Suchergebnisse
Filter
29 Ergebnisse
Sortierung:
İran'ın üzerindeki ambargonun kaldırılması sonrası değerlendirmeler ; Assessments after the removal of the embargo on Iran
ABD'nin, İran'ın nükleer programının ortaya çıkmasından hemen sonra gösterdiği ödün vermez sert tutumu, Büyük Orta Doğu Projesi'nin oluşturulmasında, Afganistan ile başlayan yapılandırmada Irak'tan sonra yol üstündeki üçüncü durağın İran olabileceği düşüncesini akla getirmekteydi. Ancak Suriye'de yaşanan gelişmeler, İran'la P5+1 ülkelerinin anlaşma yolunu tercih etmeleri ve en nihayetinde İran'ın üzerindeki ambargoların 16 Ocak 2016 tarihinden itibaren kalkması, Orta Doğu'da yeni bir strateji ve politikanın geçerli olacağını göstermektedir. İran'la P5+1 ülkelerinin görüşmeleri sonucu bir anlaşma sağlandığı deklare edilmiş, anlaşma sürecinin 6 aylık olduğu vurgulanmıştı. Başlangıçta her iki taraf da asıl konuda ödün verme yerine, kendi iç ve dünya kamuoylarına geçici uzlaşma yolunu tercih ettiklerini göstermek istemişlerdi. Sonrasında ise ambargoların kaldırılması ile anlaşmanın daha çok pekiştirildiği ve diplomasinin işlerliği gösterilmektedir. Diplomasinin bir şekilde güç kullanma yerine geçerliliğini sürdürmesi ise, zaten ateş çemberine dönmüş Orta Doğu için büyük bir kazanım olmaya devam edecektir. ; The US' harsh attitude that it demonstrated after the emerge of Iran's nuclear programme brought to mind that Iran could be the third stop after Iraq in the formation of the Big Middle East Project beginning with Afghanistan. However, developments in Syria, agreement between Iran and P5+1 group of countries and finally lifting up sanctions on Iranas of January 2016 shows that a new strategy and policy will be valid in the Middle East. Following the agreement declared to be reached between Iran and P5+1 group of countries, agreement process was emphasized to be 6 months. Initially, two sides wanted to show their own people and teh world that they prefer reconciliation instead of making concession on the main issue. After then, reinforcement of the agreement with lifting up the sanctions and functionalty of diplomacy is displayed. Therefore, it is too much optimistic to think that this problem will be solved instantly by lifting up the sanctions. Instead of using force, diplomacy maintains its validity and will continue to be a big acquisition for the Middle East which has already returned to a fire circle.
BASE
GlobaIization, human rights and democracy
With the Iast cut in world history occurring in 1989 and throughout the destruction of communist dictatorships and the Soviet World Empire, a new stage in the planetary process of globalization began, in which most countries in the world labelled themselves as democratic states, "ruled by the people". The increasing trend of 40 in 1972 up to the currently estimated 1 23 democratic countries of the 192 states registered in the United Nations may continue in the future. Speculation of various theories, such as Francis Fukuyama's The End of Hjstory and the Last Mon (1992)l , that liberal democratic nation-states were the universal standard form of human society has been disproved through the globalization process which abolished the boundaries and led liberal democracies over the state borders to a supranational world society. Transformation to global democracy threatens the fundamental principles of the former liberal nation-state democracy.
BASE
Digital Game Preparation Experiences of Pre-service Mathematics Teachers'
In: Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
ISSN: 1309-9302
The aim of this research is to examine the opinions of secondary pre-service mathematics teachers by giving them an experience of designing digital games and to evaluate the games they create. Qualitative case study was used in the research. Participants are 39 secondary pre-service mathematics teachers who were studying in the second year of a state university. The data were obtained from a semi-structured interview form consisting of seven questions and digital games designed by the participants. Content analysis was used in data analysis. As a result of the research, it was determined that the pre-service teachers liked being able to draw, design and play their own game, and they had problems because the colors were not perceived correctly. The ease of use of the touch screen is expressed as an advantage, and the undesirable result when accidentally touching the screen is expressed as a disadvantage. While the game was being prepared, the participants aimed to learn by having fun, to be memorable and to simplify the subject. They stated that it is an advantage to be used in mathematics education and to be memorable, while game addiction and going out of the game's purpose are a disadvantage. It has been observed that the designed games are mostly related to the secondary school level, the red and black elements are used extensively, and the games of destruction are generally designed. In addition, the time required to complete the games and the aims of the games are also included.
Türkiye Selçukluları ile Kilikya Ermenileri arasındaki siyasi ilişkiler ; The political relations between Turkey Seljuk states and the cilician armenians
Bu çalışmada Türkiye Selçuklu Devleti ile Kilikya Ermenileri arasındaki siyasi ilişkiler incelendi: Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkiler Selçukluların Anadolu'ya girişi ile başlar. Bizans yönetiminde baskı altında yaşayan Ermeniler, Selçukluları kurtarıcı olarak karşıladılar. Ancak Haçlı Seferleri sırasında Hıristiyanlar, Ermenileri Türklere karşı kışkırttılar. Haçlıların yardımı ile Çukurova bölgesini ele geçiren Ermeniler burada bir baronluk kurdular. Ermeniler Haçlılarla ittifak yaparak Türk topraklarına saldırılar düzenlediler. Haçlılar Kilikya Ermenilerini baronluktan Krallığa yükselttiler. Türkiye Selçuklu Sultanları İzzeddin Keykâvus ve Alâeddin Keykubâd zamanında Selçuklular Ermenileri kendilerine tabi hale getirdiler. 1243 Kösedağ savaşı sırasında Ermeniler Selçuklulara ihanet ettiler. Moğollarla işbirliği yapan Ermeniler Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad'ın eşi Hunat Hatun'un yolunu kesip, Moğollara teslim ettiler. Moğollar Hunad Hatun'u şehit ettiler. Türkiye Selçuklularının yıkılması ile Ermenilerle mücadeleye Memluk Devleti devam etti. Kilikya Ermeni Krallılığına Memluklar son verdi. ; The political relations between Turkey Seljuk States and the Cilician Armenians have been viewed in this article: The relations between Turks and Armenians have begun by coming of Çağrı Beg'sto Anatolia. Armenians who was living under pressure of Byzantine rul ewel comed Seljuks as liberators. However Christians provacated the Armenians against the Turks during the Crusades .Armenians who captured the Çukurova region by the help of the Crusaders, so they established a barony there. Armenians as attacks on Turkish territory by having alliance with Crusaders. Crusaders raised the Cilicia Armenians from baronage to kingdom. In the period of İzzeddin Keykavus and Alâeddin Keykubâd who are theTurkey SeljukSultans had Armenians subject to them. Duringthewar of Kösedağ in 1243, Armenians betrayed the Seljuks. By the cooperation of Mongolians, Armenians barried the path of theSeljuk Sultan Alaeddin's Khatun, and they caught Hunat Keykubad. Then, handed her theMongols. Mongols martyred Khatun Hunad. By the destruction of Turkey Seljuks, the Mamluk Empire continued to fight with Armenians. Mamluks kingdom put an end to Armenian Cilicia.
BASE
Irak ekseninde ABD ve Türkiye'nin politikaları ; USA's and Turkey's policies on the axis of Iraq
Tezde, bir insanlık dramının yaşandığı Irak'ta gelişen güncel konular kapsamında Türkiye ve ABD'nin Irak politikalarının neler olduğu konusu ele alınmaya çalışıldı.Kitle İmha Silahlarının (KİS) bulunduğu, halkının sömürüldüğü ve bölge için en büyük tehdidin olduğu iddia edilen Irak'ın, ?Dünyanın Tek Küresel Gücü? olarak işaret edilen ABD'nin önderliğinde yapılan müdahale ile Türkiye'nin sınır komşusunda yaşanan bu istikrarsızlık, terör ve savaş ortamı mümkün olduğunca açık olarak gözler önüne serilmeye çalışıldı.Söz konusu çalışmamda öncelikli olarak Orta Doğu ve Irak'ın stratejik önemi incelendi. İkinci bölümde, ABD-Türkiye ilişkilerinin tarihi sürecinin ele alınmasını müteakip, Türkiye ve ABD'nin Irak yaklaşımlarına yer verildi. ?ABD, Irak'ta gerçekten Irak halkını özgürleştirmek mi istiyor, yoksa farklı bir emeli mi vardı?? sorusuna cevap bulmaya çalışıldı. Bu kapsamda, ABD'nin Irak müdahalesindeki görünen ve madalyonun arka yüzündeki görünmeyen sebeplerine de değinildi.Son bölümde ise, Irak politikasında Türkiye'nin yapması gerekenler ortaya konulmaya çalışıldı. ; Turkey?s and USA?s foreign policy on Iraq is especially scrutinized in my thesis. I try to explain both how Turkey?s and USA?s foreign policy is shaped in the framework of the current developements in Iraq and the consequences of these policies.The Coalition Forces in Iraq have not established sustainable security and political stability, after the intervention by USA led Coalition Forces in Iraq in 2003. It was claimed, Iraq has Weapons of Mass Destructions and is one of the biggest threat to the global security and intervention is inevitable. I point out in my study all the claims were not entirely true and serious political and security issues affect Turkey?s foreign policy.I present in the fisrt chapter the Middle East and Iraq?s strategic importance. Afterwards, in the second chapter Turkey-USA relationships and both states Iraq perceptions. In particular the question of USA?s real aim is examined. In this context the USA foreign policy and its influences both to the Middle East states and to Turkey is studied detaily.Finally, I present Turkey?s Iraq policy and my individual assesments. Turkey played an influential role in Iraq?s security. Turkey has great power and ability to contribute to Iraq?s security.
BASE
Sultan I. Alâeddin Keykubad döneminde Türkiye Selçuklu Devleti'nin komşu devletlerle olan siyasi ilişkileri ; Sultan I. Alaeddin Keykubad period of political relations with the neighboring states of Turkey Seljuk Empire
Sultan Alâeddin Keykubad, yaklaşık on sekiz sene süren saltanatı boyunca her alanda istikrarlı bir politika takip etmiştir. Dış politikada da akılcı, uzlaşmacı ve ileri görüşlü bir siyaset izleyen Alâeddin Keykubad, bu sayede Türkiye Selçuklu Devleti'ni siyasi, ticari ve kültürel bir güç haline getirmeyi başarmıştır. Alâeddin Keykubad, ülkesinin bağımsız bir şekilde mevcudiyetini devam ettirebilmesi için Anadolu'dan geçen uluslararası ticaret yollarının gelirinden maksimum seviyede pay almak istemiş, dış siyasetini de bu temel üzerine oturtmuştur. Nitekim, tahta çıktıktan hemen sonra Avrupa ülkelerine karşı Venedik Dukalığına bazı ticari ayrıcalıklar veren bir anlaşma imzalamış; bu anlaşmadan kısa bir süre sonra da ilk seferini önemli bir liman şehri olan Alâiye üzerine düzenlemiştir. Alâeddin Keykubad, komşu devletlerle olan münasebetlerinde gereksiz risklerden kaçınmış ve otoritesini sarsacak düzeyde olmadıkça anlaşmazlıkları barış yolu ile çözmüştür. Zira, Moğollara, Eyyubilere ve Celâleddin Harezmşah'a karşı izlediği bu siyaset sayesinde, hem ülkesini olası bir yıkımdan korumuş, hem de herhangi bir istila hareketine karşı zaman kazanıp, önlemlerini almıştır. Ancak, son bağımsız Türkiye Selçuklu Devleti hükümdarı Alâeddin Keykubad'ın ölümünden sonra, onun izlediği başarılı siyaset halefleri tarafından devam ettirilemeyince, Türkiye Selçuklu Devleti Moğolların hâkimiyetine girmiştir. ; Sultan Alaeddin Keykubad has followed a stable policy in all areas throughout his eighteen year reign. In foreign policy, rational, conciliatory and forward-thinking policy followed Alaeddin Keykubad, the Seljuk Empire in Turkey whereby the political, commercial and cultural succeeded in bringing into force. Alâeddin Keykubad wanted to get the maximum share of the international trade routes passing through Anatolia in order to maintain his country's independent existence and he built his foreign policy on this basis. As a matter of fact, he immediately signed an agreement including some commercial privileges against the European countries, with the Duchy of Venice ; shortly after this agreement , he organized his first voyage to the Alâiye,which was an important port city. Alaeddin Keykubad avoided unnecessary risks in his relations with neighboring states and resolved disputes peacefully, unless he was at a level to shake up his authority. Because of this policy which he followed against the Mongols, Ayyubids and Jalaleddin Harezmshah, not only he protected his country from possible destruction but also gained time and measures against any invasion movement. However, Alaeddin Keykubat's death last independent ruler of Turkey Seljuk State, by successfully continued by his successors follow politics, Turkey Seljuk State has entered of the the Mongol domination.
BASE
Ak Parti dış politikasında güvenlik algısı: 2002- 2015 dönemi ; The Ak Party's foreign policy security perception: 2002-2015 period
Bir süreç olarak ele alınan güvenlik, algılarda şekillenen bir olgu olarak, içinde bulunulan konjektürde yer alan tehditlere göre şekillenen bir kavramdır. Bu çerçevede Türk Siyasi Hayatı'nda yer alan siyasi liderlerle birlikte, oluşan yeni tehdit olgularına göre ülkenin güvenlik politikası şekillenmiştir. Öncelikle tarihsel arka plan ve coğrafi konum içerisinde şekillenen güvenlik anlayışı, özellikle Soğuk Savaş Sonrası Dönem'den sonra, dönemin getirmiş olduğu yeni tehdit olguları olarak analiz edilen terörizm, yasadışı göçler, insan kaçakçılığı, kitle imha silahlarının yayılması, uyuşturucu ticareti gibi algılarla şekillenmiştir. Bu bağlamda Türkiye'nin güvenlik anlayışı, bu yeni tehdit algıları çerçevesinde güvenlik alanının kapsamını genişletilerek değişmiştir. Bundan ziyade Ak Parti dış politikasında güvenlik algısını konu alan bu çalışma, Ak Parti Dönemi'nde Türkiye'nin değişen güvenlik anlayışını ve bu değişimin ülkenin dış ve güvenlik politikalarına nasıl yansıdığını ortaya koymak amacıyla oluşturulmuştur. Bu kapsamda, yapılan kaynak taramaları ve arşiv araştırmaları çerçevesinde güvenliğin uluslararası konjektürde oluşan yeni koşullara göre değişimi ve Türkiye'nin de bu değişimler çerçevesinde dış ve güvenlik politikalarına nasıl yön verdiği sorusuna cevap aranmıştır. ; Security, treated as a process, is a phenomenon that is shaped by perceptions and by the threats, presented in the conjuncture. In this framework, along with the political leaders of Turkish Political Life, the security policy of the country has been shaped according to the new threat situations. Firstly, security concept, which shaped by historical background and geographical position, has consisted of perceptions such as terrorism, illegal immigration, human trafficking, proliferation of weapons of mass destruction, drug trafficking, which are analyzed as new threat cases, espessialy after Second World War. Accordingly, the scope of security concept of Turkey has been expanded within the framework of these new threat perceptions. This study, which focuses on the perception of security in Ak Party foreign policy, is aimed at revealing the changing security concept of Turkey in the Ak Party period and how this change is reflected in the foreign and security policies of the country.In this context, this work has tried to find out answers of two questions: how security has been changed according to the new conditions in the international conjuncture and how Turkey is guiding foreign and security policies in the frame of these changes.
BASE
Demokratikleş(tir)me sürecinde Suriye
Günümüzde Ortadoğu'da ileri boyutta bir değişim süreci yaşanmaktadır. Bir taraftan küresel çapta cereyan eden demokratikleşme süreci bölge ülkelerini baskı altında tutarken, diğer taraftan ABD hükümeti demokrasi kavramını bölgede kendi çıkarları bağlamında kullanmaktadır. Üstelik ABD, Suriye'yi kitle imha silahlarına sahip olmakla, uluslararası teröre destek vermekle ve demokratik bir yönetime sahip olmamakla suçlamaktadır. Suriye'ye yönelik siyasi ve ekonomik yöndeki dış baskılar ülkenin varlığını tehdit etmektedir.Suriye'de şu ana kadar siyasi ve iktisadi alanda gerçekleştirilen reformlar rejimin otoriter yapısını önemli ölçüde değiştirmemiştir. Bununla beraber son zamanlarda artan baskı ve tehditler ülkede daha yoğun bir reform sürecine yol açmıştır. Bu durum, Suriye'deki rejimin geleceğini tehdit etmektedir.Bu çalışmada iki temel nokta üzerinde odaklanmıştır. Birincisi, Suriye'deki demokratikleşme süreci neden iç dinamikler vasıtasıyla gerçekleştirilememektedir? İkincisi, siyasi ve hatta askeri yöndeki dış baskılar Suriye'de gerçek bir demokrasiye yol açabilir mi? Bu sorulara uygun yanıtlar verebilmek için ülkedeki siyasi aktörlerin ve siyasi sistemin durumunu ve ABD'nin bölge üzerindeki siyasi ve ekonomik amaçları incelendi. ABSTRACTThe whole Middle East Region has currently been undergone tok a drastic process of transformation. On one hand, the countries of the region are under the constant influence of the democratisation process worldwide. On the other hand, The United States Goverment is using the concept of democracy in the context of its own interests. Furthermore, United States is accusing Syria possesing weapons of mass destruction, sponsoring international terrorism and lacking of a democratic goverment within the country. The external pressures forcing the Syrian State tok carry out social and political reforms threaten its existence.Until now the reforms initiated in the political and the economical fields did not result in a significant change in the autocratic structure of the regime. However, recently growing pressures and threats have lead tok a more extensiv reform procedure. This situation is threating the future of the current regime.Within the context of our project, we are focusing on two questions. First, why Syria's democratisation process cannot be achieved through internal dynamics? Secondly, might the external political and military pressures lead tok a real democracy in Syria? We have examined the role of the internal political actors and the current political system as well as the political and the economical aims of the United States on the region tok give adequat responses tok these questions.
BASE
Savaşın değişen karakteri üzerine: Irak'ın Işid'le mücadele stratejileri ; On the changingcharacter of war: Strategies of Iraq's struggle against ISIS
2003'te ABD işgali sonrası Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiyle beraber Irak'ta iktidar gücü Sünni Araplardan nüfusun çoğunluğunu oluşturan Şii Arapların eline geçmiştir. İşgal sonrası dönemde iç politikada yeniden bir güç dengesinin tesis edilme çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yaşanan iç savaşlarla etnik ve mezhepsel gerilimin tırmanması ülkedeki politik kutuplaştırmayı had safhaya çıkarmış ve kırılgan bir yapıya sahip olan Irak'ın iç dengeleri Arap Baharı ile birlikte yeniden sarsılmıştır. Şii Arapların diğer etnik ve mezhepsel gruplara uyguladığı baskı, ülkedeki otorite boşluğu ile birleşince Irak'ta IŞİD terör örgütünün ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bununla birlikte, IŞİD'in hibrit bir savaş stratejisi ile hareket etmesi örgütün hızlı bir biçimde ülkede nüfuz sahibi olmasına neden olmuştur. Bu durum ise IŞİD'e karşı mücadelede Irak'ın iç politik, bölgesel ve uluslararası düzeylerde ittifaklar kurmasını gerektirmiştir. Aynı zamanda Irak, hibrit bir tehdit olarak yükselen IŞİD'e karşı hibrit bir mücadele stratejisi yürütmüştür. Mevcut çalışmada, IŞİD'le mücadelede Irak'ın ittifak stratejilerini kapsamlı bir şekilde değerlendirmek için klasik güç dengesi teorisinin aksine farklı bir perspektif sunan omnibalancing teorisinden yararlanılacaktır. Çalışmada, terör örgütü IŞİD'in ortaya çıkışından itibaren hızlı bir şekilde yükselişini gerçekleştirmesine katkı sağlayan stratejiler ve buna karşılık Irak'ın IŞİD'le mücadele kapsamında uygulamış olduğu stratejiler hibrit savaş konsepti perspektifinden analiz edilmektedir. ; After the destruction of Saddam Hussein's regime by the US occupation in 2003, power passed from the Sunni to the Shiite Arabs, who constitute the majority of Iraq's population. In the post-occupation period, attempts to establish a balance of power in domestic politics have failed. The escalation of ethnic and sectarian tensions that have accompanied the civil wars has exacerbated political polarization to an extreme level, and the tenuous structure of the country's internal balance has been shaken again by the Arab Spring. The oppression by Shiite Arabs of other ethnic and sectarian groups and the vacuum of authority in the country have led to the emergence of the ISIS terrorist organization in Iraq. The fact that ISIS has adopted a hybrid warfare strategy has also resulted in the rapid escalation of its dominance in the country. This situation has lead the state to establish alliances at domestic, regional and international levels in order to combat ISIS. Iraq has also adopted a hybrid warfare strategy to counter ISIS's equivalent. In order to comprehensively evaluate Iraq's alliance strategies in dealing with ISIS, the current study adopts an omnibalancing theory that presents a different perspective to the classical balance of power theory. It uses the hybrid warfare concept to examine the strategies that have contributed to the rapid advance of ISIS in Iraq and the strategies adopted by the country in combating ISIS.
BASE
Çok uluslu şirketlerin işleyişinde sivil toplum kuruluşlarının yeri ve bu ilişkide küreselleşmenin rolü ; The place of non-governmental organizations on the process of the multi-national corporations and the role of globalization in this relationship
Yerel kuruluş ya da örgütlenmeler küreselleşme süreciyle beraber hızlı bir şekilde kendi sınırlarının dışına çıkarak küresel boyuta ulaşmaktadır. Çok uluslu şirketler ve sivil toplum kuruluşları da çoğunlukla karşıtlık içinde olsalar da küresel düzeyde örgütlenme biçimi bağlamında benzer süreçler yaşamaktadır. Küresel düzeye ulaşması neticesinde ulus – üstü nitelik kazanmaları da uluslararası ilişkiler alanının çalışma nesnesi olmalarına neden olmaktadır. Kazandıkları ulus – üstü niteliğin oluşum sürecinde merkez – çevre ilişkisi belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Zira merkez ülkelerde yerel ya da ulusal olarak oluşmuş kuruluşlar, çevre ülkelerle olan diyalogları neticesinde küresel düzeye ulaşmaktadır. Çok uluslu şirketler, çevre ülkeleri hammadde ve/veya pazar olarak görürken; sivil toplum kuruluşları, genellikle çevre ülkelere dair farkındalık kampanyaları yürütmektedirler. Yaşanılan çağda en belirgin küresel sorunlar arasında, ülkeler arası gelişmişlik düzeylerinin belirgin oranlarda farklılıklar oluşturması ve fırsat eşitsizliği, yoksulluk ve canlı yaşamını tehdit eden çevre tahribatlarıdır. Bu sorunların sorumlusu olarak da kapitalist sistemin yeniden üretimini sağlayan çok uluslu şirketler bulunmaktadır. Sorunlara karşı kampanyalar geliştirip eylemler yaparak kamuoyu oluşturan, lobicilik faaliyeti yürüten kuruluşlar da kâr amacı gütmeyen ve yaşanılabilir bir dünya için çalışan sivil toplum kuruluşlarıdır. Bunların yanında, devletler de kendi ulusal sınırları dışında anlaşmalar ve oturumlar yoluyla küreselleşme sürecine dahil olmaktadır. Sivil toplum kuruluşları, çok uluslu şirketlere uyguladıkları baskıya benzer bir baskıyı devletlere de uygulayabilmektedir. ; The local institutions or organizations, with the globalization process, quickly go beyond their own limits and reach the global extent. Multi-national corporations and non-governmental organizations, although often in opposition, have similar processes in the context of organizing at the global level. Also, as result of reaching the global level with their achievement of transnational qualifiation causes to become a working object on the field of international relations. In the process of formation of the transnational qualities they earn, the center-periphery relation is emerging as evident. Forasmuch as, local or national organizations in central countries have reached the global level as a result of their dialogue with the peripheral countries. While multi-national companies see peripheral countries as raw materials and / or markets; non-governmental organizations generally run awareness campaigns about the peripheral countries. Among the most prominent global problems in the present era are the continual increase in the level of development between countries and the inequality of opportunity, poverty and environmental destruction that threatens the life of all living creatures. The multi-national corporations reproducing the capitalist system are responsible for these problems. Organizations creating public opinion by developing campaigns against the problems and conducting lobbying activities are non-govermental organizations working for a profit-free and livable world. In addition to these, states are involved in the globalization process through agreements and sessions outside their national borders. Non-governmental organizations can apply similar pressures to the states they are applying to multi-national corporations.
BASE
Afganistan'da Sscb Müdahalesiyle Başlayan Savaş Yılları Ve Barışı Koruma Çabaları (1979-2014) ; Years Of War Starting With Ussr İntervention İn Afghnistan And Peacekeeping Efforts (1979-2014)
In: http://hdl.handle.net/20.500.11787/341
War conditions cause favorable stituations for the destruction of human development. It has caused widespread corruption in political, economic and cultural fieldand confronted society with various problems. However, in contrast to war condition, peace serves the needs of everybody in the best possible way and raises human development cycles to high levels. Throughout history, Afghanistan has been regarded as the battlefield of the colonial countries of the world. This rivalry between colonial countries has harmed Afghanistan and prevented Afghanistan from building its own future. This process, which was ongoing from British intervention to invansion of Soviet Union created political contitions that hinder the development and triggered çivil war in Afghanistan. In addition to the attacks of colonial countries, Afghanistan has always been a victim of ethnic politics. Besides, In Afghanistan, ethnic politics have a lot of negative consequences. However, it is possible to say that the most destructive one is the national identity crisis. Ethnic politics in Afghanistan have been partially successful. This stiuation interrupts relations between to-days Afghanistan ve its past that base on glorious civilization of Aghanistan. Afghanistan needs to seek rational and peaceful means to overcome these challenging crises. In these cases, it would be more consistent to resolve Afghanistan's internal problems by using influential elements such as diplomacy. Diplomacy plays a very important role in ensuring peace and stability in Afghanistan. Because, by using diplomatic means, country politicians can create lasting peace in Afghanistan and provide hope for progress in the country. ; Savaş koşulları insanî kalkınmanın tahrip edilmesine elverişli ortamlar doğurmaktadır. Siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda yaygın yolsuzluklara neden olur ve toplumu çeşitli sorunlarla karşı karşıya bırakır. Ancak, savaşın aksine barış, herkesin ihtiyacına en iyi şekilde hizmet eder ve insani gelişim döngülerini yüksek seviyelere çıkarır. Afganistan, tarih boyunca dünyanın sömürgeci ülkelerinin savaş alanı olarak telakki edilir. Sömürgeci ülkeler arasındaki bu rekabet Afganistan'ınkendi yolunda yürümesini engellemiştir. Britanya'nın müdehalesinden Sovyetler Birliği'nin işgaline kadarki süreç, gelişmeye engel olan tüm politikalara ortam hazırlamış ve Afganistan'da iç savaşın çıkmasını tetiklemiştir. Afganistan, sümürgeci ülkelerin saldırısına ek olarak, daima etnik siyasetin kurbanı olmuştur. Afganistan'da etnik siyasetin olumsuz getirileri çoktur. Ancak bunlardan en yıkıcı olanının ulusal kimlik krizi olduğunu söylemek mümkündür. Diğer yandan Afganistan'da etnik siyaset kısmen başarılı olmuştur. Bu durumgünümüz Afganistanı ile Horasan'ın görkemli uygarlığına dayanan geçmişi arasındaki ilişkiyi tamamen kesintiye uğratmıştır. Ülkenin, bu zorlu krizleri aşması için rasyonel ve barışçıl yollar aramasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durumlarda, Afganistan'ın iç sorunlarını diplomasi gibi etkili unsurları kullanarak çözmek daha tutarlı bir yol olur. Afganistan'da barış ve istikrarın sağlanmasında diplomasi çok önemli bir rol oynar. Zira ülke politikacıları, diplomatik araçları kullanarak Afganistan'da kalıcı barış ortamı yaratabilir ve ülkede ilerleme umutları sağlayabilirler. Anahtar kelimeler: Afganistan, Diplomasi, Etnisite, Kriz, Savaş
BASE
Küreselleşme olgusu bağlamında yeni güvenlik algısı ; The new security perception in the context of globalization
Düşmanın belli, tehditlerin oldukça açık, verilebilecek uygun karşılığın tahmin edilebildiği Soğuk Savaş döneminin ardından iyice ivme kazanan küreselleşmenin de etkisiyle uluslararası alanda ortaya çıkan belirsizlikler, güvenlik algısında bir dizi değişimi zorunlu kılmıştır. Yaşanan değişim süreci ile birlikte güvenlik kavramının anlaşılabilir, güvenilebilir ve devamlılık arz eden bir tarifini yapmak ya da herkesin üzerinde anlaşabileceği sınırlarını ve çerçevesini ortaya koymak gittikçe zorlaşmıştır. Zira ilk olarak kimin güvenliği sorusuna verilen yanıt salt alışılan ve otomatik hale gelen ulus devlet yerine, başta bireyin, devlet-üstü ya da devlet-altı başka toplulukların da olduğu sujeler kümelenmesine doğru evrilmiştir. Yine ne tür tehditler sorusunun yanıtı tek başına askeri nitelikli olma, sınır ötesinden kaynaklanma klasik konumundan çıkmış, kaynağı, zamanı ve şekli önceden tahmin edilmesi güç, hatta neredeyse imkânsız, yeni mücadele alanının neredeyse bütün dünya olarak ortaya çıktığı, asimetrik ve çok boyutlu bir konuma yükselmiştir. Yeni güvenlik anlayışı ile birlikte; uluslararası terörizm, organize suç örgütleri, siber terör, saldırma amacı güden devletler, konvansiyonel ve kitle imha silahlarının yaygınlaşması gibi tehditler, ulusal fiziki varlığa yönelmiş tehditler arasına girmiştir. Ulusal veya küresel ekonomiye ya da finans piyasalarına saldırılar, refaha, çevreye, sağlığa yönelen tecavüzler ile göçler ve mülteci hareketleri de ulusal çıkarları zedeleyen tehditler olarak öne çıkmıştır. Yine evrensel demokratik değerlere, insan hak ve hürriyetlerine saldırılar ortak değerlere yönelen tehditler olarak sıralanmışlardır. ; The uncertainty that had followed the demise of the Cold War, at which time the enemy was apparent, threats were obvious and the appropriate response to those threats could easily be determined, as well as the acceleration of globalisation led to a series of changes in how the notion of security should be conceived. As a consequence, it has increasingly become difficult to come up with a definition of security that is easily understood, reliable and long-lasting. Nor could the boundaries and contours of the concept be established in mutual terms. Since the question of whose security could no longer be answered with a traditional and automatic response, that was the nation-state and individuals as well as non-state actors needed to be taken into account. Again, threats have been evolving from their classic status of being cross-border in origin and military in form into one whose source, timing and form could no longer be easily predicted while the frontiers of the new battle-lines appeared to be the entire world. As the concept of security acquired new meaning, international terrorism, organized crime groups, cyber terror, states with hostile intents, proliferation of conventional weapons and weapons of mass-destruction have been reformed into physical threats. Assaults towards national economies, international economic order or financial markets, aggressions committed against wealth, health and the environment, migratory and asylum movements have begun to form the new threats to national interest. Yet again offences committed against universal democratic values, human rights and freedoms have been lined up as threats to common values.
BASE
Britanya istisnacılığının Avrupa entegrasyonu sürecinde parlamento konuşmaları üzerinden analizi ; An analysis of british exceptionalism in the European integration process via parliamentary speeches
In: http://acikerisim.pau.edu.tr:8080/xmlui/handle/11499/26165
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'daki siyasi ve ekonomik yıkımı onarmak adına Avrupa bütünleşmesi fikri ortaya çıkmış, ancak Britanya bu fikre Kıta'nın diğer ulus devletlerine kıyasla daha mesafeli yaklaşmıştır. Her ne kadar 1960'larda entegrasyon fikrinin en somut çıktısı olan Avrupa Ekonomik Topluluğuna başvurup, 1973'te üye devlet konumuna gelse de; Britanya, üye olduğu dönem boyunca ulusal çıkarlarına uymayan Topluluk politikalarının dışında kalmayı tercih etmiştir. Britanya'nın gerek kendini Kıta Avrupası'nın politik, ekonomik ve toplumsal yapısından ayrıştırarak, gerekse karşılaştırmalı bir üstünlük belirterek istisnacılığını üyelik öncesi ve sonrası dönemde devam ettirdiği söylenebilir. Avrupa entegrasyonunun ilkelerinden ve politika gerekliliklerinden kendini hariç tutma iddiası olarak tanımlanabilecek Britanya istisnacılığına dair Britanya Parlamentosu'nun iki ana akım partisi İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti tarafından üretilen siyaset ve söylem, bu çalışmanın temel araştırma konusudur. Britanya Parlamentosu içinde Avrupa entegrasyonuna karşı geliştirilen farklı tutumlar arasından istisnacılığı söylem analizi yöntemi ile inceleyen bu çalışmada, bahsi geçen iki partinin milletvekillerinin parlamento konuşmaları 1973-2017 dönem aralığında, parlamentonun resmi arşivi Hansard üzerinden elde edilen veriler aracılığıyla incelenmiştir. Bu bağlamda çalışmanın ilk amacı İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti milletvekillerinin istisnacılık siyasetinin söylemsel boyutunu nasıl kurguladıklarının incelenmesi, ikinci amacı ise bu iki partinin istisnacılık söylemi arasında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar olduğunun tespit edilmesidir. Söylem analizi sonucunda iki partinin istisnacılık söyleminin yoğunlaştığı ana başlıklar egemenlik, ekonomik yapının biricikliği, dünya gücü olma iddiası ve ada devleti olma halinden kaynaklı coğrafi konum olarak ortaya çıkmıştır. ; The idea of European integration has emerged to restore political and economic destruction in Europe after the Second World War, yet Britain stood aloof from this idea compared to other nation states in the Continent. Although in 1960s, Britain applied for the membership of European Economic Community, which was the most tangible output of integration attempts and became a member state in 1973; throughout the membership period, Britain preferred to opt-out from the policies of Community which were not in line with national interests of the country. It can also be argued that Britain has maintained its exceptionalism both before and after membership, either by differentiating itself from the political, economic and social structure of Continental Europe or claiming a comparative superiority. The main subject of this study is the politics and discourse on British exceptionalism- which can be defined as the assertion of exemption from the values and policy necessities of European integration- produced by the two mainstream political parties of British Parliament, Labour and Conservative Parties. In this study, exceptionalism as one of the various lines of conduct inside British Parliament towards European integration has been examined by discourse analysis of the speeches of MPs from the two political parties in question covering the period from 1973 to 2017 through the data retrieved from Hansard, the official archive of British Parliament. In this context, this study aims, firstly, to analyse how the MPs of Labour and Conservative Parties construct the discourse dimension of exceptionalist politics and secondly, to determine what kind of similarities and differences between these two political parties' exceptionalist discourse. Sovereignty, the uniqueness of economic structure, claim for world power and geographic location as an island nation are the main topics emerged out of discourse analysis.
BASE
Çevreci hareketin siyasallaşma deneyimi : Avrupa ve Türkiye üzerinde karşılaştırmalı bir analiz ; The experience of politisation of environmentalist movements: A comparative analysis on Europe and Turkey
Günümüz toplumlarının karşı karşıya kaldığı en önemli krizlerden birini oluşturan çevre sorunları, insanlığın önünde aşılması gereken önemli bir meseledir. Çevre sorunlarının hava kirliliği, küresel ısınma, iklim değişikliği, su sıkıntısı, türlerin yok oluşu gibi farklı şekillerde gündeme gelmesi 20. yüzyılın ikinci yarısına rastlamış olmakla birlikte çevre sorunlarının bu yıllarda birdenbire ortaya çıktığını söylemek yanlıştır. Ekolojik tahribatın boyutları, sanayileşme ile birlikte yükselişe geçen tüketim toplumunda ciddi düzeye ulaşmakla birlikte, insanın doğaya müdahalesinin kökenleri daha da geridedir. Çevre sorunlarının geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanın doğaya müdahalede bulunması, sanayileşmenin ve makineleşmenin yaygınlaşmasıyla doğayı kendi dengesini sürdüremeyecek ölçüde yıpratmaya başlamıştır. Bu durum koruma amaçlı birçok örgütün kurulmasına ve hükümetleri çevre sorunlarına karşı önlemler almaya zorlamıştır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde çevre sorunlarının düşünsel arka planı ve tarihsel gelişim süreci ele alınmaktadır. Bu bağlamda insan doğa ilişkisi ve ekolojik düşüncenin ortaya çıkışından bahsedilmektedir. İkinci bölümde Avrupa'da çevreci hareketin oluşumu ve siyasallaşma süreci ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Bu gelişim ve siyasallaşma süreci örneklem olarak seçilen; Almanya, İngiltere ve Amerika üzerinden incelenmektedir. İkinci bölümde Yeşil Partilere ayrıntılı olarak değinilmektedir. Çevre hareketinin toplumsal hareketten siyasal partilere dönüşmesi Yeşil Partiler aracılığı ile gerçekleşmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise Türkiye'de çevre hareketinin gelişim süreci incelenmektedir. Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarından Yeşiller Partisi'nin kurulmasına kadar uzanan süreçte ortaya çıkan çevresel eylemlerin üzerinde durulmaktadır. Ayrıca çevreci hareketin siyasallaşmasını sağlayan Yeşiller Partisi de bu bölümde ele alınmaktadır. ; The environmental problems that constitute one of the most important crises facing today's society are an important issue that must be overcome for humanity. It is wrong to say that environmental problems such as air pollution, global warming, climate change, water stress, species disappearance are suddenly emerging in these years with environmental problems coming to light in the second half of the 20th century. The extent of ecological destruction, with industrialization, has reached a serious level in the consumer society that has risen, and the origins of man's intervention in nature are further back. The history of environmental problems is as old as the history of mankind. The discovery of human intervention in nature has begun to worsen nature with the widespread use of industrialization and mechanization, which can not sustain its own balance. This has forced many organizations to establish conservation-oriented organizations and to take measures against environmental problems. The study consists of three parts. In the first part, the intellectual background of environmental problems and the historical development process are discussed. In this context, human natüre relation and the emergence of ecological thought are mentioned. In the second part, the formation of the environmentalist movement and the process of politicization in Europe are discussed in detail. This development and politicization process was analyzed on a chosen sample; as Germany, England and America. In the second part, the Green Parties are mentioned in detail. The transformation of the environmental movement from the social movement into political parties has been realized through the Green Parties. In the third part of the study is examining the development of the environmental movement in Turkey. It focuses on the environmental actions that took place in the process, from the first years of the Republic to the establishment of the Green Party. In addition, the Green Party, which enables the politicization of the environmentalist movement, is also dealt with in this section.
BASE