Avrupa'da yükselişe geçen popülist ve otoriter siyasi dönüş, göçmen gruplarını hedef alan hem söylemler hem politikalar üzerinde etkili olmuştur. Bu çalışma, popülist bir dönüşüm yaşayan Macaristan'daki Türk göçmenlerin deneyimlerini incelemektedir. Avrupa'daki Türk göçmenler kapsamlı bir şekilde incelenmiş olsa da Macaristan'daki küçük ama artan Türk göçmen nüfusu çok az gözlemlenmiştir. Macaristan, liberal Avrupa değerleri ve yükselen popülist söylem arasında gidip gelmektedir. Macaristan'da özellikle Müslümanları hedef alan dışlayıcı söylemin, Türklerin göçmen olarak gündelik deneyimlerini nasıl değerlendirdiklerine yansıması beklenmektedir. Araştırma, Macaristan'daki Türklerle yapılan 20 yarı yapılandırılmış, derinlemesine görüşmeye dayanmaktadır. Katılımcılar kartopu yöntemine göre seçilmiştir. Bulgular, olumsuz deneyimlerden ziyade olumlu deneyimlere işaret etmektedir. Görüştüğümüz Türk göçmenlere göre bunun bir nedeni, Macaristan'daki Türklerin profilleri ve diğer göçmen gruplarına göre nispeten az sayıda olmaları ve bu nedenle daha az hedef haline gelmeleridir. İkincisi, Macarlar ve Türkler arasındaki sosyal ve kültürel benzerlikler, genel olarak olumlu tutumları desteklemektedir. Üçüncüsü, Türkiye ile Macaristan arasındaki yakın siyasi ilişkiler, Türkler ve Macarlar arasında uzlaşmacı ilişkilere yol açmaktadır. Bu bulgular, Macaristan'daki Türklerin, Orbán'ın otoriter ve popülist söyleminden olumsuz etkilenmediklerini iddia eden, diğer göçmen gruplarından ayrışan bir grup olduğuna işaret etmektedir.
Göçmenlerin farklı kimliklere sahip olmaları ötekileştirilme deneyimlerini arttırmaktadır. Başka bir deyişle; göçmenlerin farklı kültürel, etnik ya da dini kimliklere ilişkin olarak ötekileştirilmeleri daha olasıdır. Bu önermenin sonucu olarak ötekileştirme, onunla mücadeleyi merkeze alan politikalar tarafından "aşılması olası" ve yapaylığı ima eden bir olgu olarak ele alınmaktadır. Bu çalışma; "öteki"nin varlığını kimliğin oluşumu açısından kaçınılmaz görerek ötekileştirmeyi "olumsuz bir doğal" yapan unsurun sosyal bilişsel bir süreç olan "stereotipleştirme" üzerinden okunması ve çözümün burada aranması gerektiği savını, Henri Tajfel ve John Turner'ın Sosyal Kimlik Teorisini temel alarak günümüzde "öteki" sıfatının atfedildiği göçmenler bağlamında ele almaktadır. İnsanların tarih boyunca doğal, sosyal, politik ve ekonomik sebeplerle başvurduğu göç eyleminin günümüzde yoğun kitlesel hareketliliğe dönüşmesi göçmen kimliğinin görünürlüğünü arttırmış ve bu kimliği küresel ölçekte ötekileştirmenin nesnesi tayin etmiştir. Ötekileştirmenin psikolojik ve politik bileşenlerinin etraflıca tetkiki, söz konusu fenomenin toplumsal çıktılarının ayrıştırıcı etkisini bertaraf edebilmek için bir başlangıç noktasıdır. Bu gaye ile çalışmada ötekileştirme pratiğine farklı bir zaviyeden yaklaşılmış, ötekileştirmeyi toplumsal yaşam açısından olumsuz sonuçlara eviren bilişsel sürecin tespitleri göçmenler üzerinden değerlendirilmiştir. İlgili alanlarda teorik ve ampirik kaynakların taranması neticesinde edinilen bulgularla çalışma, sosyal psikolojik unsurların politik uygulamalara dâhil edilmesine dair yöntemlere ulaşma çabası ve toplumsal bütünlüğün tesis/muhafaza edilmesi için sunduğu politik psikolojik çözümler ile literatüre eklenmeyi hedeflemektedir.
2015 yılındaki mülteci akını ile birlikte Almanya'da göç tartışmaları tekrar siyasetin ana gündem konularından biri olmaya başlamıştır. Bu süreçte 2017 yılında yapılan genel seçimlerde aşırı sağ partiler rekor seviyede oy almış, buna paralel merkez partiler de seçim öncesinde yabancı karşıtlığı söylem ve vaatlerde bulunarak bu olumsuz havaya ayak uydurmuştur. Peki gerçekten Almanya bir göç ülkesi mi veya rasyonel olarak düşünüldüğünde Almanya'nın göçmen almaya ihtiyacı var mı? Bu ve benzer soruların yanısıra bir taraftan yaşlanan nüfus diğer taraftan vasıflı/vasıfsız eleman ihtiyacının giderek arttığı gerçeği bazı politikacılar ve bürokratlar tarafıından sıkça dillendirilmektedir. Bu çalışma muhtemel senaryolar ışığında Alman nüfusunun gelecekte nasıl şekilleneceğini ve Almanya'nın göç ülkesi olup olmayacağını nicel araştırmalarla ortaya çıkarmaktadır. Yaşlanan nüfusla birlikte her yıl genç nüfus ihtiyacı artan Almanya'da yetişmiş göçmenler ülkeyi terk etmektedir. Bir taraftan göçmenler sürekli olumsuz haberlerle gündem olurken, diğer taraftan göçmenlerin ülkeye olan katkıları önemsiz gösterilmekte ve Almanya'nın bir göç ülkesi olduğu unutulmaktadır. Bu çalışma Almanya'daki demografik dönüşüm bağlamında artan göçmen ihtiyacını irdeleyecektir. Buna paralel olarak da yabancı düşmanlığı, yükselen ırkçılık ve şiddet eğilimlerinin son senelerde artmasının olumsuz neticelerinin gelecekte ne tür sonuçlar doğuracağı incelenecektir. ; Discussion about migration became one of the main subjects on the political agenda in Germany, especially in 2015 when the country experienced an intense flux of immigrants. There was a general election in 2017, and far-right parties gained votes at a high level. During the election campaign, central parties took advantage of xenophobic discourse and commitment, and as such they were in compliance with the political atmosphere. Is Germany indeed an immigrant country or does Germany need to accept immigrants from a rational perspective? The reality of having an aging population and the growing scarcity of qualified/ unqualified staffs are often emphasized by some politicians and bureaucrats. By considering a possible scenario and using quantitative research methods, this study reveals how the German population would be considered in the future and whether Germany is an immigrant country. The increase in the aging population triggered the need for a young population because well-trained young immigrants were leaving the country. Unfavorable news about immigrants is generally at the top of the country's agenda, and their contribution to the country is often downplayed. Germany as a country of immigrants has completely been forgotten. This study examines the increasing demand for immigrants in context of demographic transformation as well as corresponding to xenophobia, escalation of racism, and a tendency to commit violence, which have been on the rise in the last several years. The study also discusses possible results.
Bu tez sosyolojik muhayyilenin sınırları dahilinde STK'lara ve onlar üzerindeki yapısal ve işlevsel olarak göçmen etkilerine dair bir şeyler söyleme çabasının ürünüdür. Sivil toplum kuruluşları gönüllülük esasına dayanan bir, bir araya geliş ve ortak amaçlar doğrultusunda, toplum yararı gözetilerek hareket eden vakıf ve derneklerdir. Bu toplum yararı gerek beslenme, gerek eğitim, gerek güvenlik ve sağlık bağlamında olsun her zaman insani boyutlarda işlerlik gösterir. Bundan ötürü metafor olarak bir devleti, sınırları ve koruyuculuğu ile o milletin babası kabul edersek; sivil toplum kuruluşları da hiç kuşkusuz anne metaforu olacak ve daha detaycı, daha duygusal ve daha somut bir anlayışla savaş, kıtlık, yokluk ve daha bir çok doğal afette ve daima toplumun yakınında insani yardım sağlayan girişimde bulunacaklardır. Tüm bu detaylar doğrultusunda sivil toplum kuruluşlarının topluma kattıkları işleyiş ve farkındalık göz ardı edilemez boyutlara ulaşmaktadır. Bundan ötürü bu tür kuruluşların işleyişleri, değişimleri, sınırlılıkları ve sorunları, sosyal bilimciler tarafından yakinen incelenmeli ve böylece içinde bulunulan topluma bu köprüler vasıtasıyla daha yakın olunmalıdır. Araştırmanın amacı, uluslararası göçlerin bir şehri ve içinde varlık bulmuş STK'ları, işleyişlerini ve göz önünde bulundurdukları temel prensipleri ne yönde ve ne derece değiştirdiğini gözlemlemek ve bu gözlemler sonucu sivil toplum kuruluşlarının geçirdikleri dönemsel farklılaşmaları çeşitli verilerle göz önüne sunmaktır. Bu amaç doğrultusunda tezimizde Konya bağlamında 4 sivil toplum kuruluşu (Dosteli, Ribat, Ravza, Elbir) baz alınacak; değişimler 2000-2019 yılları daha çok değerlendirilerek bir söz söyleme gayretinde olunacaktır. ; This thesis is the product of an attempt to talk about the civil society organizations and the structural and functional effects of migration on them within the boundaries of sociological imagination. Non-governmental organizations are foundations and associations that act on a voluntary basis and act in accordance with the common good for the purpose of meeting and common purposes. The benefit of this society is always humanitarian, whether in the context of nutrition, education, security and health. Therefore, if we accept a government, metaphorically, as the father of that nation with its borders and protection; non-governmental organizations will undoubtedly be the metaphor of the mother, and with a more elaborate, more emotional and more concrete understanding, they will attempt to provide humanitarian assistance to the people in the time of war, famine, poverty and many other natural disasters. In line with all these details, the functioning and awareness of non-governmental organizations in the society cannot be underestimated. Therefore, the functioning, changes, limitations and problems of such organizations should be closely examined by social scientists, so that they could be closer to the society through these bridges. The purpose of the study is to observe in what way and in what degree international immigrations affect a city and its civil society organizations' functioning and the main principles that are taken into consideration, as a result of these observations, to present the periodical differentiations of civil society organizations with various data. For this purpose, 4 non-governmental organizations (Dosteli, Ribat, Ravza, Elbir) will be used in our thesis. The 2000-2019 years will be evaluated more and more.
14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu'ya ve Balkanlar'a Türklerin göçü / Levent Kayapınar, Yusuf Ayönü -- Anadolu ve Balkanlar'a Romanların göçü / Sinan Gökçen -- Geçmişten günümüze Anadolu'ya Yahudi göçü / Naim A. Güleryüz -- Geçmişten bugüne Siyah Afrika'dan Türkiye'ye göçler: kölelikten küresel girişimciliğe / Mahir Şaul -- Kırım Tatarları ve Nogayların Osmanlı İmparatorluğuna göçleri (1783-1922) / Kemal Yakut -- Türkiye'de Çerkesler / Ayhan Kaya -- Zorunlu göçün 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki etkileri / Başak Kale -- Yunanistan'dan Anadolu'ya göç: nüfus mübadelesi / Elçin Macar -- Yugoslavya'dan Türkiye'ye göçlerde sayılar, koşullar ve tartışmalar / Nurcan Özgür Baklacıoğlu -- Türkiye'de Avrupa Birliği vatandaşları / Canan Balkır, Bianca Kaiser -- Azerbaycan Türkleri örneğinde Avrasya coğrafyasından Türkiye'ye yönelik yüksek nitelikli insan göçü / O. Can Ünver -- Türkiye'nin son elli yıllık emek göçü: yorum, eleştiri, öngörü / Nermin Abdan-Unat -- Türkiye'ye yönelen düzensiz göç dalgaları içinde "transit göç" / Ahmet İçduygu -- Hoşgörü ve çelişkiler: 1989, 1991 ve 2011'de Türkiye'ye yönelen kitlesel mülteci akınları / Kemal Kirişci, Sema Karaca -- Türkiye'ye kitlesel göçlerde son ve dev dalga: Suriyeliler / M. Murat Erdoğan
Avrupalı devletlerin güvenlik algılamaları zaman içerisinde bazı değişim ve dönüşümler geçirmiştir. Günümüz itibariyle açıkça belirtilmemekle birlikte göçmen olgusu güvenlikleştirmenin merkezinde yer almaktadır. Güvenlikleştirme sürecinde aktör olarak devlet, herhangi bir sorunu tehdit olarak algıladığında o soruna öncelik verir. Sorun olarak tanımlanan "nesne" özel olarak ulusal güvenlik meselesi olarak kabul edilirse devletler bununla baş etmek için de özel haklara sahip olduğunu iddia eder. Soğuk Savaş sonrasında Avrupalı devletlerin güvenlik anlayışında göçmenler aleyhine değişim olmuştur. Aşırı sağ düşüncesi ile hareket eden ve göçmen karşıtı tutum gösteren siyasal partiler yükselişe geçmiştir. Bu çalışmada güvenlikleştirme kavramları ve Avrupa Birliği'nde göçün güvenlikleştirilmesi incelenmiştir. Daha sonra Avrupa'da göçmen karşıtlığı üzerinden siyaset yapan Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) ile Hollanda Özgürlük Partisi (PVV), durum çalışması modeline göre incelenmiştir. Bu seçimin nedeni ise her iki partinin göçmen karşıtlığında son yıllarda dikkat çeken faaliyetlerinin olmasıdır. Ayrıca FPÖ ve PVV'nin ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile birlikte Avroseptizm konusunda ortak söylemlerinin olmasıdır. Çalışmanın sonucunda, Avrupa genelinde göçmenlere yönelik ötekileştirici bir anlayışın güçlenmeye başladığı ve bunun da aşırı sağcı siyasi gruplar tarafından istismar edildiği tespit edilmiştir. ; Security perceptions of European states have undergone some changes and transformations over time. As of today, the immigration phenomenon is at the center of securitization, although it is not clearly stated. As an actor in the securitization process, when the state perceives a problem as a threat, it gives priority to that problem. If the "object" defined as the problem is specifically considered a national security issue, states claim that they also have special rights to deal with it. After the Cold War, the security understanding of European states changed against immigrants. Political parties acting with the far-right mindset and displaying an anti-immigrant attitude are on the rise. In this study, securitization concepts and securitization of migration in the European Union have been examined. Later, the Austrian Freedom Party (FPÖ) and the Dutch Freedom Party (PVV), which conduct politics over anti-immigration in Europe, were analyzed according to the case study model. The reason for this choice is the remarkable activities of both parties in anti-immigration in recent years. In addition, FPÖ and PVV have common discourses on Euroseptism along with racism and xenophobia. As a result of the study, it has been determined that a marginalizing understanding towards immigrants has begun to strengthen across Europe and this has been exploited by far-right political groups.
Bu çalışma, Avrupa'da göç karşıtı politikalarının güvenlikleştirme sürecinin bir ürünü olduğunu ve bu sürecin en etkin aktörlerinden olan radikal sağ partilerin, göç karşıtı söylem ve yaklaşımlarını ortak bazı güvenlik temalarını kullanarak inşa ettiklerini ortaya koymaktadır. Bu temalar ulusal güvenlik, ekonomik güvenlik, kültürel güvenlik ve iç güvenlik şeklinde sınıflandırılabilmekte, temaların kullanım ağırlıkları da ülkelerin tarihsel, sosyal ve kültürel farklılıklarından yoğun biçimde etkilenmektedir. Çalışma içerisinde bu farklılıkların etkileri ve güvenlikleştirme süreci, eleştirel söylem analizine dayalı kurgulanmış bir yöntem çerçevesinde, popülist ve göç karşıtı politikalarıyla seçim başarısı kazanmış iki radikal sağ parti olan Avusturya'dan Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) ve İsveç'ten İsveç Demokratları (SD) partilerine yönelik analizlerle incelenmiştir. ; This study reveals that anti-immigrant policies in Europe result from a process of securitization, and that, within this process, radical right parties have been formulating discourses and approaches through a construction process by using some common security themes. These security themes can be classified as national security, economic security, cultural security and internal security. the frequency with which radical right parties use these themes may vary according to the specific historical, social and cultural characteristics of a particular country. the impact of these differences is studied in by a methodology based on securitization theory and critical discourse analysis and by analysing two radical right parties that achieved election success with their anti-immigrant policies: Freedom Party of Austria ( FPö) from Austria, and Sweden Democrat (SD) from Sweden.
Orta Doğu'da 2010 yılında başlayan Arap Baharı süreci, Türkiye'nin komşusu olan Suriye'ye 2011 yılında sıçramıştır. Süreç Suriye'de diğer ülkelerde olduğu gibi rejim değişikliğine uğramamış, yönetimi bırakmak istemeyen Esad sert müdahalelerde bulunarak ülkede iç savaş çıkmasına sebep olmuştur. Bu süreçte Suriyelilerin bazıları Türkiye'ye sığınmış bazıları ise Türkiye'yi transit ülke olarak kullanmış ve deniz yoluyla Yunanistan üzerinden Avrupa'ya göç etmeye başlamıştır. Bu tezde Arap Baharı' nın nasıl başladığı, Suriye'ye nasıl sıçradığı ve sonrasında gelişen göç hareketliliğinden de bahsedilmiştir. Akabinde yaşanan Suriye krizi bağlamında da Türkiye-AB ilişkileri üzerinde durulmuştur. Ayrıca çalışmada literatür taraması metodu kullanılmıştır. Göç hareketliliğinden dolayı deyimi yerindeyse Türkiye'ye muhtaç kalmış olan Avrupa Birliği ile duraklayan ilişkiler yeniden canlanmış, taraflar arasında yeni anlaşmalara gidilmiştir. Bu doğrultuda Türkiye ve Avrupa Birliği arasında yapılan anlaşmalar ve varılan sonuçlara da bu çalışmada yer verilecektir. ; Starting in the Middle East in 2010, The Arab Spring period spread to a neighbor of Turkey, Syria, in 2011. Compared to the other countries, this period hasn't resulted in a change in the regime of Syria, and Assad, who is averse to leave the government, interfered in a harsh way so he caused a civil war in the country. In this period, some part of Syrians refuged to Turkey and some parts of them used Turkey as a transit country and, usually by sea, they started to migrate to Europe through Greece. This thesis explains how the Arab Spring started and how it spread to Syria, also the growing immigrational activities afterward. Besides, Turkey – EU relations in the context of the Syrian Crisis is discoursed. In this study, the literature survey method has been used. With the immigrational activities, relations with the European Union which is so to say in need of Turkey, is revived and the parties entered into new agreements. In this respect, this study includes the agreements between Turkey and the European Union and their results.
In: Ortadoğu etütleri: siyaset ve uluslararası ilişkiler dergisi = Middle Eastern studies : journal of politics and international relations, Band 15, Heft 2, S. 147-162
As a result of efforts to establish a common migration policy and harmonize European countries since the 1990s, European countries began to want to include the migration regime in the EU acquis. In those years, the goal of European migration policy was to combat irregular migration. Turkey's more intrusive control over migration has also put pressure on European countries. Because Türkiye has become a transit country that opens space for irregular immigrants. In this context, a strong immigration policy has been established in order to respond to the expectations of Europe's institutional and legal regulations. Among these regulations, there are some decisions regarding labor migration. In this study, Turkey's Eleventh Development Plan was examined within the framework of the concept of "sustainable development", taking into account Turkey's current development goals. In consequence of these investigations, new business areas that have emerged recently have been identified and analyzed.
Genelde Batı'da özelde ise Avrupa'da son yıllarda yükseliş trendinde olup neredeyse "Avrupa-Batı'nın yeni normali" haline gelen ve "aşırı (extrem) sağ", "radikal sağ", "popülist sağ" veya "yeni sağ" gibi nitelemelerle anılan "aşırı sağ"ın dinî-ideolojik ve tarihî temelleri-kökenlerini bilmek, günümüz aşırı sağcı söylem-eylem ve politikaları anlamada son derece önemlidir. Aşırı sağın popülist, göçmenfobik-islamofobik-İslâm karşıtı ve ırkçı bir yöne evirildiği özellikle 11 Eylül hadisesi sonrasında bu temelleri analiz etmek çok daha önem kazanmıştır. Bu çalışmamızda biz, öncelikle aşırı sağın temel karakteristiklerini, gelişim seyrini, özellikle Avrupa ülkelerindeki başlıca aşırı sağ grup-partileri ele alacağız. Daha sonra ise aşırı sağın dinî-tarihî-ideolojik kökenlerini "fobiler (zenofobi, göçmenfobi, İslamofobi-Türkofobi)", "nasyonal sosyalizm (Nazizm)-ırkçılık" ve Kitâb-ı Mukaddes'in radikal yorumların aşırı sağcı Yahudi-Hıristiyan-protestan-evanjelik gruplarca kullanımı başlıkları altında ele aldık. ; Given its recent rising trend in the West in general and specifically in Europe and known as the new normal of "Europe-West" under such descriptions as "extreme right", "radical right", "populist right" or "new right", being cognizant of the religious, ideological and historical bases-roots of "far-right" politics bears an utmost importance in respect of perceiving the present day far-rightist discourses, actions and policies. The analyses of such bases have gained importance particularly in the aftermath of September 11 where far-right evolved towards populism, immigrant phobia, islamophobia and racism. In this present study, we will firstly define the fundamental characteristics, evolution course of far-right and especially the far-right groups-parties in the European countries. We will then be elaborating on the religious-historicalideological roots of far- right under such titles as "phobias" (xenophobia, immigrant phobia, islamophobia, Turkophobia), "national socialism" (Nazism), "racism" and the use of radical interpretations of the Holy Scripture by the far-right Jewish, Christian-Protestant Evangelical groups.
06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" ile 18.06.2018 tarihli "Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge" gereğince tam metin erişime açılmıştır. ; Bu çalışmanın amacı, Tarihsel süreç içerisinde Türkiye'den ABD'ye göç eden Türk göçmenlerinin işgücü piyasasınındaki konumunu ve sorunları tespit etmektir. Çalışma, ABD'nin New Jersey Eyaleti'nin Paterson Bölgesi'nde yaşayan Türk göçmenlerine, internet üzerinden veya birebir olmak üzere 142 kişiye uygulanmıştır. Araştırmada nicel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntemle, Türklerin ABD'deki işgücü piyasasındaki rolünü ve sorunlarını tespit etmek için bölgenin yapısına uygun işgücü parametreleri ve demografik parametreler belirlenmiştir. Bu parametreler ışığında hazırlanan orijinal anket yöntemi ile veriler toplanmış, elde edilen veriler SPSS versiyon 24 programında analiz edilmiştir. Yapılan analiz sonucunda, Türkiye'den ABD'ye göç edenlerin ağırlıklı olarak Marmara ve İçanadolu Bölgesi'nden göç ettiği tespit edilmiş ve orta yaş grubunun daha çoğunlukta olduğu gözlenmiştir. Ülkeye gelenlerin genelde lise ve üniversite mezunu olduğu, büyük çoğunluğunun ekonomik amaçlı göç ettiği belirlenmiştir. Türklerin bölgede aşçı, satış elemanı, mühendis, marangoz, garson gibi genelde düşük nitelikli işlerde çalıştığı tespit edilmiştir. ABD'ye göç eden Türklerin yaşadığı bölgede birbirleriyle ilişki ağının zayıf olduğu tespit edilmiştir. Çalışmada Türklerin gelecek yıllarda Türkiye'ye dönme eğilimi içinde olduğu gözlenmiştir. İşgücü piyasası açısından değerlendirildiğinde, araştırmaya katılan katılımcıların, sosyal güvenlik haklarından yararlandığı, fakat sendikal faliyetlerinin çok düşük seviyede olduğu gözlenmiştir. Türklerin yaşadıkları bölgede işisz kalma kaygılarının orta seviyede olduğu, çoğunluğunu 45 saat ve üzeri çalıştığı, yaptığı işten dolayı toplumda saygınlık gördüğü tespit edilmiştir. Analizde, Türklerin diğer göçmenlerle genelde aynı seviyede ücret aldığı fakat ABD vatandaşına göre daha düşük bir ücrete sahip olduğu tespiti yapılmıştır. Araştırmada, Türklerin aldıkları eğitimle yaptıkları mesleğin uyumsuz olduğu ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Türklerin iş bulma sürecinde ayrımcılığa uğradığı, işverenlerin eşit fırsatlar sunmadığı, iş bumla sürecinde ABD istihdam kurumlarının yeterince yardımcı olmadığı yapılan analiz sonucunda ortaya çıkmıştır. ; The purpose of this study is to identify the position of and problems encountered in the labor market by the Turkish immigrants, who had emigrated from Turkey to the USA within the historical process. The study involves 142 Turkish immigrants living in the Paterson District of USA's State of New Jersey, who were interviewed online or face to face. The quantitative research method was used in the study. Through this method, labor force parameters and demographic parameters that are suitable for the region's structure were identified for the purpose of determining the role and problems of Turks in the US labor market. Data was collected through the original interview method prepared in the light of these parameters, and the data thus obtained was analyzed using the SPSS version 24 software. The analysis revealed that most of those who had emigrated from Turkey to the USA are from Turkey's Marmara and Central Anatolia regions, and are mostly consisted of the middle-age group. It was determined that most of those arriving in the country are high school and university graduates, and had immigrated for economic reasons. Another finding was that Turks are generally employed in low-skilled labor in the region, such as being a cook, sales personnel, engineer, carpenter, and waiter. The network of interrelations between the Turks who are immigrants in the region to which they had immigrated in the USA was found to be weak. The study also revealed that the Turks are inclined to return to Turkey in the future. From a labor market point of view, it was observed that those participating in the study benefit from social security benefits, while their trade union activities were found to be at a very low level. It was found out that unemployment concerns are at medium level in the region inhabited by the Turks, that most of them work 45 hours or more, and that they are respected in the society in any way due to their jobs. The analysis further determined that the Turks are paid wages that are generally equal to that of other immigrants, while these wages are lower compared to those of US citizens. The research has further shown that the jobs occupied by the Turks are incompatible with their education. However, it was also found out as a result of the analysis that Turks suffer from discrimination during job-seeking, that employers do not offer equal opportunities to them, and that US employment agencies are not sufficiently helpful during their job-seeking.