Bu çalışmada, bir uluslararası uyuşmazlık çözüm yöntemi olan ve aynı zamanda BM Şartı'nın "Uyuşmazlıkların Barışçıl Yollarla Çözülmesi" başlığını taşıyan 6. bölümünün 33. maddesinde anlatım bulan çözüm yöntemlerinden de biri olan arabuluculuk, Bosna-Hersek ve Dağlık Karabağ vakaları çerçevesinde ele alınmıştır. Çalışmanın ana amacı, söz konusu vakaları karşılaştırmak suretiyle uluslararası arabuluculuğun başarısına etki eden koşullar ve etkenler üzerine test edilmeye açık bir takım hipotezlere ulaşmaktır. Veri toplama tekniği bağlamında çalışma, ulaşılabilen ilgili ya da uzman kişilerle röportaj ve diğer her türlü ikincil veriye dayanmıştır. Çalışmanın ilk bölümünde temel olarak arabuluculuk kurumu detaylı bir biçimde betimlenmiş, ikinci bölümde Bosna-Hersek Krizi hakkında bilgi verilmiş ve söz konusu krizde arabuluculuk süreci incelenmiş, üçüncü bölümde ise yine ilk olarak Dağlık Karabağ sorunu hakkında bilgi verilmiş ve ardından bu sorunda arabuluculuk girişimleri irdelenerek başarılarına ilişkin değerlendirmelerde bulunulmuştur. Ulaşılan sonuçlara göre, daha önce benimsenen kriterler ışığımda, Bosna-Hersek krizinde uluslararası arabuluculuk faaliyetleri başarılı olarak değerlendirilirken, Dağlık Karabağ sorununda arabuluculuk süreci genel anlamda başarısız olarak değerlendirilmiştir. Bu bulgu temelinde uluslararası arabuluculuğun başarısına etki eden temel bazı faktörler üzerine bir takım tespit ve önerilerde bulunulmuştur. ; In this study, mediation, which is an international dispute resolution method and also one of the resolution methods expressed in the 33rd article of the 6th chapter of the UN Charter, titled "Peaceful Resolution of Disputes", is discussed within the framework of the Bosnia-Herzegovina and Nagorno-Karabakh cases. The study's primary purpose is to reach a set of hypotheses that are open to testing on the conditions and factors that affect the success of international mediation by comparing the cases in question. As for data collection technique, the study relied on interviews with ...
YÖK Tez No: 711587 ; Suriye, Türkiye Cumhuriyeti dış politikasında tarihsel süreç içinde önemli bir yer edinmiştir. Türkiye ve Suriye arasındaki tarihsel, coğrafi ve kültürel bağlar, Türkiye'nin 911 km uzunluktaki sınır komşusu olan Suriye'ye Türk dış politikasında özel bir önem kazandırmaktadır. Türkiye'nin Suriye politikasının şekillenmesinde etkili olan çok çeşitli parametreler bulunmaktadır. Bu parametreler dönemsel uluslararası konjonktür ve jeopolitik ve Türk siyasal hayatındaki gelişmeler değişkenlerine göre belirlenmektedir. Bu çalışmada öncelikli olarak Türkiye'nin 1957'de Suriye ile yaşanan siyasi kriz ekseninde bu dönemdeki Suriye politikası ve 2011'de yaşanan "Arap Baharı" olarak literatüre geçmiş olan Arap ayaklanmaları ile başlayan süreçte Suriye'de halen devam etmekte olan iç savaşa yönelik Suriye politikası karşılaştırmalı olarak ele alınmaktadır. 1957 krizinin yaşandığı Soğuk Savaş döneminin uluslararası jeopolitiğinin iç siyasete yansımaları ve bunun Türk dış politikasını nasıl şekillendirdiği ortaya konmaktadır. Soğuk Savaş bütün Ortadoğu'da etkisini göstermiş ve en çok etkilenen ülkeler arasında Türkiye ve Suriye yer almıştır. Demokrat Parti iktidarında oluşan ve Soğuk Savaş sebepli bir kriz olarak, 1957 Suriye Krizi üzerinden Adnan Menderes ve dış politikada söz sahibi olan diğer Demokrat Parti üyelerinin Ortadoğu algısı üzerinde çalışılmıştır. Arap Baharı ve sonrası süreçte ise yine dönemsel uluslararası ve ulusal siyasetteki gelişmelerin ve değişmelerin Türk dış politikasını nasıl etkilediği ve değiştirdiği incelenmektedir. Bu savaşın etkisi sadece ülke içinde kalmamış, bölgesel ve küresel güç dengelerini de etkilemiştir. Suriye'deki iç savaştan en çok etkilenen ülkelerden birisi hiç şüphesiz Türkiye'dir. Savaş neticesinde yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteci sorunu ortaya çıkmıştır. Fakat bununla beraber en büyük sorun Türkiye'nin sınırlarında terör yapılanmasından kaynaklanan güvenlik sorunudur. Bu çalışma ile söz konusu iki dönemde Türkiye'nin Suriye'ye yönelik dış politika yaklaşımlarında değişen ve değişmeyen unsurların ve bunları etkileyen faktörlerin analiz edilmesi amaçlanmaktadır. ; Syria has gained an important place in the foreign policy of the Republic of Turkey in the historical process. The historical, geographical and cultural ties between Turkey and Syria give Syria, Turkey's 911 km long border neighbor, a special importance in Turkish foreign policy. There are various parameters that are effective in shaping Turkey's Syria policy.These parameters are determined according to the variables of periodical international conjuncture and developments in geopolitics and Turkish political life.In this study, primarily Turkey's Syria policy in this period in the axis of the political crisis with Syria in 1957 and the Syrian policy towards the ongoing civil war in Syria in the process that started with the Arab uprisings in 2011, which was recorded in the literature as the "Arab Spring" are considered comparatively.The reflections of the international geopolitics of the Cold War period, in which the 1957 crisis was experienced, on domestic politics and how this shaped the Turkish foreign policy are revealed. The Cold War showed its effect all over the Middle East and Turkey and Syria were among the most affected countries. The Middle East perception of Adnan Menderes and other Democrat Party members, who had a say in foreign policy, has been studied over the 1957 Syria Crisis, a crisis that occurred during the Democratic Party's rule and was caused by the Cold War. In the Arab Spring and its aftermath, how the developments and changes in periodical international and national politics affected and changed Turkish foreign policy is examined. The effect of this war did not only remain within the country, but also affected the regional and global power balances. Turkey is undoubtedly one of the countries most affected by the civil war in Syria. As a result of the war, the problem of approximately 4 million Syrian refugees emerged. However, the biggest problem is the security problem arising from the terrorist organization on Turkey's borders. This study aimed to analyze the changing and unchanging elements in Turkey's foreign policy approaches towards Syria and the factors affecting them in these two periods.
YÖK Tez No: 711186 ; Gerek uluslararası kuruluşların gerekse ulusal hükümetlerin sosyal dışlamayı engelleme ve ayrımcılıkla mücadele noktasında son derece geniş sorumluluk alanları bulunmaktadır. Bu doğrultuda devletler, engellilerin toplumsal hayata ve istihdama katılmalarının önündeki engellerin kaldırılması, hak temelli yaklaşımlar çerçevesinde anayasal ve yasal düzenlemelerle güvence altına alınmaları anlamında başat aktörlerdir. Belirtmek gerekir ki engelli istihdamının istenilen düzeye ulaştırılmasından ve engellilerin kendilerini ifade edebilecekleri, refah seviyelerini yükseltebilecekleri çalışma standartlarının geliştirilmesinden merkezi hükümetler kadar sivil toplum kuruluşları (STK), yerel yönetimler ile birlikte işverenler de sorumludur. Dolayısıyla toplumun bir parçası olan engellilerin yaşadıkları sorunların toplumun bir parçası olarak tüm tarafların sorunu olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Bu çalışmada, Türkiye'de engelli istihdam politikaları konusunda, sosyal politikanın da bir unsuru olarak İŞKUR'un sunduğu hizmetler yukarıda dile getirilen niyet temelinde incelenmektedir. Çalışma kapsamında öncelikle engelli istihdam politikalarına yönelik kavramsal çerçeveye yer verilmektedir. Çalışmada engelli istihdam politikalarının şekillenmesinde rol oynayan aktörler irdelenerek, uluslararası ve ulusal yasal düzenlemeler de ele alınmaktadır. Ayrıca Türkiye'de engelli istihdam politikalarıyla ilgili kurumsal yapı ve uygulamalar Avrupa Birliği İlerleme Raporları gözüyle de incelenmektedir. Çalışmanın son bölümünde, gerçekleştirilen literatür taramasının ve bilgi/belge/doküman incelemesinin yanında Karaman ilinde engelli istihdamına ilişkin detaylı bir durum analizinin ortaya konulabilmesi adına nitel araştırma yöntemlerinden yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşme tekniği kullanılarak engelli istihdamının en önemli aktörlerinden olan işverenlerle toplam 15 işyerinde mülakatlar gerçekleştirilmiştir. Salgın dönemi içerisinde olunması nedeniyle tüm görüşmeler uzaktan, çevrimiçi veya telefon konuşmaları yoluyla gerçekleştirilmiştir. Çalışmada elde edilen temel bulgu engelli istihdam politikalarında İŞKUR'un etkin rol oynadığıdır. Bununla birlikte engellilere yönelik yürütülecek politikalarda kamu-özel sektör işbirliği ve sivil toplum kuruluşları ile olan etkileşim önem arz ettiğidir. ; Both international organizations and national governments have extremely wide areas of responsibility in preventing social exclusion and combating discrimination. In this direction, states are the leading actors in terms of removing the obstacles to the participation of the disabled in the society and employment, and securing them with constitutional and legal regulations within the framework of rights-based approaches. It should be noted that non-governmental organizations (NGOs), local administrations and employers are responsible for the development of working standards, where the disabled people can express themselves and increase their welfare level and for the employment of the disabled to reach the desired level as well as the central governments. Therefore, it would not be wrong to state that the problems experienced by the disabled, who are a part of the society, are the problems of all parties as a part of the society. In this study, the services provided by İŞKUR as an actor of social policy regarding the employment policies of the disabled in Turkey are examined on the basis of the above-mentioned intention. Within the scope of the study, first of all, the conceptual framework for disability employment policies is given. In the study, the actors that play a role in shaping the employment policies of the disabled are examined and international and national legal regulations are also discussed. In addition, the institutional structure and practices related to disability employment policies in Turkey are also examined through the perspective of the European Union Progress Reports. In the last part of the study, besides the literature review and information/document analysis, semi-structured in-depth interview technique, one of the qualitative research methods, were used. In this context, interviews were conducted with employers, one of the most important actors of the employment of the disabled, in a total of 15 workplaces. Due to the fact that we are in the epidemic period, all the interviews were online or telephone conversations. The findings obtained, the effective role of İŞKUR in the fields of employment is fundamental. It is the one that is more important than the interaction with public-private business and civil society, which will be used for people for joint use.
Bu tezde Türkiye ile Orta Asya Devletleri arasındaki ilişkilerde Süleyman Demirel'in üstlendiği rol (uluslararası sistemde karşılık bulduğu rol) ve bu durumun ilişkilere etkisi incelenmiştir. Çalışma, Türkiye ve Orta Asya ilişkilerinde Demirel'in 1991-2000 dönemi ile sınırlandırılmıştır. Demirel, 1991-1993 yılları arasında Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile benzer politikalar benimsemiştir. Dolayısıyla bu dönemde Orta Asya politikasının öncelikli bir devlet politikasıdır. 17 Nisan 1993 tarihinde Özal'ın hayatını kaybetmesi, Demirel'i Türkiye'nin Orta Asya politikalarında en önemli aktör konumuna getirmiştir. Çalışmanın temel sorusu; "Dünya genel durumunda yaşanan değişimle birlikte, ABD ve Batı'nın Türkiye'ye öngördüğü rol (laik-liberal devlet modeli), Demirel'in Orta Asya Devletlerine yönelik dış politika yaklaşımında ne derece etkili olmuştur?" şeklinde formüle edilmiştir. Bu temel soruya cevap ararken oluşturulan ikincil sorular şunlardır: "Demirel'in Türkiye için Orta Asya'da öngördüğü rol devletlerarası ilişkileri nasıl etkilemiştir?", "Demirel'in Orta Asya Devletlerinin devlet başkanları ile yaptığı görüşmelerde kullandığı söylemler Türkiye'nin rol değişimine etki etmiş midir?", "Demirel ulusal ve uluslararası düzeyde hangi rolü benimsemiştir?" Bu minvalde çalışmanın hipotezi, "Dünya konjonktüründe yaşanan değişimle birlikte, ABD ve Batı'nın Türkiye'ye öngördüğü rol, Demirel'in Orta Asya Devletlerine yönelik dış politika yaklaşımının şekillenmesinde etkili olmuştur." şeklinde oluşturulmuştur. Bu doğrultuda araştırmada ağırlıklı olarak birincil kaynaklar kullanılmıştır. Toplanan bu veriler söylem ve içerik çözümlemesine tabi tutulmuştur. Ezcümle kapsamlı bir araştırmanın ardından ortaya atılan hipotez doğrulanmıştır. ; In this thesis, the role of Süleyman Demirel in the relations between Turkey and the Central Asian States (the role that he finds in the international system) and the effect of this situation on the relations were examined. The study is limited to Demirel's 1991-2000 period in Turkey and ...
DergiPark: 849863 ; klujfeas ; Uluslararası hukukun temel kaynaklarından bir tanesi devletler arasında imzalanan uluslararası antlaşmalardır. Devletler kendi aralarındaki antlaşmalara ahde vefa ilkesi gereği genellikle uyma eğilimi göstermektedirler. Ancak devletlerin kendi aralarında imzaladıkları antlaşmalara zaman zaman uymadıkları da görülmektedir. Anarşik bir uluslararası sistemde devletler arasında uyuşmazlıklar çok sık görülmektedir. Devletler çıkarlarına ters düştükleri durumlarda ister istemez farklı devletler ile uyuşmazlığa taraf olabilmektedirler. Uyuşmazlıkların çözümü için uluslararası hukukta barışçıl çözüm ve yargısal çözüm olmak üzere iki çözüm yolu bulunmaktadır. Yargısal çözüm devletlerin ancak yargı yetkisini kabul ettikleri bir mahkeme veya tahkim ile mümkün olabilmektedir. Barışçıl çözüm yolları Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 33. Maddesinde belirtilmiştir. Bu çözüm yollar görüşme, soruşturma, arabuluculuk, uzlaşma, hakemlik ve yargısal çözümdür. Bunun yanında bazı uluslararası antlaşmalar kendi yargısal çözüm mekanizmalarını da oluşturmuştur. 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, Avrupa Birliği'nin yargı organları bu alanda verilebilecek başlıca örneklerdir. Bu çalışmada barışçıl ve yargısal yoldan anlaşmazlıkların çözümü ile uluslararası hukukta uygunluğun sağlanması mekanizmaları karşılaştırılacaktır. ; One of the main sources of international law is international treaties signed between states. States generally tend to comply with the treaties among themselves, as required by the pacta-sunt-servanda principle. However, it is also seen that states sometimes do not comply with the treaties they have signed among themselves. In an anarchic international system, conflicts between states are very common. States may inevitably be a party to disputes with different states when they conflict with their interests. There are two solutions in international law for the settlement of disputes, namely, peaceful and judicial solutions. Judicial settlement can only be possible with a court or arbitration where the states accept their jurisdiction. Peaceful solutions are specified in Article 33 of the United Nations Charter. These solutions are negotiation, investigation, mediation, reconciliation, arbitration and judicial solution. Besides, some international agreements have also created their own judicial solution mechanisms. 1982 United Nations Convention on the Law of the Sea, the judicial bodies of the European Union are the main examples that can be given in this field. In this study, the mechanisms of peaceful and judicial dispute resolution and ensuring compliance with international law will be compared.
Uluslararası iletişim düzenindeki asimetrik karşılıklı bağımlılık, reform tartışmalarına yol açmaktadır. Alanyazında bu sorun sıklıkla eleştirel kuram bağlamında özellikle ekonomi politik açıdan ele alınmıştır. Uluslararası İlişkiler'in temel paradigmaları realizm ve liberalizme göre yapılandırılmış olan ve güç ilişkilerine dayalı bu düzende, reforma yönelik çabalar beklentileri karşılamaktan uzaktır. Bu çalışmanın amacı, soruna farklı bir açıdan yaklaşarak, iki baskın teorinin uluslararası iletişim düzeninde reforma yönelik katkı potansiyellerinin incelenmesidir. Neorealist ve neoliberal analizlerde sosyolojik ve normatif unsurların giderek daha fazla dikkate alınmasının gerekçesi yine küreselleşmeyle artan karşılıklı bağımlılıktır. Dolayısıyla bu teorik çalışmada, karşılıklı bağımlılık ve reform kavramlarının, uluslararası iletişimin farklı analiz düzeylerini içeren (1) enformasyon toplumu, (2) kültürlerarası iletişim ve kamu diplomasisi ve (3) küresel yönetişim unsurları bağlamında betimsel ve karşılaştırmalı bir analizi yapılmaktadır. Teorik çerçeve olarak realizm ve liberalizmin seçilmesinin nedeni, realist ve liberal temellere dayalı iletişim düzeninde reformun yine bu teorilerin kavramları üzerinden tartışılmasının faydalı olacağı tezidir. Reform ve çözüm çabalarında politika üretilmesi ve harekete geçilmesi beklenen alanlar; küresel bir enformasyon toplumu, ortak değer ve çıkarlar için uluslararası kamuoyunun oluşturulmasını sağlayacak kamu diplomasisi uygulamaları ve uluslararası kuruluşlar aracılığıyla daha etkin ve adil bir küresel yönetişimdir. ; In the international communication order, the asymmetry in mutual interdependence leads to discussions on reform. In the literature, this dilemma is mostly studied through political economic lenses of the critical theory. The major paradigms, realism and liberalism in International Relations have shaped the structure of this order based on power relations and the efforts for a reform have been far away from meeting the expectations. The purpose of this paper is to approach the problem differently and investigate the potential of these theories for a reform. In the neorealist and neoliberal analyses, the sociological and normative concerns are increasingly taken into consideration also owing to increasing mutual interdependence with globalization. Therefore, in this theoretical paper, a descriptive and comparative analysis of the concepts mutual interdependence and reform is made according to (1) information society, (2) intercultural communication and public diplomacy and (3) global governance that involve different levels of analysis in international communication. The theoretical framework is constructed on realism and liberalism because of the thesis that a discussion on reform according to their perspective may prove more fruitful since the communication order is already based on realist and liberal concepts and arguments. In the quest for reform, the issue areas that require policies and action are a global information society, public diplomacy for an international public opinion and an effective and just global governance through initiatives of the international organizations.
Bu çalışmada; Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmesi, Arap-Yahudi çatışması, 1948'den itibaren Mısır önderliğinde Arap-İsrail Savaşları ve Mısır-İsrail barış müzakerelerine değinilmiştir. Arap-İsrail Savaşlarında en büyük zarar gören devletlerden biri Mısır olmuştur. Mısır, ülkesindeki yıkım ve zararı gidermek, halkın güvenliği ve istikrarı için ABD'nin arabuluculuğunu (1970-1981 Enver Sedat dönemi) kabul etmiştir. Böylece Mısır, İsrail ile 1973-1979 yılları arasında "adım adım barış" görüşmelerine dâhil olmuştur. ABD'nin arabuluculuğu ile Mısır ve İsrail arasında uluslararası hukuk normlarına uygun bir şekilde Camp David Anlaşması (Mısır-İsrail Barışı) imzalanmıştır. Bu barış anlaşması ile iki ülke arasında; barış inşa edilmiş, güvenlik ve istikrarsızlık sorunu ortadan kaldırılmış ve diplomatik ilişkiler geliştirilmiştir. Bu çalışma, 1948'de başlayan Arap-İsrail savaşları ve 1973'ten itibaren ABD'nin arabuluculuğu ile Mısır-İsrail barışı incelenmasi amaçlanmıştır. Bu çalışma, Mısır ve İsrail arasında güvenliğin sağlanması, çatışma-çözümü meselelerinde iki ülkenin barış inşası ve karşılıklı olarak iki ülkenin egemenliklerinin tanınması ile uluslararası bir anlaşmasının etkililiği yönünde büyük bir önem taşımaktadır. Son olarak çalışmada çıkarılan sonuç; Uluslararası hukuk kişisi olan devletler (ABD, Mısır ve İsrail), uzun yıllar süren çatışma ve savaş durumundan sonra uluslararası uyuşmazlıkların çözüm yöntemleri olan diplomasi ve arabuluculuk ile barış, güvenlik ve istikrar inşa edebilmişlerdir. Camp David Anlaşması, özellikle Kissinger'in proaktif çabası ile şekillenmiş ve günümüze kadar (2021) Mısır ve İsrail arasında diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler geliştirilmesine katkı sağlayan uluslararası bir anlaşma olmuştur. Ayrıca Camp David Anlaşması, diğer Arap devletlerin de İsrail ile barışma ve diplomatik ilişkiler geliştirilmesine ilham kaynağı olmuştur. ; In this study; The immigration of Jews to Palestinian lands, the Arab-Jewish conflict, the Arab-Israel Wars under the leadership of Egypt as of 1948 and the Egypt-Israel peace negotiations have been mentioned. One of the states that suffered the greatest damage in the Arab-Israel Wars has been Egypt. Egypt has accepted the mediation of the USA (1970-1981 period of Enver Sadat) to eliminate the destruction and damage in its country and for the security and stability of the people. Thus, Egypt has been involved in "step by step peace" negotiations with Israel between 1973 and 1979. With the mediation of the USA, the Camp David Agreement (Egypt-Israel Peace) has been signed between Egypt and Israel properly international law norms. With this peace agreement among the two countries; peace has been built, security and stability problems have been eliminated and diplomatic relations have been developed. This study has been aimed to examine the Arab-Israeli wars that started in 1948 and the Egyptian-Israel peace with the mediation of the USA as of 1973. This study is of great importance in terms of ensuring security between Egypt and Israel, peace building of two states in conflict-resolution issues and mutual recognition of the sovereignty of the two countries with a international agreement. Finally, the conclusion drawn in the study; After many years of conflict and war, states that are international law persons (USA, Egypt and Israel) have built peace, security and stability with diplomacy and mediation which are methods of resolving international disputes. The Camp David Agreement has been shaped especially by the proactive effort of Kissinger and has been an international agreement that has contributed to the development of diplomatic, political and economic relations between Egypt and Israel until today (2021). In addition, the Camp David Agreement has inspired other Arab states to develop peace and diplomatic relations with Israel.
Neoliberal Kurumsalcılık, uluslararası ilişkiler teorisinde İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra liberal-idealist politik paradigma fikirlerini geliştiren bir okuldur, uluslararası siyasi kurumların, devletlerin uluslararası ilişkilerde başarılı bir şekilde işbirliği yapmalarına izin verebileceğini savunmaktadır. Neoliberal Kurumsalcılık yaklaşımı özellikle Batı Avrupa ülkeleri arasında gerçekleşen işbirliğini ve bütünleşme sürecini açıklayıcı bir niteliğe sahiptir. Fakat bölgesel kurumsallaşma dinamiklerinin zayıf olduğu bir bölge olan Orta Asya'nın istikrarsız bölgelere yakınlığı ve bölge içinde süregiden çatışmalar hem Orta Asya devletleri için hem de bölgeye komşu devletler için bir tehdit oluşturmaktadır. Bu bakımdan, tezin temel amacı, Neoliberal Kurumsalcılık yaklaşımını kullanarak iki farklı örgütün ŞİÖ ve BRICS'in örneklerinde önemini açıklamaya çalışmaktır. ; Neoliberal institutionalism is a school in international relations theory that develops liberal-idealist political paradigm ideas after the Second World War, arguing that international political institutions can allow states to cooperate successfully in international relations. The approach of Neoliberal institutionalism is particularly descriptive of the cooperation and integration process between Western European countries. However, as a region where regional institutionalization dynamics are weak, the proximity of Central Asia to unstable regions and ongoing conflicts within the region pose a threat to both Central Asian states and neighboring states. In this respect, the main purpose of thesis is to explain the importance of two different organizations in the examples of SCO and BRICS by using Neoliberal Institutionalism approach.
BM örgütünün en temel görevi; uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumaktır. Bu görevi doğrultusunda, uluslararası güvenliği tehdit eden durumlarda çeşitli yöntemlerle soruna müdahale etmektedir. BM barış gücü misyonları, BM'nin çatışma çözümü yöntemleri arasında önemli bir yere sahiptir. BM Güvenlik Konseyi'nce görevlendirilen barış gücü misyonları, çatışan taraflar arasında konuşlandırılan çok taraflı güçlerdir. Fakat her çatışma alanında faaliyetleri ve sorunun çözümüne etkileri aynı olmamaktadır. Bu çalışmanın amacı; BM barış gücü misyonlarının uluslararası çatışmaların çözümündeki rolünü araştırmaktır. Çalışmada, BM barış güçlerinin uluslararası çatışmaların çözümündeki rolü, üç örnek olay çerçevesinde incelenmiştir. UNFICYP, UNIIMOG ve UNSMIS örneklerinin karşılaştırılarak BM barış gücü misyonlarının hangi durumlarda daha etkin olduğu açıklanmıştır. Çalışmada varılan sonuç ise bir barış gücü misyonunun başarısını etkileyen en önemli unsurların, uluslararası toplumun ve çatışan tarafların desteğine sahip olmasıdır. Nitekim UNIIMOG, uluslararası toplumun ve çatışan tarafların ortak barış isteği ile oluşturulmuş, bahsi geçen diğer örneklere kıyasla daha başarılı olmuştur. ; The principal duty of the UN is to ensure and protect international peace. In accordance with this duty, in cases where international peace is threatened, it intervenes in the problem adopting various methods. UN peacekeeping missions have an important place among the conflict resolution methods of the UN. Peacekeeping missions assigned by the UN Security Council are multilateral forces deployed between conflicting parties. However, their activities and level of efficacy for the resolution of the problem vary in each conflict. The objective of this study is to investigate the role of UN peacekeeping missions in the resolution of international conflicts. In the study, the role of UN peacekeeping forces in the resolution of international conflicts are examined within the framework of three case studies. Comparing the cases of UNFICYP, UNIIMOG and UNSMIS, it is explored in what situations UN peacekeeping missions are more effective. The study concludes that the most important factor that affects the success of a peacekeeping mission is the support of the international community and the conflicting parties. Indeed, UNIIMOG was created as a result of the common desire of the international community and the conflicting parties for peace, thus became more successful compared to the other two cases.
Danışman: DR. ÖĞR. ÜYESİ TANER ATASOY Yer Bilgisi: İstanbul Gelişim Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Antrenörlük Eğitimi Ana Bilim Dalı / Spor Yönetimi Bilim Dalı Konu:Spor = Sports ; Bu araştırmada, İstanbul Spor Etkinlikleri ve İşletmeciliği Ticaret Anonim Şirketi bilinen adıyla (Spor İstanbul) 2019-2020 yıllarında Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği (IAAF) ile ortak düzenlediği İstanbul Maratonu, İstanbul Yarı Maratonu ve Avrupa Yüzme Birliği (LEN) ile ortak düzenlediği Uluslararası Su Sporları Festivali' nde görev alan gönüllülerin kişilik özelliklerinin sporda gönüllülük motivasyonları üzerine etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada bu kapsamda 732 gönüllüye demografik bilgi formu, on maddelik kişilik ölçeği ve Uluslararası Spor Organizasyonları için Gönüllü Motivasyonları Ölçeği uygulanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre sporda gönüllü olma motivasyonu düzeyleri tüm demografik özelliklere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılaşmaktadır (p0.05). ; In this study, it was aimed to interpret the personality traits of the volunteers who took part in the Istanbul Spor Events and Management Trade Inc., known as (Spor Istanbul), which was organized in cooperation with the International Athletics Federations Association (IAAF) in 2019-2020, the Istanbul Half Marathon and the International Water Sports Festival. In this context, demographic information form, item personality scale and Volunteer Motivations Scale for International Sports Organizations were applied to 732 volunteers. According to the results of the research, the levels of motivation to volunteer in sports differ significantly according to all demographic characteristics (p 0.05).
Bu makalenin amacı Türkiye-Yunanistan arasındaki Kıbrıs meselesi üzerinden Demokratik Barış Teorisi'nin (DBT) sorgulanmasıdır. Bu sorgulama dört aşamada yapılmıştır. Öncelikle DBT'nin düşünsel arka planı ele alınmış, ardından teori kavramsal ve kuramsal açıdan kısaca tanıtılmıştır. Üçüncü aşamada teorinin başlıca teorisyenlerinden biri olan Michael Doyle'un her iki ülkeyi liberal-demokratik ya da tersi ilan ettiği dönemler yine teorinin bir ülkeyi liberal-demokratik olarak tanımlamak için başvurduğu kurumlar üzerinden değerlendirilmiş; her iki ülkenin bu dönemlerdeki durumları analiz edilmiştir. Sonuç bölümünde ise her iki ülkenin savaşma ya da savaşmama kararları ile sahip oldukları rejimin türü arasındaki bağıntı sorgulanmıştır. Bu çalışmada temel olarak; Michael Doyle'un Türkiye'yi 1971-1974 ve Yunanistan'ı 1967-1975 dönemlerinde anti-liberal rejimlere sahip iki ülke olarak tanımlayıp 1974 yılında savaşmalarını bu duruma bağlamasının tek başına yeterli gerçekçi bir yaklaşım olmadığı sonucuna varılmış, her iki ülkenin savaş kararı almalarında sadece rejim türlerinin değil; Soğuk Savaş dönemi dinamiklerinin ve iki ülkenin uluslararası çıkarlarının da etkili olduğu kanaatine ulaşılmıştır. ; The purpose of this article is to examine the Democratic Peace Theory in the framework of the Cyprus issue between Turkey and Greece. This inquiry has been carried out in four stages. First, the intellectual background of the Democratic Peace Theory was discussed, and then the theory was briefly introduced conceptually and theoretically. In the third stage, the periods when Michael Doyle, one of the main theorists of the theory, declared both countries as liberal-democratic or vice versa, were evaluated through the institutions that the theory applied to define a country as liberal-democratic and the situations of both countries in these periods were analyzed. In the conclusion part, the relationship between the decisions of both countries to fight or not to fight and the type of regime they have is examined. In this study, it was concluded that Michael Doyle defined both Turkey between the periods 1971-1974 and Greece between the periods 1967-1975 as the two anti-liberal regimes countries, and indicates that linking the war of the two countries in 1974 to this situation is not a sufficient realistic approach. Not only the regime types but also the Cold War era dynamics and the international interests of the two countries were effective in the war decision of both countries.
Bu çalışmada düşünce kuruluşlarının kamu diplomasisindeki rolleri incelenmiştir. Bu çerçevede Türkiye, ABD ve Almanya çalışmada karşılaştırılmalı olarak çalışılmış ve böylelikle her ülkeden de birer düşünce kuruluşu örneklem olarak tercih edilmiştir. Kendi ülkelerinin içinde ve dışında bilinirlikleri ve saygınlıkları olan, aynı zamanda faaliyetleri itibariyle diğer düşünce kuruluşlarına nazaran görece çeşitlilikleri bulunan Türkiye menşeili Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), ABD menşeili Amerika Birleşik Devletleri Alman Marshall Fonu (German Marshall Fund of the United States-GMF) ve Almanya menşeili Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (Stiftung Wissenschaft und Politik-SWP) incelenmiştir. Patrick Köllner'in uluslararası ilişkilerde düşünce kuruluşlarının: - Salon işlevi görme ve kişi odaklı iletişim kanalları oluşturma, - Uluslararası ilişkiler çalışmaları hakkında kamuoyunu bilgilendirme, araştırma brokerliği yapma, - Uluslararası ve küresel meseleler hakkında ulusal ve uluslararası gündem oluşturma, - Gayr-ı resmi diplomatik ilişkiler geliştirme, - İkinci görüş sunma, - Danışmanlık işlevi görerek stratejik söylemleri doğrudan etkileme, - Yarı otoriter rejimleri meşrulaştırma ve entelektüel amigoluk yapma, - Düşünce ihraç etme, - Uluslararası ilişkiler ve stratejik araştırmalar anlayışının oluşmasına katkıda bulunma, - Diplomatik eğitimler sunma ve uluslararası ilişkiler eğitim programları yaparak öğrencilere mentörlük etme, rolleri esas alınarak örneklem olarak alınan kurumların kamu diplomasisi bağıntısı araştırılmıştır. Bu doğrultuda çalışmanın iki sorusu bulunmaktadır: 1. Düşünce kuruluşları yürüttükleri faaliyetlerle bir kamu diplomasisi aktörü müdür? 2. Düşünce kuruluşlarının kamu diplomasisi yapım süreçlerinde üstlendikleri roller nelerdir? Birinci soru bağlamında çalışmanın temel hipotezi: sivil inisiyatif olma özelliği bakımından düşünce kuruluşları kamu diplomasisinde birer aktördür. İkinci soru bağlamında çalışmanın temel hipotezi: Köllner'in düşünce kuruluşlarına uluslararası ilişkiler bağlamında atfettiği roller, örneklem düşünce kuruluşları tarafından kamu diplomasisi faaliyeti kapsamında oynanmaktadır. Çalışmanın hipotezlerini sorgulamak için karma bir araştırma yöntemi takip edilmiş ve "literatür taraması", "içerik analizi" ve "niteliksel araştırma" yöntemleri kullanılmıştır. Araştırmanın literatür taraması kısmını diplomasi, kamu diplomasisi ve düşünce kuruluşları oluşturmuştur. İçerik analizi kısmını üç kurumun web sayfaları ve medya yansımaları, rapor, dergi, konferans, panel ve sempozyum bildirileri oluşturmuştur. Son olarak niteliksel araştırma kısmını ise düşünce kuruluşlarının yetkilileri, kamu diplomasisi kurumlarında, düşünce kuruluşlarında görev alanlar ve akademisyenlerden oluşan 13 kişi ile derinlemesine mülakatlar yapılmıştır. Araştırmanın bulguları ışığında ulaşılan sonuca göre düşünce kuruluşları politika uygulayıcılarının politika oluşturmalarında yardımcı kuvvet rolü oynayabilirler. Sivil inisiyatifler olmaları hasebiyle de düşünce kuruluşlarının kamu otoritelerine oranla hareket serbestiyetleri yüksektir. Ayrıca bu çalışmada düşünce kuruluşlarının yardımcı kuvvet rolü oynamalarından hareketle bu organizasyonlar için "Akıncı Birlik" kavramsallaştırması önerilmektedir. Üç farklı ülkede bulunan GMF, SETA ve SWP'nin kamu diplomasisi faaliyetlerinde birer aktör oldukları tez çalışmasının bulgusudur. Ayrıca söz konusu düşünce kuruluşlarının faaliyetlerinin katkısı menşei ülkelerinin siyasi, iktisadi ve sosyal durumlarına göre değişmektedir. Buradan hareketle söz konusu ülkelerin sert güç yerine yumuşak güç bağlamında kamu diplomasisinde düşünce kuruluşlarını bir paydaş olarak görmesi kendilerine uluslararası ilişkilerde avantaj sağlayacaktır. ; The study emphasizes the role of think tanks in public diplomacy. In this context, the Turkey, United States of America, and Germany case studies have been examined. A think tank organization sample was picked from each country to test the relevance of the research hypothesis. The well renowned and prestigious think tank organizations of Foundation for Political, Economic and Social Research (SETA), German Marshall Fund of the United States (GMF) and, The German Institute for International and Security Affairs (Stiftung Wissenschaft und Politik-SWP) has been studied. The relationship of public diplomacy of institutions gained as an example has been investigated based on the following roles of think tanks organizations in international relations developed by Patrick Köllner. According to Köllner, think tank organizations: - Should have salon function and create person-oriented communication channels. - Also need to inform the public about international relations studies. - Act as a research broker. - Set national and international agendas on international issues. - Develop informal diplomatic relations. - Presenting second opinions. - Directly influencing strategic discourses by acting as consultants. - Legitimizing semi-authoritarian regimes and intellectual cheerleading. - Exporting ideas. - Contributing to the formation of an understanding of international relations and strategic research. - Offering diplomatic training and mentoring students by providing international relations training programs. In this direction, the study develops two essential questions: 1. Are think tanks actors of public diplomacy with the activities they conduct? 2. What are the roles of think tanks in building public diplomacy? The first question is leading to the study's main hypothesis, which is: to be a civil initiative, think tanks are actors in public diplomacy. While the second question introduces another aspect of the research's hypothesis: The roles that Köllner attributes to think tanks in international relations are played by sample think tanks within public diplomacy activities. A combination of "literature review", "content analysis" and "qualitative research" is followed in the thesis study. The literature review comprises the investigation of notions such as diplomacy, public diplomacy, and think tanks as a part of the research. The content analysis makes up for the three institutions' websites browsing, media reflections, reports, magazines, conferences, panels, and symposiums' examination. The qualitative research part was conducted with in-depth interviews with 13 people representing official spokespersons of think tanks, public diplomacy institutions, former think-tankers, and academics. According to the conclusion reached considering the findings of the research, think tanks can play an auxiliary power role in policymaking by same-field practitioners. Since they are civil initiatives, think tanks have higher freedom of action compared to state authorities. Besides, the conceptualization of "Akıncı Unity" is recommended in this study for think tanks based on their role as an auxiliary force. The case of GMF, SETA and SWP organizations as actors in public diplomacy activities in the three different countries constitutes the findings of a thesis study. The contribution of these think tanks' activities varieties according to the political, economic, and social situation in their countries. From here, it will give them an advantage in international relations if countries consider the think tanks institutions a stakeholder in public diplomacy linked to the soft power context rather than hard power.
Bu çalışmanın amacını Türkiye – SSCB ilişkilerinde 1960-1970 yılları arasında yaşanan olaylar oluşturmuştur. Belirtilen yıllar içinde iki ülkenin ilişkileri incelenmiş ve yaşanan olayların uluslararası dengelerde ne gibi değişiklikler yarattığı araştırılmıştır. Türkiye SSCB ilişkileri geçmişten günümüze kadar inişli çıkışlı bir grafik sergilemiştir. İlk olarak bu iki ülkenin komşu konumda bulunmaları siyasi geçmişlerini de etkilemektedir. Bazı durumlarda ciddi anlamda karşı karşıya gelen iki ülke, bazı durumlarda ise önemli dostluklara imza atmışlardır. Bu durumla birlikte kültürel ve ekonomik ilişkilerde iki ülke arasında yaşanan siyasi ilişkilerin ışığında gelişmiştir. Soğuk Savaş dönemi irdelendiğinde Türkiye Devleti SSCB tehdidiyle ABD'nin liderlik ettiği Batı Bloğunda yer edinmiştir. Bu dönem içerisinde ABD, SSCB'nin izlediği yayılma politikalarının önüne geçmek maksadıyla Türkiye'nin yanında olmasına ihtiyaç duymaktadır. Bu ihtiyaç doğrultusunda Türkiye'ye bazı ekonomik ve askeri yardımlarda bulunmuştur. ABD yaptığı bu yardımların sayesinde Türkiye'yi daha fazla kontrol etme imkânı bulmuştur. Dönem içerisinde Türkiye ve ABD arasında yaşanan Küba Krizi ve füze sorunları, 1964 Kıbrıs Sorunu ve Johnson'un yazdığı mektup, Afyon ekiminin yasaklanması gibi konular Türkiye ve ABD'nin arasında gerginlik yaşanmasına sebep olmuştur. Türkiye Batı Bloğu içerisindeki yerini sorgulamaya başlamış ve yeni arayışlar içerisine girmiştir. ABD ile Türkiye'nin ikili ilişkilerinin bozulması, uluslararası sistemde şartların uygun olması ile birlikte farklı ideolojik kutuplarda olan SSCB ve Türkiye'yi yakınlaştırmıştır. ; The aim of the study was create events that took place between the years of 1960-1970 in Turkey-USSR relations. The relations of the two countries in the specified years have been examined and it has been investigated what kind of changes the events have created in the international balances. Turkey and USSR relations showed a graph of rolling up to the present from the past First of all, the neighboring of these two countries also affects their political past. In some cases, the two countries have seriously confronted, in some cases they have signed important friendships. With this situation, cultural and economic relations have developed in the light of the political relations between the two countries. When the Cold War period examined by the USSR threatened by the Government of Turkey has a place in the US-led Western Bloc. During this period, the United States, in order to prevent the spread of the USSR's policy needs to be pursued by side with Turkey. In line with this requirement it has made some economic and military aid to Turkey.With the help of his US it had the opportunity to take more control of Turkey. Period in Turkey and Cuban missile crisis and the problems experienced in the US, 1964 Johnson wrote a letter to the Cyprus problem and issues such as the prohibition of opium cultivation has led to the emergence of tension between Turkey and the United States. Turkey has begun to question its place in the West Block and entered into new pursuits.Disruption of Turkey's bilateral relations with the US are in different ideological poles to comply with the requirements of the international system has zoom the USSR and Turkey.
Bu yüksek lisans tezinde Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni Dünya düzeninde, Dünya haritasında üstünlük kuran ABD'nin, tek kutup olarak lider sürdürdüğü uluslararası sahnede Rusya ile yaşadığı güç mücadelesi hegemonya ve enerji bağlamında tarih boyunca önemli bir coğrafi konumda bulunan Baltık Deniz'i ve Doğu Akdeniz iki deniz hattı üzerinden ele alınmaktadır. Geçmişten günümüze enerji kaynaklarına ulaşmak ve sahip olmak her zaman kritik bir öneme sahip olmuştur. Gelişen teknoloji ve küreselleşen Dünya ile yeni enerji sahaları keşfedilmiş ve enerji ihtiyacı artan dünya nüfusu ile artmıştır. Soğuk Savaş süreci sonrası geçiş dönemini atlatan Rusya Federasyonu sahip olduğu enerji kaynakları ve kurduğu ilişkiler ile Dünya sahnesine tekrar büyük bir güç olarak kendine yer bulmuştur. Bölgesel olarak gücünü pekiştiren Rusya bu süreç sonrasında ise Dünya düzeninin hegemonik gücü Amerika Birleşik Devletleri ile mücadeleye girmiştir. Bu mücadele güç kavramı ve enerjinin önemi bakımından analiz edilmiştir. Tarihsel süreçte geçirilen aşamalar Realizm ilkesi çerçevesinde değerlendirilmiştir. Realizme göre sistemde temel aktör devletlerdir ve gücünü fazla artıran veya tehdit oluşturan devletlere karşı güç dengesi siyaseti ABD-Rusya çatışması çerçevesinde incelenmiş ve bu güç mücadelesi Dünya sahnesindeki diğer devletlerin bu güç çatışmasında aldığı pozisyonlar ve politikalar ile analiz edilmiştir. Dünya sahnesinde yükselen Çin Halk Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği lokomotifi Almanya bu mücadelede önemli bir konumdadır. Jeopolitik olarak güç mücadelesine sahne olan bu coğrafyada enerjinin ulusların izlediği politikada önemi vurgulanmış ve uluslararası ilişkiler teorileri ile politikalar hegemonya mücadelesi bağlamında değerlendirilmiştir. ; In this master's thesis, in the new World order formed after the Cold War, the power struggle of the USA, which has gained dominance on the world map, with Russia on the international stage, where it maintains as the leader as a single pole, is the Baltic Sea and the Eastern Mediterranean, which have been in an important geographical position throughout history in terms of hegemony and energy It is handled over two sea lines. From past to present, reaching and owning energy resources has always been of critical importance. With the developing technology and the globalizing world, new energy fields have been discovered and the need for energy has increased with the increasing world population. The Russian Federation, which has survived the transition period after the Cold War process, has once again found its place on the world stage as a great power with its energy resources and relations it has established. Russia, which strengthened its power regionally, entered into a struggle with the United States of America, the hegemonic power of the world order after this process. This struggle has been analyzed in terms of the concept of power and the importance of energy. The stages passed in the historical process have been evaluated within the framework of the principle of Realism. According to realism, the main actor in the system is the states, and the balance of power policy against the states that increase their power too much or pose a threat has been examined within the framework of the US-Russia conflict, and this power struggle has been analyzed with the positions and policies of other states on the world stage in this power conflict. Rising on the world stage, the People's Republic of China and Germany, the locomotive of the European Union, have an important position in this struggle. In this geography, which is the scene of a geopolitical power struggle, the importance of energy in the politics of the nations has been emphasized and international relations theories and policies have been evaluated in the context of the struggle for hegemony.
Kafkasya, sahip olduğu jeopolitik konumu, jeostratejik konumu, var olan doğal kaynakları, enerji zenginliği, etnik ve dinsel yapısı ile tarihin hemen hemen her döneminde önemli bir bölge olarak görülmüştür. Bölgede tarihten bu yana yaşanan huzursuzluklar bir türlü sona erdirilememiştir. Özellikle SSCB'nin yıkılışı sonrası bölge üzerindeki huzursuzluklar iyice kendisini göstermiş olup, farklı zamanlarda farklı devletler arasında çeşitli krizlere neden olmuştur. Bu krizlerin bir kısmı günümüzde dahi henüz çözüme kavuşturulamamıştır. Bölgede yaşanan Dağlık Karabağ Krizi de bu derin ve çözülememiş krizlerden bir tanesidir. Karabağ Krizi 20.yy'ın son döneminde yalnızca Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanmış basit bir gerginlik veya çatışmadan ibaret değildir. Sorunun en temel nedeni çok daha uzun bir tarihsel geçmişe sahiptir. Sorunun temelinde ve devamında gelişen süreçte etnik ve dini milliyetçilik, bölgesel ve küresel devletlerin çıkarları doğrultusunda uyguladıkları tutarsız politikalar ve ekonomik faktörler etkili olmuştur. Sorunun temelinde yatan sebeplerin ve aktörlerin fazlalığı çözümün de daha karmaşık bir hal almasına neden olmuştur. Dağlık Karabağ bölgesinde yaşanan ve zaman zaman sıcak çatışmaya dönmüş krizin sonucunda Karabağ da dahil olmak üzere hukuken Azerbaycan toprağı olan bölgelerin yüzde yirmilik bir kısmı Ermenistan Devleti tarafından işgal edilişi, bu işgalin sonucunda bir milyondan fazla insan mülteci durumuna düşmüştür. Başta AGİT bünyesinde kurulmuş olan Minsk Grubu, diğer Uluslararası Örgütler, Bölge ve Dünya Devletlerinin tüm çözüm arayışlarına rağmen 2020 yılı itibarıyla sorun halen tam ve kesin bir çözüme kavuşturulamamıştır. Krizin günümüze dek nihai bir çözüme kavuşturulamamasının birçok farklı sebebi olsa dahi en önemli sebep Ermenistan'ın uzlaşmaz tutumları ve çatışmacı tutumları olmuştur. Bu çalışmada, Dağlık Karabağ sorununun tarihsel geçmişi, çatışmada etkisi ve rolü olan bölgesel ve küresel aktörlerin sorun karşısındaki tutumları, sorunun nihai çözüme kavuşturulabilmesi için uluslararası alanda yapılan çalışmalar ve çözümün önündeki engeller incelenerek kalıcı bir barış ortamının sağlanmasının şartları ele alınacaktır. ; The Caucasus has been regarded as an important region in almost every period of history with its geopolitical location, geostrategic location, existing natural resources, energy richness, ethnic and religious structure. The unrest in the region since the history could not be ended. Especially after the collapse of the USSR, the unrest in the region showed itself and caused various crises between different states at different times. Some of these crises have not been resolved even today. The Nagorno-Karabakh Crisis in the region is one of these deep and unresolved crises. The Karabakh Crisis is not just a simple tension or conflict between Azerbaijan and Armenia in the last period of the 20th century. The root cause of the problem has a much longer historical past. Ethnic and religious nationalism, inconsistent policies implemented by regional and global states in line with their interests, and economic factors were influential in the root and continuation of the problem. The excess of the underlying causes and actors of the problem caused the solution to become more complex. As a result of the crisis in the Nagorno-Karabakh region, which turned into a hot conflict from time to time, twenty percent of the regions that are legally Azerbaijani, including Karabakh, were occupied by the Armenian State, and as a result of this occupation, more than one million people became refugees. Despite all the efforts of the Minsk Group, which was founded by the OSCE, other International Organizations, the Region and the World States, the issue of 2020 has not been resolved completely and definitively. Even though there are many different reasons why the crisis could not be resolved until today, the most important reason has been the irreconcilable attitudes and confrontational attitudes of Armenia. In this study, the historical background of the Nagorno-Karabakh conflict, the attitudes of the regional and global actors who have an impact and role in the conflict, the studies carried out in the international field for the final solution of the problem and the obstacles to the solution will be examined, and the conditions of establishing a permanent peace environment will be discussed.