DEMOCRACY AND TERRORISM: REACTIONS OF INDIA AND TURKEY
In: Milletlerarası münasebetler türk yıllığı: The Turkish yearbook of international relations, S. 001-004
34 Ergebnisse
Sortierung:
In: Milletlerarası münasebetler türk yıllığı: The Turkish yearbook of international relations, S. 001-004
In: The Turkish yearbook of international relations, Band 42, Heft 0, S. 77-127
In: Milletlerarası münasebetler türk yıllığı: The Turkish yearbook of international relations, S. 121-157
In: Treaty series (1930) 37
In: Cmd 3685
In: Treaty series (1930) 37
In: Cmd 3685
Literatürde ağırlıklı olarak ülke içi dinamikler kapsamında ele alınan etnik grupların siyasallaşması süreci, dış devletlerin gerek bölgesel gerekse ikili politikaları aracılığıyla müdahil olmalarıyla farklı bir boyut kazanmaktadır. Dış devletlerin politikalarında etkili olan unsurların analiz edilebilmesi amacıyla bu çalışmada örnek olarak, bölgesel güç rolü kapsamında Hindistanın Sri Lankadaki Tamil etnik grubunun siyasallaşması sürecinde liderliği üstlenen Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları (TEKK)na yönelik yaklaşımında rol oynayan unsurlar tartışılmaktadır. TEKKye yönelik yaklaşımında son derece araçsalcı bir yaklaşım benimseyen Hindistanın, uluslararası sistemin ulusal güvenlik ve jeopolitik mülahazalarıyla etkileşimi üzerinden politika geliştirdiği, sınırları içerisinde barındırdığı Tamil nüfusunun ise etnik hassasiyetler üzerinden politika yapımında bir baskı unsuru teşkil ettiği görülmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde TEKKnin kullandığı terörist yöntemler ve küresel çaplı suç örgütleriyle girdiği iş birlikleri üzerinden bölgesel gücün güvenliğini tehdit eder konuma gelmesi, devletlerle çatışan etnik örgütlere verilen dış desteğin sebebiyet verebileceği tehlikeyi ortaya koyar niteliktedir ; The politicization process of ethnic groups, which is mostly studied under the dynamics of domestic politics in literature, acquires a different dimension by the intervention of foreign powers through their regional and bilateral politics. With the aim of understanding the role of the factors which influence the policy-making process, the present study evaluates the factors affecting the approach of India, under the framework of a regional power role, to the Liberation Tigers of Tamil Eelam (LTTE) as the leader of the politicization process of Tamil ethnic group. Adopting an instrumentalist approach regarding the LTTE, India has developed its politics through the interaction of international system with its national security and geopolitical considerations, whereas the existence of Tamil population on its soil ...
BASE
06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" ile 18.06.2018 tarihli "Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge" gereğince tam metin erişime açılmıştır. ; Hindistan Cumhuriyeti ve İsrail Pakistan'a karşı uzun süreli ideolojik ve askeri bir düşman taşımaktadır. Bu çalışma konu ile ilgili birincil ve ikincil kaynakları (kitaplar, dergi ve gazete makaleleri, raporlar ve uzmanlar, akademisyenler ve ilgili kişiler tarafından yayınlanan diğer materyaller) inceleyerek ve analiz ederek Hindistan- İsrail savunma ortaklığının Güneydoğu'da nükleer caydırıcılık istikrarsızlığı için Pakistan'a nasıl bir asimetrik tehdit oluşturuyor? Sorusuna cevap bulmak için nitel araştırma yöntemleriyle birlikte eleştirel bir yaklaşım izlemektedir. Araştırmacı, çalışmada ele alınan devletlerin konvansiyonel ve nükleer silahlara yönelik duruşlarını anlamak için rasyonel karar verme, tehdit yeteneği, tehdit güvenilirlik, statü ve caydırma stabilitesi hakkında Frank C. Zagare ve D Marc Kilgour'ın kuramsallaştırdığı) "Mükemmel Önleme Teorisi"nin varsayımlardan yararlandı. Bu kıstılanmış akademik çalışma, sadece mevcut Hint-İsrail savunma ortaklığının Güney Asya'da nükleer caydırıcılık istikrarsızlığı için Pakistan'a doğrudan asimetrik bir tehdit oluşturduğunu değil, her iki ülkenin de Hint- Pakistan savaşları (1965, 1971 ve 1999) sırasında istihbarat ve gizli silah arzı paylaşma tarihini paylaştığını ortaya koymuştur. Ayrıca her iki ülke de 1979, 1982, 1984, 1986-1987, 1999 ve 2003'te Pakistan'ın nükleer tesislerine ortak hava saldırısı planlamış, ancak inandırıcı misilleme tehdidi uygulamadan önce planlarını engellemiştir. Ayrıca, İsrail ne savunma teknolojisini Hindistan'a transfer ederken tereddüt etmekte ne de Pakistan'a karşı kullanılmasını yasaklamaktadır. Hindistan- İsrail savunma ortaklığında Hindistan çoğunlukla alıcı tarafta durmaktadır. Bu anlamda Hindistan'a İsrail yapımı havadan yere bomba gönderen uçaklar, tanksavar güdümlü füzeler; hava ve balistik füze savunma sistemleri; İHA'lar ve silahlı uçaklar; erken uyarı sistemleri ve istihbarat toplama teknolojileri ve Pakistan'a karşı kullanılmak üzere casus uydular sevk edilmiştir. Ayrıca Hindistan ve İsrail Pakistan ve Cemmu&Keşmir meseleleri hakkında ortak siyasi, diplomatik ve askeri söylemleri paylaşmaktadır. Diğer taraftan Hint-İsrail savunma ortaklığı, Pakistan ve Hint "Soğuk Başlama Doktrini" ile asimetrik bir ilişkiye yol açmakta, hem geleneksel hem de nükleer silah alanlarında bu asimetriyi daha da arttırmaktadır. Bilahare Pakistan İsrail gibi belirsiz İlk Kullanım Duruşu'na sahip aktöre karşı nükleer tercihini caydırıcılık amacıyla oluşturmuştur. İlk Kullanım Yok duruşunu ilan etmesine rağmen, Hint nükleer kuvvetlerinin hazırlığı İlk Kullanım duruşunu da yapılandırılmıştır. Sonuç olarak, Güney Asya'da nükleer caydırıcılık istikrarı riske girmiştir. Bu durum Hindistan'ın Pakistan ile olan rekabetinin ortaya çıkarılması açısında önemlidir, ancak Pakistan karşıtlığı bağlamında İsrail ve Pakistan daha çok açıkça ilişki kurmayı görmezden gelirler, bunun yerine örtmece bir şekilde birbirlerini savunma hesaplarında düzenli olarak hesaba katarlar. ; Department: Middle Eastern Studies Republic of India and Israel share their protracted ideological and military antagonism with Pakistan. This study follows critical approach with qualitative method of research for finding the answer of the question "how does Indo-Israeli defense partnership pose asymmetric credible threat to Pakistan for nuclear deterrence instability in South Asia?" by reviewing and analyzing the relevant primary and secondary sources of information (books, journal and newspaper articles, reports, and other published material by experts, scholars and stakeholders). Researcher took benefit from the assumptions of Perfect Deterrence Theory (theorized by Frank C. Zagare and D. Marc Kilgour) about rational decision making, threat capability, threat credibility, status quo and deterrence stability for recognizing conventional and nuclear weapons posture of these countries. This limited academic exercise found that not only existing Indo-Israeli defense partnership directly poses asymmetric credible threat to Pakistan for nuclear deterrence instability in South Asia, but both countries share a history of sharing intelligence and secret arms supply during Indo-Pakistan wars (1965, 1971 and 1999). Further, both countries planned for joint air strikes on nuclear installations of Pakistan in 1979, 1982, 1984, 1986-1987, 1999 and 2003, but the credible retaliatory threat thwarted their plans before execution. Furthermore, Israel neither hesitates while transferring defense technology to India nor prohibits it to use against Pakistan. In Indo-Israeli defense partnership, India mostly remains at receiving end. It has deployed Israel-made air to surface bombs; anti-tank guided missiles; air and ballistic missile defense systems; UAVs and armed drones; early warning systems and intelligence gathering technologies; and spying satellites against Pakistan. Furthermore, India and Israel share relatively common political, diplomatic and military discourse about Pakistan and the issue of Jammu & Kashmir. Moreover, Indo-Israeli defense partnership causes asymmetric relationship with Pakistan and Indian Cold Start Doctrine further increases this asymmetry in both conventional and nuclear weapons domains. Subsequently, Pakistan has to add its nuclear option as a deterrent with ambiguous First Use posture like Israel. Despite declaring No First Use posture, the readiness of Indian conventional and nuclear forces shows its configuration with First Use posture. Resultantly, nuclear deterrence stability is at risk in South Asia. It is significant that India shows its rivalry with Pakistan openly, but Israel and Pakistan mostly ignore to talk about severe antagonism between each other overtly, instead in a euphemistic manner, but they regularly count each other's defense capabilities in their security calculus.
BASE
Tez ÖzetiBu tez çalışmasında ilaç sektörü özelinde fikri mülkiyet haklarının küresel ölçekte yükselişi ve bu yükselişe paralel olarak farklılaşan devlet stratejileri analiz edilmiştir. Çalışmanın temel amacı temel "ilaçta fikri mülkiyet haklarının global ölçekte sıkılaştırılmasına bazı gelişmekte olan ülkeler direnç gösterirken diğerleri neden göstermemiştir?" sorusuna cevap bulmaktır. Bu soruya cevap bulabilmek için, John M. Hobson'un İkinci Dalga Neo-Weberyan Devlet Yaklaşımı'ndan yararlanılmış ve uyarlanan bu yaklaşım karşılaştırmalı ülke örneklerine dayanılarak incelenmiştir. Bu amaçla Hindistan, Brezilya, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Türkiye örnek ülkeler olarak seçilmiştir. Elde edilen bulgulara göre, devletlerin kendi politik önceliklerinde ortaya çıkan farklılıklar, altyapısal gücünde ve yoğunlaşma derecesindeki farklılıklar ve ulusal/uluslararası devlet dışı aktörlerle kurulan ilişkilerde farklılıklar –Bu çalışmada ulusal/uluslar arası devlet dışı aktörler olarak yerli ilaç firmaları, yabancı ilaç firmaları, yabancı devletler, iktisadi entegrasyonlar ve Sivil toplum örgütleri ile tüketiciler seçilmiştir.- farklılaşan devlet stratejilerinin kaynakları olarak görülmüştür. Bahsedilen teorik kurgu çerçevesinde Hindistan ile Brezilya yüksek direnç gösteren, Güney Afrika Cumhuriyeti orta seviyede direnç gösteren ve Türkiye direnç göstermeyen (uyum gösteren) ülkeler kategorisinde değerlendirilmiştir. Thesis Summary In this thesis study, the global increase of intellectual property rights in particular pharma sector, and state strategies varying according to this increase are analyzed. The aim of this study is to find an answer to the question of "Why did some of the developing countries resist to the tightening up of global intellectual property rights while some other ones didn't?" John M. Hobson's second wave Neo-Weberian State Approach is followed and analyzed according to the comperative country examples in the study. India, Brazil, South African Republic and Turkey is chosen as example countries. According to the findings of the research, differences in the political priorities, substructural power and concentration level are the sources of differeces in countries' strategies. Local and foreign pharmaceutial companies, economic integrations, non-governmental organizations, and consumers are chosen for this study as national and international non-state actors. In the frame of above mentioned theory, India and Brazil are classified as highly resistant, South Africa is classified as medium resistant and Turkey is classified as a non-resistant (compatible) country.
BASE
Uluslararası ilişkiler sistemi pek çok defa dönüşmüş, dönüşümlere de çoğunlukla savaşlar yol açmıştır. Ancak Boris Yeltsin, Stanislav Şuşkeciç ve Leonid Kravçuk, 'Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nin uluslararası hukukun bir öznesi ve bir jeopolitik gerçeklik olarak varlığını sona erdirmekle' bu defa ılımlı bir değişimi tetiklemişlerdir. 1991 Belovejsk Antlaşması ile birlikte Rusya, dönüşmüş ve beraberinde sistemi de dönüştürmüştür. Bu tez, Rus dış politikasında yaşanan değişimde Asya'nın ne yönde ve ölçüde rol oynadığına odaklanmaktadır. Çalışma, Putin dönemi ile sınırlandırılmış ve inşacı yaklaşımla ele alınmıştır. Tezin kavramsal çerçevesi buna göre çizilmiş ve Rus dış politikasında meydana gelen dönüşümler maddi ve normatif açıdan değerlendirilmiştir. Rusya açısından Asya'yı temsil eden Çin, Hindistan ve Japonya, tezin odaklandığı aktörler olmuş ve bu ülkeleri ile Rusya'nın hem ikili hem çok taraflı ilişkileri incelenmiştir. Nihayetinde ise Asya ile Rusya'nın karşılıklı ilişkileri yapı-yapan etkileşimi bağlamında değerlendirilmiş ve yaşanan sosyal inşa sürecinin Rus dış politikası üzerindeki dönüştürücü etkisi ortaya konmuştur. Bu tezde, Asya'nın çoğunlukla Çin tarafından temsil edildiği ve Rusya'yı inisiyatif almaya zorladığı sonucuna ulaşılmıştır. Ulaşılan bir başka önemli sonuç ise Rusya, Çin ve Hindistan gibi aktörler arasındaki işbirliğinin çok kutupluluk iddiası çerçevesinde geliştirildiğidir. ; The system of international relations has transformed quite a lot and wars have mostly led to these transformations. However, Boris Yeltsin, Stanislav Shushkecic and Leonid Kravchuk have triggered a moderate change this time by 'dissolving the existence of the Union of Soviet Socialist Republics as a subject of international law and as a geopolitical reality'. With the Belovejsk Agreement in 1991, Russia was transformed and concomitantly transformed the system. This thesis study focuses on how and to what extent Asia plays a role in the change experienced in Russian foreign policy. The study is limited to the Putin period and addressed with the constructivist approach. The conceptual framework of the thesis is formed accordingly and the transformations in Russian foreign policy are evaluated in terms of material and normative aspects. China, India and Japan, representing Asia from the perspective of Russia, have been the actors that the thesis has focussed on and both bilateral and multilateral relations of these countries with Russia have been examined. Eventually, the relations between Asia and Russia have been assessed within the context of the structure-agent interaction and the transformative effect of the social construction process on Russian foreign policy has been revealed. In this thesis, it has been concluded that Asia was mostly represented by China and it forced Russia to take the initiative. Another crucial conclusion is that the cooperation between actors such as Russia, China and India was formed within the framework of the claim of multipolarity.
BASE
In: Türkiye Diyanet Vakfı yayınları yayın no. 848
In: İSAM yayınları 1
In: İlmî araştırmalar dizisi 1
Günümüzde ülkeler küreselleşme ve serbest piyasa ekonomisi nedeniyle çok fazla rekabetle karşı karşıyadır. Herhangi bir endüstrideki rekabet sadece kendi ulusal sınırı içerisinde değil, aynı zamanda farklı ülkelerde ve farklı firmalarla uluslararası bir piyasada gerçekleşmektedir. Küreselleşme sürecinde, rekabetin yanı sıra kaynakların çevreye zarar vermeyecek şekilde etkin kullanımı sürdürülebilirlik açısından büyük bir önem taşımaktadır. Bu kapsamda tez hem küreselleşme hem de çevresel performansı dikkate alarak karşılaştırmalı bir analiz yapmaktadır. Bu tezde endüstriyel küreselleşme seviyesi imalat sektöründeki on üç endüstri seçilerek ölçülmüştür. Sonrasında "veri zarflama analizi" programı uygulanarak bu imalat endüstrilerin çevresel performansını ölçülmüştür. Son olarak endüstriyel küreselleşmesi ve çevresel performans seviyesi sonuçları kullanılarak "analitik hiyerarşi süreci" yoluyla diğer sosyal göstergeler eklenerek imalat sektörü sürdürülebilirliği ölçülmüştür. UNCTAD tarafından "gelişen endüstriyel ekonomiler" olarak sınıflandırılan on ülke (Türkiye, Arjantin, Belarus, Güney Afrika, Hindistan, Hırvatistan, Meksika, Polonya, Romanya ve Ukrayna) seçilerek tüm analizler karşılaştırmalı olarak yapılmıştır. Türkiye'nin endüstriyel küreselleşme seviyesi "entegre küresel" (en yüksek seviye) olmasına rağmen, eko-etkinlik seviyesi dikkate alındığında çevresel performans konusundaki konumu beşinci sıradadır. Ancak, Hindistan, Güney Afrika ve Arjantin gibi diğer ülkelerden daha yüksek eko-etkinlik puana (0.042) sahiptir. Bunun nedeni, endüstriyel üretim süreçlerinde Türkiye en fazla sera gazı emisyonu yapan ülkeler arasında üçüncüdür. Sosyal refah bağlamında Türkiye, çalışanlara yapılan ödemeler açısından üçüncü sırayı almaktadır. Türkiye ayrıca imalat sektörünün genel sürdürülebilirliği açısından 7.6% değer ile dördüncü sırada yer almaktadır. Sonuçlara göre imalat sektörü sürdürülebilirliği açısından en yüksek sürdürülebilirliğe sahip olan ülke Meksika'dır. ; In today's world of globalization and free market economy countries are facing much more competition than ever before. Competition in any industry is not only within its own national boundaries, but also in an international market with different companies of different countries. In the industrial globalization process, competition as well as effective use of resources needs to be done in a way that does not damage the environment places great importance in terms of sustainability. In this thesis, the industrial globalization level has been measured identifying thirteen industries of manufacturing sector. Additionally, the environmental performance of these manufacturing industries has been measured applying the "data envelopment analysis" program. In the final analysis, the results of the industrial globalization and environmental performance level has been used to measure the sustainability of manufacturing sector along with other social indicators through the "analytic hierarchy process". The overall comparison has been done based on ten countries (Turkey, Argentina, Belarus, South Africa, India, Croatia, Mexico, Poland, Romania and Ukraine) which are classified as "emerging industrial economies" by the UNCTAD. Although the country composite industrial globalization level of Turkey is indicated as "integrated global" (highest level) yet its position is 5th regarding environmental performance in consideration of eco-efficiency level with a score of 0.042 which is higher than other countries like India, South Africa and Argentina. The reason behind this can be attributed to the high emission of Greenhouse gases during the industrial production processes. In the context of social welfare Turkey placed 3rd based on compensation of employees. Turkey also ranked 4th in terms of overall sustainability of its manufacturing sector with a value of 7.6 percent. On the basis of our results, Mexico is found to be the most sustainable country relating to the sustainability of manufacturing sector.
BASE
Url: http://usad.selcuk.edu.tr/usad/article/view/90 ; Bu çalışmada Şii Afgan vatandaşlarının İran tarafından Suriye'deki savaşa dahil olma süreci incelenmektedir. Bu bağlamda İran'ın hangi vaat ve motivasyonlarla Şii Afganları Suriye iç savaşında rejim güçlerinin yanında savaşmaya ikna ettiği, hangi süreçlerle eğittiği ve bu grupların savaş sonrası oluşturabilecekleri potansiyel tehlike analiz edilmeye çalışılacaktır. İran, kendi dış politika çıkarları açısından Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Lübnan'dan gönüllü ya da paralı Şiileri silahlandırarak Suriye'deki savaşa mobilize etmektedir. İran'ın Suriye'de Hizbullah ve Fatimiyyun Tugayları başta olmak üzere 15'e yakın silahlı grubu çeşitli adlar altında örgütleyerek etkili bir şekilde kullandığı bilinmektedir. İran'ın kendi savaşında diğer ülkelerdeki Şii nüfusunu harekete geçirmesi 1980-88 İran-Irak savaşına kadar dayanmaktadır. Dolayısıyla İran'ın Suriye örneğinde de olduğu gibi Şii nüfusunu kullanması yeni bir olgu değildir. ; This study examines the process by which Iranian Shiite Afghan citizens have been involved in the war in Syria. In this context, it is tried to analyze that what kind of promises and motivations that the Shiite Afghans convinced by Iran to fight alongside the regime forces in the Syrian civil war, how they were trained and the potential danger that these groups could create after the war. Iran mobilizes volunteer or mercenary Shiites from Afghanistan, Pakistan, India and Lebanon in the interests of their foreign policy to the war in Syria. It is known that Iran uses effectively approximately 15 armed groups in Syria, mainly Hezbollah and Fatemiyoun Brigades, organised under various names. The mobilization of the Shiite population in other countries in Iran's own war dated back to the Iran-Iraq war between 1980-88. Therefore, the use of the Shiite population is not a new phenomenon, as is the case in Iran's Syrian case.
BASE
Öz Cumhuriyet Dönemi'nde ülke gerçeklerine dayalı, ülkenin kalkınması ve savunulması gibi milli ihtiyaçlara göre tespit edilen bir demiryolu politikası izlenmişti. Sınırlara ulaşmak, bu politikanın temelini oluşturmuştu. II. Dünya Savaşından sonra İngiltere başta olmak üzere Avrupalı ülkeler, Süveyş Kanalı Bunalımından dolayı Asya ve Hindistan'a giden deniz yolunun tehlikeye girmesinden sonra yeni imkânlar araştırılmış ve Türkiyeİran- Pakistan arasında yapılacak demiryolunun önemi artmıştı. Böyle bir ortamda kurulan Bağdat Paktı (CENTO), bu hattı üye ülkeler arasında kurmaya çalıştığı güvenlik ve savunma işbirliğinin bir parçası olarak görmüştü. Aynı şekilde başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa, Afganistan ve Çin bu projeye destek vererek bunun uluslararası bir karakter kazanmasını sağlamışlardır. Van Gölü üzerinden feribotlar vasıtasıyla trenlerin Van'a taşınması gerçekleşmiş ve bu bağlantı ile İran demiryolları Türkiye demiryolları üzerinden Avrupa'ya, Akdeniz'e, Karadeniz'e çıkış kazanmıştı. Daha sonra İran-Pakistan ve İran-Afganistan bağlantıları geliştirilmiş ve Türkiye Asya-Avrupa yolu üzerinde büyük transit köprüsü konumuna gelmişti. Anahtar Kelimeler: Demiryolu, Bağdat Paktı, Türkiye, İran, Pakistan ; A railway policy, which was based upon facts of the country and was determined according to national needs, such as the development and the defense of the country, was followed in the Republican Period. Reaching the borders has been the basis of this policy. After World War II, European countries, particularly Britain, explored new possibilities after the endangerment of sea routes leading to India and Asia due to the crisis of the Suez Canal and the importance of Turkey-Iran- Pakistan railway to do held had increased. The Baghdad Pact (CENTO), which was established at such an environment, was seen the line between member countries as part of the attempt to establish security and defense cooperation. Same way, particularly in the USA, UK, France, Afghanistan and China had provided the project to gain an ...
BASE
Balıkesir Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Elektrik-Elektronik Mühendisliği Ana Bilim Dalı ; Dünya globelleşti. Her şey buna göre hesaplanıyor. Hatta dijital dünyadan bahsedenler var. Ekonomiler ve siyasal denklemlerde buna göre şekilleniyor. Ünlü İngiliz fizikçi Stephan Hawkin dünyanın geleceğini enerjisinin şekillendireceğini söylüyor. Haksızda değil. Biz bu çalışmada ülkemizin baştan sonra doğru cumhuriyet tarihimizdeki elektrik enerjisi gelişim tarihini incelemeğe çalıştık. İlginç verilere ulaştık. Ülkemizin ekonomisinin buna bağlı olduğunu gördük. Medeniyet yarışından kopmamasının da çok önemli olduğunu gördük. Hatalarımıza rağmen muaşir medeniyetler seviyesine doğru ilerlediğimize şahit olduk. Daha çok yolumuz var. Politikalarımız AB ile paralel yürüyor. İyi neticeler alıyoruz. Gerekçenin gerekse Hindistan'ın enerji dünyasında güçlü aktörler olarak girmesi de çok önemlidir. Ülkemizin elektrik enerjisi politikaları da güçlü aktörler olarak girmesi de çok önemlidir. Ülkemizin elektrik enerjisi politikaları da güncellenmelidir. Zaman kaybı ve verimsizliğe tahammülümüz yoktur. ; The world has become globalized. Everything is calculated according to this. There are even people talking about digital world. The economies and political balances are also shaped accordingly. The prominent British Physicist Stephen Hawking says that the future of the world is shaped by the energy. He is not wrong. In this study we have tried to examine the history of the electricity development in the history of our Republic from the beginning to the end. We have received interesting data. We have seen that the economy of our country depends on this We have seen that it is very important to continue the civilization competition. We have witnessed that we are progressing towards the level of contemporary civilizations despite our mistakes. There is much progress to be made. Our policies proceeds paralel with the European Union. We have achieved good results. It is also very important that both China and India should enter in the energy world as powerful actors. The electric energy policies of our country should be updated. We cannot tolerate any time loss and inefficiency.
BASE
ÖZETHidrokarbon rezervleri bakımından zengin olan Türkmenistan, bağımsızlığınıkazanmasının ilk yıllarında ülke doğal gazını dış pazara ihraç etmek istemiş, bunu daSovyetler Birliği'nden kalmış olan doğal gaz boru hatlarını kullanarak yalnızca Rusyaüzerinden yapabilmiştir. Ancak tek pazara bağımlı kalmanın olumsuz sonuçlarını kısa süredetecrübe eden Türkmenistan, tarafsızlık stratejisi sayesinde bölgede rekabet halinde olanRusya, İran, Çin, Hindistan ve AB ülkeleri ile dengeli ilişkiler kurmuş ve Rusya'ya yenialternatif arayışına girmiştir.Dünya doğal gaz rezervinin 'una sahip olan Türkmenistan, kuzeye alternatifolarak doğu, güney, güney doğu ve batı yönlerindeki pazarlara doğal gaz ihraç etmek içinboru hattı projeleri geliştirmiştir. Bu projelerin bazıları faaliyete geçerken bazıları henüz projeaşamasındadır. Türkmenistan'ın Rusya'ya karşı yeni alternatif pazarlara ulaşma başarısınınaltında yatan temel etken büyük güçlerin kendi aralarındaki rekabettir. Aynı şekilde bazıprojelerin hayata geçmemiş ve hala proje aşamasında kalmasının nedeni de yine dışetkenlerdir.Bu çalışmada Türkmenistan'ın gerçekleşen alternatif boru hattı projeleri ile buprojelerden bazılarının gerçekleşmeyip hala proje aşamasında kalmasının nedenleri, iç ve dışfaktörler bağlamında incelenecek ve analiz edilecektir. --- Turkmenistan, which is rich in hydrocarbon reserves, wanted to export the country'snatural gas to the foreign market in the first years of its independence and could only do sothrough Russia using natural gas pipelines from the Soviet Union. However, Turkmenistanexperienced the negative consequences of being dependent on a single market in a shorttime and established balanced relations with Russia, Iran, China, India and EU countries thatare competing in the region thanks to its neutrality strategy and started to seek newalternatives to Russia.Turkmenistan, which owns 10% of the world's natural gas reserves, has developedpipeline projects to export natural gas to markets in the east, south, south east and west asan alternative to the north. Some of these projects are in operation while others are still inthe project phase. The main factor underlying Turkmenistan's success in reaching newalternative markets against Russia is the rivalry between the great powers. In the same way,some of the projects have not been implemented and are still in the project stage due toexternal factors.In this study, the alternative pipeline projects of Turkmenistan and the reasons whysome of these projects are not realized and still remain in the project phase will be examinedand analyzed in terms of internal and external factors.
BASE