Transformation of Kosovar Albanians' Struggle from Parallelism to Armed Conflict: Why is Violence Necessary?
In: The Turkish yearbook of international relations, Band 43, Heft 0, S. 97-138
20 Ergebnisse
Sortierung:
In: The Turkish yearbook of international relations, Band 43, Heft 0, S. 97-138
I. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, uluslararası savaşlardan daha yaygın hale gelmesine karşın, akademik çevre 1990'lı yılların sonlarına kadar silahlı iç çatışma sorununa ilişkin çalışmalara ağırlık vermemiştir. Bu tarihten itibaren yapılan pek çok çalışma doğal kaynaklar ile silahlı iç çatışma veya iç savaş başlangıcı, süresi ve şiddeti arasında bir ilişki olduğunu ileri sürmektedir. Literatürde doğal kaynaklar ile silahlı iç çatışma başlangıcı arasındaki ilişki altı farklı mekanizmayla açıklanmaktadır. Bunlar; açgözlü ayaklanma, dışarıdan müdahale, kindarlık, elverişlilik, zayıf devlet ve seyrek ticaret ağıdır. Mekanizmaların farklı önermeler üzerine inşa edilmiş olması hem terminolojik hem de kuramsal bir altyapının oluşturulmasını zorlaştırmaktadır Bazı kaynaklarda geçen teorilere diğer bazı kaynaklarda hiç yer verilmemesi ya da benzer teorilerin daha farklı, hatta bazen de çelişir şekilde kullanılması mevcut sorunu daha da büyütmektedir. Benzer şekilde farklı teorilerin sıralandığı iddia edilen kaynaklarda da sıralanan teorilerin birbiriyle iç içe oldukları, kullanılan teorilerin birbirinin tekrarından öteye geçemedikleri ya da tamamlayıcı oldukları görülmektedir. Mevcut literatürdeki bu eksiklik ve zorluklar bu çalışmanın hazırlanmasındaki ana etkendir. Bu etken bağlamında bu çalışmanın iki amacı vardır. Bunun ilki, mevcut çalışmalar ışığında doğal kaynaklar ile iç çatışma başlangıcı arasındaki ilişkiyi iç çatışma mekanizmaları yardımıyla iktisadi olarak tanımlamaktır. İkinci amaç ise bu tanımlamalarla terminolojik eşgüdümün oluşturulmasına ve kuramsal altyapının şekillenmesine katkıda bulunmaktır. ; Scholars did not place any emphasis on the studies regarding the issue of armed civil conflicts or wars from the ending of World War II to the late 1990s, though they appeared to be more common than the international wars. A high number of studies from then on, however, have suggested that there is a relationship between the natural resources and the onset, duration and severity of the armed civil conflicts or wars. In literature, the relationship between the natural resources and armed civil conflicts is accounted for with six different mechanisms. These are greedy the rebels mechanism, the greedy outsiders mechanism, the grievance mechanism, the feasibility mechanism, the weak states mechanism and the sparse network mechanism. That these mechanisms are based on different propositions makes it difficult to form a terminological and theoretical substructure. The current problem is intensified by the fact that the theories in some sources are not mentioned at all in other sources or that similar theories are used in a more different and even conflicting way. Likewise, it is seen in the sources in which different theories are claimed to be listed that these theories concentric with each other and that the theories used are no more than the repetition of or just complementary to one another. It is these deficiencies or difficulties in the current literature that make the primary factor for the preparation of this study. In the sense of this factor, this study is intended for two purposes. The first purpose of the study is to make an economic definition of the relationship between the natural resources and the commencement of the civil conflict with the help of civil conflict mechanisms in the light of the existing studies. The second purpose of the study is to contribute to the formation of terminological coordination and the shaping of the theoretical substructure with these definitions.
BASE
ÖZETSİLAHLI ÇATIŞMALARIN ULUSLARARASI ANDLAŞMALAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİSilahlı çatışmaların uluslararası andlaşmalar üzerindeki etkileri sorunu, geçmişte olduğu gibi günümüzde de belirsizlikler gösteren, oldukça tartışmalı bir konu olmayı sürdürmektedir. 20. yüzyıl öncesinde, devletler arasında meydana gelen bir savaş veya silahlı çatışma, muharip devletler arasındaki tüm andlaşmaları, istisnasız sona erdirmekteydi. Devletler arasında andlaşmalar ile düzenlenen ilişkilerinin olağanüstü bir hızla gelişmesi ve çeşitlenmesinin etkisiyle, silahlı çatışmaların muharip devletler arasında yürürlükte bulunan andlaşma ilişkilerini etkilememesi ve silahlı çatışmaların muharip devletler arasındaki andlaşma ilişkileri üzerinde etkilerinin daha az olması gerektiği biçiminde iki farklı görüş ileri sürüldü. Ancak bu görüşleri savunan yazarlar arasında büyük düşünce farklılıkları bulunmaktaydı. Devlet uygulamalarında da, hangi andlaşmaların sona ereceği, hangilerinin askıya alınacağı veya hangilerinin yürürlüklerini devam ettireceği konusunda tutarlı bir uygulama gelişmemişti. 2. Dünya Savaşı sonrasında bu konu, 1985 yılında, Uluslararası Hukuk Enstitüsü ve daha yakın bir tarihte ise Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından, ayrıntılı bir biçimde çalışıldı. Uluslararası Hukuk Komisyonunun Taslak Maddeler çalışması, uluslararası bir andlaşma olarak kabul edilmemiş olsa da, Komisyonun çalışmasının bu konu hakkında hazırlanmış en kapsamlı ve en önemli çalışma olduğu tartışmasız bir biçimde ifade edilebilir. Komisyon tarafından, silahlı çatışmaların değişen niteliği göz önüne alınarak, uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda, hazırlanan Taslak Maddeler'in kapsamına dâhil edilmiştir. Tezin son bölümünde ise, Türk literatüründe oldukça uzun bir dönemden bu yana herhangi bir çalışmaya konu olmamış olan, silahlı çatışmaların uluslararası andlaşmalara etkileri konusunda Türk uygulaması incelenmiştirABSTRACTEFFECT OF ARMED CONFLİCT ON INTERNATİONAL TREATİES The issue of the effects of armed conflicts on international treaties still indicates uncertainties and continues to be a highly controversial subject matter today as it was in the past. Before the 20th century, a war or an armed conflict which occurred between states terminates all treaties between the belligerent states without exception. Due to the extraordinary rapid development and diversification of relations among the states that governed by treaties two kinds of opinion have come forward; the armed conflicts should not affect treaties in force between belligerent states and the effects of armed conflicts on the treaty relations of belligerent states should be less. However, there were great differences among the writers who advocate these views. State practices also has not developed consistent implementation about which treaties will end, which will be suspended or which are going to be in force. This issue, after Second World War, in 1985, was studied in detail by the International Law Institute and more recently by the International Law Commission. Although the International Law Commission's study on Draft Articles has not been accepted as an international agreement, Commission's study can be expressed unequivocally as the most comprehensive and most important work on that issue. The Commission by taking the consideration of changing nature of armed conflicts, included non-international armed conflicts in Draft Articles scope. In the last part of the thesis, it has been examined the Turkish practice about effects of armed conflicts on treaties which quite a long time has not been the subject of any studies in the Turkish literature.
BASE
Soğuk Savaş sonrasında Afrika'da demokratik normların gelişmesine ilişkin önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen; kıtadaki silahlı çatışmalar günümüze kadar süregeldi. Son yirmi yıl içinde birçok Afrika ülkesinde uyuşmazlık nedenleri ulusal güç, ideoloji, otonomi, ayrılık, toprak/bölge, doğal kaynaklar ve diğer nedenler olarak kategorize edilebilecek şiddetli çatışmalar yaşandı. Afrika Birliği Örgütü, Afrika'nın entegrasyon sürecinde 1963'de kuruldu ve 2002'deki dönüşüm sonrasında anılan örgüt yerini Afrika Birliği'ne bıraktı. Her iki kuruluşun barış ve güvenliğin sağlanmasına yönelik yapılanmaları ve yaklaşımları farklılık göstermektedir. Afrika Birliği Örgütü'nün öncelikli hedefleri; "Afrikalı" kimliğin güçlendirilmesi, kıtada sömürge yönetimi altındaki ülkelerin özgürlüklerini elde etmelerinin sağlanması ve Afrika'nın entegrasyonu olarak belirlendi. Afrika Birliği ise, önceki baskın prensip kıtadaki devletlere "müdahale yok" yerine, Kurucu Yasa'da belirtilen koşullarla uyumlu olarak müdahaleye olanak veren "ilgisizlik yok" prensibini kabul etti. Barış ve güvenliğin sağlanmasına yönelik çabaların sonucunda oluşturulan Afrika Barış ve Güvenlik Mimarisi, 2002'den itibaren fonksiyonel hale geldi. Afrika Birliği, kıtadaki bölgesel ekonomik topluluklardan güvenlik alanında yararlanarak; bunların Mimariye entegre edilmesini amaçlamaktadır. Bu çalışmada Afrika'nın entegrasyon sürecinde barış ve güvenliğin sağlanmasına yönelik çabalar, kıtada görülen silahlı çatışmalar ve örnek olay bağlamında Darfur krizi analiz edilmekte; kolektif savunma ve güvenlik anlayışıyla oluşturulan Afrika Barış ve Güvenlik Mimarisinin kapasitesi yorumlanarak yetersizliğinin giderilmesine yönelik çözümler önerilmektedir. ; Although important progress regarding development of democratic norms has been maintained in Africa after Cold War, armed conflicts on the Continent have been held until nowadays. Violent armed conflicts, dispute reasons of which are categorized such as national power, ideology, autonomous, secession, territory, natural resources and others have been witnessed in most of African countries in the last twenty years. In the integration process of Africa, the Organization of African Unity (OAU) was established in 1963 and after transformation in 2002 the aforementioned organization left its place to African Union (AU). Structures and approaches of both organizations towards maintaining peace and security show diversities. The primary objectives of OAU were defined such as strengthening of African identity, acquiring independence of countries, which were under colonial administration and integrating Africa. In regards to AU, instead of former dominant principle "non intervention" to the countries on the Continent, AU adopted "non interference" principle, which provides intervention possibility in line with mentioned conditions in the Constitutive Act. African Peace and Security Architecture (APSA), which was constituted as a result of seeking efforts towards maintaining peace and security, has become functional since 2002. AU aims to integrate Regional Economic Communities (RECs) on the Continent into APSA by making use of RECs in the field of security. In this study, efforts towards ensuring peace and security in the process of African integration; armed conflicts on the Continent and Darfur crisis, as a case study, are analyzed; capacity of APSA, which was established with the understanding of collective defense and security approach, is commentated and solutions to overcome its insufficiency recommended.
BASE
Uluslararası toplum, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden uluslararası olmayan silahlı çatışmalarla son yıllarda daha sık karşılaştı. 1990'lardaki uluslararası olmayan silahlı çatışmalar dolayısıyla yüzbinlerce sivil evlerini terk etmek zorunda kaldı ve birçoğu öldü ya da yaralandı. Uluslararası toplum, böylesi durumlarda risk altındaki sivillere güvenlik ve insani yardım sunmak için bir çözüm arayışı içindedir. Bu bağlamda, uluslararası toplumun güncel çatışmaların olduğu ülkelerde insani acıları dindirmek için başvurabileceği en etkili ve elverişli tedbirlerden biri de güvenli bölgedir. Bu makale, geçmiş güvenli bölge örneklerini mercek altına almakta ve bu bölgelerin hukuki analizini içermektedir. ; The international community faced with non-international armed conflicts that threaten international peace and security in recent years more frequently. Hundreds of thousands civilians were forced to leave their homes and many of them were either killed or injured as a result of non-international armed conflicts in 1990s. The international community has been in search of a solution for such situations to provide security and humanitarian aid to civilians at risk. In this regard, safety zones may be one of the most effective measures available to the international community to alleviate human suffering in current conflict countries. The article scrutinizes past examples of safety zones and includes legal analysis of such zones.
BASE
Latin Amerika'nın önemli ülkelerinden Kolombiya uzun yıllar çatışmalar ülkesi olarak anılmıştır. Geçtiğimiz yüzyılda ülke içerisinde Liberaller ve Muhafazakarlar arasında şiddetli çatışmalar yaşanmış, toplumdaki gelir dağılımı adaletsizliği, mülkiyetin kullanımındaki toplumsal katmanlardaki derin farklılıklar iç çatışmaların artmasına neden olmuştur. Hükümetler ile muhtelif çıkar ilişkileri olan belirli azınlık gruplarının elinde bulunan devasa toprak mülkiyetleri oligarşik yapıları meydana getirmiş, buna karşın toplumsal refleks ve dinamikler harekete geçmiş ve iç isyanlar başlamıştır. Farklı birçok silahlı örgüt bu yapısal olumsuzlukları bertaraf etmek için devlet ve paramiliter güçlere karşı savaş açmıştır. Silahlı mücadelelerin başlamasıyla yaşanan çatışmalar ülkede zaten yoğun şekilde var olan uyuşturucu trafiğinin ve coğrafi koşulların gerilla için elverişli olmasının da etkisiyle apayrı bir ivme kazanmıştır. Bu silahlı grupların en eskisi ve büyüğü olan FARC, Kolombiya Hükümetleriyle 52 yıl boyunca savaşmış ve birçok evreden sonra Barış Anlaşması ile bu savaş sona ermiştir. Bu çalışmada Kolombiya devlet ve toplum yapısındaki dinamikler, sorunun temel yapı taşları çatışma teorisi analizi çerçevesinde irdelenerek kalıcı barış kapasitesi tahlil edildi. Yaşanan iç savaştan barış aşamasına gelinen süreçte dış etkenlerin etkisi, ideolojik angajmanlar, küresel hegemonya ve konjonktürel etkileri ortaya koyuldu. Yanlış ve doğrularıyla taraflar arasında çatışmasızlığın nasıl sağlandığı, tarafların talep ve aktör analizleriyle politik inisiyatiflerin nasıl alındığı mercek altına alındı. Barışın kalıcı hale gelebilmesi ve geleceğin Kolombiya toplumu için barış umudu taşıyabilmesi için gerekli reform adımları ortaya koyuldu. Son olarak dünyanın diğer coğrafyalarında bulunan çatışmalara Kolombiya-FARC barış sürecinin nasıl bir tecrübi kazanım olabileceği araştırıldı. ; Colombia, one of the most important countries of Latin America, has been called as conflict country for many years. In the past century, there have been violent clashes between the Liberals and the Conservatives in the country; the unfair income distribution in society and the deep differences in the social strata in the use of property have led to an increase in internal conflicts. The gigantic land properties owned by certain minority groups who have various interests with governments constituted oligarchic structures, on the other hand social reflexes and dynamics came into action and internal revolts began. Many different armed organizations have waged war against the state and paramilitary forces in order to eliminate these structural problems. The clashes with the onset of armed struggles gained momentum due to the fact that the drug traffic that is already heavily present in the country and geographic conditions that are favorable for guerrillas. The FARC, the oldest and largest of these armed groups, fought the Colombian Governments for 52 years and, after many stages, this war ended with the Peace Agreement. In this study, the dynamics in the state and social structure of Colombia and the main building blocks of the problem were analyzed within the framework of conflict theory analysis; and lasting peace capacity was analyzed. The effects of external factors, ideological engagements, global hegemony and its conjunctural effects have been put forward in the process from the civil war to the stage of peace. It was examined how the de-conflict between the parties was ensured by their wrongs and rights and how the political initiatives were taken by the demand of parties and actor analysis. The necessary reform steps have been put forward for the peace to be lasting and the hope for peace for the future of Colombian society. Finally, it was explored how the Colombian-FARC peace process could be a gain in the conflicts in other geographies of the world.
BASE
URL: http://sutad.selcuk.edu.tr/sutad/article/view/1067 ; Afganistan'da 1979 ve 1989 yılları arasında devam eden Sovyet işgali Soğuk Savaş'ın son büyük silahlı çatışmasına yol açmıştır. "Savr Devrimi" olarak adlandırılan 1978 hükümet darbesinin Sovyet yanlısı yönetimine karşı başlayan münferit ve örgütsüz ayaklanmalar Sovyet Ordusu'nun Afganistan'a girmesiyle üçüncü tarafların desteklediği geniş kapsamlı bir direniş mücadelesine dönüşmüştür. Krizin asıl aktörleri Sovyetler Birliği ve Marksist Afgan Hükümeti ile bunların karşısındaki direnişçilerdir. Afganistan topraklarındaki direniş grupları, Pakistan ya da İran'da yerleşik dinî nitelikli siyasi partilerin şemsiyesi altında faaliyet gösterirlerken aynı zamanda ABD, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden finansal yardım ve silah desteği alıyorlardı. Bu siyasi partiler söylemlerinde yoğun olarak İslami temaları kullanmalarına rağmen aslında etnik temel ve arka planda oluşmuşlardı. Genel olarak Afganistan'daki halkın bir kısmı etnik yakınlık duydukları siyasi partilerin himayesindeki direnişçi gruplara katılmışlar, bazıları ise Sovyet yanlısı hükümet tarafında olmayı tercih etmişlerdir. Çoğunlukla Kuzey Afganistan'da yerleşik Türkler de diğer etnik gruplarda olduğu gibi aynı yolu izlemişler, Kâbil hükümetini desteklemeyi ya da Sovyet askerî güçlerine karşı koymayı seçmişlerdir. Afganistan harekâtına katılan Türk kökenli Sovyet vatandaşları da göz önüne alındığında bu coğrafyadaki Türklerin silahlı çatışmanın farklı taraflarında savaşmak zorunda kaldığı olgusu ile karşılaşılır. Bu çalışmada, Sovyet işgali ve sonrasındaki yakın dönemde Afganistan'daki ve Sovyet ordusunda görev alan Türklerin durumu ve faaliyetleri öne çıkan Türk kökenli şahsiyetler çerçevesinde incelenmiştir. ; Soviet invasion of Afghanistan which lasted between the years 1979 and 1989 sparked off the last principal armed conflict of the Cold War. The seperate and unorganized uprisings against the pro-Soviet government of the 1978 coup d'etat, namely "Saur Revolution", had transformed to be far-reaching resistance with the help of third parties wherafter the Soviet invasion took place. The primary actors of the crisis were the Soviet Union, Marxist Afghan government and the per contra insurgents. While the resistance groups in Afghan territory were operating under the umbrella of religious political parties, stationed in Pakistan or Iran, they were also enjoying financial aid and arms supply, procured by the countries like the US, Pakistan and Saudi Arabia. Although these political parties were extremely making use of the islamic themes in their discourses they had actually been shaped on ethnic basis and background. In the general sense, part of Afghan people partook in the resistance groups under the auspices of a political party with affiliation motives and some other preferred to be on the side of pro-soviet government. The Turks, mostly resident in Northern Afghanistan followed the same course as is the case with the other ethnic groups and they either chose the option to support Kabul government or to resist the Soviet military forces. Taking into account the Soviet citizens of Turkic origin who participated in the military expedition in Afghanistan, it is deducible to say that Turks in this geography had to fight on different sides of the armed conflict. In this paper, the situation and activities of Turks in Afghanistan and the ones who partook in the armed conflict as soviet soldiers are examined during the Soviet invasion and soon after within the scope of prominent personalities of Turkic origin.
BASE
In: Alternatif politika: Alternative politics, Band 16, Heft 1, S. 1-30
ISSN: 1309-0593
The UN's Women, Peace, and Security (WPS) agenda emphasizes women's victimhood and peacemaking roles. However, women participate in two-thirds of armed movements and affect conflict outcomes in unique gendered ways. This article argues that excluding female perpetrators from the WPS agenda generates new insecurities for them and broader societies. By highlighting women's contribution to perpetuating conflict, I propose a framework to incite policymakers to view women's empowerment as a mainstream security concern and implement policies aligned with the goals of the UN WPS Agenda. First, I explore reasons to avoid reinforcing gender norms that portray women as victims and peacemakers. These reasons encompass assessing: 1) women's contributions to armed organizations, 2) their exclusion from post-conflict rehabilitation programs, 3) the limited visibility of human rights violations by women and the underrepresentation of male civilians as victims, and 4) "saving vulnerable women" rhetoric as a justification for Western power involvement. Then, I examine gender inequality as a fundamental cause enabling these factors, underscoring the need to regard gender inequality and traditional gender norms as central security concerns.
1948 yılında İsrail devletinin kurulması ve İsrail-Arap Savaşı"ndan sonra 700.000'den fazla Filistinli Arap, ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Lübnan, Ürdün, Suriye ve Mısır gibi komşu ülkelere ise bu mülteciler istemeden yerleşmek zorunda idiler. Ev sahibi ülkeler arasında, Filistinli mülteciler için en sorunlu ülke Lübnan"dır. Bu husus devletin istikrar ve güvenliğini, aynı zamanda mültecilerin yaşam koşullarını da etkiler. Filistinli mülteciler konusunda, Milli Lübnan Politikası negatif bir sonuç gösteriyor ve bu olayın uluslararası güvenliğini etkiliyor. Mülteci statüsü, uluslararası sözleşmeler yoluyla kabul edilmiş olsa da, Mültecilerin Statüsüne Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi veya Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü Lübnan devleti herhangi bir hak veya üzerlerine sorumluluk tanımıyor. Filistinli mülteciler, Lübnan hükümeti için bir güvenlik ikilemi temsil etmektedir. 1948"de başlayan ülkedeki mevcut gruplar arasındaki dengenin daha da kötüleşeceği korkusu vardı. Lübnan politikasının ilk başladığından (mültecilerin Lübnan'ın belli bir alanda yerleşmek için izin verildi an) itibaren bugüne kadar değişti. Lübnan tarafından teşvik edilen temel politikasının merkezinde, kendi kamplarında bütün alanlarda (siyasi, sosyal ve ekonomik), mültecileri marjinalize girişimi vardı. Bu politikanın ana fikri, onları izole etmek, kampların boyutunu azaltmak ve herhangi bir tahrip binanın inşaatı veya restorasyonu yasaklamaktı. Lübnan yasası, orada yaşayan Filistinlilere karşı olan ayrımcılığı açıkça gösterir. Yasa, işe sahip olması, bir arazi ya da bir ev satın almasını önlemekte ve o şekilde Lübnan ekonomisinde katkılarını izole etmektedir. Bu bağlamda, en önemli aktörlerden biri olarak, Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Birleşmiş Milletler Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA), uluslararası tepki, bir ülkede onun güvenliği ve egemenliği konusunda insani sorunun yönlerini nasıl değiştirebileceği göstermek amacıyla analiz edilmiştir. ; The thesis "Palestinian refugees in the context of Lebanese policy of non-integration" represented a complex research about one of the most important problems of the international community. The research of the Palestinian refugee question has fundamental importance both at national and international level, because the problem can influence the realities of the world and particularly of the states hosting the refugees. The need of understanding the historical background and the causes of the Arab-Israeli conflict is very important in order to provide the best solutions for the refugee problem. The comprehension of the continuous armed struggle between the parties involved in the conflict and the permanent violation of the human rights is significant in securing the right assistance for the needy persons. In order to maintain the security of the international community and the agreement between the Israel and other Arab states, the Palestinian question is the basic element that should be solved. Im particular, the research of the policies of Lebanon towards the Palestinians is absolutely necessary, considering that the massive violation of the human rights and the inhuman living conditions of the refugees are unseen in another hosting country. The regional security is dependent on finding a solution for the Palestinians from Lebanon, because the economic, social and political exclusion of the refugees has created a psychological anxiety, which can determine conflicts in the society. As it was seen in the history, the Palestinians had been the reason for a series of armed conflicts in the region involving the most important actors, for civil war and the threat for Lebanon"s security, determining external occupation. In the analysis of the Palestinian refugees" exclusion on account of the Lebanese policies, there are a series of fundamental questions. Firstly, what was the context that determined the Palestinians to arrive to Lebanon and remain in a state that has not provided them any rights? In addition, what is the meaning of the refugee problem and how is treated by the international community and law? Another question is about the situation of the Palestinian refugees in the world and more specific what are their living conditions in Lebanon? The main question of the thesis is about the policies promoted by Lebanon towards the Palestinian refugees. Ultimately, an important question regards the differences between the Palestinian refugees from Lebanon and the ones from another two states under UNRWA areas of operation, Jordan and Syria.
BASE
ÖZET Türkiye'nin güney doğu komşusu olan Kuzey Irak ya da Irak anayasasına göre resmi adıyla Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) son beş yılda Türkiye'nin Ortadoğu'ya açılan tek kara kapısı konumuna gelmiş bulunmaktadır. TUİK'in son beş yıllık ticari rakamlarına bakıldığında Irak, Türkiye'nin (ki burada civarındaki pay IKBY'e aittir), Almanya'dan sonra en büyük ikinci ticaret ortağıdır. Mal, hizmet, insan ve sermaye gibi her türlü ticaret hareketliliğinin olduğu Türkiye ile Kuzey Irak arasında legal ve illegal (kaçakçılık) olmak üzere iki tür yoğun ekonomik ilişki bulunmaktadır. Yaptığımız saha çalışmasında da görüleceği gibi illegal ticaret, legal ticaretten neredeyse daha fazladır. Bunun başlıca sebepleri ise, coğrafi nedenlerden dolayı sınır kontrolünün zorluğu, petrol, sigara ve çay gibi ticari ürünlerde iki taraf için ciddi karlı fiyat farklılığı, komşuluk, ortak dil, akrabalık ilişkileri, IKBY'de özellikle petrolün sudan ucuz olmasına karşın Türkiye'de aşırı pahalı olması…gibi nedenler Türkiye ile Kuzey Irak arasındaki ticaretin başlıca sebeplerini oluşturmaktadır. Bu sürecin hızla geliştiği son onüç yılda Türkiye ile IKBY arasındaki ekonomik ilişkileri güçlendiren iki önemli tarihi süreç yaşanmıştır. İlki 2003 yılı Nisan ayında Saddam Hüseyin'in devrilmesinden sonra Kuzey Irak'ın Irak anayasasına göre IKBY olarak resmi olarak varlığının kabulu, diğeri ise 21 Mart 2013 yılında Türkiye'de PKK ile kırk yıllık silahlı çatışmayı (Temmuz 2015'te fiilen bitmiştir) geçici olarak donduran çözüm süreci. Çalışmamız bu aşamaların ikinci maddesi kapsamında üç ana bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm: Türkiye ile Irak arasındaki ekonomik, sosyal, tarihsel ve siyasal ilişkiler, İkinci Bölüm: 2002-2013 yılları arasında Türkiye ile IKBY arasındaki ekonomik ilişkiler, Üçüncü Bölüm: Çözüm süreci döneminde (Mart 2013 ve Temmuz 2015) tarihleri arasında Türkiye-IKBY arasındaki ekonomik ilişkiler. Bu çalışmada Türkiye-IKBY arasındaki ekonomik ilişkilerde çözüm sürecinin yeri ve 6 önemi üzerinde durulmuştur. Bu kapsamda hem sahada çalışılmış hem de teorik bilgilerden yararlanmıştır. Yapılan çalışmada çözüm süreci döneminde (Mart 2013-Temmuz 2015) legal ve illegal (kaçakçılık) yollarla Türkiye ile IKBY arasında ekonomik ilişkilerde ciddi artışlar görülürken, Temmuz 2015 yılından itibaren fiilen ve resmen biten çözüm süreci sonrasında, Güneydoğu'da başlayan silahlı çatışmalar ve Kerkük –Yumurtalık boru hattı, Türkiye-Irak arasındaki ana sınır kapısı konumunda olan Habur sınır kapısı yoluna yapılan saldırılar sonucu Türkiye ile IKBY arasında ekonomik ilişkilerin ciddi kırılmaya uğradığı görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Türkiye, IKBY, Çözüm Süreci, Ticaret, Habur Sınır KapısıABSTRACT Iraq Kurdistan Regional Government (IKRG), with its official name according to the constitution of Northern Iraq or Iraq, which is the south eastern neighbor of Turkey, has become Turkey's only land border gateway to the Middle East in the last five years. Iraq is Turkey's second largest trade partner after Germany where about 90% of the shares belong to the IKRG looking at the last five years' trade figures of the Turkish Statistical Institute (TURKSTAT). There are two types of intensive economic relations between Turkey and Northern Iraq, where goods, services, people and capital have all kinds of trade activity, both legal and illegal (smuggling). Illegal trade is almost more than legal trade as we can see from field work that we did. The main reasons for this are the difficulty of border control due to geographical reasons, the serious profitable price difference for the two sides in commercial products such as petroleum, cigarettes and tea, neighboring, common language, kinship relations, although the oil is especially cheap in IKRG, extremely expensive in Turkey are the main causes of trade between Turkey and Northern Iraq. Two important historical processes have been experienced that strengthen the economic relations between Turkey and IKRG during which this process has developed rapidly in the last thirteen years. The first was the official acceptance of Northern Iraq (as an IKRG under the Iraqi Constitution) after the overthrow of Saddam Hussein in April 2003 and the other is a solution process that temporarily halts the forty-year armed conflict with the PKK in Turkey in March 21, 2013 (actually ended in July 2015). Our work consists of three main parts under the second item of these steps. Chapter One: The economic, social, historical and political relations between Turkey and Iraq, Chapter Two: Economic relations between Turkey and IKRG in 2002-2013, 8 Chapter Three: Economic relations between Turkey and IKRG between March 2013 and July 2015 during the solution process. This study focuses on the place and the importance of the solution process in the economic relations between Turkey and IKRG. In this context, both field work and theoretical information are used. It has been seen that economic relations between Turkey and IKRG have been seriously broken the result of armed conflicts starting in the Southeast and the attack on Kerkuk-Yumurtalık pipeline, the Habur border gate road, which is the main border gate between Turkey and Iraq after the de facto and formally ending solution process since July 2015, while there has been a significant increase in economic relations between Turkey and IKRG through legal and illegal (smuggling) routes during the solution process (March 2013 - July 2015). Key Words: Turkey, IKRG, Solution Process, Trade, Habur Border Gate
BASE
ÖZETGüney Kafkasya'da güvenlik ve barışın önündeki en büyük engellerden biri olan Dağlık Karabağ Sorunu, Rusya'nın Kafkasya'da genişleme planlarının bir parçası olarak, bölgede istila ettiği yerlere Ermeni nüfusu yerleştirmesiyle başlamıştır. 19. yüzyılda bölgeyi işgal eden Ruslar, aşamalı olarak bu nüfus politikasını gerçekleştirmiş, bölgede, özellikle de Karabağ'da Ermenilerin çoğunlukta olmasını sağlamışlardır. 1988 yılında Dağlık Karabağ'da ortaya çıkan etnik anlaşmazlık kısa bir sürede silahlı çatışmaya dönüşmüş ve ateşkes rejiminin ilan edildiği 12 Mayıs 1994'e kadar sürmüştür. Bu savaş sonucunda Azerbaycan topraklarının 'ye yakını Ermenistan tarafından işgal edilmiş ve bir milyonu aşkın insan mülteci konumuna düşmüştür. Temel olarak, AGİT Minsk Grubu çerçevesinde sürdürülen barış görüşmelerinden bugüne kadar Ermenilerin uzlaşmaz tutumu nedeniyle herhangi bir sonuç alınamamıştır.Sovyetlerin çöküşünden sonra Türkiye, Güney Kafkasya'da yoğunlaşmış güç merkezlerinden biri olarak öne çıkmakla beraber, bölgedeki siyasi aktifliğini sürekli artıran bir ülke konumuna gelmiştir. Şüphesiz, Türkiye'nin bölgedeki stratejisinin temeli Azerbaycan ile ilişkilerdir. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini önemli kılan diğer bir etken de bu iki ülkenin dil, tarih, din, kültür ve etnik yönden benzerlik taşıması, aynı zamanda Azerbaycan'ın Orta Asya ile Türkiye arasında coğrafi ve kültürel köprü olmasıdır. Dağlık Karabağ Sorununda Azerbaycan'ın yanında yer alan Türkiye, bir yaptırım olarak Ermenistan sınırını kapatmış ve ilişkiler dondurulmuştur. Hatta Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ Sorunu ile bağlı Avrupa nezdinde haklı davasını dile getirmesine yardımcı olmuş, Azerbaycan'ın batıya açılımını sağlamıştır.Çalışmamızın ilk bölümünde, kamuoyu kavramı ve kamuoyu yaratmada rol oynayan etkenler üzerinde durulmaktadır. Sonraki bölümlerde ise, Dağlık Karabağ Sorununun tarihi temelleri, Türkiye'nin Dağlık Karabağ Sorununa yönelik politikası ve bölgesel ilişkileri, bu sorun çerçevesinde Türk kamuoyunun oluşumu ve günümüzdeki niteliklerini kazanması ele alınmış, yararları analiz edilmiştir.Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Ermenistan, Türkiye, Dağlık Karabağ Sorunu, Hocalı Katliamı, Kamuoyu, Diaspora, Türk Basını.ABSTRACTOne of the greatest obstacles to peace and security in the South Caucasus, the Nagorno-Karabakh conflict began, as a part of expansion plans of Russia in the the Caucasus, where the Armenian population to invade the placement. In 19th century, while the Russians occupied the region, gradually realized this population policy, in the region, in particular have provided for the majority of the Armenians in Karabakh. In 1988, the ethnic dispute that resulting in Nagorno-Karabakh turned into armed conflict in a short time and lasted until the ceasefire regime that was declared in 12 May 1994. As a result of this war approximately 20% territory of Azerbaijan occupied by Armenia and more than a million people have become refugees. Basically, ongoing within the framework of the OSCE Minsk Group peace talks could not be obtained any results up to now due to the intransigent stance of the Armenians.After the collapse of the Soviet Union, Turkey emanates proposed as one of the power centers concentrated in the South Caucasus, which the political activity of the country has become a constantly increasing. Indeed, the strategy of Turkey based on relations with Azerbaijan in the region. Another important factor of the two countries are aspects of language, history, religion, culture and ethnic similarity in Turkey-Azerbaijan relations, but Azerbaijan is also geographical and cultural bridge between Turkey and the Middle East. Being on the side of Azerbaijan, Turkey has closed the border of Armenia in Karabagh conflict as a sanction and the relations were frozen. Turkey even helped Azerbaijan to prove before Europe that it is right with regards to Nagorno-Karabakh and helped Azerbaijan to open to West.In the first chapter of the thesis is analyzed public opinion and focusing on factors playing role in creating public opinion. In the next chapters, are discussed and have been analyzed historical foundations of the Nagorno-Karabakh conflict, Turkey's policy towards the Nagorno-Karabakh and regional relations, the formation of the Turkish public opinion in within the framework of this problem, and the current gain characteristics and benefits.Keywords: Azerbaijan, Turkey, Armenia, Nagorno-Karabakh Problem, Khojaly Genocide, Public Opinion, Diaspora, Turkish Press.
BASE
ÖZET Çalışmanın konusunu oluşturan insancıl müdahale ve koruma sorumluluğu kavramları uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler alanında en fazla tartışılan konulardan bazılarını oluşturmaktadır. Her iki kavram devletlerin kendi topraklarında yaşanan soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve etnik temizlik gibi uluslararası hukukun ağır ihlalini oluşturan durumları önleyememesi ya da bizzat kendilerinin fail olması durumunda diğer devlet ya da devletler tarafından bu durumların sona erdirilmesi için yapılacak askeri müdahaleyi içermektedir. İnsancıl müdahale olgusunun uluslararası hukuk açısından çözümlenmesinin güçlüğü, kuvvet kullanılmasının hukuki temelini oluşturan BM Antlaşması'nın egemenliğin korunması ve içişlerine müdahale yasağı gibi durumları devletlerarası ilişkilerde barışı korumaya yönelik mekanizmalarla açık bir şekilde korumayı amaçlamasına rağmen, insan haklarının korunmasına yönelik hukuksal metinlerde bu korumanın aynı derecede sağlanamamış olmasıdır. Birleşmiş Milletler Antlaşması'nda insancıl müdahale ve koruma sorumluluğuna ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın, silahlı güç kullanımı dahil olmak üzere zorlama önlemleri, sadece saldırı eylemi, barışın bozulması ya da barışa yönelik tehdit durumlarında öngörülmüş ve insan hakları ihlalleri için düşünülmemiş olsa bile, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin zaman içerisindeki uygulamaları, "barışa yönelik tehdit" kavramının daha geniş bir çerçevede yorumlanmasının kanıtı olmuş ve Güvenlik Konseyi birçok durumda uluslararası olmayan silahlı çatışmaların ve insan hakları ihlallerinin uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiği sonucuna varmıştır.İnsancıl müdahale kavramına kıyasla daha nesnel bir nitelik taşıyan, müdahale edenden çok müdahale edilenin çıkarlarına odaklı koruma sorumluluğu kavramı, egemenlik konusunda köklü bir değişikliği ifade etmektedir. Bunun adı "sorumluluk olarak egemenliktir". Bu kavram ilk kez ICISS raporunda ifade edilmiştir. Koruma sorumluluğu kavramı açısından Libya örnek gösterilmesine rağmen Darfur ve Sri Lanka örneğinde tutarsızlıklar açık bir şekilde görülecektir. Politik kararlılık bulunmadığı sürece gelecek koruma sorumluluğu kavramı açısından birkaç iyi uygulama dışında bir şey getirmeyecektir.Anahtar Kelimeler: İnsancıl Müdahale, Koruma Sorumluluğu, Uluslararası Barış ve Güvenliğin Tehdidi, Sorumluluk Olarak Egemenlik, Birleşmiş Milletler. ABSTARCTHumanitarian Intervention and Responsibility to Protect concepts that are the subject matter of the study are some of the most discussed subjects in the international law and international relations. Both concepts are composed of the military intervention to be performed for finalizing such cases by other states or states if the states could not prevent the circumstances that are the reason of the serious violations of the international law such as genocide that has been experienced in their own lands of the states, crimes against humanity, war crimes and ethnic cleansing or if the states are perpetrators itself. Although the circumstances such as the difficulty of the solution regarding the humanitarian intervention concept in terms of international law, protection of the sovereignty of United Nations Charter that is the legal basis for use of force and ban of response to the home affairs have been attempted to be protected clearly by the mechanisms towards protection of the peace in the inter-state relations, such protection could not be provided at the same level in the legal texts regarding the protection of human rights. There is not any clause in the United Nations Charter regarding the humanitarian intervention and responsibility to protect. In addition to this, including the utilization of armed force included in the United Nations Charter, the coercion measures have been anticipated only in case of aggression, breach of the peace or threats to the peace and even if it isn't considered for the violations of human rights, the applications of the United Nations Security Council on time has become an evident to interpret the concept of "threats to the peace" in the large framework and in many cases, the Security Council achieved the result of threatening the international peace and security because of non-international armed conflicts and human rights violations. With comparison to the concept of humanitarian intervention, the concept of responsibility to protect focused on the benefits of the ones that have been interfered apart from the interfering means a radical change in the matter of sovereignty. It means the "sovereignty as responsibility". This concept was stated in the ICISS report in the first time. By considering the responsibility to protect, although Libya has been showing an example, the inconsistencies in the sample of Darfur and Sri Lanka could be seen clearly. If there is not any political stability, there will not be any output apart from several best examples in terms of the concept responsibility to protect. Key Words: Humanitarian Intervention, Responsibility to Protect, Threat to International Peace and Security, Sovereignty as Responsibility, United Nations.
BASE
Çerçeveleme analizi ve derlembilim yaklaşımı kullanan bu çalışma uluslararası medyada Türkiye'nin temsilini Aralık 2016 ve Haziran 2018 arasındaki BBC Haberlerine odaklanarak incelemiştir. Sonuçlar Türkiye'nin BBC Haberler'deki ülkeler arasında 17. sırada yer aldığını ve uluslararası olarak sıklıkla Suriye, ABD, Almanya, Rusya ve Hollanda ile ilintilendirilmiş olduğunu göstermektedir. Sıklıkla kullanılan kelimeler Türkiye, Türk, Erdogan, halk, Suriye, hükümet, Kürt, Suriyeli, devlet ve darbe olmuştur. Türkiye etkileyici bir lider (Erdogan) tarafından idare edilen, silahlı Kürt gruplarla gerilim yaşayan, Suriye iç savaşına karışmış, başarısız darbe teşebbüsünden muzdarip olurken Gülen Hareketi'ne saldıran ve bunun da toplumda ağır baskıya neden olduğu bir ülke olarak temsil edilmiştir. BBC'nin özellikle üç haber çerçevesi kullandığı bulunmuştur: çatışma (Erdoğan vs. Gulen, Türkiye vs. Suriye, Türkiye vs. silahlı Kürt gruplar), insan çıkarı (terör, savaş ve baskı yüzünden acı çekme) ve sorumluluk (kurtarıcı olarak Erdogan). ; Using a framing analysis and a corpus approach, this study investigated the representation of Turkey in the international media by focusing on the BBC News between December 2016 and June 2018. The results showed that Turkey was ranked 17th among countries in the BBC News and was often associated with Syria, the USA, Germany, Russia, and the Netherlands internationally. The frequently used words were Turkey, Turkish, Erdogan, people, Syria, government, Kurdish, Syrian, state, and coup. Turkey was represented as a country ruled by an influential leader (Erdogan), experiencing tensions with the armed Kurdish groups, involved in the Syrian internal war, and suffering from a failed coup attempt in which Turkey attacked the Gulen movement, which caused severe oppression in society. It was found that the BBC used particularly three news frames: conflict (Erdogan vs. Gulen, Turkey vs. Syria, Turkey vs. armed Kurdish groups), human interest (sufferings because of terror, war, and oppression) and responsibility (Erdogan as a savior).
BASE
11 Eylül saldırılarından sonra terörün sınır aşan etkileri tüm dünyada hissedilmiştir. Terörizm ve terörizmin finansmanıyla mücadele kavramı ise özellikle 11 Eylül sonrası uluslararası güvenlikle ilgili her platformda sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Ancak terör kavramı üzerinde uluslararası platformda kabul görmüş mevcut bir fikir birliği yoktur. Kimilerine göre terörist sayılanlar başkalarına göre özgürlük savaşçısı olarak da kabul edilebilmektedir. Terör kavramı üzerindeki bu anlaşmazlık ise terörizmle mücadelede geniş kapsamlı, genel bir uluslararası anlaşmanın hazırlanmasını engellemektedir. Terörizmle mücadelede silahlı güç kullanımı çoğu kez kaçınılmazdır. Ancak, sadece askeri kuvvet kullanarak terörizmle mücadele etmek ve bu mücadelede başarılı olmak oldukça zordur. Terör örgütleri; uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, sigara kaçakçılığı, akaryakıt kaçakçılığı, gasp, yağma ve haraç toplama başta olmak üzere pek çok yasadışı eylemden ve yine birçok yasal görünümlü faaliyetlerden elde ettikleri gelirlerle devamlılıklarını sağlayarak eylemlerini gerçekleştirmektedir. Bu nedenle terörizmle mücadelede terör örgütlerinin gelir kaynaklarının kurutulmasının ve bu alanda yapılacak mücadelenin önemi artmaktadır. ; After ?September 11 Attacks? the transboundary effects of terrorism are being perceived all over the world. Concepts ?Terrorism and combating against the financing of terrorism? are being frequently used in all fields related with international security, especially after September 11 Attacks. However, there isn?t a consensus of opinions over the concept of terrorism, which is generally accepted on the international stage. People those are considered by a country as ?terrorist organization? could be considered as ?independency warriors? by another country. This conflict about the concept of terrorism is hindering the preparation of a large convention on combating against terrorism. In most cases, use of armed forces is unavoidable. However, only use of armed forces on combating against terrorism could be difficult to bring off a difficult task. Terrorist organizations make their acts and provide the continuity with the money gained not only from illegal acts like exaction, arms trafficking, smuggling of drugs, oil, cigarette but also from illegal acts, those camouflaged as legal acts. This fact shows that; a great importance must be attached to combat against the financing of terrorism.
BASE
Bu tezin amacı çevresel güvenlik ve iklim değişikliği çerçevesinde devletlerin Arktik bölgesindeki iddialarını analiz etmektir. Çalışmada elde edilen ilgi ve verilere göre devletlerin Kuzey Kutbu'ndaki fosil enerji kaynaklarına sahip olmak için hak iddia etmelerinin yanında bölge kaynaklarının paylaşımında uzlaşmaya varma durumlarında bile bu fosil enerji kaynaklarının kullanılmasıyla mevcut durumda yüksek olan salınımı daha da fazla arttıracaktır. Dolayısıyla devletlerin hak iddiaları çerçevesinde bir silahlı çatışmaya sürüklenmesi engellense bile, küresel ısınmanın dünya için yıkıcı etkilerinden kurtulmak mümkün olmayacaktır. Çalışmanın ilk bölümünde çevresel güvenlik, Arktik bölge özelinde çevresel güvenlik adına atılan adımlardan biri olan Arktik Konseyi, küresel ısınma ve sera etkisi, buzulların erimesi, küresel ısınma ile ilgili 19.yüzyıldan itibaren yapılmış olan tahminler, bilimsel araştırmalar ve son olarak Arktik bölgesinin ekonomik ve stratejik önemine dair genel çerçeveyi çizen bilgiler verilmiştir. İkinci bölümde küresel ısınmanın uluslararası bir boyut kazanmasıyla birlikte Birleşmiş Milletler öncülüğünde yapılan Hükümetler Arası İklim Paneli (IPCC) ve ortaya koyduğu raporlar, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) ve Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi resmi belgelerle incelenmiş, devletlerin bu girişimlere karşı tutumu analiz edilmiştir. Üçüncü bölümde ise Arktik'teki buzulların erimesiyle ekonomik ve ulusal güvelik kaygıları artan beş Arktik ülkesinin (Rusya, ABD, Kanada, Norveç ve Danimarka) bölgedeki hâkimiyet iddiaları yine devletlerin resmi raporları ve basına verdikleri demeçler aracılığıyla Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi çerçevesinde incelenmiştir. Küresel ısınma Arktik bölgesi başta olmak üzere tüm dünya üzerindeki tüm canlı yaşamını tehdit eden önemli bir sorundur. Ancak bu çalışmada da görüleceği gibi bölge ülkeleri ekonomik çıkarları ve ulusal güvenlik kaygıları adına bu faktörü görmezden gelmektedir. Birleşmiş Milletler'in küresel ısınmayı yavaşlatmak için yaptığı çalışmalar ülkelerin bu isteksiz tutumundan dolayı beklenen etkiyi sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Bu çalışmada elde edilen bilgi ve verilere göre devletlerin iddia ettikleri bölgeleri ele geçirmeleri ve buradaki fosil kaynakları kullanmaları durumunda küresel ısınmanın daha hızlı bir şekilde artacağı, ekonomik ve siyasi tehditlerin yerini çevresel tehditlerin alacağı ortaya konulmuştur. ; The aim of this thesis is to analyze of the states' claims in the Arctic region within the framework of environmental security and climate change. According to the information and data obtained in the study, even if the states reach a consensus in the sharing of regional resources, the use of these fossil energy resources will further increase the current high emissions. Therefore, even if states are prevented from being dragged into an armed conflict within the framework of their claims, it will not be possible to get rid of the devastating effects of global warming for the world. The first part of the study is an explanation about environmental security, Arctic Council which is one of the steps taken in the name of environmental security in the Arctic region, global warming and greenhouse effect, melting of icecaps, information about research made since the 19th century on global warming, and finally the economic and strategic aspects of the Arctic region. In the second part, the Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) led by the United and its reports, the United Nations Framework Convention on Climate Change (UNFCCC) and the United Nations Convention on the Law of the Sea have been examined with official documents. In the third part, the claims of sovereignty in the region of five Arctic countries (Russia, USA, Canada, Norway and Denmark), whose economic and national security concerns increased due to the melting of the Arctic glaciers, are examined within the framework of the United Nations Convention on the Law of the Sea. Global warming is an important problem that threatens all life on Earth, especially in the Arctic region. However, as can be seen in this study, countries in the region ignore this factor at the expense of their economic interests and national security concerns. The efforts of the United Nations to slow down global warming are insufficient to achieve the expected impact due to the countries' reluctance. According to the information and data obtained in this study, it is revealed that global warming will increase faster if the states take over the claimed areas and use the fossil resources there, and environmental and economic threats will be replaced by environmental threats.
BASE