New Age inanışlar ile neoliberalizmin yükselişinin bir bağlantısı vardır. Neoliberal birey kolektiviteden uzak bir yalnızlık ortamında bir girişimci gibi kendine özgün yeni bir benlik inşa eder. Bu makale neoliberal öznenin özgün benliğini ve gerçekliğini yaratmaya zorlandığı bir sosyal yapı içerisinde yöneldiği öznel bir inanç sistemini konu almaktadır. Makalenin temel argümanı neoliberal özenin acılarını dindirmeye yönelik pek çok inanç ve uygulama sunan New Age'in geç kapitalizmin bir ürünü olduğu üzerinedir. Bu argüman, önce moderniteden postmoderniteye geçişte öznelliğin dönüşümü konusuna; daha sonra postmodernitenin ekonomik altyapısını oluşturan geç kapitalizmde kültürün depolitizasyonu meselesine; akabinde bu depolitize olmuş kültürün içinde gelişen New Age eğilimlerin iyileştirici vaadinin arka planına; son olarak New Age'in içinde konumlandığı yeni paradigma olan Kuantum mistisizmi ve bunun küresel anlamadaki popülerliğinin ardında yatan psikanalitik kökenlere değinilerek geliştirilmektedir.
Kalkınma projeleri ile birlikte neoliberal küreselleşme, dünyayı Batı ideallerine göre yıllardır şekillendiren modernite kurumlarındandır. Özellikle "Üçüncü Dünya'da" bu şekillendirmenin yapılması birçok topluma yoksulluk, sefalet ve şiddet getirmiştir. Bu şiddet ve yoksulluğun mağdurları olan ve kapitalizmin kaderleri olmadığının farkında olan taban hareketleri alternatifler yaratabilmenin çabası içindedirler. Otonomi ise bu çabanın gerçekleştirilebilmesinin yoludur. Fakat ne var ki otonomi kavramı birçok özerklik hareketine de temel olacak şekilde uzun süredir liberal düşünce okulunun tahakkümü altındadır. Otonomi kavramına farazi durumlar üzerinden daha büyük bir amaca ulaşmanın aracı olarak yaklaşan liberal otonomi yaklaşımı neoliberal küreselleşme sürecinde sığ kalmaktadır. Çalışmada incelenen Zapatista Hareketi örneğinde de görüldüğü gibi, tabandan gelen toplumsal hareketlerin otonom olmayı arzuladıkları modernite kurumlarını liberal otonomi yaklaşımları doğal ve alternatifi olmayan gerçeklikler olarak üstü açık ya da kapalı kabul etmektedirler. Böyle bir yaklaşım ise Castoriadis'in heteronomi olarak adlandırdığı otonomiye zıt bir durumu ortaya çıkartmaktadır. Liberal otonomi yaklaşımlarının bizzat toplumların otonom olmayı arzuladıkları gerçeklikleri alternatifsiz kabul etmesi yeni bir otonomi yaklaşımının inşasını gerekli ve mümkün kılmaktadır. Neoliberal küreselleşme ve kalkınma projesi gibi toplulukların otonom olabilmelerini engelleyen modernite kurumlarını tamamen reddeden Post-Kalkınma Teorisi ise çok boyutlu otonominin inşası için kuramsal bir çerçeve sunmaktadır. Liberal otonomi yaklaşımları aksine Post-Kalkınma Teorisi, Zapatista Hareketi'nde de görüldüğü gibi siyasi, ekonomik ve kültürel mecralarda çok boyutlu bir otonomi yaklaşımına sahiptir. Otonomi kavramını, ulus devletin merkezi tarafından tanınan siyasi ve kültürel ayrıcalıklar olarak kabul etmek yerine, bu çalışma sömürgecilikten kalkınma projelerine modernite kurumlarının hepsinin mağduru olan toplulukların oluşturduğu Zapatista Hareketi'nde de görüldüğü gibi çok boyutlu bir otonomi yaklaşımının kuramlaştırılmasını hedeflemektedir. ; Along with development projects, neoliberal globalization has been one of the modernity institutions which transforms rest of the World in line with Western ideals. Such transformation has brought poverty, misery and violence to communities and especially to those in the so-called "Third World". Those communities have come to realize that the system that bears such misery and violence is not their fate and is not without an alternative and the ways of creating such alternatives are emanating from the grassroots. The concept of autonomy is the path to such attempts of creating alternatives. However, autonomy has long been studied in and associated with liberal school of thought. But, the liberal approaches to autonomy which tend to see autonomy as a tool for achieving a greater goal and conceptualizes it through vague and abstract situtations, are nothing but shallow in these times of neoliberal globalization. Because, as it can be observed in the case of Zapatista Movement, the grassroots initiatives aim to be autonomous from the institutions of modernity and the liberal approaches view these institutions like free-market economy or nation-state as natural realities and without their alternatives. Such an approach is not only compatible with the very notion of autonomy but is what Castoriadis called heteronomy; the opposite of autonomy. In this light, the Post-Development Theory provides theoretical framework for an alternative and multi-layered conceptualization of autonomy. As it can be seen in the case of Zapatista Movement, the project of autonomy can be realized through political, cultural and economic levels. It is the aim of this study to theorize such an alternative and multi-layered approach to autonomy.
Uluslararası ilişkilerin belirleyici unsuru güç ve en önemli aracı da diplomasidir. Küreselleşmeyle birlikte pekçok kavram gibi bu iki kavram da değişime uğramış, geleneksel anlam ve algılarının ötesinde yeni tanımlar ve uygulamalarla çerçeveleri genişlemiştir. Özellikle Soğuk Savaş sonrasında askeri ve ekonomik varlığa dayalı sert güç karşısında, özendirme ve cazibe oluşturmaya dayalı yumuşak güç uluslararası politikada giderek önem kazanmaya başlamıştır. Aynı şekilde geleneksel diplomasi uygulamalarının yanında yumuşak güce dayalı birtakım yeni diplomasi modellerinin hayata geçtiği görülmektedir. Küresel sağlık sorunlarının çözümünde uluslararası işbirliklerini içeren ve sınıraşan sağlık hizmetlerinin etkili bir uluslararası politika aracı olarak kullanılmasına dayanan sağlık diplomasisi de bunlardan biridir. Bu çalışmada popülaritesi ve etkinliği giderek artan sağlık diplomasisinin uygulanma biçimleri, araçları, etkileşim düzeyleri ve aktörleri ele alınarak, gerçek bir dış politika aracı olup olmadığı üzerinde durulmaktadır. ; The decisive element of international relations is power and the it's most important instrument is diplomacy. These two concepts, like many concepts with globalization, have changed considerably and their frameworks have expanded with some new definitions and practices beyond their traditional meanings and perceptions. Especially in the post-Cold War period, the soft power based on the incentive and attraction against the hard power based on the military and economic existence in the traditional sense has begun to gain importance in the international politics. Similarly, a number of new diplomacy models based on soft power have been implemented in addition to traditional diplomacy practices. Health diplomacy, which includes international cooperation in the solution of global health problems and based on the use of transboundary health services as an effective international policy instrument, is one of them. In this study, it is emphasized whether there is a real foreign policy instrument by taking into consideration the forms, tools, interaction levels and actors of health diplomacy, whose popularity and effectiveness is increasing.
"Karanlık Ortaçağ" metaforu post-modernizmin de etkisiyle bugün, birçok tarihçi tarafından bir yanılsama olarak görülmekte ve yoğun eleştiri altında. Dahası, alegorik bir "aydınlık Ortaçağ ütopyası" dahi sunulmakta. Ortaçağ'ın "karanlığına" yönelik eleştiriler, üç madde altında gruplandırılabilir. İlki, tarihteki sürekliliklere atıfta bulunarak Rönesans'ın aslında Ortaçağdan kopuşu değil, Ortaçağ'ın sonucunu teşkil etmekte olduğunu iddia eder. İkinci eleştirinin kaynağı olan Avrupa-merkezcilik karşıtı teorilere göre ise Ortaçağ karanlıksa bile bu Avrupa için geçerlidir, dünyanın geri kalanı için değil. Son olarak ve diğer iki argümanı da kapsayan bir diğer itiraz ise Ortaçağ'ın karanlığı ya da geriliği paradigmasının Aydınlanma felsefesinin ve hümanizmaya dönüşün getirdiği bir önyargı olduğudur.
Bu üç eleştiri başlığından hareketle, bu çalışma, modernitenin distopik bir geleceğe hizmet ettiğini savunan yukarıdaki "araçsallaştırıcı" iddiaları tartışacak. Batı - Ortaçağ öğretim-kültür sisteminin, dogmanın ve skolastik düşünce tarzının öznel Ortaçağ güzellemeleri (çoğunlukla mikro monografiler) üzerinden meşrulaştırılmasının, romantizm tepkiselliğinin ve ardından gelen Post-modernizmin bir sonucu olduğunu değerlendirmekteyiz. Bu bağlamda "karanlık" Ortaçağ imgelemini yıkan görüşün tarihsel arka planı tartışıldıktan sonra yukarıda sayılan eleştirilerin romantik ve neo-muhafazakâr söylemlerle ilişkisi tartışılacak ve Aydınlanma felsefesinin niteliksel yönüne vurgu yapılacak.
Makalede örneklem olarak alınan eleştirilerin analizi, kavramsal çerçevemiz olan Ortaçağ güzellemelerine araç olarak kullanılan maddesel bağlamından kopuk kültüralist söylemin eleştirisi ile birlikte iç içe olacaktır.
Bu makalede, ister iktisadi ister siyasal veya sosyal alanlarda olsun Devlet, Devletçilik ve bileşenlerine karşı İnsanın önemi üzerinde duracağız. Mutlakiyetçiliğe veya otoriter hiyerarşiye karşı, John Locke'un öncülü olduğu Klasik Liberalizm öğretilerine paralel şekilde, insan olarak bölünmez ve devredilemez doğal haklarımız önemli yol göstericimiz olacaktır. Makalede, siyaset bilimi ve siyaset felsefesinin etkisinde interdisipliner bir anlayışla, devletin tarihsel fikir tartışmalarında büründüğü haller ve birey karşıtı evrimi, liberalizmin gelişim süreciyle paralel ele alınacaktır. Devlet ve devletçilik ideaları, tek taraflı çıkarlarını koruyan şekilde hareket eden bireyler topluluğunun faydacı bir doğal ürünü müdür? Keza bu surette hayat bulan Hobezyen (Hobbesian) bir Leviathan'mıdır? Yoksa günümüzde daha kabul edilebilir şekliyle, modern devletin kaynağı sayılan Weberyan (Weberian) öğretinin öngörebileceği gibi, gerektiğinde mekanizmayı bozmamak adına duygulardan arındırılmış rasyonel fayda ve çıkar hesabını en iyi yapan bir Makine midir? Tüm bunlardan bir nebze almış olabileceği iddia edilerek, insan eliyle yaratılan yapay kutsaliyetler arkasında, yine insanı karanlık bir evrime mahkûm eden devlet adına yapılan tüm eylemleri, bazı düşünürlerden farklı olarak sadece iktisadi manada değil, siyasi, sosyal ve felsefi yönleriyle bir bütün olarak Devletçilik olarak algılayacağız. Bu manada, pek çok yönüyle devlet tekeline girmiş "modern" kavramının ve modernist toplum sahalarının daha fazla sorgulanır hale geldiği "postmodern" yeni dönemde, klasik liberalizmin temel değerlerinin, insan ve bireyler yararına halen yol gösterici olduğunu vurgulayacağız
Geç ergenlerin yaklaşmacı/kaçınmacı benlik düzenleme odakları ile ebeveynlerine bağlanmaları ve onlardan ayrışma bireyleşme düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemek için planlanan araştırmaya Marmara Üniversitesi'nden 242 ve Maltepe Üniversitesi'nden 196 olmak üzere toplam 501 öğrencinin katılımı sağlanmıştır.Bu öğrencilerin 240 tanesi 1. sınıfa ve 198 i 4. sınıfa devam etmekte olup, 241 i kız ve 197 si ise erkektir. Geç ergenlerin yaklaşmacı benlik düzenleme odağının ebeveyne güvenli bağlanma ile pozitif yönde, kaçınmacı benlik düzenleme odağının ise negatif yönde ilişkili olacağı ve yine geç ergenlerin ebeveynlerine güvenli bağlanma ile onlardan ayrışma bireyleşme düzeyleri arasındaki ilişkinin negatif yönde olacağı varsayımlarını doğrulamak, geç ergenlerin yaklaşmacı/kaçınmacı benlik düzenleme odakları ile ayrışma bireyleşme düzeyleri arasında bir ilişkinin olup olmadığını tespit etmek ve varsa ilişkinin yönünü belirlemek, araştırmanın ana değişkenlerinin cinsiyete ve ayrıca ayrışma bireyleşme düzeylerinin ise sınıf düzeyine göre farklılaşıp farklılaşmadığını ortaya çıkarmak araştırmanın amaçlarındandır. Veri toplama araçları olarak Sosyo-Demografik Bilgi Formu, Yaklaşmacı/Kaçınmacı Benlik Düzenleme Odağı Ölçeği, Ebeveyne ve Akrana Bağlanma Envanteri, Ayrışma Bireyleşme Ergen Testi kullanılmıştır. Araştırmanın sonucunda yaklaşmacı benlik düzenleme odağı ile ebeveyne güvenli bağlanma arasındaki ilişkinin beklendiği gibi pozitif yönde ve anlamlı olduğu görülmüştür. Kaçınmacı benlik düzenleme odağı da ebeveyne güvenli bağlanma ile negatif yönde ve anlamlı düzeyde ilişkilidir. Yine beklendiği gibi ebeveyne güvenli bağlanma ile ayrışma bireyleşme düzeyleri arasında negatif yönde bir ilişki olup,ebeveyne güvenli bağlanma ile sadece kısıtlanma kaygısı ve reddedilme beklentisi arasındaki ilişki anlamdır. Ayrıca kaçınmacı benlik düzenleme odağının ayrışma bireyleşme düzeylerinin tümü ileilişkisi pozitif yönde ve anlamlı iken, yaklaşmacı benlik düzenleme odağı sadece ayrışma kaygısı ile pozitif yönde ve anlamlıdır. Oysa regresyon analizi sonuçları ergenlerinkaçınmacı benlik düzenleme odağının sadece ayrışma kaygısı ve reddedilme beklentisini pozitif yönde ve anlamlı düzeyde yordadığını göstermiştir. Araştırmanın temel değişkenlerinden olan yaklaşmacı benlik düzenleme odağı, ayrışma kaygısı ve reddedilme beklentisi cinsiyete göre farklılık gösterirken, kısıtlanma kaygısı ve ayrışma kaygısı da sınıf düzeyine göre farklılık göstermiştir. Yaklaşmacı benlik düzenleme odağının ebeveyne güvenli bağlanmayı arttırdığı, kaçınmacı benlik düzenleme odağının ise azalttığı, kaçınmacı benlik düzenleme odağının bireyleşme sürecinde yaşanan sıkıntıları(ayrışma kaygısıve reddedilme beklentisi) arttırdığı, ebeveyne güvenli bağlanmanın ise bu sıkıntıları (kısıtlanma kaygısı ve reddedilme beklentisi) azalttığı kanısına varılmıştır. Sonuçlar kültürel bağlamda yorumlanmıştır. ; To examine late adolescents promotion/prevention focusses with attachment to parents and levels of seperation-individuation from them, the research has been fillfulled from total 501 university students who attend to first (240) and fourth(198) class of Marmara(242) and Maltepe(196), who are 241 girls and 197 boys. To confirm hypothesises that late adolescents promotion self-regulatory focus will be related positively to their security attachment to parents, prevention regulatory focus will be related negatively to their security attachment to parents and there will be negative relationship between security attachment their parents and levels of seperation-individuation from parents, to determine that if there is relationship between late adolscents of promotion/prevention self regulatory focuses and levels of saperation-individuations, if there is, to determine aspect of this relationship, to find out that if the basic variables of search change according to gender and if levels of seperation-individuation change occording to levels of class are purpose of the search. As a datacollecting materials,Socio-demographic Form, Scale of Promotion/Prevention Self-Regulatory Focuses, Inventory of Attachment to Parent and Peer and Adolescent Test of Seperation-Individuation has been used. As expected, there has been found positive and significant relationship between promotion self-regulatory focus and securtiy attachment to parent. Prevention self-regulatory focus is related negatively and also significantly to attachment to parent. Again as expected,there has been found negative relationship between security attachment to parent and seperation-individuation levels, but just engulfment anxiety and rejection expectancy are significant. While prevention self-regulatory focus is related positively and significantly to all of seperation-individuation levels, promotion self- regulatory focus is just positively and significantly seperation anxiety. Wheras regression analiysis has showed that prevention self-regulatory focus had predicted just adolescents seperation anxiety and rejection expectancy. While just promotion self-regulatory focus, engulfment and seperation anxiety from basic variables of research have showed difference according to gender, engulfment and seperation anxiety have showed difference according to class levels too. These foundings have been compared to foundings of other research and have been interpretted direction of the theoretic acknowledgements. İt has been thought that promotion self-regulatory focus raises security attachment to parent, but prevention self-regulatory focus decreases security attcahment to parent, prevention focus raises distreses, like seperation anxiety and rejection expectancy, in the individuation process, security attachment to parent decreases distreses, like engulfment anxiety and rejection expectancy, in the individuation process. Conclusions are interpretted in cultural context. Key Words: Promotion self-regulatory focus, prevention self-regulatory focus, security attachment to parent, seperation-individuation.
Barış çalışmalarının geçmişten günümüze gelen süreçte bir takım değişiklikler sergilediği gözükmektedir. Bu değişiklikler, 21. Yüzyılın kendine özgü ekonomi politik yapısıyla değerlendirildiğinde sürdürülebilirlik kavramını gündeme getirmektedir. Barışın sürdürülebilir olma niteliği ise barış kavramının strateji ile olan ilişkisini ortaya çıkarmaktadır. Bu ilgileşim, barışın kurulma ve koruma aşamalarında stratejik davranışın sergilenmesi gerektiği sonucunu doğurmaktadır. ; It seems that peace studies have exhibit some changes between the past and present process. These changes put the term of sustainability to the center of the field when it evaluated with the economy politics structure of the 21st age. A sustainable attribution of the peace, reveals the relation with the term of peace with strategy. This correlation, results with the exhibition of the necessity of the strategic behavior in peace building and peace keeping processes.
Aviva Butt has just finished translating in collaboration with the author, Salim Barakat's first novel Fuqahā' al-Ẓalām (Sages of Darkness) written in 1985. The translation was done from a later original Arabic manuscript roughly the same as the 1994 Baghdadi edition. Sages of Darkness is a Kurdish Sufi novel depicting Kurdish life in late Ottoman times. It is, in fact, a philosophical novel with a strong dose of psychological realism, written in a style derived from Classical Modernism. And so, it is mainstream literature, an achievement in view of the late start in novel-writing by the Kurdish far-flung writers' community. The action line, full of suspense, violence, and murder, is greatly about the tribal notable "Avdei Sarei," who does everything he can to ensure the survival of his business and the economic health of his endeavors. In this article, the translator of Sages of Darkness analyzes Barakat's novelistic techniques for the purpose of prompting a better understanding of the novel, and by-the-by, if possible, to solve the enigma of the meaning of the title.
Ibrāhīm al-Ḥalabī's (d. 956/1549) Multaqā al-abḥur, published in 1517, quickly became one of the most authoritative fiqh texts in the Ottoman Empire. Ottoman authors treated it just as fiqh text. In their early writings, Western scholars also represented the book to their audiences as a fiqh book. However, by the late seventeenth century onward, Western authors started to portray the book as a code of the state in the modern sense of a uniform law. Some Muslim scholars in the late nineteenth century fallowed the same path. Thus, the representation of the Multaqā shifted from being a fiqh text to a code of the state. This article traces the historical process of this shift and argues that viewing the Multaqā as a code of the state was a misrepresentation that emerged under the influence of the notion of a modern nation-state.
Yalnızlığın olumsuz sonuçlarına rağmen, tek başına olma tercihinin sonuçlarının olumlu olacağı literatürde ifade edilmektedir. Bu çalışmada bu iki kavram ele alınarak, aralarındaki ilişki incelenmiştir. Buradan yola çıkarak bu araştırmada üniversite öğrencilerinde yalnızlık ile tek başına olmayı tercih etme ilişkisi ve bu iki değişkenin düzeylerinin, cinsiyet, yaş, sınıf düzeyi ve barınma yeri düzeylerine göre değişip değişmediğinin incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmanın evrenini Çukurova Üniversitesi, örneklemini Çukurova Üniversitesinde öğrenim gören 157 erkek 271 kadın olmak üzere toplam 428 öğrenci oluşturmaktadır. Veri toplama aracı olarak UCLA Yalnızlık Ölçeği, Tek Başına Olmayı Tercih Etme Ölçeği ve Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen bulgulara göre tek başına olmayı tercih etme ile yalnızlık arasında orta düzeyde pozitif yönde (r = 0,325) istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Regresyon analizi sonucuna göre tek başına olmayı tercih etme düzeyi yalnızlık düzeyindeki değişimin 'unu açıklamaktadır. Yalnızlık düzeyinin yaş düzeyine bağlı olarak farklılaştığı bulgulanmıştır ve yaş ilerledikçe yalnızlık düzeyi azalmaktadır. Tek başına olmayı tercih etme düzeyinin yaşa göre farklılaşmadığı sonucu bulunmuştur. Yalnızlık ve tek başına olmayı tercih etme düzeyinin cinsiyet, sınıf düzeyi ve barınma yerine göre bir farklılık göstermediği sonucu elde edilmiştir. Sonuç olarak tek başına olma tercihi düzeyi arttıkça yalnızlık düzeyi de artmaktadır. ; Despite the negative consequences of loneliness, it is stated in the literature that the results of the preference for solitude are positive. These two concepts were taken into consideration and their relationship was examined. In this study, it was aimed to examine the relationship between loneliness and preference for solitude among university students and whether the levels of these two variables changed according to gender, age, grade level and sheltering. The study was carried out with a total of 428 students (157 male, 271 female) studying at Çukurova University. UCLA Loneliness Scale, Preference for Solitude Scale and Personal Information Form were used as data collection tools. According to the results of the study, it was found that there was a significant relationship (r = 0,325) between loneliness and preference for solitude. According to the results of regression analysis, loneliness explains 10 % of change in the level of preference for solitude. The level of loneliness differs depending on age and the level of loneliness decreases with age. The preference for solitude did not differ according to age and the level of loneliness and preference for solitude did not differ according to gender, grade level and sheltering. As a result, the level of loneliness increases as the level of preference for solitude is increased.
Tanil Bora discusses "currents" under the following headings: late Ottoman mindset world, westernism, Kemalism, nationalism, Turkism and criticism, conservatism, Islamism, liberalism, left, feminism and Kurdish political movement. It does not just focus on certain texts, but also on words and gestures, and focuses on "who said," not "what." Thus, it reveals the ideological content and "climate" that surrounds political thought
Varna is located on a coastal plain situated on a bay having the same name in the Northeastern part of Bulgaria. Founded as a Greek colony in the 6th century BC, Varna was incorporated into the Danubian Bulgarian State (First Bulgarian State) in the late 8th century and converted to Christianity during the second half of the 9th century. Varna fell under Byzantine rule in 971 and this lasted for a long time. As from 13th century, Turkic people migrating to Anatolia were settled in Varna located within the borders of the Bulgarian State. Some of them returned to Anatolia and some others stayed in Dobruja and adopted Christianity. The descendants of these Christian Turks, called the Gagauz, founded an independent beylik in Dobruja. The capital city of this beylik was Kaliakra (Keligra) and was later moved to Varna. Varna and its surrounding region fell under Ottoman rule during the reign of Sultan Murad I. The Crusade of Varna 1444 between the Ottoman Empire and the Crusaders took place around the vicinity of Varna. After 1444, the Yoruk groups were settled in the villages destroyed by their abandoned populations. Administratively, Varna was subjected to the sanjak of Silistra from the 16th century. The data in the cadastral record books (tahrir defteri) indicate that the population of Varna increased throughout the 16th century. Under Ottoman rule, Varna was one of the commercially important centers on the route leading to Istanbul from the North of the Black Sea. Offering chances in terms of economic and commercial activities, Varna attracted both Muslims and non-Muslims. Varna was raided many times by the Prince of Wallachia Michael in the late 16th century, and by the Cossacks in the 17th century. The archive records show that the population of the district of Varna was reconstructed following these raids. New districts (Hacıoğlu Pazardzhik and Balchik) were founded around Varna in the second half of the 16th century. In the 17th century, the number of the villages and the population of Varna decreased due to not only the Cossack attacks but also these newly founded districts. This paper provides information regarding Varna coming under the Ottoman domination, its administrative organization, its settlement, and demographics. This information will contribute to the history of the district Varna's administration, socio-economics, settlement, and demographics.