, Syria brought up the water conflict issue, accused Turkey of water imperialism and provoked Arabian Countries consistently against Turkey. Turkey perceiving threats from Arabian Countries, Syria, Greece and even Greek Cypriot Administration of Southern Cyprus formed a strategic association with Israel in this period. To hinder the Southeastern Anatolia Project, Syria supported the terrorist groups against Turkey with material and logistics and helped and laid up the PKK terrorist organization which has been seriously harming Turkey since 1984. Association with Israel and Turkey caused Syria to feel itself encirled. The warning and threat messages which were started on 16th September 1998 by General Atilla Ates brought Turkey and Syria on the verge of a war. After Adana Congruity signed by the support of Arabian Coutries and especially with the help of mediatoring efforts of Egypt, Syria interrupted its support for PKK and deported the terrorist Abdullah Ocalan, following the Adana Congruity, Relations have started to calm down. Bashar Asad, who took over the government of Syria in 2002 started to attribute importance to the relations with Turkey. The imperialist manner of conduct of USA in Middle East caused Turkey and Syria to become Closer after 2002.
Soğuk Savaş Sonrası Dönem'de küreselleşen dünyada göç olgusu ve bu olgunun sebep olduğu sorunlar herhangi bir devletin tek başına etki edemediği bir karaktere bürünmüştür. Önemli göç güzergâhları arasında yer alan ve geçmişten günümüze göç olgusunun farklı boyutları ile karşılaşan Avrupa Birliği (AB) göçe yönelik politikalarını ve yaklaşımlarını zamanın koşullarına göre uyarlamak zorunda kalmıştır. AB'nin göç politikasının temellerinden biri olan üçüncü ülkelerle işbirliği kapsamında Türkiye gerek Birlik'e tam üyelik sürecinde olması gerekse de bölgeye geçişlerde sıkça kullanılan göç güzergâhlarından biri olması sebebiyle önemli bir aktör olarak görülmektedir. Bu bağlamda çalışmamızda AB ve Türkiye'nin göç politikalarının gelişimi incelenerek, düzensiz göç sorunun AB ile Türkiye ilişkilerine etkisi analiz edilmiştir. Analizler yapılırken resmi belgeler, anlaşma metinleri ve söylemler kullanılırken aynı zamanda konuyla ilgili eserlere ve görüşlere de yer verilmiştir. Hipotezimize göre AB'nin sorumluluğu üçüncü ülkelere bırakan güvenlik odaklı göç politikası iki aktör arasında halihazırda var olan güvensizliğin derinleşmesine sebep olmuştur. ; In the post-Cold War era, the phenomenon of migration in the globalizing world and the problems caused by this phenomenon have taken on a character that any state can not influence alone. The European Union (EU), which is among the major migration routes and faced with different dimensions of the migration phenomenon from past to present, has had to adapt its policies and approaches according to the circumstances of the time. Within the context of cooperation with third countries, which is one of the pillars of the EU's regular immigration policy, Turkey is in the process of full membership to the Union and is one of the migration routes frequently used in the transition to the region. Turkey is seen an important actor beacuse of this reasons. In this context,the development of Turkey and the EU's migration policies by examining, analyzed the effects of irregular migration issues in relations between Turkey and the EU. In the analysis, official documents, treaty texts and discourses were used, while related works and views were also included. According to our hypothesis, the security-oriented immigration policy, which left the responsibility of the EU to the third countries, led to a deepening of the insecurity already existing between the two actors.
Soğuk Savaş sonrasında Afrika'da demokratik normların gelişmesine ilişkin önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen; kıtadaki silahlı çatışmalar günümüze kadar süregeldi. Son yirmi yıl içinde birçok Afrika ülkesinde uyuşmazlık nedenleri ulusal güç, ideoloji, otonomi, ayrılık, toprak/bölge, doğal kaynaklar ve diğer nedenler olarak kategorize edilebilecek şiddetli çatışmalar yaşandı. Afrika Birliği Örgütü, Afrika'nın entegrasyon sürecinde 1963'de kuruldu ve 2002'deki dönüşüm sonrasında anılan örgüt yerini Afrika Birliği'ne bıraktı. Her iki kuruluşun barış ve güvenliğin sağlanmasına yönelik yapılanmaları ve yaklaşımları farklılık göstermektedir. Afrika Birliği Örgütü'nün öncelikli hedefleri; "Afrikalı" kimliğin güçlendirilmesi, kıtada sömürge yönetimi altındaki ülkelerin özgürlüklerini elde etmelerinin sağlanması ve Afrika'nın entegrasyonu olarak belirlendi. Afrika Birliği ise, önceki baskın prensip kıtadaki devletlere "müdahale yok" yerine, Kurucu Yasa'da belirtilen koşullarla uyumlu olarak müdahaleye olanak veren "ilgisizlik yok" prensibini kabul etti. Barış ve güvenliğin sağlanmasına yönelik çabaların sonucunda oluşturulan Afrika Barış ve Güvenlik Mimarisi, 2002'den itibaren fonksiyonel hale geldi. Afrika Birliği, kıtadaki bölgesel ekonomik topluluklardan güvenlik alanında yararlanarak; bunların Mimariye entegre edilmesini amaçlamaktadır. Bu çalışmada Afrika'nın entegrasyon sürecinde barış ve güvenliğin sağlanmasına yönelik çabalar, kıtada görülen silahlı çatışmalar ve örnek olay bağlamında Darfur krizi analiz edilmekte; kolektif savunma ve güvenlik anlayışıyla oluşturulan Afrika Barış ve Güvenlik Mimarisinin kapasitesi yorumlanarak yetersizliğinin giderilmesine yönelik çözümler önerilmektedir. ; Although important progress regarding development of democratic norms has been maintained in Africa after Cold War, armed conflicts on the Continent have been held until nowadays. Violent armed conflicts, dispute reasons of which are categorized such as national power, ideology, autonomous, secession, territory, natural resources and others have been witnessed in most of African countries in the last twenty years. In the integration process of Africa, the Organization of African Unity (OAU) was established in 1963 and after transformation in 2002 the aforementioned organization left its place to African Union (AU). Structures and approaches of both organizations towards maintaining peace and security show diversities. The primary objectives of OAU were defined such as strengthening of African identity, acquiring independence of countries, which were under colonial administration and integrating Africa. In regards to AU, instead of former dominant principle "non intervention" to the countries on the Continent, AU adopted "non interference" principle, which provides intervention possibility in line with mentioned conditions in the Constitutive Act. African Peace and Security Architecture (APSA), which was constituted as a result of seeking efforts towards maintaining peace and security, has become functional since 2002. AU aims to integrate Regional Economic Communities (RECs) on the Continent into APSA by making use of RECs in the field of security. In this study, efforts towards ensuring peace and security in the process of African integration; armed conflicts on the Continent and Darfur crisis, as a case study, are analyzed; capacity of APSA, which was established with the understanding of collective defense and security approach, is commentated and solutions to overcome its insufficiency recommended.
Soğuk Savaş Dönemi, İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra uluslararası sistemde ortaya çıkan güç boşluğunu doldurmak amacıyla Doğu ve Batı Blokları arasında yaşanan hâkimiyet mücadelelerini kapsamaktadır. Bu dönemde her iki blok arasında yaşanan rekabet, sıcak çatışmaya varmamış ve yeni uluslararası düzen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) başı çektiği blokların bu döneme ilişkin politikaları çerçevesinde şekillenmiştir. SSCB bu dönemde yayılmacılık politikasını uygulamış ve Doğu Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok alanı işgal etmiştir. Bu dönemde SSCB'nin işgal ettiği bölgelerin jeopolitik açıdan büyük bir önemi haizdir. Çalışmada ele alınan Afganistan örneği, sahip olduğu jeopolitik konum nedeniyle tarihte birçok güç mücadelesine sahne olmuştur. Soğuk Savaş Dönemi'ne gelindiğinde dünyanın iki büyük süper gücü olan ABD ve SSCB, Afganistan toprakları ile yakından ilgilenmiş ve bu topraklarda hâkimiyet kurmak için büyük bir rekabete girişmişlerdir. Bu rekabet mücadeleleri, 1979 yılında SSCB'nin Afganistan'ı işgali ile sonuçlanmıştır. Bu çalışmada, Soğuk Savaş Dönemi'nin temel dinamikleri ve SSCB'nin yayılmacılık politikası çerçevesinde 1979 yılında gerçekleşen Afganistan'ın işgali konusu incelenmektedir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde Transatlantik İttifak sarsıcı bir dönüşüm geçirmiştir. Ortak Sovyet tehdidinin olmadığı dönemde, Soğuk Savaş'ın kazanan tarafı olan Batı Bloğu içerisinde bir takım ayrılıklar su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Her iki aktörün de dış politika öncelikleri değişime uğramıştır. Temel önceliği herhangi bir güç veya güç bloğunun kendisine rakip haline gelmesini engellemek olan ABD, tek kutuplu sistemi devam ettirmeye çalışmaktadır. Uygar güç olarak AB ise refah, demokrasi, insan hakları, çevre gibi konuları dış politika öncelikleri haline getirmiştir. AB ayrıca siyasal bütünleşme sürecine ağırlık vermiş, ortak dış ve güvenlik politikasının oluşumu konusunda ilerlemeler kaydetmiştir. Doksanlı yıllarda ortaya çıkan Transatlantik ittifakın yeni dayanak noktaları ve her iki aktörün dış politikalarında oluşan farklı yönelimler, çalışmada analiz edilmektedir. ; Transatlantic Alliance has undergone an unsettling transformation in the post-war period. In the period when there was no common Soviet threat, a number of factions have come to emerge within the Western Bloc, which was the winner of the Cold War. The foreign policy priorities of both actors have undergone changes. The U.S.A., whose main priority is to prevent any power or power bloc from becoming a rival to itself is trying to maintain the unipolar system. As a civilized power, the EU, on the other hand, has made the matters such as prosperity, democracy, human rights and environment its foreign policy priorities. Also, the EU has concentrated on the political integration process, and has made advancements on the formation of common foreign and security policy. The new mainstays of Transatlantic Alliance and the different tendencies developing in the foreign policies of both actors are analyzed in this study.
Yüksek Lisans Tezi ; Bu tezin amacı, Soğuk Savaş döneminde sıkça karşılaşılan nükleer silahlanma olgusunun, Ronald Reagan dönemi ile birlikte sertleşen Amerikan dış politikasını nasıl etkilediğinin analiz edilmesidir. Aynı zamanda Soğuk Savaş'ın son dönemlerinde başkanlık koltuğuna oturan ve ABD'nin dış politikasında önemli değişiklikler yapan Ronald Reagan dönemi irdelenmektedir. Bu çalışmada, uluslararası sistem açısından değerlendirildiğinde Soğuk Savaş döneminin son on yılına denk geldiğini söyleyebileceğimiz tarihsel çerçeve içerisindeki temel parametreler değerlendirilmeye çalışılmıştır. Çalışma ayrıca kişi analizi niteliği de taşımaktadır. Bu yıllar içerisinde ABD'nin dış politikasına yön vermiş olan Ronald Reagan'ın dönem sürecindeki dış politika tutum ve davranışları incelenmiştir. Yine çalışmada Soğuk Savaş dönemi yıllarının temel olgularından biri olan nükleer silahlanma olgusunun Ronald Reagan dönemi olarak adlandırdığımız bu dönem çerçevesinde ABD dış politikasına olan etkileri irdelenmiştir. ; Abstract ; The aim of the thesis is to analyze how nuclear armament case influenced the foreign policy of the United States that became stricter during Ronald Reagan era. In addition, the era of Ronald Reagan who took the chair as president in the recent period of the Cold War and made essential changes in the foreign policy of the United States is studied within the scope of the thesis. Within the study, basic parameters belonging to the last ten years of the Cold War when considered in the context of international system are evaluated in historical frame. The study also has the characteristics of a person analysis. The foreign policy and attitudes during the era of Ronald Reagan, who altered the United States foreign policy considerably during those years, are examined. Furthermore, the effects of nuclear armament, one of the base cases of the Cold War, on the foreign policy of the United States within the framework of the period called Ronald Reagan era are analyzed in this study.