1991 yılında Soğuk Savaş'ın ardından kurulan genç Ermenistan Devleti'nin, Türkiye ile normal bir ilişki kurması bu güne kadar mümkün olamamıştır. Bunun en temel nedenlerinden biri Ermeniler ve Türkler arasında var olan ortak geçmiştir ve geçmişten günümüze gelen bir takım sorunlardır. Jeopolitik konumu olarak kapalı bir havzada olan Ermenistan'ın Türkiye ile iyi ilişkiler kurması kendi çıkarına olmasına rağmen, gerçekte durum tam tersi gelişmiştir. Özellikle Ermenistan'ın dış politikasını Türkiye ile tarihi yaşanmışlıklar şekillendirmiş ve diasporanın etkinliğinin de katkılarıyla Türk düşmanlığı üzerine bir kimlik inşası ile dış politikalarını kurgulamışlardır. Ermenistan'ın bu kimlik endeksli dış politikası ise uluslararası ilişkiler teorilerinden konstrüktivist yaklaşıma önemli bir örnek olay olmaktadır. Bu makalede, Ermenistan'ın dış politikasının temel bazı özelliklerinin konstrüktivist yaklaşıma iyi bir örnek oluşturduğu gösterilmektedir. ; Althuough Turkey has confirmed the new Republic of Armenia very soon after the latter optained independence in 1991, they haven't able to establish relations normally until today. One of the most fundamental reason is stuation are the shared history of Turks and Armenians and some existing ıssues from historical event sare extensions to this day between Armanians and Turks. Republic of Armanian has to establish good relations with Turkey, because is own interest islocated ın a closedbasin as a geopolitical position. But Armenia's foreign policy has been shaped by historicale xperiences of Turkey. Especially Her has invented forein policy that created identity built on Turkish enmity with the contribution of the diaspora activities. Armenia's foreign policy, which is dependt upon Her own identity, represents a very important case study for constructivist approach in international relations theory. In this article it is showing that some basic characteristics of Armenia's foreignpolicy is a good example of constructivist approach.
Bu tez çalışması Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Sosyal İnşacılık Kuramı Bağlamında Dış Politika uygulamalarında Suriye Krizini değerlendirmek amacıyla hazırlanmıştır. Hazırlanan çalışmada literatür taraması yöntemi kullanılmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde kuramsal açıdan dış politika kavramının gelişimi ve inşacılık kuramı ele alınmıştır. İkinci bölümde iki ülke arasındaki ilişkiler bağlamında Suriye krizi ele alınmıştır. Üçüncü ve son bölümde sosyal inşacılık kuramı bağlamında adalet ve kalkınma partisi dönemi Türk dış politikasının analizi yapılarak Suriye krizi değerlendirilmiştir. ; This thesis study was prepared to evaluate the Syrian Crisis in foreign policy applications in the context of Justice and Development Party's Social Construction Theory. The literature search method was used in the study. In the first part of the study, the development of the concept of foreign policy from the theoretical point of view and the theory of constructivism are discussed. The second part deals with the Syrian crisis in the context of relations between the two countries. In the third and last chapter, the Syrian crisis was evaluated by analyzing Turkish foreign policy in the context of justice and development party period in the context of social construction theory.
06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" ile 18.06.2018 tarihli "Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge" gereğince tam metin erişime açılmıştır. ; Bu tezin yazılmasındaki amaç uluslararası ilişkilerde bir dönemin sonu olarak tasvir edilen Soğuk Savaşın sonundan günümüze Türk dış politika tercihlerini konstrüktivizm yaklaşımı çerçevesinden değerlendirmek ve literatüre farklı bir bakış açısı ekleyebilmektir.Çalışmanın birinci bölümünde öncelikle uluslararası ilişkiler disiplinindeki eleştirel kuramlardan olan konstrüktivizm incelenmiş, disiplinin ana kuramlarından realizm-liberalizm ile karşılaştırılarak özgünlüğü tartışılmıştır. İkinci bölümde Türk dış politikasının kısa bir kronolojik arka planı oluşturulmuş, iki dünya savaşı arası ve Soğuk Savaş dönemi dış politika tercihlerinin konstrüktivizm ile kısa bir değerlendirmesi yapılmıştır. İki dünya savaşı arası ve Soğuk Savaş dönemi çalışma konusunun dışında olduğundan olaylar ana başlıklarıyla ele alınmıştır. Üçüncü bölümde Soğuk Savaşın bitişinin Türk Dış Politikasına etkileri ortaya konulmuş, Soğuk Savaştan 11 Eylül saldırılarına kadarki dönem küresel, bölgesel gelişmelerle konstrüktivizm yaklaşımı çerçevesinde analiz edilmiştir. Ardından uluslararası yapıda önemli bir kırılma noktası olan 11 Eylül saldırılarının, uluslararası ortamda ve Türk dış politikasında ki etkileri tartışılmış, 2001'den günümüze kadarki dönem küresel, bölgesel gelişmelerle konstrüktivizm yaklaşımı çerçevesinde analiz edilmiştir. Çalışmanın sonuç bölümünde konstrüktivizmin Türk dış politika hamlelerinin açıklanmasında disiplinin ana kuramlarına ?realizm, liberalizm- göre daha kapsayıcı ve daha yeterli bir yaklaşım olduğu sonucuna ulaşılmıştır. ; The purpose of this thesis has been written is to evaluate in terms of constructivism the priorities of Turkish foreign policy up to the present from the end of the Cold War accepted as the end of an era in international relations and to add a different point of view to the literature. In the first part of the thesis, constructivism, which is one of the critical theories in international relations discipline, has been studied and then its originality has been discussed in comparison with realism-liberalism, which is one of the major theories of the discipline. In the second part, a brief chronological background of Turkish foreign policy has been formed and after that, a short evaluation of constructivism and the priorities of the foreign policy in both the Cold War era and the period which lasted from the First World War to the Second one has been made. Since the period in which two world wars took place and the Cold War era do not concern this thesis, all the events that happened in this period of history have been briefly mentioned. In the third part, by explaining the effects of the ending of the Cold War on Turkish foreign policy, the era that began with the Cold War and continued up to the 11th September attacks has been analysed in terms of not only constructivism but also global and regional developments. The effects of the 11th September attacks, which was a breaking point in the whole world, on international relations and Turkish foreign policy have been discussed and then the era from 2001 up to the present has been analysed in terms of not only regional and global developments but also constructivism. In conclusion, it has been deduced that constructivism is good enough to clarify the priorities of Turkish foreign policy.
Bu çalışmada bölgesel bir işbirliği örgütü olarak Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) örgütünün kolektif kimlik inşa etme kapasitesi incelenmiştir. Bu açıdan öncelikle kolektif kimlik kavramının sosyal bilimlerde ve uluslararası ilişkiler alanında yeri açıklanarak ASEAN örgütünün kolektif kimlik oluşturma kapasitesi örgütün kuruluş öncesi, sonrası ve bugünkü yapısı ele alınarak tartışılmıştır. Bunun yanı sıra Soğuk Savaş sonrası bağımsızlık elde eden ASEAN üyesi devletlerin ulus kimliği ile ulus üstü kimlik arasında uyum oluşturma çabası, üyelerin ve örgütün karşılıklı etkileşimi çerçevesinde incelenmiştir. Birliğin yapısı sosyal inşacı bakış açısıyla ele alınarak metin analizi metoduyla kurumsal yapısındaki dönüşüm ve kolektif kimlik oluşturmak için atılan adımlar tartışılmıştır. Sonuç bölümünde ise örgütün son on yıllık faaliyetleri kolektif kimlik kavramı çerçevesinde değerlendirilip nitel araştırma yöntemlerinden faydalanılarak örgüt kimliğinin tanımlanması hedeflenmiştir. Anahtar ; In this study, the collective identity building capacity of the Association of Southeast Asian Nations (ASEAN), as a regional cooperation organization, has been examined. In this respect, the place of the concept of collective identity in social sciences and international relations has been explained. The ASEAN organization"s capacity to establish a collective identity has been discussed by addressing the organizatiıon"s pre-establishment, post-establishment, and current structure. Also, the member states' efforts that gained independence after WWII to create harmony between the national and supranational identity have been examined within the framework of the mutual interaction of members and the organization. The union structure has been discussed from the social constructivist perspective, and the steps taken to establish a collective identity and the transformation in its institutional structure has been focused through the text analysis method. In the conclusion part, it aims to evaluate the organization's activities for the last ten years within the framework of the concept of collective identity and to define the organizational identity by using qualitative research methods
Bu çalışma, uluslararası ilişkiler yaklaşımları içerisinden Konstrüktivist (İnşacı) bakış açısı çerçevesinde, başlangıcından 2012 yılına kadar Türkiye ve İsrail ilişkilerinin gelişim sürecine odaklanmaktadır. Bu bağlamda kimlik kavramına özel bir değer atfeden çalışma, zaman içerisinde iki ülkedeki kimlik kavramlarının nasıl bir süreçten geçtiğini ve bu kavramın iki ülke arasındaki ilişkileri hangi yönde etkilediğini incelemektedir. Çalışmanın ulaştığı en temel sonuçlardan birisi, kimlik kavramının birbirinden farklılaşan formlarda ortaya çıkabildiği ve farklı yansımaları olabildiğidir. Türkiye örneğinde, batılı/modern ve laik bir kimlik inşası ele alınmıştır. İlerleyen süreçte devleti yöneten elitlerin tanımladığı ve topluma sunduğu kimliğin, bütünüyle toplumsal meşruiyet sağlayamadığı ve süreç içerisinde yeniden yorumlandığı görülmüştür. İsrail örneğinde ise, Siyonizm kavramı bir kimlik olarak İsrail dış politikasının yaklaşım ve yöntemlerini belirlemiştir. İsrail'de kimlik değişimi neticesinde ülkenin dış politik davranışlarında bir değişiklik görülmemiştir. Dolayısıyla çalışmada, Türkiye'de kimlik bağlamında yaşanan gelişmelerin, Türkiye-İsrail ilişkilerine doğrudan etkisi olduğu savunulmaktadır. Türkiye–İsrail ilişkileri tarihi boyunca sürekli olarak inişli çıkışlı olmuştur. Çalışmada bu iki ülkenin yakın gelecekte birbirinden farklı dış politikalar izleyecekleri savunulmaktadır. ; This study, which is formed within the framework of Constructivist perspective in international relations approaches, focuses on the development process in Turkey-Israel relations from the early day until 2012. In this context, this study, which gives a special value to the concept of identity, examines how the concepts of identity in the two aforementioned countries have gone through a transformation process and how this concept affects the relations between the two countries. One of the most important results of the study is that the concept of identity can emerge in different forms and have different reflections. In the case of Turkey, the western/modern and secular identity construction is discussed. In the following process, it was seen that the elites, who governed state, and the identity they offered to the society, could not provide social legitimacy and reinterpret within this process. In the case of Israel, the concept of Zionism identified the approaches and methods of Israel's foreign policy as an identity. As a result of the change of identity in Israel, there has been no change in the foreign policy behaviors of the country. Therefore it is believed that Turkey-Israel relations are directly under effect of developments in Turkey, which the study of identity shows. Turkey-Israel relations have always been bumpy throughout its history. This study is argues that Turkeys and Israels foreign policy will follow different from each other in the near future.
Tezin amacı Ahmet Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönemde Türkiye-Suriye ilişkilerinin arkasındaki motivasyonu bulmaktır. Bu motivasyonu bulmak için iki uluslararası ilişkiler teorisi incelenmiştir. İncelenen teoriler neorealizm ve sosyal inşacı teoridir. Temel olarak neorealizm için Waltz'un, sosyal inşacı teori için Wendt'in varsayımlarına değinilmiştir. Teoriler Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanı olduğu dönemden Suriye Krizi sonrası çıkarılan tezkereye kadar olan süreçte test edilmiştir. Tezin hipotezi Türkiye-Suriye ilişkilerinin ardındaki motivasyonun güç olduğu ve kimliğin bir araç olarak kullanıldığıdır. Araştırma yöntemi olarak literatür tarama kullanılmıştır. İlk bölümde teorilerin varsayımları karşılaştırılmıştır. İkinci bölümde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin politikarına değinilmiştir. Son bölümde Türkiye-Suriye ilişkileri incelenmiştir. ; The main goal of this thesis is finding the motivations of the relations between Turkey and Syria when Ahmet Davutoğlu was the Foreign Minister. To find this motivation two international relations theories was compared. These theories are neorealism and social constructivism. Mainly the arguments of Waltz are used for neorealism and the arguments of Wendt for social constructivism. The theories were tested in the period between the starting of Ahmet Davutoğlu's rulling and the the first memorandum about sending army to Syria. The hypothesis of this thesis is the main motivation of the reliatons between Turkey and Syria is power and identities are used just for it. Literature review was used as research technic. In first chapter the arguments of theories were compared. In the second chapter the policies of Justice and Development Party were mentioned and in the last chapter relations between Turkey and Syria was examined.
1979 İran Devrimi'nin ardından ortaya çıkan yeni konjonktür ile İran ve Suudi Arabistan arasındaki rekabet artmıştır. Bu rekabet, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde bölgedeki ülkelere de yansıyarak modern Ortadoğu'nun en önemli siyasi meselelerinden biri hâline gelmiştir. İran Devrimi'nden günümüze İran'ın dış politik söylemleri ve rejim ihracı politikaları, Arap monarşileri tarafından bir tehdit olarak algılanmıştır. Arap Baharı hareketlerinin Mart 2011'de Suriye'de başlaması ile İran ve Hizbullah, Suriye rejimini desteklerken Suudi Arabistan ve müttefikleri ise muhalifleri desteklemeyi tercih etmiştir. Ayrıca İran; Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de giderek daha güçlü hâle gelmiş ve bu bölgelerde Suudi Arabistan ile bir çıkar çatışması yaşamaya başlamıştır. Bu çalışmada, İran ve Suudi Arabistan ilişkileri ile bu ülkelerin bölgesel politikaları devlet kimliği bağlamında incelenmiştir. Ayrıca, 1979'dan sonra İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerde yaşanan gerilimler, değişen ve değişmeyen siyasi öncelikler, temel ayrışma ve rekabet alanları ile iki ülkenin bölgesel siyasetleri devlet kimliği ve konstrüktivist yaklaşım bağlamında analiz edilmiştir. ; After the Iranian Revolution in 1979, which emerged a new conjunctor in the region, competition between Iran and Saudi Arabia, which directly or indirectly reflects to countries in the region, is one of the most important political issues of the modern Middle East. Since Iranian Revolution, Iran's foreign political discourses and its regime-exporting policy was perceived as a threat by Arab monarchs in the region. Iran has become increasingly stronger in Iraq, Syria, Lebanon and Yemen, so it has entered into a conflict of interest with Saudi Arabia in these regions. Initially, Arab Spring movement started in Syria on March 2011, with this Iran and the allied Hizbollah's have supported to Syrian regime, while Saudi Arabia and His allies were supporting oppositional movement. In this research, the topic of the analysis of regional policies and relations between Iran and Saudi Arabia in the context of state identity has examined. In this study, tensions, changing and unchanging political priorities, basic separation and competition areas in the relations between Iran and Saudi Arabia, and regional politics of these two countries after the iranian revolition in 1979 has analyzed in the context of state identity and constructivist approach. ; TÜBİTAK
Uluslararası ilişkiler disiplininde konstrüktivist teoriye göre kimlikler çıkarları, çıkarlar ise dış politikayı belirlemektedir. Buna bağlı olarak dini kimlik ülkelerin dış politikalarını şekillendirmede önemli bir faktördür. ABD geç kurulmuş ve ortak bir kimliğe sahip olmayan topluluklar tarafından oluşturulmuş bir devlettir. Bu sebeple temelleri Püriten öğretiye dayanan bir sivil din inşa etmiştir. Toplumun her aşamasında etkili olarak birlik ve beraberliği sağlayan ve ABD'nin hem iç hem de dış siyasetini etkileyen sivil din aynı zamanda Evanjelik dünya görüşüyle de paralellik göstermektedir. Püriten inanca dayanan Evanjelizmin kökenleri ve dünya görüşü, Amerikan kimliğinin inşasında ve buna bağlı olarak dış politika oluşumunda oldukça etkili olmuştur. Evanjelist kimlik ve dünya görüşü ABD'nin İsrail politikasını etkilemiş, Yahudi halkını ayrıcalıklı bir konuma sokmuş ve ABD-İsrail ilişkilerinde yansıma bulmuştur. Çalışmanın amacı Evanjelizm özelinde Amerikan dış politikasındaki dinin rolünün analiz edilmesidir. Bu bağlamda tez çalışması dört ana başlıktan oluşmaktadır. İlk bölümde kimlik-dış politika ilişkisi sosyal inşacı perspektiften incelenmiştir. İkinci bölümde uluslararası ilişkiler-din ilişkisi açıklanmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde Amerikan kimliği ve dış politikası üzerinde din faktörü anlatılmıştır. Son bölümde ise Evanjelizmin Amerikan dış politikasında ve başkanların karar almaları üzerindeki etkinliği analiz edilmiştir. Bu kapsamda din Amerikan kimliği ve dış politikasında etkili bir unsurdur ve Evanjelizmin (özellikle 11 Eylül saldırıları ardından) ABD dış politikasındaki etkinliği açıkça görülmektedir. ; According to the social constructivist theory in the field of international relations, identities determine interests, and interests determine foreign policy. It is therefore unsurprising that religious identity is an important factor in shaping the foreign policies of countries. The United States is a state of relatively recent formation whose population shares no common (ethic, religious or cultural) identity. For this reason, the US built a civil religion based on the Puritan doctrine. Civil religion, which effectively ensures unity and solidarity at every level of society and influences both the domestic and foreign policy of the United States, is parallel to the evangelical worldview. The origins and worldview of evangelicalism based on the Puritan belief have been very influential in the construction of American identity and, accordingly, in foreign policy formation. The evangelical identity and worldview influenced the US policy towards Israel, brought the Jewish people to a privileged position and found reflection in US-Israel relations. The aim of this study is to examine the role of religion, and in particular, in shaping American foreign policy. To accomplish this goal, the thesis study shall encompass four main topics. In the first part, the relationship between identity and foreign policy is analyzed from a social constructionist perspective. The second part will attempt to elaborate on the relationship between international relations and religion. The third part will clarify the infuence of religion on American identity and US foreign policy. In its final section, the study will then attempt to examine the effectiveness of Evangelicalism in American foreign policy and impacting the decision-making processes of presidents. Within this scope, religion is an effective element of American identity and foreign policy, and effectiveness of Evangelicalism (especially after the September 11 attacks) in US foreign policy is explicitly visible.
ÖZETAVRUPA EĞİTİM ALANI'NIN OLUŞTURULMASI: TÜRK YÜKSEKÖĞRETİMİ ÖRNEĞİBu tezin temel sorunsalı, AB'nin doğrudan bir baskısı bulunmadığı politik alanlarda, ulusal düzeyde politika yayılımının nasıl gerçekleştiğidir. Bu çalışma Avrupa Eğitim Politikası alanına yoğunlaşmakta ve politikanın gelişimi özellikle, 1999 yılından beri yürürlükte olan Bologna Süreci'ne odaklanılarak incelenmektedir. Çalışmanın hedefi Avrupa Eğitim Alanı'nın nasıl oluştuğunu göstermek ve bu alanın ilkelerini tespit etmektir. Çalışma, politika yayılım sürecinin bir kaynağı olarak Avrupa Eğitim Alanı üzerinde durduktan sonra bir vaka çalışması olarak Türkiye'yi ele almakta ve eğitim alanı ilkelerinin bu ülkede nasıl yayıldığını tahlil etmektedir. Bu nedenlerle, çalışmada şu sorulara cevap aranmıştır: Avrupa Eğitim Alanı nasıl inşa edilmektedir? Hangi yollar ve sebeplerle alanın ilkeleri ulusal seviyeye nüfuz etmektedir? Teorik çerçevesi 'sosyal yapısalcılık' üzerine kurulmuş olan bu çalışmanın kavramsal çerçevesi Avrupalılaşma literatüründen yararlanmaktadır. Çalışmada, eğitim politikası alanında Avrupalılaşma'nın yatay bir süreç olduğu; değişim yönünde baskının nispeten daha az doğrudan olduğu savunulmaktadır.Anahtar Kelimeler: AB Eğitim Politikası, Bologna Süreci, Avrupalılaşma, Soysal İnşacılık, Türk YükseköğretimiABSTRACTCONSTRUCTING THE EUROPEAN EDUCATION SPACE:THE CASE OF TURKISH HIGHER EDUCATIONThe main concern of this dissertation is to explain how policy diffusion occurs in policy areas at the EU level when there is no direct pressure. The study focuses on European educational policy and traces the evolution thereof, specifically focusing on the Bologna Process that was launched in 1999. After focusing on the source of the diffusion process, which is the European educational space, the dissertation takes Turkey as a case study, analysing how the norms of the educational space have diffused in this country. Thus, the study aims at answering the following questions: How is the European educational space constructed? How and why the norms of the space diffuse to the national level? In terms of the theoretical framework, the study bases itself on social constructivism. The conceptual framework is drawn upon the literature on Europeanization. Europeanization in educational policy is argued to be a horizontal process, where pressure for change is less direct. Keywords: EU Educational Policy, Bologna Process, Europeanization, Social Constructivism, Turkish Higher Education
Uluslararası İlişkiler disiplininin hâkim konumda bulunan pozitivist/rasyonalist çizgideki teorilerinin Rusya'nın Batı dünyası ile ilişkilerini analiz etme bakımından sınırlı bir açıklama kapasitesine sahip oldukları söylenebilir. Maddi unsurları bütünüyle dışlamayan; ancak kimlik, kültür, söylem gibi uluslararası ilişkilerin normatif yönlerini ön plana çıkaran bir yaklaşım olarak konstrüktivizm, uzun ve karmaşık bir geçmişi olan Rusya-Batı ilişkilerinin analizi bakımından uygun bir kuramsal çerçeve sunmaktadır. Rusya'nın modern dönemde Batı dünyası ile kurmuş olduğu ilişkilerin ele alındığı bu çalışmada görülmüştür ki, Rus dış politikasının en ayırt edici yanı sahip olduğu emperyal vizyon ve özel misyon duygusudur. Çarlık Rusya'nın Mesihçi ve pan-Slavist politikaları, Sovyet Rusya'nın enternasyonalist ve anti-kapitalist söylemi, Rusya Federasyonu'nun BDT ve 'yakın çevre' politikaları özünde hep bu vizyon ve misyon duygusunun bir parçasıdır. Dolayısıyla bu dış politik anlayış, tarihsel süreç içerisinde Rusya'nın sürekli bir biçimde Batı ile karşı karşıya gelmesini yol açmıştır. Ancak kabul etmek gerekir ki, Rusya-Batı karşıtlığını salt bu gerekçeler ile açıklamak doğru değildir. Rusya'nın Batı dünyası ile olan ilişkilerinde, bu ülkenin kendi kimlik tanımlamasından kaynaklanan sorunlar daha belirleyici olmaktadır. Modernleşme süreci ve bu sürece verilen gelenekçi tepkiler ise Rus kimliğinin oluşum sürecinin en önemli yönünü oluşturmaktadır. Bu çekişmeden doğan ve özü itibarıyla ülkenin kimliği, kültürü ve Batı karşısındaki konumu gibi meselelere odaklanmış olan çeşitli politik söylemlerin tarihsel süreç içerisinde Rus dış politikasını da etkilediği bilinmektedir. Çağdaş Rus düşüncesinin gelişiminde de önemli bir yeri bulunan bu söylemlerin varlıklarını günümüze değin sürdürdükleri görülmektedir. Dolayısıyla, günümüz Rusya'sının hem dış politikasını hem de Batı dünyası ile ilişkilerini anlama bakımından ilgili söylemlerin özellikle kimlik ve kültür meselesine nasıl yaklaştıklarının doğru anlaşılması gerekmektedir. ; It would be quite appropriate to contend that the mainstream positivist/rationalist based theories of International Relations discipline have a limited explaining power when it comes to analyze the Russia's relationship with the Western world. On the other hand constructivism, emphasizing the normative facets of international relations such as identity, culture and discourse without ruling out the material aspects completely, has a unique ability to provide us with a particularly suitable theoretical framework for analyzing the long and complex Russian-Western relations. In this study which dwells on the relations between Russia and the Western world in modern times, it is argued that the distinguishing feature of the Russian foreign policy is the imperial vision and the special sense of mission it incorporated. The Messianic and Pan-Slavic policies of the Tsarist Russia, the internationalist and anti-capitalist discourse of Soviet Russia and finally the CIS and 'near abroad' policies of Russian Federation are all reflections of those vision and mission sense in essence. Therefore, this political mentality paved the way for Russian- Western encounters. Nevertheless it should also be admitted that Russian-Western confrontation can not solely be understood on the basis of those justifications. It seems in Russia's relation with the West problems originated from Russia's own identity definition stands affront while modernization process and the reactions to it constitute the gist of this identity. It can also be observed that various political discourses spawned by this confrontation inherently focused on issues such as the identity, culture and country's position against the West, effected the Russian foreign policy. This discourses which also left their imprint in contemporary Russian thought survived throughout ages. Hence, it is vital that, aforementioned discourses approaches to identity and culture matters is well understood for without a clear grasp of this, contemporary Russian-Western relations and Russian policy cannot be comprehended.
Soğuk Savaş'ın sona ermesini takiben Yugoslavya topraklarında meydana gelen etnik çatışmaların, çok geçmeden tarihin en kanlı iç savaşlarından birine dönüşmesi, Bosna Hersek'te ciddi bir 'kimlik sorunu'nun da su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. 1995 yılında Bosna Hersek'te barışı sağlamak amacıyla imzalanan Dayton Barış Anlaşması, üç etnik grubu (Sırplar, Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar) devletin kurucu unsuru kabul ederek bölgede yeni bir sistem kurmuştur. Bu çalışmada Dayton Barış Anlaşması sonrası, AB'nin bölgede Avrupalılaşma sürecini gerçekleştirerek, sürdürülebilir bir barış inşa etme çalışmalarını, Sosyal İnşacılık perspektifinden incelenmek suretiyle, AB'nin bu süreçteki çabalarının bir değerlendirmesini sunacağız. --- Following the end of the Cold War, the ethnic conflicts in Yugoslavia became one of the most bloody civil wars in the history, causing a serious 'identity problem' in Bosnia and Herzegovina. Dayton Peace Accord which was signed in 1995 with the aim of ensuring peace in Bosnia and Herzegovina, established a new system in the region by identifying three main enthnic groups (Serbs, Croats and Bosnian Muslims) as the constituent element of the state. With the perspective of social constructivism, an evaluation of the EU's efforts in this process, will be presented by examining the EU's Europeanization process in the region during the peacebuilding period in Bosnia and Herzegovina.
Soğuk Savaş'ın sona ermesini takiben Yugoslavya topraklarında meydana gelen etnik çatışmaların, çok geçmeden tarihin en kanlı iç savaşlarından birine dönüşmesi, Bosna Hersek'te ciddi bir 'kimlik sorunu'nun da su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. 1995 yılında Bosna Hersek'te barışı sağlamak amacıyla imzalanan Dayton Barış Anlaşması, üç etnik grubu (Sırplar, Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar) devletin kurucu unsuru kabul ederek bölgede yeni bir sistem kurmuştur. Bu çalışmada Dayton Barış Anlaşması sonrası, AB'nin bölgede Avrupalılaşma sürecini gerçekleştirerek, sürdürülebilir bir barış inşa etme çalışmalarını, Sosyal İnşacılık perspektifinden incelenmek suretiyle, AB'nin bu süreçteki çabalarının bir değerlendirmesini sunacağız. --- Following the end of the Cold War, the ethnic conflicts in Yugoslavia became one of the most bloody civil wars in the history, causing a serious 'identity problem' in Bosnia and Herzegovina. Dayton Peace Accord which was signed in 1995 with the aim of ensuring peace in Bosnia and Herzegovina, established a new system in the region by identifying three main enthnic groups (Serbs, Croats and Bosnian Muslims) as the constituent element of the state. With the perspective of social constructivism, an evaluation of the EU's efforts in this process, will be presented by examining the EU's Europeanization process in the region during the peacebuilding period in Bosnia and Herzegovina.
Danışman: DR. ÖĞR. ÜYESİ FATİH FUAT TUNCER Yer Bilgisi: İstanbul Gelişim Üniversitesi / Lisansüstü Eğitim Enstitüsü / Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı / Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı Konu: Siyasal Bilimler = Political Science ; Uluslararası İlişkiler = International Relations Dizin: 11 Eylül 2001 olayı = Event of September 11th ; Değişim = Change ; Kimlik = Identity ; Rusya = Russia ; Sosyal yapısalcılık = Social constructivism ; Süreklilik = Continuity ; Türk dış politikası = Turkish foreign policy ; Türk-Rus ilişkileri = Turkish-Russian relations ; Türkiye = Turkey ; Ulusal çıkar = National interest ; Soğuk Savaş ve daha önceki dönemlerde, birbirinden tehdit algılayan, yakın ilişki kurmaktan kaçınan Türkiye ve Rusya, 1990'lı yıllardan itibaren kimliklerinde yaşadıkları dönüşümlerle sınırlı düzeyde bir ortaklık inşa etmeye başlamıştır. İki ülke ortaklığının her alanda ivme kazanması ise 11 Eylül tarihiyle mümkün olmuştur. Bu tarihle birlikte Türkiye ile Rusya'nın ulusal kimliği, tehdit algısı, tercihleri ve çıkarları dönüşüme uğramıştır. Aynı şekilde iki ülkenin, "komşuluk" ve "müttefiklik" algısında da değişimler yaşanmıştır. Bu bağlamda birbirlerine karşı yaklaşımları değişen Türkiye ve Rusya, birçok alanda ciddi düzeyde "işbirliği" ve "ortaklık" geliştirmiştir. Bu tez çalışmasında, inşacı yaklaşım çerçevesinde, 11 Eylül sonrası Türk-Rus ilişkilerinde gerçekleşen dönüşümler incelemiştir. Söz konusu bu dönüşümlerin ise aktör-yapı değişiminden ve kimlik temelli ulusal çıkarlardan kaynaklandığı ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tez çalışmasında, geçmişten günümüze gelen süreçte, her iki devletin de kimliğinde birçok dönemde, "iç" ve "dış" faktörlerin etkisiyle birlikte değişimlerin yaşandığına değinilmiş, bu değişimlerin ise Türk-Rus ilişkilerindeki yakınlaşmanın düzeyini belirlediği saptanmıştır. Fakat yine tez çalışmasında ortaya konulan birçok nedenden dolayı da günümüz Türk-Rus ortaklığının, "müttefiklik" olarak yorumlanmasının doğru olmayacağı belirlenmiştir. Nitekim aktör ve yapıda yaşanan değişimlerin, iki ülke işbirliğini geliştirdiği; ancak önceki dönemlerde tercih edilmeyen "yakın" bir Türk-Rus ortaklığının inşa edildiği sonucuna ulaşılmıştır. ; In the cold war and the previous periods, Turkey and Russia who consider each other as a threat and had no close relationship, have started to establish a limited partnership since the 1990's through the transformation of identity in time. The partnership of these two countries has gained acceleration in every field after September 11. Within this specific date; national identity, threat perception, preferences and benefits of Turkey and Russia has undergone a transformation. Likewise, the "contiguity" and "alliance" perception of these two country has changed as well. In this regard, Turkey and Russia has built up serious "collaborations" and "partnerships" in the number of fields. In this dissertation, by regarding the constructivist approach, the transformations within the Turkish-Russian relations during the post-September 11 era have been analysed. It has been tried to prove that these transformations have been driven from the agent-structure changes and identity based national interests. It has been referred in this thesis that, the identity of these both countries has changed in some periods with the impact of "internal" and "external" factors from past to present and these alterations determined the level of approachment to the relationships of Turkey and Russia. However due to a number of reasons that is referred in this thesis, it is explained that, interpreting the relationship between Turkey and Russia as being an "alliance" will not be an accurate approach. Hence, it was concluded that the changes in agent and structure have improved the cooperation between the two countries and have created a "close" Turkish-Russian partnership which had not been preferred in the previous periods.
Bu çalışmada, politik kimliklerin dış politikayı etkilediği varsayımı kabul edilmektedir. Bu varsayım çerçevesinde, Kemalist ve liberal-muhafazakâr politik kimliklerin, Türk dış politikasını (TDP) kendi dünya tasavvurları çerçevesinde etkiledikleri iddia edilmektedir. Bu iddiayı desteklemek için sosyal inşacılık, çalışmanın temel kuramı olarak seçilmiştir. Sosyal inşacılar; normların, ideolojilerin, kimliklerin ve fikirlerin oluşturduğu soyut unsurların dış politikayı şekillendirdiğini iddia ederler. Böylece sosyal inşacılar, soyut alanı hem anlamaya çalışır hem de dış politika analizlerinde kullanırlar. Bu çalışmada yorumsamacı (hermeneutik) metodoloji kullanılarak Kemalist ve liberal-muhafazakâr kimliklerin benlik tanımları, dış politikadaki öteki algıları ve uluslararası yapının hangi kültürüne yakın oldukları tespit edilmeye çalışılmıştır. Kemalist kimliği, CHP ve ordu sahiplenirken liberal-muhafazakâr eklemlenmeyi, ANAP ve AK Parti sahiplenmiştir. Kemalist kimlik, dış politikada emperyalist söyleme sahip Batılı devletleri genelde nötr öteki ve bazen de uzak öteki olarak tanımlamıştır. Komünist Rusya ve Orta Doğu ülkelerini kendine uzak öteki olarak görmüştür. Sovyetler sonrası Rusya'ya karşı nötr davranmıştır. Liberal-muhafazakâr kimlik, Batılı ve Orta Doğu devletlerini kendine yakın görürken Komünist Rusya'yı kendine uzak öteki olarak görmüştür. Sovyetler sonrası Rusya'ya karşı nötr davranmıştır. Kemalist ve muhafazakâr liberal politik kimliklerin uluslararası yapının ortaya çıkardığı kültürlerle uyumu tartışılırken Alexander Wendt'in "üç anarşi kültürü" kullanılmıştır. Kemalist kimlik, dış politikayı yönettiği zamanlarda uluslararası yapıyla uyum içinde çalışmıştır. Kemalistler, Lockecu kültüre sahip olmakla birlikte Kantçı kültüre askerî temelde yönelmişlerdir. Benzer şekilde liberal-muhafazakâr kimlik de dış politikayı yönettiği zamanlarda uluslararası yapıyla uyum içinde olmuştur. Liberal-muhafazakârların Kemalistlerden farkı, Lockecu kültüre yakın olmakla birlikte Kantçı kültüre hem askerî hem siyasi hem de iktisadi boyutta yönelişleridir. ; In this study, it is argued that political identities affect foreign policy. In the framework of this assumption, it is the argument of the study that the Kemalist and liberal-conservative syntheses political identities influenced Turkish foreign policy within the context of their own world imagination. In order to support this argument, constructivism has been chosen as the basic theory of the study because of the fact that constructivists claim that norms, ideologies, identities and ideas shape foreign policy. In this way, they count in identities and ideas into the foreign policy analysis. Interpretative (hermeneutical) methodology has been used in the study. It has been tried to determine the definition of Kemalist and liberal-conservative identities self-perception, the definition of their other-perception, and which cultures of international structure they are near via interpretivist methodology. While CHP and the Turkish military have adopted Kemalist identity, ANAP and AKP have adopted liberal-conservative articulation. Kemalist identity on foreign policy is generally in neutral, and sometimes in distant against Western states having imperialist discourse. In addition, it had been in distant against communist Russia and Middle East states, but after the falling of communist Russia it has become in neutral against Russia. Liberal-conservative's identity has been in close proximity to Western and Middle East states. Further it had been in distant communist Russia. However, it has been in neutral against Russia after the falling of Soviet. Alexander Wendt's three anarchy cultures have been used in discussing with which cultures of international structure Kemalist and liberal-conservative political identities conform. Liberal-conservative has worked in harmony with the international structure at the time when they managed Turkish foreign policy like Kemalist. Although Kemalists have a Lockean culture, they are oriented towards Kantian culture on the military basis. Liberal-conservatives have differentiated from Kemalists, because liberal-conservative identity is oriented towards Kantian culture military, cultural and economic basis.
Soğuk Savaş Sonrasında Avrupa Birliği'ne Üyelik Kriterlerinin Neo Fonksiyonalist Teori Açısından Analizi Elif Toprak Doktora, Uluslararası İlişkiler Bölümü Tez Danışmanı: Prof. Dr. Mehmet Genç Bu tez, Avrupa Birliği'nin son genişleme süreci olan Orta ve Doğu Avrupa genişlemesini, neo fonksiyonalist ve sosyal yapısalcı kuramlar açısından incelemektedir. Tezin temel argümanı, referans alınan iki kuramın sosyal ve kurumsal varsayımlarına dayanarak; genişleme sürecinde elitler başta olmak üzere resmi ve gayri resmi grupların, kurumların, hatta bireylerin ve dolayısıyla öğrenme ve sosyalleşme süreçlerinin, devletlerin tercih ve kararlarının oluşumunda önemli rol oynadığıdır. Bu amaçla, neo fonksiyonalizmin tarihsel gelişimi, etkilediği teoriler (karşılıklı bağımlılık, rejim teorileri ve kurumsalcılık) ve bunların hükümetlerarası entegrasyon yaklaşımlarından farklılıkları ortaya konmuştur. Neo fonksiyonalizmin esin kaynağı olduğu sosyal yapısalcı yaklaşımın Avrupa Birliği (AB) çalışmalarına uygunluğu; ve sosyolojik ve kurumsal yaklaşımın gerekliliği üzerinde durulmuştur. Olay incelemesi olarak, AB'nin Orta ve Doğu Avrupa genişlemesi, Birliğin politika ve stratejileri açısından tarihsel ve teorik olarak analiz edilmiştir. Üyelik kriterleri, Orta ve Doğu Avrupa devletleri ve Türkiye açısından karşılaştırmalı olarak incelenmiş ve süreçlerin ve yaklaşımların farklılıkları ortaya konmuştur. Uluslarüstü (supranasyonel) ve hükümetlerarası öğelerin dengesi açısından sorgulanan genişleme sürecinde, varılan sonuç hükümetlerarası unsurların ağır bastığı olmuştur. Ancak ulusaşın (transnasyonel) etkilerin bireysel, toplumsal ve kurumsal tabanda yoğun olduğu argümanı, neo fonksiyonalist ve sosyal yapısalcı çerçevede savunulmuştur. Soğuk Savaş'm sona ermesi ile beraber Birlik, genişleme-bütünleşme tercihi aşamasında, kurumsal reformlar ile esnek entegrasyon anlayışım birleştiren bir genişleme stratejisi seçmiştir. Amsterdam, Nice ve Anayasal Andlaşmalar ile gerçekleştirilen kurumsal değişiklikler sınırlı ancak önemli adımlar olarak kabul edilmektedir. Ortak Anayasanın onaylanması sürecinde olan AB için yeni üye devletlerin adaptasyonu ve aday devletlerin hazırlıkları süreci, ortak AB kimliği açısından önem taşımaktadır. ; This dissertation analyses the last enlargement process of the European Union, namely Central and Eastern European (CEEC) enlargement from neo functional and social constructivist perspectives. The basic argument of the dissertation is that, based on the social and institutional assumptions of the two theories referenced; governmental and non-governmental groups mainly elites, institutions, even individuals, thus related learning and socialization processes have played important role in shaping state preferences and decisions. For this research interest; first of all, the development of neo functionalism and the theories inspired by it (interdepence, regime theories, institutionalism) and their differences from intergovernmental approaches have been elaborated. The necessity and the appropriateness of the social constructivist perspective (also inspired by neo functionalism) to EU studies and importance of institutional and social approaches have been emphasized. As the case study, the EU's CEEC enlargement, the Union's policy and strategies are historically and theoretically analysed. The accession criteria are examined with an eye to the differences of Turkey's candidacy from that of CEECs. Questioning the enlargement process as regards the balance of supranational and intergovernmental elements, the conclusion reached is that the intergovernmental practices overwhelm. But the transnational network of relations affect the decisions and even shape them, both at the domestic and the European level. With the end of the Cold War, the EU came to the point of deciding between enlargement and deepening. The Union has chosen an enlargement strategy uniting institutional reform with flexible integration. The institutional reform realized by the Amsterdam, Nice and the Constitutional Treaties have been modest but important. For the EU on the way to an European Constitution, the adaptation of the new member states and the preparation for the waiting candidates are vital for a common European identity.