Bu makalede, uluslararası ilişkiler kuramlarının barış kavramına yaklaşımları incelenmekte, kalıcı barışın tesisinin küresel yönetişim sistemi ile mümkün olduğu değerlendirilmektedir. İdealizm ve Liberalizm geleneğindeki teorik yaklaşımlar kalıcı barışın tesisinin belirli norm ve kuralların devlet düzeyinde ve devletlerarası seviyede yerleşmesine bağlı olduğunu öne sürmektedir. Realizm geleneğindeki teorisyenler uluslararası barışı güç ve çıkar kavramları temelinde ele almakta, ancak sınırlı ve izafi bir barışın gerçekleşebileceğini iddia etmektedir. Marksist çizgideki yapısalcı yaklaşımlar, sürdürülebilir barışın sağlanabilmesini dünyadaki cari kapitalist sistemin yeniden yapılandırılmasına bağlamaktadır. Postyapısalcı bakış açısı ve eleştirel kuram ise pozitivist teorilerin barış anlayışını sorgulasa da uygulanabilir bir barış önerisi geliştirememiştir. Bu çalışma, uluslararası ilişkiler teorilerinin kalıcı barış için sunduğu düzenlemelerin küresel düzeyde işleyebilen bir yönetişim sistemiyle gerçekleşebileceğini ileri sürmekte, etkin bir küresel yönetişimin dünya barışı için gerekli olduğunu savunmaktadır. ; This article analyzes the peace approaches of international relations theories and argues that lasting peace is possible through a functioning global governance system. Idealist and Liberalist traditions maintain that lasting peace can be achieved if certain norms and rules are established and consolidated at state and international levels. Realist theorists associate peace concept with power and interest and claim that an international peaceful order might be a reality only in limited periods and based on power and interests of some states. The Marxist approaches stipulate that the present capitalist world economy must be restructured for sustainable peace while Poststructuralist perspective and Critical Theory do not offer an applicable roadmap for lasting peace despite their critical stance on Positivist understanding of peace concept. This study asserts that for sustainable peace at world level a working and influential global governance system should be built and maintained in effect.
Son çeyrek asır içinde yapılan seçimlerde aşırı sağ partiler sistematik ve istikrarlı bir biçimde yükseliş eğilimindedir. Öte yandan aşırı sağ partiler bazı ülkelerde yükselirken diğer bazılarında farklı bir seyir izlemektedir: ya hiç prim yapmamakta veya önce yükselip sonra iniş eğilimine girmekte ya da dalgalı bir patika izlemektedir. Bu noktadan hareketle, çalışmanın ana argümanı; aşırı sağ partilerin güç kazanmasını açıklayan en önemli parametrenin, küresel ekonomik sistemdeki değişim ve dönüşümlerle beraber küreselleşmenin toplumsal dokularda ve kültürel alanda yarattığı tahribat ile ilgili olduğu şeklindedir. Aşırı sağı besleyen başlıca olay ve olgular son on yılda gözlemlenen ekonomik durgunluk ve genç işsizliği, artan şiddet ve terör olayları, göçmen dalgasının dünyayı sarmasıyla tetiklenen milliyetçilik ve popülizm gibi faktörlerdir. Bu makalede, Peter Gourevitch tarafından uluslararası ilişkiler disiplinine kazandırılan "ikinci düzeye tersten bakış" metaforundan yararlanılmaktadır. Bu teorik modelin desteği ile aşırı sağ partilerin yükselişinin küresel dinamiklerle başarılı bir şekilde ilişkilendirilebileceği tezi savunulmaktadır. Gourevitch'e göre, merkezi bir devletin var olmadığı küresel sistemde oluşan dev dalgaların devletlere ve toplumlara doğru nüfuz etmesi kaçınılmazdır. Böylelikle aşırı sağ siyasi oluşumların gelişim ve kurumsallaşmasının anlaşılması kolaylaşacaktır. Ayrıca, aşırı sağın yükselişindeki temel sebep-sonuç ilişkisinin doğru biçimde ortaya konulması ile daha sağlıklı siyasi sistemlerin hem devletler bazında hem de küresel yönetişimde tesis edilebilmesi kolaylaşacaktır. ; In the last quarter of the century, the right-wing parties tend to rise systematically and steadily in the elections. On the other hand, it is true that some right-wing parties rise in some countries while some others follow a different course: either they do not make any premiums, or they first rise and then tend to descend or follow a cyclical path. From this point of view, the main argument of this article is: the most important explanatory parameter that explains the power of the extreme right parties is the change and transformation dynamics in the global economic system, as well as the destructive impact of globalization on domestic social contexts and cultural domain. The main events and phenomena that feed extreme right are the economic recession and youth unemployment observed in the last decade, increasing violence and terrorism, global factors such as nationalism and populism triggered by the global wave of migration. This article uses the metaphor "second image reversed" which was introduced by Peter Gourevitch to the discipline of international relations. With the support of this theoretical model, it is argued that the rise of extremist parties can be successfully linked to global dynamics. According to Gourevitch, gigantic waves in the global system, where no centralized state exists, are inevitable to penetrate into states and societies. This will make it easier to understand the development and institutionalization of the extreme right political formations. In addition, the correct identification of the underlying cause-and-effect relationship of the rise of the extreme right will facilitate the establishment of healthier political systems both on state level and regarding the global governance.
Bu çalışmada gerek küresel gerek teknolojik anlamda yaşanan gelişmeler ve değişimler ve bunların getirdiği yenileşme sürecinde kamu yönetimlerinde reform ihtiyacı bağlamında yönetişim anlayışı incelenmiştir. Bu çerçevede çalışmanın birinci bölümünde öncelikle yönetişim kavramının ifade ettiği anlam açıklanmış ve yönetişimin benzer ya da yakın anlam ifade ettiği diğer kavramlarla ortak ve ayrık yönleri ortaya konmuştur. Ayrıca yönetişimin genel özellikleri üzerinde durulmuş ve içerik itibarıyla sahip olduğu ilkeler ayrıntılı bir şekilde irdelenmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde, yönetişimin unsurlarından sivil toplum örgütleri ve devlet ayrıntılı bir şekilde incelenmiş ve bu unsurların Türkiye değerlendirmesi yapılmıştır. Bundan sonra ülkemizde öncelikle kamu yönetiminde reforma duyulan ihtiyacın tespit edilen nedenleri üzerinde durulmuştur. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise kamu yönetiminde reform gerekliliği kapsamında yönetişim adımı olarak değerlendirilebilecek bazı düzenlemeler tespit edilerek bunların gelişim sürecine değinilip yönetişim kapsamında ifade ettiği anlam yönetişimin ilkeleri çerçevesinde belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın sonuç bölümünde ise özellikle yönetişim kapsamında ortaya konan Türkiye değerlendirmeleri çerçevesinde yönetişimin ülkemiz kamu yönetimi için gerekliliği savından hareketle ülkemiz kamu yönetiminde yönetişim uygulamalarına engel etkenler tespit edilerek bazı önerilerde bulunulmuştur. ; In this study the idea of governance is investigated in the concept of reform necessity in the public administration, the developments and changes in both the global and techonological area. In this frame, first the meaning of governance is explained and the common and different aspects of governance with the words having similar or close meanings are explained. The general features and principles of governance are examined in detail. In the second part of the study, non-governmental organizations and the state, as the compenents of governance, are investigated in detail and the application of these compenents in Turkey are evaluated. Then the causes of the need in the public administration are defined. In the third part of the study, some arrengements which can be evaluated as the steps of governance are examined, the process of development of these arrengements and their meanings are determined in the frame of the principles of governance. In the final chapter of the study in the frame of the evaluations of governance implementations in our country, the obstacles against governance applications in public administration are determined and some proposals are made considering governance is a necessity for public administration in our country
Uluslararası iletişim düzenindeki asimetrik karşılıklı bağımlılık, reform tartışmalarına yol açmaktadır. Alanyazında bu sorun sıklıkla eleştirel kuram bağlamında özellikle ekonomi politik açıdan ele alınmıştır. Uluslararası İlişkiler'in temel paradigmaları realizm ve liberalizme göre yapılandırılmış olan ve güç ilişkilerine dayalı bu düzende, reforma yönelik çabalar beklentileri karşılamaktan uzaktır. Bu çalışmanın amacı, soruna farklı bir açıdan yaklaşarak, iki baskın teorinin uluslararası iletişim düzeninde reforma yönelik katkı potansiyellerinin incelenmesidir. Neorealist ve neoliberal analizlerde sosyolojik ve normatif unsurların giderek daha fazla dikkate alınmasının gerekçesi yine küreselleşmeyle artan karşılıklı bağımlılıktır. Dolayısıyla bu teorik çalışmada, karşılıklı bağımlılık ve reform kavramlarının, uluslararası iletişimin farklı analiz düzeylerini içeren (1) enformasyon toplumu, (2) kültürlerarası iletişim ve kamu diplomasisi ve (3) küresel yönetişim unsurları bağlamında betimsel ve karşılaştırmalı bir analizi yapılmaktadır. Teorik çerçeve olarak realizm ve liberalizmin seçilmesinin nedeni, realist ve liberal temellere dayalı iletişim düzeninde reformun yine bu teorilerin kavramları üzerinden tartışılmasının faydalı olacağı tezidir. Reform ve çözüm çabalarında politika üretilmesi ve harekete geçilmesi beklenen alanlar; küresel bir enformasyon toplumu, ortak değer ve çıkarlar için uluslararası kamuoyunun oluşturulmasını sağlayacak kamu diplomasisi uygulamaları ve uluslararası kuruluşlar aracılığıyla daha etkin ve adil bir küresel yönetişimdir. ; In the international communication order, the asymmetry in mutual interdependence leads to discussions on reform. In the literature, this dilemma is mostly studied through political economic lenses of the critical theory. The major paradigms, realism and liberalism in International Relations have shaped the structure of this order based on power relations and the efforts for a reform have been far away from meeting the expectations. The purpose of this paper is to approach the problem differently and investigate the potential of these theories for a reform. In the neorealist and neoliberal analyses, the sociological and normative concerns are increasingly taken into consideration also owing to increasing mutual interdependence with globalization. Therefore, in this theoretical paper, a descriptive and comparative analysis of the concepts mutual interdependence and reform is made according to (1) information society, (2) intercultural communication and public diplomacy and (3) global governance that involve different levels of analysis in international communication. The theoretical framework is constructed on realism and liberalism because of the thesis that a discussion on reform according to their perspective may prove more fruitful since the communication order is already based on realist and liberal concepts and arguments. In the quest for reform, the issue areas that require policies and action are a global information society, public diplomacy for an international public opinion and an effective and just global governance through initiatives of the international organizations.
Bu tez çalışmasında, iyi yönetişim ilkelerinin Türkiye'deki Kamu Denetçiliği Kurumunda uygulanabilirliği incelenmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde yönetim/ yönetişim kavramlarının tarihsel süreçlerine, tanımlarına, yönetişim türlerinden olan Küresel Yönetişim, Kamu Yönetişimi ve İyi yönetişim kavramlarının tanımlarına ve iyi yönetişim ilkelerine iki başlık altında ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde, Ombudsmanlık Kurumunun tarihi geçmişi, ilk ortaya çıkışı ve kurumun ilk olarak uygulandığı İsveç başta olmak üzere çeşitli ülkelerdeki uygulanma şekline yer verilmiştir. Değerlendirilen ülkelerde Ombudsmanlık Kurumunun farklı uygulama alanları ve şekilleri olduğu gösterilmek istenmiştir. Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde Ombudsmanlık Kurumunun Türkiye'de Kamu Denetçiliği Kurumu adıyla kurulma süreci, özelikle Cumhuriyet sonrası dönem olarak değerlendirilmiş ve kurumun yasalaşma süreci ayrıntılı olarak incelenmiştir. Yapılan bu incelemede iyi yönetişim ilkeleri dikkate alınarak kurumun yayınları, faaliyetleri, kurumun internet sitesi, mevzuatı, kararları, başdenetçinin ve denetçilerin yazılı ve sözlü açıklamaları ile özellikle Kamu Denetçiliği Kurumu yayını olan Ombudsman Bülten Dergisi üzerinden ele alınmıştır. Bu çerçevede iyi yönetişimin genel kabul gören altı ilkesi olan; şeffaflık, katılımcılık, etkinlik, hesap verilebilirlik, tutarlılık, hukukun üstünlüğü ilgili açıklamalar ve faaliyetler açısından değerlendirilmiştir. İlgili literatüre ilave olarak söz konusu kaynaklarda iyi yönetişimin ilkeleri ile alakalı örnekler gösterilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın yöntemi olarak verilere ulaşmak için kapsamlı literatür taraması yapılmış ve Kamu Denetçiliği Kurumunda İyi yönetişim ilkeleri ne ölçüde uygulanıyor? sorusuna cevap aranmıştır. İyi yönetişim ilkelerinin tanımları çalışmanın sınırlarını oluşturmuştur ve elde edilen bulgular tanımlara göre değerlendirilmiştir. Yapılan değerlendirmeler ışığında bu çalışmada sonuç olarak; iyi yönetişim ilkeleri çerçevesinde Türkiye'deki Kamu Denetçiliği Kurumu için hesap verilebilirlik ve şeffaflık ilkeleri açısından "geliştirilebilir" değerlendirmesi; katılımcılık, etkinlik, tutarlılık, hukukun üstünlüğü ilkeleri için "güçlü" değerlendirmesi yapılmıştır. ; In this thesis, the applicability of good governance principles in the Ombudsman Institution in Turkey has been examined. In the first part of the study, the historical processes and definitions of the concepts of management / governance, the definitions of the concepts of Global Governance, Public Governance and Good Governance, which are types of governance, and good governance principles are given in detail under two headings. In the second part of the study, the historical background of the Ombudsman Institution, its first appearance and the way it was implemented in various countries, especially Sweden, where the institution was first applied, are given. It is aimed to show that the Ombudsman Institution has different application areas and forms in the evaluated countries. In the third and last part of the study, the establishment process of the Ombudsman Institution under the name of Ombudsman Institution in Turkey,In particular, it has been evaluated as the post-Republican period and the enactment process of the institution has been examined in detail. In this review, taking into account the principles of good governance, the publications of the institution, its activities, the institution's website, legislation, decisions, written and oral explanations of the chief auditor and auditors, and especially the Ombudsman Bulletin, the publication of the Ombudsman Institution, were discussed. In this context, the six generally accepted principles of good governance; Transparency, participation, effectiveness, accountability, consistency, rule of law were evaluated in terms of relevant explanations and activities. In addition to the relevant literature, examples related to the principles of good governance have been tried to be shown in these sources.As the method of the study, a comprehensive literature review was made to reach the data and to what extent are the principles of good governance applied in the Ombudsman Institution? The answer to the question has been sought. The definitions of good governance principles formed the limits of the study and the findings were evaluated according to the definitions. In the light of the evaluations made, as a result of this study; within the framework of good governance principles, the evaluation of the Ombudsman Institution in Turkey as "improvable" in terms of accountability and transparency principles; "strong" evaluation was made for the principles of participation, effectiveness, consistency and rule of law.The definitions of good governance principles formed the limits of the study and the findings were evaluated according to the definitions. In the light of the evaluations made, as a result of this study; within the framework of good governance principles, the evaluation of the Ombudsman Institution in Turkey as "improvable" in terms of accountability and transparency principles; "strong" evaluation was made for the principles of participation, effectiveness, consistency and rule of law.The definitions of good governance principles formed the limits of the study and the findings were evaluated according to the definitions. In the light of the evaluations made, as a result of this study; within the framework of good governance principles, the evaluation of the Ombudsman Institution in Turkey as "improvable" in terms of accountability and transparency principles; "strong" evaluation was made for the principles of participation, effectiveness, consistency and rule of law
ÖZETGüvenlik, insanoğlunun hayatının her noktasına temas eden bir kavram olmuştur. Küresel siyasette yaşanan değişimler ve dönüşümlerle birlikte güvenliğin algılanışı ve uygulanışı da çeşitlilik kazanmıştır. Küresel güvenlik yönetişimi, yeni bir güvenlik enstrümanı olarak uluslararası alanda barış ve istikrarın sürmesi amacıyla politik, ekonomik ve idari otoritenin ortak kullanımını sistemdeki ilgili bütün aktörlerin ortak çabalarıyla elde edilen sonuçların oluşturduğu, farklı düzeylerde tüm aktörleri içeren bir politika oluşturma düzlemi olarak tanımlanabilmektedir. Küreselleşmenin tırmanmasıyla birlikte ekonomik, kültürel, insani, çevresel güvenlik meseleleri önem kazanmış; sınır-aşan suçlar, uluslararası terörizm, nükleer silahların yayılması, bulaşıcı hastalıklar gibi yeni tehditlerin yaygınlaşması sonucunda bir kavram olarak yeniden hem güvenlik hem de yönetişim kavramlarının kesişiminde inşa edilmeye başlamıştır. Özellikle 11 Eylül olayları sonrası tekrar gelenekselleşen ve sertleşen Atlantik merkezli güvenlik algısını değiştirme konusunda söz sahibi olan yükselen güçlerin, küresel güvenlik yönetişimi özelinde olmak üzere, küresel yönetişimde etkin olabildiği ve niş noktalara temas ettiği bir alan olarak görülmüştür.ABSTRACTSecurity has always been become a concept that contacts every aspect of human life. perception and application of security has become diverse in line with the changes and transformation in global politics. Global security governance defined as a policy making sphere that includes all actors or stakeholders from different levels and consisting of outputs that are made of collective efforts, economic and administrative authority together on the purpose of maintaining peace and stability. Due to hyper globalization, economic, cultural, environmental and humanity security issues become salient. Hence, as a result of new threats -such as global terrorism, spreading nuclear proliferation and epidemic diseases- it has been started to be constructed in junction point of both security and governance terms. Global security governance have been seen as an area where emerging powers, who especially have a say in the matter of Atlantic based security perceptions that has become more traditional and rigid, can become effective in global governance and touch the niche areas.
Kurumsal yönetişim, kurumsal iletişim ve iç paydaş kavramlarının, her geçen gün gelişerek ilerleyen kavramlar olduğu görülmektedir. Kurumların uzun ömürlü iş yaşamına sahip olmalarında ve iç paydaşlarıyla olan iletişimlerinde yalnızca özgün ve başarılı faaliyetlerde bulunmaları yeterli değildir. Kurumsal yönetişim ilkelerinin kurum kültürüne yerleştirilmesi ve iş tanımlarının bu perspektifte oluşturulmasıyla her kurum, kendisini tanımlayabilir ve inovatif perspektifle büyüyen öğrenen organizasyon ismini alabilir. Dünyanın küresel bir köy olarak tanımlandığı günümüzde kurumların da küreselleşmeden etkilendikleri önemli bir gerçekliktir ve bu etkileşimden en az zararla ve en yüksek karla çıkabilmeleri gerekmektedir. Bu gereklilik her kurum açısından kurumsal yönetişim ilkeleri eşliğinde planlanan dinamik ve stratejik kurumsal iletişim faaliyetleri, interaktif iç paydaş etkileşimi ile mümkün olmaktadır. Çünkü iç paydaşlar, temel yönetişim prensipleri göz önünde bulundurulduğunda bir kurum için en temel değerdir. Bu sebeple iç paydaş memnuniyeti ve sadakati sağlanamamış bir kurumun kurumsal yönetişim ve kurumsal iletişim prensiplerini yerine getirmekte güçlük çektiği söylenebilmektedir. "Kurumsal Yönetişim Sürecinde İç Paydaşların Katılımında Kurumsal İletişimin Rolü" konu başlıklı tez çalışmasında yer verilen araştırma kapsamında İstanbul"da yer alan X kurumuna gidilmiş ve altı kişi ile birebir derinlemesine görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu görüşme için 4 konu başlığı ve her konu başlığı için ayrı ayrı, toplam 21 adet derinlemesine görüşme soru formu oluşturulmuştur. Araştırma kapsamında incelenen X kurumun kurumsal yönetişim, kurumsal iletişim ve iç paydaş kavramlarına yönelik yaklaşımını incelemek amaçlanmıştır. Bu kapsamda tez çalışmasının en önemli sorunsalını yine tez çalışmasının konu başlığı oluşturmaktadır. Çünkü kurumsal yönetişim kavramı sürekli öğrenen, gelişen, kendini yenileyen, değişime açık, risk alabilen ve riskleri yönetebilen bir kurum olmayı ifade eden iletişimsel bir yönetim sürecidir. Bu yönetim sürecini de kurumsal iletişim faaliyetleri ve iç paydaşlarla birlikte yürüterek ileriye götürmeyi amaç edinmiştir. İstanbul"da yer alan X kurumunda tez konu başlığının varlığı araştırılmış ve bu doğrultuda yarı yapılandırılmış soru formları oluşturulmuştur. Hazırlanan yarı yapılandırılmış soru formları görüşme yapılan kişilere dağıtılarak araştırma gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda X kurumunun kurumsal faaliyetleri, kurum-çalışan etkileşimi incelenmiş ve gözlenmiştir. Vaka analizi ile elde edilen veriler içerik analizi kullanılarak çözümlenmiş ve bulgular yorumlanmıştır. Bulgular kapsamında araştırmanın gerçekleştirildiği X kurumunda, kurumsal yönetişim kavramının sistem içerisinde tam uygulanmadığı bu sebeple kurumsal iletişim sürecinin yönetişim noktasında fazla aktif kullanılmadığı, yönetişim anlayışıyla ilerlemediği, iç paydaşların kurumsal yönetişim sürecinde çok fazla katılımlarının gerçekleşmediği kanaatine varılmıştır. Elde edilen ve çözümlenen bulgular sonuç ve öneriler bölümüne aktarılarak detaylı bir biçimde tartışılmıştır. ; The concepts of institutional governance, institutional communication and internal stakeholders have been gaining popularity day by day. Operating in an efficient and unique manner may not be deemed adequate for the institutions to maintain a long life cycle and a proper interaction with the internal stakeholders. Any institution may define its function and structure in a proper way and may be entitled as "a continuously learning organization equipped with innovative perspective" upon adopting institutional governance principles in institutional culture and reframing definitions of positions accordingly. Institutions are clearly affected by globalization today when world may be defined as a global village, thus, they have to survive attaining minimal loss and maximum profit principle which can be maintained through dynamic and strategic institutional communication activities along with interactive interaction with internal stakeholders as internal stakeholders may be defined as basic assets from elementary governance principles. An institution which could not maintain internal stakeholder satisfaction and loyalty may be deemed to fail to adopt institutional governance and communication principles. This dissertation entitled "Role of Institutional Communication in Participation of Internal Stakeholders in Institutional Governance" covers fieldwork of in-depth interviews with six employees recruited by X in İstanbul. A total of 21 in-depth interview forms structured on 4 topics for each has been formed for interviewing purposes. The aim of the research is to analyze attitude of X towards concepts of institutional governance, institutional communication and internal stakeholder, thus, the title of the dissertation may be deemed to represent the main research question. Institutional governance may be defined as a communicational management process to attain an institutional structure of constinuous learning which is apt to develop, to take and manage the risks. The abovementioned management process may be developed through institutional communication activities and participation of internal stakeholders. This dissertation aims to trace institutional communication in X in İstanbul, thus, a number of semi-structure interview forms has been formed for this purpose and these forms has been distributed to the interviewees. Institutional activities and institution-employee interaction in X has been observed and inspected. Data gathered has been analyzed and interpreted through content analysis method. The findings of the research imply that institutional communication is not adopted in a complete manner within the system, thus, it can not be operated efficiently in governance and internal stakeholders can not participate in institutional communication in a proper way. Findings has been discussed in conclusion and further recommendations chapter in detail.
Bu çalışma BRICS'in henüz uluslararası politikada belirleyici bir aktör olmadığını iddia etmektedir. Bu ana iddia, aktör ve belirleyici aktör arasında bazı farklılıklar olduğu ön kabulüne dayanmaktadır. Bu çalışmada belirleyici aktör kavramına yüklenen anlam en azından belli bir bölgede dominant veya hegemon güç olma durumudur. BRICS; genel anlamda batı üstünlüğü ve özelde de Amerikan üstünlüğüne karşıymış gibi görünen beş gücün yani Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika ülkelerinin baş harflerinden oluşan nevi şahsına münhasır bir kulüptür. Ekonomilerinden almış oldukları güçle yola çıkan BRICS ülkeleri, kulübün sunduğu işbirliği ve diyalog sayesinde daha etkili küresel yönetişim, daha dengeli küresel ekonomi ve daha demokratik uluslararası ilişkileri hedeflemektedirler. Mevcut uluslararası düzenin herkes için kabul edilebilir ve kapsayıcı olması için küresel yönetişim araçlarının yeterince bağımsız, tarafsız, çoğulcu, şeffaf, adil ve memnun edebilir bir seviyede olması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Üç bölümden oluşan bu çalışmanın ilk bölümünde kavramsal çerçeve ve tarihsel arka plana yer verilmiştir. İkinci bölümde BRICS'in uluslararası politikadaki rolü ortaya koyulmuştur. Son bölümde ise BRICS'in sorunları ele alınmıştır. BRICS analiz edilmiştir. Çünkü bir aktör hâlini alan BRICS, günümüz uluslararası politikasını etkilemeye çalışmaktadır. Ancak belirleyici bir aktör olmak için ciddi sorunları vardır. ; The thesis claims that BRICS is not yet a determinative actor in international politics. The main claim is based on the pre-acceptance that there are some differences between actor and determative actor. The meaning attributed to the determinative actor concept in the thesis is being a dominant or hegemonic power in a certain region at least. BRICS is an sui generis club that contains five powers that Brazil, Russia, India, China and South African countries that appear to oppose western superiority in general and American superiority in particular. BRICS countries which set out with the power they received from their economies aim for more effective global governance, a more balanced global economy and more democratic international relations thanks to the cooperation and dialogue offered by the club. They emphasize that the global governance tools must be sufficiently independent, impartial, pluralistic, transparent, fair and satisfactory in order for the current international order to be acceptable and inclusive for all. The thesis consists of three chapters. The conceptual framework and historical background were included in the first part. The role of BRICS in international politics were revealed in the second part. The problems of BRICS were discussed in the last part. BRICS were analyzed. Because BRICS which has become an actor tries to influence the international policy of today. However it has serious problems to be a determinative actor.
Bu çalışma COVID-19 salgını sonrasında uluslararası siyasetin doğası ve uluslararası ilişkilerin yapısında ortaya çıkması muhtemel etkileri analiz ediyor. Küreselleşmenin ve ulus devletin geleceği, liberal ve otoriter devlet modellerinin bu süreçteki performansları, illiberal popülist siyasetin geleceği, salgını kontrol altına almak adına atılan adımların ahlakiliği, Avrupa Birliği bütünleşme sürecinin akıbeti ve Amerika Birleşik Devletleri ile Çin arasındaki jeopolitik rekabetin seyri salgının ortaya çıkardığı dinamiklerden yakından etkilenecek. Salgınla mücadele bağlamında ABD ve Çin hükümetlerinin benimsemiş oldukları tutumlar onların küresel yönetişim bağlamındaki liderlik kapasitelerini de yakından etkileyecek. COVID-19 sonrası çağda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı yünündeki öngörülere karşın bu çalışma daha ihtiyatlı bir tutum takınılması gerektiğini iddia ediyor ve geleceğin nasıl şekilleneceğine dair yapılan öngörülerde daha mütevazi olunması gerektiğini salık veriyor. ; This study tries to examine how the COVID-19 pandemic might affect the nature of international politics as well as the structure of international relations in the years to come. The way the pandemic unfolds and the measures adopted to stem it will likely affect the future of globalization process and the nation-state, the allure of democratic and authoritarian regimes, the future of illiberal populist parties and movements, the attractiveness of alternative moral approaches, the future of European Union integration process and the future trajectory of the geopolitical competition between the United States of America and Peoples' Republic of China. The policies adopted by American and Chinese governments during this process will strongly affect their respective capabilities to play leadership roles in different aspects of global governance. Even though it is quite popular to argue that nothing will remain the same after the COVID-19 pandemic, this study recommends that analysts adopt a more modest and prudent approach in predicting the future course of international politics. It is still too early to offer ironclad statements regarding the future of international relations. ; No sponsor
Küresel bir salgın krizi karşısında küresel değil ulusal dayanışmanın sergilendiği bir dünyada devletin rolü yeniden önem kazanmıştır. Bununla birlikte, ulus devletlerin geri dönüşü söyleminin yanıltıcı olduğu ve kamusal alanın yeniden önem kazanmasıyla devletlerin geri dönüşünün, küreselleşme öncesi bir ulus devlete geri dönüş olmadığı vurgulanmaktadır. Salgın krizi her ne kadar acil durumla başa çıkmak için devlet otoritesine ve müdahalesine ihtiyaç olduğunu göstermiş olsa da bu otorite, devletlerin çok katmanlı yönetişimden oluşan karmaşık bir ağ içinde işlevsel ve etkin olmasıyla sağlanacaktır. Başka bir deyişle, geri dönerken devlet, dönüşmek zorunda olacaktır. Bu, ulus devletin hem yerel ve ülkesel hem de bölgesel ve küresel düzeylerde etkin ve esnek bir devlet ihtiyacına uygun bir şekilde geri dönüşü anlamına gelmektedir. ; The role of the state has regained importance in a world where national rather than global solidarity has been exhibited in the face of the global health emergency of international concern. However, the discourse of returning nation-states deemed to be misleading in the sense that with an increasing function of the public sphere in times of crisis the return of the states does not necessarily mean the return to a nation-state of the pre-globalization period. Although the pandemic crisis has shown the need for state authority and intervention in dealing with the emergency, this kind of state engagement can be ensured when and if states are functional and effective in a complex network of multi-layered governance. In other words, while returning, states have to transform. This means that the return of the state should be in accordance with the imperative of an effective and resilient state at local and national as well as regional and global levels.
Küresel çevre yönetiminin en önemli aracı haline gelen çok taraflı çevre anlaşmaları, uluslararası işbirliği yoluyla küresel çevre sorunlarına ortak çözümler üretilmesini mümkün kılan yasal düzenlemelerdir. Günümüzde hemen hemen tüm sorun alanlarına ilişkin olarak hazırlanmış olan çok taraflı çevre anlaşmaları, hem bu sorunların çözümüne yönelik politika oluşma, hem de sorunun çözümüne hukuki açıdan bağlayıcı yasal bir dayanak sağlama açısından önemli bir işlev üstlenmektedir. Ayrıca söz konusu anlaşmalar taraf devletlere ulusal çevre politikalarının hazırlanması ve uygulanması konusunda da bir rehber oluşturmaktadır.Küresel çevre yönetiminde son derece önemli bir yere sahip olmalarına rağmen, bu anlaşmaların uygulanmasında karşılaşılan problemler çevre anlaşmalarının başarısını önemli ölçüde etkilemekte ve bu anlaşmaların nihai amacı olan küresel çevre sorunlarının çözümüne olan katkısını tartışılır kılmaktadır. Anlaşmaların uygulanmasını belirleyen önemli faktörlerden biri ise ilgili anlaşmanın yapısıdır. Bu bağlamda çalışmada çok taraflı çevre anlaşmalarının uygulanabilir bir niteliğe sahip olup olmadığı tartışılmaktadır. Bu tartışma çerçevesinde öncellikle çok taraflı çevre anlaşmalarının temel özellikleri dikkate alınarak genel bir değerlendirme yapılmaktadır. Daha sonra ise Tehlikeli Atıkların Sınır Ötesi Hareketi ve Bertarafının Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi incelenmektedir. Basel Sözleşmesi'nin hem içeriği, hem de hukuki niteliği dikkate alınarak Sözleşme'ye ilişkin uyum sorunları belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın son bölümünde ise Türkiye'nin çok taraflı çevre anlaşmalarına ve Basel Sözleşmesi'ne uyumu değerlendirilmeye çalışılmıştır. ; Multilateral environmental agreements which have become the most important tool for the global environmental governance are the legislative arrangements those enable the production of common solutions to the global environmental problems via international cooperations. At the present day, there exist many multilateral environmental agreements in order to deal with almost all problem areas associated with the international environment. These agreements are important since they provide a legally binding basis for the solution of the environmental issues.Although they have a profoundly important place in global environmental governance, the obstacles encountered in the implementation of the environmental agreements affect the accomplishment of those agreements. The issues related with the implementation of the agreements may arise both from the characteristics of the agreement and the inadequate efforts performed by the states. However, both lack of control and enforcement mechanisms included by the agreements display that the implementation of these agreements are left to the good faith of the parties. In the study, it is argued whether the Multilateral Environmental Agreements are applicable in character or not. Within this framework of discussion, First, a general evaluation will be made while taking the basic characteristics of multilateral environmental agreements into account. Than, The Basel Convention on The Control of Transboundary Movements of Hazardous Wastes and Their Disposal is analysed. Accordingly, both on the basic of the content and the legal quality of the Basel Convention, the problem encountered by the parties in the implementation process will be determined. Last part of the study includes evaluation of Turkey's compliance with the multilateral environmental agreements and the Basel Convention.
ÖZBu tezde Türkiye'nin gerçekleştirdiği Şah Fırat Operasyonu, Beşika Müdahalesi, Fırat Kalkanı Harekâtı ve Zeytin Dalı Harekâtı'nın uluslararası hukuka göre meşruiyeti konusu ele alınmaktadır. Türkiye, söz konusu müdahaleleri resmî olarak Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. maddesinde ifadesini bulan meşru müdafaa hakkına dayanarak gerçekleştirdiğini açıklamıştır. 51. maddeye göre devletler, meşru müdafaa hakkına ancak kendilerine yönelik silahlı bir saldırı vukû bulduğunda başvurabilecektir. Tezde de terör örgütlerinin Türkiye'de gerçekleştirdiği saldırıların, 51. maddede öngörülen silahlı saldırı şartını karşılayıp karşılamadığı tartışmaya açılmaktadır. Ayrıca terör saldırıları üzerine gerçekleştirildiği belirtilen Türk müdahalelerinin ne derece sınırlı, amacına uygun ve terör örgütlerinin oluşturduğu tehdide yönelik olduğundan söz edilecektir. Bununla birlikte, BM Güvenlik Konseyi'nin uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden bu kriz karşısında gerekli ve makul önlemleri alamadığı görülmektedir. Bu durum karşısında BM Güvenlik Konseyi gerekli önlemleri alana kadar Türkiye'nin mevcut olanaklarla yaşanan tehdide karşı ne tür önlemler alabileceği de tezde incelenmektedir. Türk müdahaleleri meşru müdafaa hakkı temelinde açıklanırken, devlet dışı aktörlere karşı başvurulacak olan meşru müdafaa hakkı konusunda Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın cevap veremediği sorunlara yanıt vermesi için ortaya konan "Acizlik veya İsteksizlik Doktrini", "Zaruriyet Doktrini" ve "Koruma Sorumluluğu Doktrini" çerçevesinde de Türk müdahaleleri açıklanmaktadır. Meşru müdafaa hakkındaki muğlaklıklar ve BM Güvenlik Konseyi sisteminin sorgulanır yapısı da dikkate alınarak tez çalışmasının örgüsü "Küresel Yönetişim Teorisi" üzerinden kurgulanmaktadır. Son olarak çalışmada uluslararası insancıl hukukunun Suriye iç savaşındaki yeri ve önemi değerlendirilmekte ve Türk müdahalelerinin meşruiyetine olan etkisi ele alınmaktadır. --- This thesis examines the legitimacy of Operation Shah Euphrates, the Intervention of Bashiqa, the Operation Euphrates Shield, and the Operation Olive Branch in accordance with international law. Turkey has officially stated that it carried out these interventions in accordance with the right of self-defense based on Article 51 of the UN Charter. According to the Article 51, the right of self-defense for a state can be applied only if an armed attack occurs against it. This thesis will be discussed whether or not the attacks that took place in Turkey by terrorist organizations, is sufficient magnitude to satisfy the criteria of the 'armed attacks' as set forth in Article of 51. Furthermore, Turkish interventions that are claimed to have taken place on the basis of terror attacks will be evaluated on the extent of their limits, appropriateness and aim towards the threats posed by the terrorist organizations. In hindsight, the UN Security Council has failed to take the necessary and reasonable measures against the crisis that is threatening international peace and security. Under these circumstances, what kind of measures can be taken by Turkey against these threats by available means, until the UN Security Council takes the necessary measures, will also be examined. As the Turkish interventions are explained on the basis of the right of self-defense, they will also be evaluated within the framework of the "Doctrine of Unable and Unwilling" and the "Doctrine of Necessity," as well as the "Doctrine of Responsibility to Protect," in order to respond to the problems that the UN Charter is unresponsive to. Considering the ambiguities of the right of self-defense and the questionable nature of the working system of the UN Security Council, the structure of the thesis is constructed on the "Global Governance Theory". Lastly, this study assesses the role and importance of international humanitarian law in the Syrian civil war and its impact on the legitimacy of the Turkish interventions.
Liderlik ve strateji kavramları genel olarak önemli amaçların iki başat öğesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Birisi amaçlar, hedefler, misyon gibi diğer kavramlarla bütünleşik bir şekilde yapılanın ne şekilde yapılacağını ortaya koyarken; lider ve liderlik kavramı yapılanların iradi kaynağını ortaya koyar. Son dönemlerdeki küresel ölçekli değişimlere bağlı olarak ülkemizin içinde olduğu değişim sürecinin hangi dayanaklara sahip olduğunun ele alınması gerekmektedir. Ülkemiz yönetim yapısındaki değişimin dinamiklerine baktığımız zaman öz olarak öne çıkan kavramlar 1980'lerden itibaren Dünya Bankası, OECD, IMF gibi küresel kuruluşlarca birer reçete olarak ileri sürülen yönetişim, desentralizasyon, reform, yeni kamu yönetimi, toplam kalite yönetimi gibi kavramlardır. Bu yönüyle ülkemizde görülen değişimin kendisi de reçetesi de ülkenin kendine özgü dinamiklerine uzak bir görünüm sergilemektedir. Çalışma küresel trendlerin tüm dünya ülkelerini olduğu gibi ülkemizi de etkilediği bir süreçte yaşanan yapısal değişimlerin arka planını ele alan bir çalışma olarak özellikle 2002'den itibaren hız kazanan kurumsal dönüşümleri yönlendiren ana stratejiyi ele almaktadır. ; The terms strategy and leadership are usually regarded as the two principals of significant goals.While the former one presents how a specific goal to be reached integrated with the terms aims, targets and missions, the latter one and leader presents the voluntary source of the actions. Associated with the recent global scaled changings, which base the changing period through which our country is passing has should be dealt with. When we consider the dynamics leading changes in our country's governing structure, the principal terms have been governance, decentralization, reform, new public administration and total quality management, which have been recommended as recipe by global institutions like World Bank, OECD and IMF since 1980. However, not only its recipe but also the changing itself seems to be for from being suitable to the dynamics peculiar to our country. This study deals especially with the main strategy which directs institutional transformation gainig speed since 2002 as a study dealing with the background of structural changings in a period in which global trends affect our country like all other countries in the world.
1992 yılında Brezilya'nın Rio kentinde dünyanın küresel ölçekli meselelerine çözüm bulmak adına düzenlenen Rio Zirvesi sonunda ortaya çıkmış bir belge olan Gündem 21'in içerisinde yer alan 28. Bölüme istinaden Yerel Gündem 21'lerin kurulması ve uygulamalarda merkeze oturtulması kararlaştırılmıştır. Bu minvalde bu zirveye ve 1996'da İstanbul'da gerçekleştirilen HABİTAT II (Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Konferansı) Zirvesi'ne katılan devletler Yerel gündem 21'leri kendi ülkelerinde uygulama kararı almışlardır. İşte Türkiye'de ortaya çıkan Kent Konseyleri'ne kaynaklık eden oluşumlar bu Yerel Gündem 21'lerdir.Kent Konseyleri Türkiye için hala yeni kurumlardır ve birçok belediyede hala kurulamamış yapılardır. Kurulanların bazılarının ise sadece kâğıt üzerinde kurumlar olduğu ortadadır. Bu minvalde, bu çalışmanın amacı, Marmara Bölgesi'ndeki Kent Konseyi yürütme kurulu üyelerinin katılım algılarını ölçmek ve Kent Konseyleri'nin yerel demokrasiye katkı sağlayacak bir platform olup olmadığını değerlendirmektir.Çalışma üç bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde, öncelikle Kent Konseyleri'yle yakından ilişkili olan yerel demokrasi ve siyasal katılım kavramları ele alınmaktadır. İkinci bölümde, yeni katılım yöntemleri ve yeni bir katılım yöntemi olarak Kent Konseyleri sürdürülebilirlik, yönetişim, Gündem 21, Yerel Gündem 21 ve son olarak da Belediye Kanunu ve Kent Konseyi Yönetmeliği bağlamında değerlendirilmiştir. Üçüncü bölümde ise, Marmara Bölgesi'ndeki Kent Konseyi Yürütme Kurulu Üyeleri'nin katılım algısını ölçmeye yönelik bir anket çalışmasından elde edilen bulgular tartışılmıştır. ; In 1992, in the city of Rio of Brasil, Rio Summit was organised in the name of finding solutions to the problems with the global scale. Based on Chapter 28 of Agenda 21, which is a document to be appeared at the end of the summit, it was decided that Local Agenda 21 are to be established and be given central position. In this respect, the states who attended both to this summit and to HABITAT II organized in Istanbul in 1996 had taken the decision of implementing Local Agenda 21s in their own countries. The City Councils appeared in Turkey are pioneered by these Local Agenda 21s.City Councils are still considered to be new institutions for Turkey and many municipalities have not been established them yet. Even amongst the established ones, there are councils those only appear on the paper and do not function. Within this respect, the aim of this study is to evaluate the participation perception of the members of City Councils in Marmara Region and to analyse whether the City Councils are platforms to provide contribution for local democracy.The study is comprised of three parts. In the first part, parallel to the evaluation of the City Councils, local democracy and political participation issues are considered to be the basis of the subject. Having been appeared as one of the new methods of participation, in the second part, the City Councils are expressed within the context of sustainability, governance, Agenda 21, Local Agenda 21 and Municipality Law and City Council Guide. In the third part, data concluded from the questionairre made among the City Council Members of the Administrative Boards of all Marmara Region, is tried to be evaluated.
Dünya genelinde yaygınlaşan küresel reform girişimleri, geleneksel kamu yönetimi anlayışının değişimine zemin hazırlamış ve bu yönde bir takım iyileştirme ve düzenlemelerin yapılmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu dönüşüm süreci bazı ülkelerde daha çabuk kabullenilmiş olmakla birlikte, bazı ülkelerde ise bu dönüşüme nasıl tepki verileceği sorunsalını ortaya çıkarmıştır. Karşılaştırmalı kamu yönetimi ve reform transferi gibi konuları ön plana çıkaran bu sürecin iyi yönetilmesi ise kamu politikalarının belirlenmesi için büyük önem kazanmaya başlamıştır. Bu aşamada kamu yönetiminde meydana gelen dönüşüm sürecine ne ölçüde uyum sağlanacağının tespiti de üzerinde durulması gereken diğer bir konudur. Peki, düzenlemelere kaynaklık eden hâkim düşünce nedir ve düzenlemelerin transfer edilmesi sürecinde hâkim düşüncenin de transfer edilmesi gerekli midir? Yönetsel anlamda son yıllardaki gelişmelerin birbirine benzer uygulamaları ortaya çıkarması küresel bir düzenlemeye doğru gidildiğine mi işaret etmektedir? Ve son olarak çalışmamızın ana unsurunu oluşturan yönetimlerin karşılaştırmalı olarak incelenmesinde ideolojik faktörler ne derece önem kazanmaktadır? Bu doğrultuda çalışmanın amacı karşılaştırmalı kamu yönetimi bağlamında reform transferlerinin ideolojik boyutlarının ön plana çıkarılması olarak belirlenmiştir. ; The global reform initiatives that have become widespread throughout the world have laid the groundwork for the change of traditional public administration understanding and have made it necessary to make some improvements and regulations. While this process of transformation has been acknowledged more quickly in some countries, some countries have raised the question of what will be the reactions to this transformation. Good governance of this process, which gives prominence to issues such as comparative public administration and reform transfer, has gained great importance for the determination of the public policies. In this phase, it is also necessary to focus on the determination of the extent to which the transformation process will take place in public administration. So, what is the dominant idea leading to these regulations and is it necessary to transfer the dominant idea in the process of the transfer of the regulations? Does the fact that the developments on the managerial level have resulted in similar practices in recent years points out to a trend towards a global regime? Finally, to what extent are the ideological factors important in the comparative study of the administrations that constitutes the main element of our work? The aim of this study is to give prominence to the ideological dimensions of reform transfers in the context of comparative public administration.