In: Ortadoğu etütleri: siyaset ve uluslararası ilişkiler dergisi = Middle Eastern studies : journal of politics and international relations, Band 14, Heft 4, S. 285-314
Bu çalışma, Westfalya düzeninden Napolyon Savaşlarına kadar geçen sürede, uluslararası ilişkilerde güç mücadelesinin nasıl şekil aldığını, Osmanlı İmparatorluğu özelinde ortaya koymaktadır. Dönemin diğer aktörlerinin hedeflerini kapsayacak şekilde karşılaştırmalı olarak ele alınan siyaset geliştirme mücadelesi, uluslararası antlaşmalara sıkça atıfta bulunacaktır. Söz konusu rekabet yalnızca XIX. yüzyılın temellerini atmakla kalmamış, XX. yüzyılda ortaya çıkan küresel güç dengesinin de belirleyici unsurlarından olmuştur. Siyaset literatürü için eşsiz bir kaynak olan XVIII. yüzyıl olayları, sonuçları itibarıyla günümüz dünyasını şekillendiren sürecin ilk aşamasını oluşturmaktadır. Bu dönemde etkin şekilde sahada gözlemlenen; Güç Dengesi, İttifak Kültürü, Faydacılık, Realpolitik gibi birçok kavram günümüze referans olarak kalmıştır. Karşılaştırmalı durum incelemesi şeklinde ele alınan makale, kronolojik olarak hareket edecek ve Karlofça Antlaşmasını meydana getiren süreçten yola çıkarak, Avrupa krizlerini ele almak suretiyle ilerleyecektir.
Teknoloji, ekonomi, politika ve birçok boyutta yaşanan değişimler insan kaynakları uygulamaları ve yönetimi konusunda bazı değişimlerin gerçekleşmesine neden olmuştur. Yaşanan değişimler ile beraber insan kaynaklarının hem yönetsel hem de uygulamaları konusunda yapısal değerlendirmelere olan ihtiyaç artmıştır. Bu çalışmanın amacı, Türkiye ve AB ülkelerindeki sağlık işletmelerindeki insan kaynakları uygulamaları ve insan kaynakları yönetimini karşılaştırarak değerlendirmektir. Bu amacın gerçekleşmesi için İKY'ye yönelik çalışmalar incelenmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda sağlık kuruluşlarının insan kaynakları uygulamaları ve yönetimi konusunda Avrupa Birliği ülkeleri ile Türkiye arasında bazı farklılıkların bulunduğu gözlenmiştir. Türkiye ile Avrupa Birliği ülkelerinin benimsediği çalışana değer zihniyetinin farklı olduğu ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin liyakat kuralları, tanıdıkların istihdamı gibi konularda Avrupa Birliği ülkeleri kadar duyarlı olmadığı gözlenmiştir. Türkiye'de sağlık insan gücünün iş yükünün fazla olması gibi yaşamakta olduğu sorunlar bulunmaktadır. Türkiye'nin yaşamakta olduğu sorunları AB ülkelerinin daha önceden yaşadığı ortaya çıkmıştır. Sağlık kuruluşlarının insan kaynakları uygulamalarındaki mevcut ve gelecekte olması muhtemel sorunların AB ülkelerinin uygulamalarının incelenmesiyle çözülebilecektir. ; The changes in technology, economy, politics and many dimensions have caused some changes in human resources practices and management. Together with the changes that have taken place, the need for structural evaluations of human resources both in managerial and practices has increased. The aim of the study is to evaluate human resources in the health business in Turkey and EU countries by comparing their human resources practices and human resources management. In order to achieve this aim, the studies on HRM were examined. As a result of the investigations it has been observed that there are some differences in human resources administration and management of health institutions between European Union countries and Turkey. Mentality of the value to employee adopted by the European Union countries and Turkey appeared to be different. It has been observed that Turkey is not sensitive on issues such as merit rules, employment of acquaintance as European Union countries. Health workforce in Turkey has existing problems such as high workload. It has been revealed that problems that are living in Turkey EU countries have lived these problems before. The current and future problems of human resources practices of health institutions can be solved by examining the applications of EU countries.
Bu çalışma Cumhuriyet Halk Partisi'nin değişen laiklik politikasını 18 Nisan 1999 ve 31 Mart 2019 yerel yönetim seçimlerinde İstanbul örneği üzerinden liderlerin söylem ve vaatlerini dikkate alınarak ortaya çıkarmayı amaçlamıştır. Çalışmada özellikle laiklik kavramı din eksenli incelenmiştir. Bu bağlamda laiklik, devlet ve toplum bağlamında analiz edilerek CHP'nin din ile ilişkisi, ideolojik eğilimleri dikkate alınmış olup dönemsel olarak analiz edilmiştir. 18 Nisan 1999 seçimlerinde geliştirilen laiklik söylemi için daha çok o dönemde partinin söylem ve siyasal reklamlarını öne çıkartan gazeteler arasında olan Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet ve Radikal gazeteleri dikkate alınırken; 31 Mart 2019 seçimleri için ise daha çok haber ve internet kaynakların taranmasıyla elde edilmiştir. Araştırmanın sonunda 1999 yılında dönemin içinde bulunduğu toplumsal, siyasal ve ekonomik koşulların da dikkate alınması neticesinde 2019 yılı seçimleriyle mukayese edildiğinde daha radikal bir laiklik anlayışıyla seçim hazırlıkları yapıldığı görülmüştür. Fransız laisizminden beslenen 1990'lı yılların CHP'si daha radikal düzeyde söylem ve politikalarını geliştirirken daha çok din ile mesafeli tutumu ve farklı yaşam tarzlarını dışlayan bir yaklaşım benimsemiştir. 2010'lardan sonraki süreçte ise Anglo-Sakson sekülerizmini benimseyen CHP bu defa ılımlı bir laiklik yaklaşımını benimsemiştir. Farklılıkları zenginliğe açılan bir anahtar olarak ele alan bu yaklaşımla parti daha liberal bir anlayış benimseyerek birey yaşamının hem kamusal hem bireysel alanını kapsayan saygı prensibini merkezine almıştır. Ülkenin içinden geçtiği toplumsal ve siyasal dönüşümlerde değişimin karşısında durmayan CHP, bu dönüşümle beraber bir anlamda pragmatik anlayış benimsemiş ve birbirinden farklı bu iki süreçte radikal bir kopuş örneğini ortaya çıkarmıştır. Belediye başkan adaylarının profillerinden, seçim sloganı ve seçim gezileri için temaslarda bulunulan alanlarda değinilen ana temalara ve seçmen kitlelerine değin hemen hemen her konuda bambaşka iki CHP'nin ortaya çıkması, laiklik politikasında mütedeyyin kesimleri de kapsamak isteyen mutedil bir anlayışa meyil ettiği anlaşılmıştır. ; This study aimed to reveal the changing secularism policy of the Republican People's Party in the local government elections of 18 April 1999 and 31 March 2019, taking into account the discourses and promises of the leaders, through the example of Istanbul. In the study, especially the concept of laicism has been examined in terms of religion. In this context, the concept of laicism was analyzed in the context of the state and society, and the CHP's relationship between religion and ideological tendencies were taken into account and analyzed periodically. While considering the secularism discourse developed in the 18 April 1999 elections, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet and Radikal, which were among the newspapers that highlighted the party's discourse and political advertisements at that time; for the 31 March 2019 elections, it was obtained by scanning mostly news and internet sources. At the end of the research, when the social, political and economic conditions of the period were taken into account in 1999, when compared to the 2019 elections, it was seen that the election preparations were made with a more radical understanding of secularism. While the CHP of the 1990s, fed by French laicism, developed its discourse and policies at a more radical level, it adopted an approach that mostly excluded religion and different lifestyles. In the period after the 2010s, the CHP, which adopted Anglo-Saxon secularism, adopted a moderate secularism approach this time. With this approach, which considers differences as a key to wealth, the party has adopted a more liberal understanding and has centered on the principle of respect, which covers both the public and individual spheres of individual life. The CHP, which did not stand against change in the social and political transformations the country went through, adopted a pragmatic understanding in a sense with this transformation and revealed an example of a radical break in these two different processes. It has been understood that the emergence of two completely different CHPs in almost every subject, from the profiles of the mayoral candidates to the main themes mentioned in the areas where contacts are made for the election slogan and election tours, and the electorate, tends to a moderate understanding that wants to include the religious segments in the secularism policy.
Bu tezin amacı, siyasi iradenin niteliğinin şekillendirdiği toplum yapısını farklı zamanlarda iktidar olan iki parti ve iki lider örneği kullanarak açıklamaktır. Türkiye'de her iktidar, "öteki" oluşumuna sebebiyet vermiş; yabancılaşma, kutuplaşma gibi kavramlar her iktidar döneminde sık sık kullanılmıştır. Kurumlar ve sivil toplum aracılığıyla değil de kişiler üzerinden gerçekleştirilen demokrasi anlayışı beraberinde zıt kutuplu grupların çatışmasını getirmiştir. Tek Parti Dönemi'nden itibaren başlayan bu süreç, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen AK Parti İktidarı ile devam etmektedir. Türkiye'de anayasaların da bu anlayışla hazırlandığı ve uygulandığı görülmektedir. Öyle ki, her iktidar "kendi sistemi"ni meşrulaştırmak adına mevcut anayasaları değiştirme çabası içinde olmuştur. İşte, bu çalışmada; Türk politikasında dönüm noktası olan Tek Parti iktidarından yola çıkarak, yine bir dönüm noktası olarak nitelendirilebilecek AK Parti iktidarı arasındaki mutlak gücün benzerlikleri gösterilmeye çalışılarak demokrasinin niteliği tartışılacaktır. "Tek"liğin Türk politikası için ne anlama geldiği, dışarıda kalanların durumu, tek tipçiliğin ne gibi sonuçlara yol açabileceği ve ne kadar gerekli olduğu anlaşılmaya çalışılacaktır. ; The aim of this thesis is to explain the social structure shaped by the nature of political will by using two parties and two leaders, who are governed at different times. All power in Turkey, "the other" has given rise to the formation; concepts such as alienation and polarization were frequently used in every period of power. The notion of democracy, which is realized not only through institutions and civil society, but also through individuals, has brought conflict of opposite polar groups. This process, which started from the One-Party Period, continues with the AK Party Power despite many years pass. In Turkey, it is observed that this understanding of the constitution is prepared and implemented. So that, every power tried to change the existing constitutions in order to legitimize its own system. Here, in this study; based on the turning point of Turkish politics, it will be discussed the similarities of One Party power between the AK Party government which can be described as a turning point and the quality of democracy will be discussed. It will be tried to understand what uniqueness means for Turkish policy, the situation of those who are outside, what kind of results can lead to one type and what is necessary.
Bu çalışma Türkiye'de ilçe belediye başkanlığı seçimlerinde gerçekleşen parti değiştirme olgusuna odaklanmaktadır. Makale, yerel siyasette parti değiştirme olgusunu 2009, 2014 ve 2019 yerel seçimleri bağlamında niceliksel ve niteliksel yöntemler kullanarak incelemektedir. Bu çalışmada öncelikle niceliksel verilere dayanarak yerel siyasette parti değiştirme olgusunun oldukça yaygın görüldüğü ortaya konulmaktadır. Niceliksel verilerin daha yakından incelenmesinin ise işaret ettiği iki temel örüntü mevcuttur. Bunlardan ilki ilçe belediye başkanlığı seçimlerinde parti değiştirerek başarılı olan adayların çoğunlukla sistemin egemen partisi olan AKP'ye yönelmiş olmalarıdır. Türkiye'de yerel siyasette parti değiştirme davranışının ikinci temel örüntüsü ise seçimlere mevcut belediye başkanı olarak giren parti değiştiren adayların önemli avantajlara sahip olmalarıdır. Ancak bu genel örüntülerden sapan vakalar da mevcuttur. Bu sapmaların çoğunlukla yüz yüze ilişkilerin yaygın ve siyasetin kişisel etkilere daha açık olduğu az nüfuslu yerel bağlamlarda ortaya çıkma olasılığı hayli yüksektir. Bu vakalara daha yakından niteliksel bir bakış yerel seçimlerde parti değiştirme olgusunun doğurduğu sonuçların anlaşılabilmesi için yalnızca yerel ve ulusal siyasal alanın ve yerel siyasal seçkinlerin kişisel sermaye bileşimlerinin yarattığı nesnel sınırların değil yerel siyasal seçkinlerin yerel seçim mücadelelerindeki öznel performanslarının ve pratiklerinin de kavranması gerektiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu araştırmada niteliksel ve niceliksel çözümlemenin yanı sıra Bourdieu sosyolojisinin kavramlarını karşılaştırmalı siyaset ve parti siyaseti literatürünün kavramsal araçlarıyla da kaynaştıran bir perspektif benimsenmiştir. Yine de, bu makalede, Türkiye siyasetinin personalistik yönünü yerel düzeyde de teyit eden yaygın parti değiştirme olgusunun çok özel bir şekilde gerçekleştiği de belirtilmektedir. Parti değiştiren adaylar, şahsi kapasitelerinin çok yüksek olduğu koşullarda dahi hukuksal, lojistik ve stratejik nedenlerle, bağımsız adaylıktan çok daha fazla parti adaylığını tercih etmektedirler. Bu durum, parti sisteminin birçok sorununa rağmen, Türkiye siyasetinde partilerin devam eden merkezi rolünü ve ağırlığını teyit etmektedir. ; This study focuses on the phenomenon of party switching at sub-provincial municipal elections in Turkey. The study deploys quantitative and qualitative methods to examine the phenomenon in the context of the local elections that took place in 2009, 2014, and 2019. Based mainly on quantitative data, this paper reveals that party switching is quite prevalent in Turkish local politics. A closer examination of the quantitative data highlights two main patterns: first, successful party-switching candidates in local politics have usually preferred to join the system's hegemonic party, namely the AKP. Second, switching parties as mayor brings considerable advantages to the candidates. But there are also cases that deviate from these main patterns. These deviations from the general patterns occur in local contexts with small populations, which can facilitate face-to-face relations and allow personalistic factors exert greater impact on politics. A qualitative focus on these diverging cases reveals the importance of understanding subjective practices and performances of local political elites in local election struggles alongside objective boundaries created by the local and national political fields and configurations of the personal capital of individual candidates in order to better understand consequences of party switching in local elections. Therefore, this research does not only bring quantitative and qualitative analysis together but also embraces a theoretical approach that combines concepts of Bourdieu's sociological perspective with the conceptual tools of comparative politics and party politics. Nevertheless, party-switching politicians in Turkish local politics, including those with great personal capacities, predominantly prefer to switch to other parties, rather than becoming independent candidates, mainly due to legal, strategic, and logistical reasons. This situation confirms the ongoing role and weight of parties in Turkish politics, despite all the problems and the personalistic inclinations associated with the Turkish party system.
Bu çalışmada siyasal mesajların tasarımında dilsel öğelerin kullanımının önemli bir etkiye sahip olduğu varsayımından hareketle 16 Nisan 2018 Referandumunda üretilen siyasal iletiler üzerine karşılaştırmalı bir analiz gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda ilk bölümde siyasal iletişim olgu ve süreci üzerinde durulmuş; ikinci bölümde ikna ve ikna edici iletişim süreci detaylıca ele alınarak iknaya giden yolda dilsel öğelerin ve retorik unsurların nasıl bir rol oynadığı açıklanmaya çalışılmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise ilk iki bölümde ele alınan kavram ve kuramlar ışığında 16 Nisan 2018 Referandumu kampanya sürecinde üretilen siyasal mesajlar üzerine karşılaştırmalı bir analiz yapılmıştır. Çalışma sonucunda analize konu olan Binali Yıldırım ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun konuşmalarında dilin ve dilsel öğelerin kullanımı açısından anlamlı farklılıklar tespit edilmiştir. --- Based on the assumption that the use of linguistic elements has an important influence on the design of political messages in this study, a comparative analysis of the political messages produced in the Referendum of April 16, 2018 was carried out. In this context, the first part focuses on the phenomenon and process of political communication; In the second part, the persuasion and persuasive communication process has been studied in detail and tried to be explained how the linguistic and rhetoric elements play a role on the way to persuaion. In the third part of the study, a comparative analysis was made on the political messages produced during the April 16 Referendum campaign process in the light of the concepts and theories covered in the first two chapters. In the end of the study, significant differences were found in the use of language and linguistic items in the stump speeches of Binali Yıldırım and Kemal Kılıçdaroğlu
Göç sorunu, iki kutuplu dünya düzeni ve öncesinde ikincil siyaset (low politics) konularından biri olarak değerlendirilmekteyken, iki kutuplu sistemin sona ermesiyle güvenlik kapsamında ele alınan bir birincil siyaset (high politics) problematiğine dönüşmüştür. 1979-2018 yılları arasında Afganistan'daki SSCB- ABD işgalleri ve süregelen iç savaş dönemleri boyunca İran'ın maruz kaldığı Afgan göç akınları ile Arap Baharı sonrası 2011'den günümüze Suriye'deki iç savaş dolayısıyla Türkiye'ye yönelen göç dalgaları bağlamında İran ve Türkiye'nin sergilediği göç ve güvenlik politikaları, benzeşen ve ayrışan kimi karakteristiklere sahiptir. Nitekim İran'daki Afgan ve Türkiye'deki Suriyeli göçmenler, her iki ülkede de dönem dönem 3,5-4 milyon gibi çok yüksek sayılara ulaşmıştır. Söz konusu kitlesel göçler, hem İran hem de Türkiye'de askeri, siyasi, ekonomik, toplumsal ve çevresel beş temel güvenlik sektörü başta olmak üzere bir dizi iç-dış politik, sosyo-demografik ve etnik-dini/mezhebi problemler ile terör, yabancı terörist savaşçılar, aşırı milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı gibi çeşitli güvenlik sorunları yaratmaktadır. Bu tezde, İran İslam Cumhuriyeti Devlet Bakanlığı Yabancılar ve Göçmen İşlemleri Genel Müdürlüğü (BAFIA-YGİGM) ile Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) verileri, göç-güvenlik strateji belgeleri, ulusal eylem planları, göç raporları ve istatistiklerinden de yararlanılarak İran ve Türkiye'nin anılan göç dalgaları karşısındaki göç ve güvenlik politikalarının karşılaştırmalı analizi yapılmakta; her iki ülkenin iki ayrı örnek için geliştirdikleri benzer ve ayrık siyasetler ele alınarak bu deneyimler bağlamında kimi tespit ve önerilerde bulunulmaktadır. --- Whereas migration issue, before and during bipolar world order had been determined as a matter of low politics; at the end of the said bipolar period the migration issue has been transformed into a problematic of high politics which is considered within the framework of security. Islamic Republic of Iran and Republic of Turkey's migration and security policies have some similarities and differences respectively in the face of Afghan migrant flows towards Iran during 1979-2018 (arisen from USSR and USA invasions and protracted civil war in Afghanistan) on one hand and in the presence of Syrian migrant flows towards Republic of Turkey since 2011 so far (arisen from Syrian civil war as a consequence of Arab Uprising) on the other hand. As a matter of fact, numbers of Afghan migrants in Iran and Syrian migrants in Turkey have reached to very high levels of 3,5 – 4 million from time to time. The aforesaid mass migrations have created military, political, economical, societal and ecological security problems in particular and a series of security issues such as internal-foreign politics, social-demographical and ethnical-religious/sectarian problems; terror, foreign terrorist fighters, ultranationalist movements, xenophobia and so on in both countries. Having used datum, migration-security strategy documents, national action plans, migration reports and statistics of Islamic Republic of Iran's Bureau for Aliens and Foreign Immigration Affairs (BAFIA) and Republic of Turkey's Directorate General of Migration Management (DGMM), this thesis aims to make a comparative analysis between migration-security policies of Iran and Turkey, and to make some identification and suggestions related to similar and different politics developed by the said countries for two different case studies.
Göç sorunu, iki kutuplu dünya düzeni ve öncesinde ikincil siyaset (low politics) konularından biri olarak değerlendirilmekteyken, iki kutuplu sistemin sona ermesiyle güvenlik kapsamında ele alınan bir birincil siyaset (high politics) problematiğine dönüşmüştür. 1979-2018 yılları arasında Afganistan'daki SSCB- ABD işgalleri ve süregelen iç savaş dönemleri boyunca İran'ın maruz kaldığı Afgan göç akınları ile Arap Baharı sonrası 2011'den günümüze Suriye'deki iç savaş dolayısıyla Türkiye'ye yönelen göç dalgaları bağlamında İran ve Türkiye'nin sergilediği göç ve güvenlik politikaları, benzeşen ve ayrışan kimi karakteristiklere sahiptir. Nitekim İran'daki Afgan ve Türkiye'deki Suriyeli göçmenler, her iki ülkede de dönem dönem 3,5-4 milyon gibi çok yüksek sayılara ulaşmıştır. Söz konusu kitlesel göçler, hem İran hem de Türkiye'de askeri, siyasi, ekonomik, toplumsal ve çevresel beş temel güvenlik sektörü başta olmak üzere bir dizi iç-dış politik, sosyo-demografik ve etnik-dini/mezhebi problemler ile terör, yabancı terörist savaşçılar, aşırı milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı gibi çeşitli güvenlik sorunları yaratmaktadır.Bu tezde, İran İslam Cumhuriyeti Devlet Bakanlığı Yabancılar ve Göçmen İşlemleri Genel Müdürlüğü (BAFIA-YGİGM) ile Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü (GİGM) verileri, göç-güvenlik strateji belgeleri, ulusal eylem planları, göç raporları ve istatistiklerinden de yararlanılarak İran ve Türkiye'nin anılan göç dalgaları karşısındaki göç ve güvenlik politikalarının karşılaştırmalı analizi yapılmakta; her iki ülkenin iki ayrı örnek için geliştirdikleri benzer ve ayrık siyasetler ele alınarak bu deneyimler bağlamında kimi tespit ve önerilerde bulunulmaktadır. --- Whereas migration issue, before and during bipolar world order had been determined as a matter of low politics; at the end of the said bipolar period the migration issue has been transformed into a problematic of high politics which is considered within the framework of security. Islamic Republic of Iran and Republic of Turkey's migration and security policies have some similarities and differences respectively in the face of Afghan migrant flows towards Iran during 1979-2018 (arisen from USSR and USA invasions and protracted civil war in Afghanistan) on one hand and in the presence of Syrian migrant flows towards Republic of Turkey since 2011 so far (arisen from Syrian civil war as a consequence of Arab Uprising) on the other hand. As a matter of fact, numbers of Afghan migrants in Iran and Syrian migrants in Turkey have reached to very high levels of 3,5 – 4 million from time to time. The aforesaid mass migrations have created military, political, economical, societal and ecological security problems in particular and a series of security issues such as internal-foreign politics, social-demographical and ethnical-religious/sectarian problems; terror, foreign terrorist fighters, ultranationalist movements, xenophobia and so on in both countries.Having used datum, migration-security strategy documents, national action plans, migration reports and statistics of Islamic Republic of Iran's Bureau for Aliens and Foreign Immigration Affairs (BAFIA) and Republic of Turkey's Directorate General of Migration Management (DGMM), this thesis aims to make a comparative analysis between migration-security policies of Iran and Turkey, and to make some identification and suggestions related to similar and different politics developed by the said countries for two different case studies.
1980'lerde görülen uluslararası ekonomik krizler sonucunda, neoliberal ekonomi politikaları birçok ülkede serbest piyasa ekonomisine geçiş sürecinde uygulanmıştır. Bunlardan birçoğu, iç ekonomik güçleri ve demokratik kurumları istikrarlı olmayan gelişmekte olan ülkelerdi. Sözde küreselleşme adı altında uygulanan bu serbest piyasa düzeninin sonuçlarından biri bölgesel bütünleşme veya ekonomik blokların yükselişi oldu; ama aslında bu meselenin ötesinde, toplumsal ve siyasi yapılarda da bazı yeni uygulama ve dönüşümler görülmekteydi. Bu çalışmada, Meksika ve Türkiye'de 1990'lı yıllarda yaşanan neoliberal reform ve sonuçları revize edilecek. Hipotez: her iki ülke de bloklarını geliştirmek için sosyo kültürel uyumdan daha çok ekonomik faydaların peşinde koşmaktadırlar, sonucunda neoliberal globalleşme altında olumsuz etkilenmektedirler ve gerçek bir bölgesel bütünleşme fırsatı kaybı yaşanmaktadır. Bu nedenle, bu araştırmanın önemi, iki ülkenin bölgesel entegrasyonlarının karşılaştırılmasıyla, bu ekonomik entegrasyonların ülkelerin ekonomisi, politik ve sosyal yapısı ile uluslararası ilişkileri üzerindeki etkisinin ortaya konmasıdır. Bunu yaparken araştırma İspanyolca, Türkçe ve İngilizce kaynaklarla temellendirilecektir. ; After many international crises in the middle of the 1980s, the neoliberal school was implemented to several open market economies. Many of them were developing nation states, with not so stable democratic institutions and national economies. One of the consequences of this free market scheme under the so-called globalization was the rise of regional integration or economic blocs that appeared economic on the surface, but as a matter of fact it implied several new implementations and transformations of societal and political structures. Two of such nations, Mexico and Turkey are going to be revised under the neoliberal reform they experienced in the 1990s and the consequences that they faced along with it. The hypothesis is that both countries have sought adherence to developed blocs pursuing economic profits more than cultural or social cohesion, resulting on negative impacts under the neoliberal globalization, and the lost opportunity of a genuine regional integration. Therefore the importance of this research, it will provide a comparative analysis of regional integration and its several impacts on the national structures, social life, politics, economics and international relations of both countries. The research will benefit from resources in Spanish, Turkish and English.
ÖZPost-Sovyet Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan'da Siyasal Konsolidasyon ve Mobilizasyon Örüntüleri adını taşıyan elinizdeki tez çalışması Sovyet sonrası dönem Orta Asya'sındaki yeni siyasal ve toplumsal yapıyı anlama çabasının bir parçasıdır. Siyasal ve toplumsal yapıyı açıklamada egemenlik ilişkileri alanına özel bir önem atfedilmektedir. Bu çerçevede çalışmanın kısa bir başlıkla "Orta Asya'da hegemonya ve iktidar olarak" adlandırılması da mümkündür. Yeni rejimlerin toplum nezdinde, rıza ve baskı araçlarını bir arada kullanılarak nasıl bir yerleşiklik kazandığı, ideolojik ve kurumsal düzeyde nasıl konsolide edildiği, Kazakistan Kırgızistan ve Özbekistan örnekleri üzerinden değerlendirilmektedir. Türkiye dahil altı ülkede yürütülen araştırma ve saha çalışmalarına yaslanan çalışma karşılaştırmalı bir bölge çalışmasıdır. Tezin sorularına yanıt üretme çabasında disiplinlerarası bir yaklaşımla, siyaset bilimi, siyaset sosyolojisi, antropoloji, tarih ve uluslararası ilişkiler disiplinlerinin yöntem ve yaklaşımlarından yaralanılmıştır. Çalışmanın kuramsal geri planında ise Gramsci'nin hegemonya teorisinin özel bir ağırlığı vardır. Araştırmada sözkonusu üç ülkedeki siyasal konsolidasyon örüntülerinin ideolojik, kurumsal ve toplumsal dayanakları hegemonya-iktidar-toplum üçgeninde ele alınıyor. Bu çerçevede anayasal mimari, siyasal partiler ve seçim sistemlerinin himayeci-kliental ilişkilerle nasıl eklemlendiği gösterilmeye çalışılmaktadır.Çalışmanın şu dört soru etrafında özetlenmesi mümkündür: Egemenlik ilişkilerinin çözümlenmesinde tarih ve sosyal çevrenin yeri; Siyasal konsolidasyon ve mobilizasyon olgusunu açıklamada kilit kavramlar neler olduğu; Mevcut siyasal rejimlerde siyasal konsolidasyon örüntüsünün ana öğelerinin neler olduğu ve son olarak siyasal konsolidasyonun sınırları, hegemonya karşısındaki direnç odakları ve siyasal değişimin aktör ve dinamikleri neler olduğu sorularına yanıt aranmaktadır. ABSTRACT "In this thesis, it is aimed at understanding the emerging patterns of society and politics in Post-Soviet Central Asia. In understanding the social and political structure, special attention is paid to the sphere of power relations. With regard to this main aspect the thesis could also be titled as "hegemony and power in Central Asia". New regimes' consolidation at ideological and institutional levels, are evaluated through an analysis of how the power used repressive state apparatuses together with the ideological apparatuses in each of the above mentioned countries.The thesis is a comparative one based on field researches conducted in six countries, including Russian Federation, UK, Turkey, Kazakhstan, Kyrgyzstan and Uzbekistan. In search for answers to the questions of the research, different methods from the disciplines of politics, political sociology, anthropology, history and international relations are used within an interdisciplinary approach. At the background of the theoretical construction of the thesis lies the Gramscian theory of hegemony. Ideological, social and institutional pillars of the consolidation patterns in three of these Central Asian states are evaluated from the prism of hegemony-power-society relations. With regard to this framework, it is tried to explore and explain how constitutional designs, political party systems and electoral systems of these countries are combined with the clientalistic networks of political patronage.The overall content of the thesis could be summarized in the following four points: The role of the historical background and social structure in the analysis of power relations; the key concepts in explaining the consolidation and mobilization patterns; the fundamental elements of the consolidation and mobilization patterns; and finally, the limits of hegemony, challenges to hegemony.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'daki siyasi ve ekonomik yıkımı onarmak adına Avrupa bütünleşmesi fikri ortaya çıkmış, ancak Britanya bu fikre Kıta'nın diğer ulus devletlerine kıyasla daha mesafeli yaklaşmıştır. Her ne kadar 1960'larda entegrasyon fikrinin en somut çıktısı olan Avrupa Ekonomik Topluluğuna başvurup, 1973'te üye devlet konumuna gelse de; Britanya, üye olduğu dönem boyunca ulusal çıkarlarına uymayan Topluluk politikalarının dışında kalmayı tercih etmiştir. Britanya'nın gerek kendini Kıta Avrupası'nın politik, ekonomik ve toplumsal yapısından ayrıştırarak, gerekse karşılaştırmalı bir üstünlük belirterek istisnacılığını üyelik öncesi ve sonrası dönemde devam ettirdiği söylenebilir. Avrupa entegrasyonunun ilkelerinden ve politika gerekliliklerinden kendini hariç tutma iddiası olarak tanımlanabilecek Britanya istisnacılığına dair Britanya Parlamentosu'nun iki ana akım partisi İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti tarafından üretilen siyaset ve söylem, bu çalışmanın temel araştırma konusudur. Britanya Parlamentosu içinde Avrupa entegrasyonuna karşı geliştirilen farklı tutumlar arasından istisnacılığı söylem analizi yöntemi ile inceleyen bu çalışmada, bahsi geçen iki partinin milletvekillerinin parlamento konuşmaları 1973-2017 dönem aralığında, parlamentonun resmi arşivi Hansard üzerinden elde edilen veriler aracılığıyla incelenmiştir. Bu bağlamda çalışmanın ilk amacı İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti milletvekillerinin istisnacılık siyasetinin söylemsel boyutunu nasıl kurguladıklarının incelenmesi, ikinci amacı ise bu iki partinin istisnacılık söylemi arasında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar olduğunun tespit edilmesidir. Söylem analizi sonucunda iki partinin istisnacılık söyleminin yoğunlaştığı ana başlıklar egemenlik, ekonomik yapının biricikliği, dünya gücü olma iddiası ve ada devleti olma halinden kaynaklı coğrafi konum olarak ortaya çıkmıştır. ; The idea of European integration has emerged to restore political and economic destruction in Europe after the Second World War, yet Britain stood aloof from this idea compared to other nation states in the Continent. Although in 1960s, Britain applied for the membership of European Economic Community, which was the most tangible output of integration attempts and became a member state in 1973; throughout the membership period, Britain preferred to opt-out from the policies of Community which were not in line with national interests of the country. It can also be argued that Britain has maintained its exceptionalism both before and after membership, either by differentiating itself from the political, economic and social structure of Continental Europe or claiming a comparative superiority. The main subject of this study is the politics and discourse on British exceptionalism- which can be defined as the assertion of exemption from the values and policy necessities of European integration- produced by the two mainstream political parties of British Parliament, Labour and Conservative Parties. In this study, exceptionalism as one of the various lines of conduct inside British Parliament towards European integration has been examined by discourse analysis of the speeches of MPs from the two political parties in question covering the period from 1973 to 2017 through the data retrieved from Hansard, the official archive of British Parliament. In this context, this study aims, firstly, to analyse how the MPs of Labour and Conservative Parties construct the discourse dimension of exceptionalist politics and secondly, to determine what kind of similarities and differences between these two political parties' exceptionalist discourse. Sovereignty, the uniqueness of economic structure, claim for world power and geographic location as an island nation are the main topics emerged out of discourse analysis.
Bu tez çalışmasında, Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının üye ülkeler üzerindeki etkisi feminist bakış açısı ile incelenmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sonucu oluşan kamusal/özel alan ayrımı kadınların siyasi karar mekanizmalarında yer almalarını engellemiştir. Bu tezin ana argümanı, kuruluşundan itibaren iktisadi temelli yapılanmış olan Avrupa Birliği'nin özellikle Amsterdam Antlaşması ile ana akım politikası haline getirdiği toplumsal cinsiyet eşitliği, üyelerinin farklı siyasi geçmiş ve refah devlet tipolojilerine sahip ülkelerden oluşması göz önüne alındığında Avrupa Birliği'nin her üye ülkesinde toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları farklı seviyelerde pratik edilmekte olduğudur. Avrupa Birliği'nin üye ülkelerinde kadınların siyasi hayata katılımları karşılaştırmalı vaka analizi kapsamında incelenmiştir. Tez çalışması feminist kuram çerçevesinde kadınların siyasi katılımını ele almıştır. Avrupa entegrasyon sürecinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin Birliğin politikalarında özellikle kadınların siyasi katılımından ziyade ekonomik çıkarlarına odaklandığına yer verilmiştir. Son olarak, siyasi alanda toplumsal cinsiyet eşitliğinin zayıf olduğu Avrupa Birliği'nin kurucu üyesi İtalya ile Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları ile 2004 yılında tanışan ve siyasi düzeyde toplumsal cinsiyet eşitliğinde görece iyi bir konumda olan eski sosyalist ülke Slovenya karşılaştırılması yapılmıştır. Sonuç olarak Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliğini ana akım politika haline getiremediği ve üye ülkeler üzerinde etkisinin kısıtlı kaldığı; ülkelerin siyasi kültür ve geçmişlerinin yanında refah devlet tipolojilerinin toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında etken olduğu saptanmıştır. Çalışmanın sonucunda Avrupa Birliği'nin kadınların siyasi katılım özelinde yetersiz toplumsal cinsiyet politikaları ürettiği ve üye ülkeler üzerindeki etkisinin kısıtlı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sonuç doğrultusunda tez çalışması, literatürde mevcut boşluğu doldurmayı hedeflemiştir. --- This study examines the effect of gender equality policies on of European Union (EU) member countries from feminist theory. The distinction between public and private space that is built by gender inequality restrains women from political decision-making. Main argument in this study is that European Union, that has constitutive focus on economics, institutionalized gender equality as its mainstream politics after the Treaty of Amsterdam; however, the emphasis of gender equality varies within member countries since they have different types of political and financial agenda and welfare state models. In this study, comparative case analysis methods are applied to examine political participation of women in European Union member counties. For this research, political participation of women is discussed from feminist approach. In the process of European integration, European Union policies focuses on economic interests instead of aiming political participation of women in terms of gender equality. Lastly, this study compares Italy, as a charter member of European Union, which has weaknesses for promoting gender equality and Slovenia, as an former socialist country, which is still relatively in a better position for promoting gender equality even though it met with gender equality criteria of EU in 2004. To sum up, European Union was not able to institutionalize gender equality as its mainstream politics. The impact of EU"s political structure for promoting gender equality on the member countries is limited because of the fact that the differences between political and historical agendas of these counties and their welfare state models are the factors that have a visible impact in this context. In consequence, this research points that policies of European Unions on gender equality in terms of political participation of women are insufficient and the impact of its structure on its members are limited. In this direction, this study aims to fill the gap in the literature.
Bu tez çalışmasında, Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının üye ülkeler üzerindeki etkisi feminist bakış açısı ile incelenmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sonucu oluşan kamusal/özel alan ayrımı kadınların siyasi karar mekanizmalarında yer almalarını engellemiştir. Bu tezin ana argümanı, kuruluşundan itibaren iktisadi temelli yapılanmış olan Avrupa Birliği'nin özellikle Amsterdam Antlaşması ile ana akım politikası haline getirdiği toplumsal cinsiyet eşitliği, üyelerinin farklı siyasi geçmiş ve refah devlet tipolojilerine sahip ülkelerden oluşması göz önüne alındığında Avrupa Birliği'nin her üye ülkesinde toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları farklı seviyelerde pratik edilmekte olduğudur. Avrupa Birliği'nin üye ülkelerinde kadınların siyasi hayata katılımları karşılaştırmalı vaka analizi kapsamında incelenmiştir. Tez çalışması feminist kuram çerçevesinde kadınların siyasi katılımını ele almıştır. Avrupa entegrasyon sürecinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin Birliğin politikalarında özellikle kadınların siyasi katılımından ziyade ekonomik çıkarlarına odaklandığına yer verilmiştir. Son olarak, siyasi alanda toplumsal cinsiyet eşitliğinin zayıf olduğu Avrupa Birliği'nin kurucu üyesi İtalya ile Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları ile 2004 yılında tanışan ve siyasi düzeyde toplumsal cinsiyet eşitliğinde görece iyi bir konumda olan eski sosyalist ülke Slovenya karşılaştırılması yapılmıştır. Sonuç olarak Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliğini ana akım politika haline getiremediği ve üye ülkeler üzerinde etkisinin kısıtlı kaldığı; ülkelerin siyasi kültür ve geçmişlerinin yanında refah devlet tipolojilerinin toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında etken olduğu saptanmıştır. Çalışmanın sonucunda Avrupa Birliği'nin kadınların siyasi katılım özelinde yetersiz toplumsal cinsiyet politikaları ürettiği ve üye ülkeler üzerindeki etkisinin kısıtlı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sonuç doğrultusunda tez çalışması, literatürde mevcut boşluğu doldurmayı hedeflemiştir. --- This study examines the effect of gender equality policies on of European Union (EU) member countries from feminist theory. The distinction between public and private space that is built by gender inequality restrains women from political decision-making. Main argument in this study is that European Union, that has constitutive focus on economics, institutionalized gender equality as its mainstream politics after the Treaty of Amsterdam; however, the emphasis of gender equality varies within member countries since they have different types of political and financial agenda and welfare state models. In this study, comparative case analysis methods are applied to examine political participation of women in European Union member counties. For this research, political participation of women is discussed from feminist approach. In the process of European integration, European Union policies focuses on economic interests instead of aiming political participation of women in terms of gender equality. Lastly, this study compares Italy, as a charter member of European Union, which has weaknesses for promoting gender equality and Slovenia, as an former socialist country, which is still relatively in a better position for promoting gender equality even though it met with gender equality criteria of EU in 2004. To sum up, European Union was not able to institutionalize gender equality as its mainstream politics. The impact of EU"s political structure for promoting gender equality on the member countries is limited because of the fact that the differences between political and historical agendas of these counties and their welfare state models are the factors that have a visible impact in this context. In consequence, this research points that policies of European Unions on gender equality in terms of political participation of women are insufficient and the impact of its structure on its members are limited. In this direction, this study aims to fill the gap in the literature.
Demokrasi kilidinin anahtarı pozisyonundaki seçimler, bireylerin geleceklerini inşa etmeye aday siyasi partiler arasından seçim yapmak suretiyle iktidarı belirlediği en etkin siyasi denetim aracıdır. Seçimlerin siyasal hayatı şekillendirmedeki rolü, seçimlere büyük ilgi gösterilmesine neden olmaktadır. Seçimler, geçmişte sadece siyasi iktidarı belirleme aracı olarak görülürken, günümüzde özellikle de 2000 Amerikan Başkanlık seçimleri ve sebep olduğu gelişmelerinde tesiriyle, siyaset kurumunun ve akademik dünyanın ilgi odağı haline gelmiştir. Demokratik olsun ya da olmasın, diktatörlükle yönetilen ülkeler hariç, dünyadaki bütün ülkelerde iktidarlar seçimle belirlenmektedir. Dünya ülkelerinin siyasal ve tarihsel olarak farklı tecrübelere sahip olmaları ve kendilerine has siyasal geleneklerinin varlığı farklı seçim sistemlerinin kabulüne de beraberinde getirmiştir. Bu farklılık, seçimlerin işleyişi faaliyetlerinde de değişik yöntemlerin ve modellerin benimsenmesine neden olmuştur. Seçmen tercihlerinin sandığa adil ve dürüst şekilde yansıdığı bir seçim gerçekleştirme arzusu, seçimlerin ülke genelinde iyi teşkilatlanmış, liyakat esasına göre belirlenmiş personelin istihdam edildiği, teknolojik alt yapıya sahip ve toplumsal itibarı ve intibaı yıpranmamış ve siyasi iktidarın müdahale alanından tamamen uzaklaştırılmış özerk ve kurumsal yapıları zorunlu kılmaktadır. Adil ve dürüst seçimlerin mümkün kılınabilmesi ancak seçimlerin yönetim ve denetiminden sorumlu kurum ve kurulların etkin yönetim ve denetim mekanizmaları ile donatılmış olmasıyla mümkün olabilecektir. Seçimlerin yönetimi ve denetimi faaliyetleri, ülkelerin benimsedikleri seçim yönetim ve denetim modellerinin farklılık göstermesi sebebiyle ülkeden ülkeye farklılık sergilemektedir. Bu farklılığa rağmen, bu modellerin hepsinin ortak amacı, seçmen iradesinin sandığa yansıması sürecini sağlıklı bir şekilde yönetmek ve sürece ilişkin yaşanabilecek hukuksuzluklara engel olmaktır. Bu anlamda bu kurum ve kurullara demokrasinin sürdürülebilirliğinin sağlanması adına çok önemli görevler düşmektedir. Söz konusu kurum ve kurulların gösterecekleri olumlu performans seçim sürecinin adil ve dürüst bir şekilde yürütülmesi ve sonuçlandırılmasının teminatını oluşturacaktır. Türkiye'de seçim teşkilatı ile seçimlerin işleyişinin karşılaştırmalı hukuk perspektifinden tüm yönleriyle ele alındığı bu çalışmanın amacı; ülkemiz açısından daha etkin bir seçim yönetim ve denetim mekanizmasının hayata geçirilebilmesi için uygulayıcılara karşılaştırmalı hukuk pratikleri perspektifinden bir model önerisi sunmaktır. ; Elections, which are the key to democracy, are the most effective means for political supervision in which individuals make choices from among political parties, which compete to build their lives. The role of elections in shaping political life causes them to be paid enormous attention. In the past, elections were regarded as a means to determine the political power only, but today, especially under the influence of the 2000 American presidential elections and the developments it led to, they have become the center of attention for politics and academic World. Whether they are democratic or not, governments are determined through elections all over the world except for countries that are governed by dictatorships. The fact that countries of the world have different political and historical experiences and have their own unique political traditions have caused different elections systems to be adopted. This difference in turn has caused different methods and models to be adopted in the activities conducted during the implementation of elections. The desire to hold an election where voters' choices are reflected fairly and honestly in the ballot boxes requires autonomous and organizational structures that are well-organized, where personnel determined on the basis of merit are employed, that possess the technological infrastructure, have an undamaged social prestige and image and are totally out of reach of the interference of the party in power. Fair and honest elections will be possible only when institutions and boards that are responsible for the management and supervision of elections are equipped with effective managerial and supervisory mechanisms. Activities aimed at managing and supervising elections exhibit variations because the election management and supervision models which countries adopt change from country to country. In spite of this difference, he common goal of all these models is to manage the process of transferring voters' will to the polls properly and prevent injustices that might arise in the process. In this sense, these institutions and committees have very serious tasks and obligations in ensuring sustainability of democracy. Positive performance that will be displayed by the said institutions and committees will guarantee that the election process will take place and be completed fairly and honestly. The purpose of this study, in which election organization and election mechanisms have been handled in all aspects from the perspective of comparative law, is to propose a model to implementers from the perspective of comparative law practices in order to put into a practice a more effective election management and supervision mechanism.
Anahtar Kelimeler: Irak, Kürtler, Federalizm, ÖzerklikÖZETIRAK KÜRTLERİNİN YÖNETİMSEL ARAYIŞI VE FEDERALİZM SEÇENEĞİ: TARİHSEL VE TEORİK BİR ANALİZBu tez, Irak'ın kuruluşundan 2013 yılına kadarki sürede Kürtlerin bölgesel düzeyde özerk bir yönetim hedefinin tarihsel ve teorik olarak incelenmesi üzerine kuruludur. Irak'ın ulus-devlet sistemi ile etno-dinsel gruplar arasında siyasal uzlaşmayı, katılımı ve temsili başaramaması etno-dinsel sorunlarını süreklileştirmiştir. Irak'ın belirgin etnik bir topluluğu olan Kürtler, yerel veya merkezi düzeyde siyasal hakları kullanabilecek şekilde iktidara katılamadıkları için bölgesel düzeyde özerk bir yönetim talebi kapsamında merkezle sık sık çatışmıştır. Irak'ta iç ve dış politik şartların hazırladığı siyasal ortamın bir sonucu olarak Körfez savaşları yaşanmış ve ardından 2005'ten itibaren yeni bir siyasal sistem uygulanmaya başlanmıştır. Bu aşama, Kürtlerin federal ilkeler temelinde bölgesel düzeyde bir yönetim hakkına ulaşmasını ve Irak'taki Sünni-Araplara dayalı ulus-devlet politikasının kesintiye uğramasını tarif etmektedir. Ne var ki federal yönetime geçiş, ülkedeki etno-dinsel sorunları sonlandıramamıştır. Irak'ta etno-dinsel anlaşmazlıklar, azalmakla birlikte, halen devletin siyasal geleceğini etkileyen bir potansiyele sahiptir. Bu nedenle farklı toplulukları bir arada tutma amaçlı Irak federal sisteminin etkisi, etnik ölçüt bağlamında Kürtler üzerinde tartışma konusu yapılmıştır. Bu bağlamda Kürtler üzerinden tarihsel, teorik, karşılaştırmalı, alan araştırması ve gözleme dayalı araştırma yöntemleri kullanılarak Irak'ın siyasal geleceğine dair öngörülere ulaşılması hedeflenmiştir. Bu yönleriyle tez çalışması, etnik sorunlar bağlamında Irak Kürtlerinin siyasal haklara ulaşma sürecini tarihsel olarak ayrıntılı ele alınmıştır.Keywords: Iraq, Kurds, Federalism, Autonomy ABSTRACTADMINISTRATIVE SEARCH OF IRAQI KURDS AND FEDERALISM OPTION. A HISTORICAL AND THEORETICAL ANALYSISThis thesis is historical and theoretically based on the objective examination of an autonomous region of Iraqi Kurds at the regional level during the period from the Iraq's establishment until 2013. Ethno-religious issues have been continuing because of the fact that nation-state system of Iraq could not success a political consensus, representation and participation between communities. Kurds of Iraq that is a distinct ethnic group could not participate to power at local and central level. Therefore, Kurds frequently conflicted with administrative central within the context of an autonomous government demanding at regional level.Gulf Wars occurred because of condition of the policy at home and abroad and after a new political system started to put into practice since 2005 in Iraq. This phase is to describe that nation-state politics ended based on Sunni-Arabs Muslim and Kurds were accessed a right of government at regional level on a reciprocal federal principles. However, transition to federal government of Iraq's could not finalize the ethno-religious issues in the country. Ethno-religious conflicts in Iraq reduced but have potential to effect of political future of state at present. Thus, the effect of Iraq federal government that has purpose to hold together distinct communities are conducted a discussion on Kurds according to ethnic criteria. In this context by using, the historical, theoretical, comparative, field research and observation methods targeted to made predictions concerning political future of Iraq in the thesis. With these ways, this thesis specifically and historically dealt with an object for study period of reaching political rights of Iraqi Kurds in context of the ethnic issues.