The purpose of the book is to provide an understanding of how trade conflicts and the inequalities that come with them are created in the global economy. The authors' arguments are that trade wars are class wars between elites and workers within countries, which create increasing inequalities between classes in countries, disrupting the global economy and threatening international peace.
Sosyal ilişkiler, sosyal sistemler ve genel olarak toplumsal yapı denilen bütünlük, içinde pek çok unsuru barındıran büyük bir ortaklıktır. Toplumsal yapı, göreli denge ve birliğinin yanı sıra çeşitli zıtlıklar, çatışmalar ve eşitsizlikleri de bünyesinde barındırır. Bunların en önemlilerinden biri toplumsal cinsiyet ayrımı ve ona dayalı haksız tanımlama, konumlandırma ve uygulamalardır. Bu anlamda biyolojik olarak kadın cinsine karşılık toplumsal olarak üretilen 'kadınlık' cinsiyeti, başlıca örnek olarak varlığını sürdürmektedir. Kadınlık, en yalın haliyle doğuştan ve doğal değil, sonradan ve yapay olarak oluşturulmuş cinsiyet ayrımının ismidir. Toplumsal cinsiyet ayrımına neredeyse tüm dünya ülkelerinde rastlanabilir. Ayrım geçmişte de var olmuştur, bugün de devam etmektedir. Ancak yaşanma şiddeti ve göstergeleri toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Türkiye, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımda kadınlığın belirgin olarak yaşandığı ülkelerden biridir. Kadın, 'toplumsal cinsiyetinden ötürü' Türkiye'de var olan onlarca öteki içerisinde başı çekmektedir. Bu inceleme genelinde teorik olarak toplumsal cinsiyetin kurguladığı kadınlık olgusu tanımlanacak, açıklanacak ve kadınlığın yaşadığı eşitsizlikler vurgulanacaktır. Bu doğrultuda ilkin biyolojik-toplumsal cinsiyet ayrımı ele alınacaktır. Ardından ayrımın belli başlı toplumlarda ne gibi uygulamalarla canlı kaldığı anlatılacaktır. Sonrasında genel tarihsel akış içerisinde Dünya'da ve Türkiye'de kadınlık meselesi toplumsal cinsiyet ayrımı bağlamında tartışılacaktır. Sonuç olarak Türkiye'de kadının genel durumu sergilenip yorumlanacaktır. ; Social relations, social systems and the overall integrity of the so-called social structure, containing many elements of a great partnership. Social structure, as well as a variety of relative stability and unity of opposites, incorporates the conflicts and inequalities. One of the most important of these are based on her gender discrimination and wrongful identification, positioning, and applications. In this sense, corresponds to the type of socially produced biologically female 'female' sex, exists mainly as an example. Femininity, most completely innate and natural, not artificially created, and subsequently Gender discrimination can be found in virtually all countries of the world. Discrimination has existed in the past, continues to this day. Indicators and severity vary from society to society, but to happen. Turkey, one of the countries that experienced a significant gender-based discrimination womanhood. Woman, 'for social sex' in Turkey, the other dozens of existing lead. Female gender as a theoretical speculations in the case of this study will be defined, explained and emphasized femininity inequalities experienced. Biological gender discrimination will be dealt with first in this direction. Live in societies that certain practices such as discrimination, then what will be discussed. Then, the flow in the general historical context of gender discrimination in the world and in Turkey will be discussed in a matter of femininity. As a result, the overall situation of women in Turkey exhibited and interpreted.
The UN's Women, Peace, and Security (WPS) agenda emphasizes women's victimhood and peacemaking roles. However, women participate in two-thirds of armed movements and affect conflict outcomes in unique gendered ways. This article argues that excluding female perpetrators from the WPS agenda generates new insecurities for them and broader societies. By highlighting women's contribution to perpetuating conflict, I propose a framework to incite policymakers to view women's empowerment as a mainstream security concern and implement policies aligned with the goals of the UN WPS Agenda. First, I explore reasons to avoid reinforcing gender norms that portray women as victims and peacemakers. These reasons encompass assessing: 1) women's contributions to armed organizations, 2) their exclusion from post-conflict rehabilitation programs, 3) the limited visibility of human rights violations by women and the underrepresentation of male civilians as victims, and 4) "saving vulnerable women" rhetoric as a justification for Western power involvement. Then, I examine gender inequality as a fundamental cause enabling these factors, underscoring the need to regard gender inequality and traditional gender norms as central security concerns.
Günümüzde devletler politik kararlarının, iki farklı cinsiyet üzerinde doğuracağı etkiyi dikkate almakta, sonuçlarını değerlendirmekte, iki cinsiyet arasında eşitsizlik doğurmayacak ya da mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri giderecek şekilde almaya çaba sarf etmektedirler. Politik kararların en önemli yansıması olan devlet bütçelerinin, toplumsal cinsiyete duyarlı hale gelmesi, toplumsal cinsiyet eşitliği gözetmesi, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini azaltmada en önemli araçların başında gelmektedir. Bu çalışmada toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme anlayışı ile Türkiye'de konuya ilişkin çalışmalarda bulunan kamu kurumları ve sundukları kamu hizmetleri ve yaptıkları kamu harcamaları açıklandıktan sonra mevcut kurumların revizyonu ve yeni kurumların tahsis edilmesi gereği üzerine değerlendirmeler yapılmıştır. ; Today, states consider the effect of their political decisions on two different gender, and evaluate the ramifications of these decisions, so that they will not cause inequality between men and women. States also make an effort to take political decisions in order to avoid gender inequalities. The most important consequence of the impact of political decisions on the state budget is that it has become gender-sensitive and considers the gender equality. It also reduces gender inequality which is one of the most important tools. In this study, gender-sensitive budgeting approach in Turkey will be discussed. The study will also mention about the public institutions and public services that are related to the issue under discussion in addition to explaining the public spending of these institutions. Finally, the revision of existing institutions and the need for the establishment of new institutions will be articulated.
Doktora Tezi ; Bu çalışmanın temel amacı, yoksullukla mücadele hedefi doğrultusunda kullanılan yöntemleri ve stratejileri araştırmak ve özellikle gelişmiş ülkelerde uygulanan yoksullukla mücadele politikalarını ele alarak, kamu politikası transferi bağlamında Türkiye'de yoksullukla mücadeleyi iyileştirici öneriler sunmak ve bu önerilerin uygulanabilirliğini tartışmaktır. Yoksulluk uzun zaman ekonomik temelli bir sorun olarak algılanmış, yoksullukla mücadele de bu yönde şekillenmiştir. Fakat son yıllarda yapılan çalışmalar ve uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlanan raporlar, günümüzde yoksulluğun maddi olmayan boyutlarını da kapsayacak şekilde çok boyutlu bir kavram olarak ele alınmaya başlandığını göstermektedir. Buna karşılık yoksullukla mücadelede sorunun ekonomik yönü öne çıkarılmaya devam etmektedir. Tezde yoksulluğun iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel yönleri dikkate alınmaya çalışılacak, yoksulluğun nedenleri ve ölçüm yöntemleri incelenirken de bu çok boyutlu yapı göz önünde bulundurulacaktır. Günümüzde yoksullukla mücadelede toplumun genel refahını yükseltmeye odaklanan politika tercihlerinden ziyade, daha çok yoksulluğun etkilerini hafifletici ve yoksulları hedef alan uygulamaların ağırlıkta olduğu görülmektedir. Fakat bu uygulamalar yoksul kitleleri yoksulluktan kurtarmakta eksik kalmaktadır. Bu doğrultuda yoksullukla mücadele edilmesinde dengeli yaklaşımlara ulaşabilmek için sosyal politikalara ihtiyaç duyulmaktadır. Çalışmada yoksulluğun kavramsal boyutu ile dünyada ve Türkiye'de yoksulluk profilleri incelendikten sonra yoksullukla mücadele stratejileri incelenmiş, sonrasında ise yoksulluk yönetimi ve sosyal politika başlıkları mukayese edilmiştir. Kamu politikası yapım süreçleri ve bu kapsamda önemi giderek artan politika transferi konusu çerçevesinde yoksullukla mücadelede Türkiye için ortaya konulabilecek bazı öneriler incelendikten sonra, politika transferine konu olabilecek bazı politika önerileri açıklanmış ve uygulanabilirlikleri tartışılmıştır. ; The main aim of this study is to ...
Birleşmiş Milletler Örgütü, dünya üzerindeki en kapsayıcı organizasyondur. Birleşmiş Milletlerin en etkili organı olan Güvenlik Konseyi ise, dünya üzerinde barış ve güvenliğin sağlanmasından sorumludur. Güvenlik Konseyi üzerinde, daimi üyelerin sahip olduğu veto hakkının adil olmadığı, Konseyin görevini tam olarak yerine getiremediği, şeffaf olmadığı ve temsilde eşitsizlik bulunduğu gibi, kurulduğundan bu yana devam eden tartışmalar, son yıllarda etkisini artırmıştır. Türkiye, 1951–1961 yılları arasında Güvenlik Konseyinde görev yaptığı üç dönemin aksine, 2009–2010 döneminde yerine getirdiği Güvenlik Konseyi geçici üyeliği süresince konstrüktivizm temelli, aktif ve etkin bir dış politika sergilemiştir. Tez çalışmasında, 2009–2010 dönemi için Güvenlik Konseyine adaylığını açıklamasından bu güne kadar geçen süre içerisinde, Türkiye'nin attığı dış politik adımlar ve bunların yansımalarına değinilmiştir. Ayrıca bu politikaların, Türkiye'nin 2011 yılında adaylığını açıkladığı 2015–2016 dönemi Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine etkileri değerlendirilmeye çalışılmıştır. ; The United Nations is the most comprehensive organization in the world. And, Security Council, the most effective organ of the United Nations, is responsible for maintaining peace and security worldwide. Discussions directed to Security Council, since the formation of the UN, in terms of unfair veto power of the permanent members, failure of Council to exercise its mission fully, lack of transparency and inequality for the representation have been increased lately. Contrary to three terms in the Security Council between the years 1951-1961, Turkey had performed an active and effective foreign policy based on constructivism during his temporary Security Council membership of 2009-2010. This study focuses on foreign policy steps of Turkey and its consequences starting from Turkey's application to the Security Council membership of 2009-2010 to date. It further analysis how this policy affects the candidacy course of temporary Security Council membership of Turkey for the term of 2015-2016 that was declared on 2011.
Siyaset, toplumsal yaşamdaki kaynakların dağılımına ilişkin süreçleri kontrol etme ve bu süreçleri yönetme olarak düşünüldüğünde, bu kaynakların kime, hangi cinsiyete, hangi sınıfa, gruba dağıtılacağına dair karar verme yetkisine sahip olmayı beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla, siyasi partilerin ve parti söylemlerinin, cinsiyetlerin taleplerine ne kadar eşit yaklaştığı ve hangi cinsiyetin ihtiyaçlarını önceleyip politik söylem haline ve bu söylemin medya ürünlerinde nasıl yer bulduğu sorusu, ataerkil zihniyetin dolayısıyla kadın- erkek eşitsizliğinin dönüştürülmesi için önemli görünmektedir. Bu önemden hareketle; bu çalışmada; partilerin kadın politikalarının farklı farklı gazetelerin ideolojileriyle nasıl ilişkiye girdiği ve partilerin cinsiyet politikalarının gazetelerde nasıl temsil edildiği dolayısıyla eril ideolojinin hem yazılı basınla hem de parti politikalarıyla nasıl iç içe geçtiğini deşifre etmek amaçlanmaktadır. Bu çerçevede; feminist teorinin önemli bir argümanı olan toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısıyla, 2011 genel seçimleri öncesi, Cumhuriyet, Zaman, Birgün ve Hürriyet gazeteleri örneğinde, Parlamentoda yer alan partilerin, yazılı basında yer alan kadın politikaları incelenmiştir ; Politics, while considered as, the distribution of resources related to control and manage processes in social life, it also brings along to have decision-making authority to whom, which gender, which class, which group will be distributed of these sources. Whereat, it seems to be significant for the conversion of patriarchal mentality hence the inequality between men and women that political parties and discourses of parties, how equally approach to gender demands and giving priority to which gender needs into political discourse and the question of how to find a place this discourse in media products. Moving from this importance, it is aimed that female policies of parties how relate to different newspaper ideologies and how the gender policies of parties are represented by the newspapers; so, how to decode that masculine ideology intertwine both in written press and party policies. Considering this importance and the perspective of gender mainstreaming, which is a very important argument of feminist theory; woman policies of political parties' in parliament which took place in written pres is analysed in the example of the following newspapers: Cumhuriyet, Zaman, Birgün,Hürriyet
Türkiye'de bölgesel kalkınma ajansları, AB'nin bölgesel politikasına uyum sağlanabilmesini temin maksadıyla ABkurumlarının tavsiyesi üzerine AB ile tam üyelik müzakereleri sürecinde kurulmuştur. Bu bölgesel kalkınmaajansları ülkedeki bölgesel eşitsizlikleri yerelde ve yerinde azaltarak ülkenin tümünün mümkün olduğunca homojenbir şekilde kalkınabilmesi için yeterli bir kapasitenin geliştirilebilmesine katkı sağlama amacıyla oluşturulmuştur. Bukalkınma ajansları toplamda 26 olup, 23 kalkınma ajansı birden fazla ili kapsarken, sadece İstanbul, Ankara ve İzmirilleri bir ajans tarafından temsil edilmektedir. Tek tip yönetişim modeliyle kurulan bu ajanslar 10 yılı aşkın birsüredir faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ancak ülke genelinde tek tip örgütlenen bu yapıların her bölgenin farklıdinamiklerini harekete geçirerek bölgesel eşitsizliğin giderilmesinde hedeflenen başarıyı tam olarak yerinegetiremeyeceği görülmeye başlanılmıştır. Bu çalışmada bu yetersizliğin olası nedenleri ve bu ajansların yönetişimyaklaşımına uygunluğu irdelenmiştir. Bunun yanında daha dar bir alanı kapsayan il ölçeğinde çoklu tip kalkınmaajansları modeli bir öneri olarak ifade edilmiş ve değerlendirilmiştir. Bu kapsamda her kente özgü bu ajanskurgusunun yereldeki ekonomik dinamikleri harekete geçirerek yerinde kalkınmayı sağlamada daha iyi modelolabileceği üzerine durulmuştur ; Regional development agencies in Turkey were founded in the process of full membership negotiations with the EU on the advice of the relevant EU institutions to meet the need of compliance with the EU's regional policy. These regional development agencies were established in order to develop a sufficient capacity that can contribute to the homogeneous development of the entire country by reducing regional inequalities in the country locally and on site. These development agencies are 26 in total and 23 agencies cover more than one province, while only Istanbul, Ankara and Izmir provinces are represented by one agency. Established with a uniform governance model, these agencies have been operating for more than 10 years. However, it is thought that these structures, which are organized uniformly throughout the country, will not be able to fulfil the targeted success properly in eliminating regional inequality. In this study, the possible causes of this inadequacy and the compliance of these agencies with the governance approach are examined. In addition, the model of multi-type development agencies at provincial scale covering a narrower area has been expressed and evaluated as a proposal. In this context, it was emphasized that this agency setup specific to each city could be a better model in providing on-site development by activating the local economic dynamics
Türkiye'de bölgesel kalkınma ajansları, AB'nin bölgesel politikasına uyum sağlanabilmesini temin maksadıyla AB kurumlarının tavsiyesi üzerine AB ile tam üyelik müzakereleri sürecinde kurulmuştur. Bu bölgesel kalkınma ajansları ülkedeki bölgesel eşitsizlikleri yerelde ve yerinde azaltarak ülkenin tümünün mümkün olduğunca homojen bir şekilde kalkınabilmesi için yeterli bir kapasitenin geliştirilebilmesine katkı sağlama amacıyla oluşturulmuştur. Bu kalkınma ajansları toplamda 26 olup, 23 kalkınma ajansı birden fazla ili kapsarken, sadece İstanbul, Ankara ve İzmir illeri bir ajans tarafından temsil edilmektedir. Tek tip yönetişim modeliyle kurulan bu ajanslar 10 yılı aşkın bir süredir faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ancak ülke genelinde tek tip örgütlenen bu yapıların her bölgenin farklı dinamiklerini harekete geçirerek bölgesel eşitsizliğin giderilmesinde hedeflenen başarıyı tam olarak yerine getiremeyeceği görülmeye başlanılmıştır. Bu çalışmada bu yetersizliğin olası nedenleri ve bu ajansların yönetişim yaklaşımına uygunluğu irdelenmiştir. Bunun yanında daha dar bir alanı kapsayan il ölçeğinde çoklu tip kalkınma ajansları modeli bir öneri olarak ifade edilmiş ve değerlendirilmiştir. Bu kapsamda her kente özgü bu ajans kurgusunun yereldeki ekonomik dinamikleri harekete geçirerek yerinde kalkınmayı sağlamada daha iyi model olabileceği üzerine durulmuştur. ; Regional development agencies in Turkey were founded in the process of full membership negotiations with the EU on the advice of the relevant EU institutions to meet the need of compliance with the EU's regional policy. These regional development agencies were established in order to develop a sufficient capacity that can contribute to the homogeneous development of the entire country by reducing regional inequalities in the country locally and on site. These development agencies are 26 in total and 23 agencies cover more than one province, while only Istanbul, Ankara and Izmir provinces are represented by one agency. Established with a uniform governance model, these agencies have been operating for more than 10 years. However, it is thought that these structures, which are organized uniformly throughout the country, will not be able to fulfil the targeted success properly in eliminating regional inequality. In this study, the possible causes of this inadequacy and the compliance of these agencies with the governance approach are examined. In addition, the model of multi-type development agencies at provincial scale covering a narrower area has been expressed and evaluated as a proposal. In this context, it was emphasized that this agency setup specific to each city could be a better model in providing on-site development by activating the local economic dynamics.
Eşitlikçi söylemlerle kalkınmayı yeniden inşa eden küreselleşme, uluslararası çapta pek çok girişime yol açmıştır. Bu girişimlerden biri olan kalkınma hakkı, Birleşmiş Milletlerin 1986 yılında yayınladığı Kalkınma Hakkı Bildirisi ile yasal bir zemine kavuşturulmuştur. Uluslararası diğer anlaşmalarla da kalkınma hakkı yinelenmiş ve böylece kavram güncellik kazanmıştır. Kalkınma hakkına dair yaklaşımlar içerik olarak çoğunlukla insan haklarına dayanmakta ve küresel ölçekte eşitliği, katılımcılığı ve toplumsal adaleti gözeten varsayımları ifade etmektedir. İçerdiği anlamlar bakımından, kavramın kendisi uluslararası alanda desteklenmekte, ancak aynı zamanda eleştiriye de maruz kalmaktadır. Kalkınma hakkına yönelik eleştirilerin ve neo-liberal küreselleşmenin sonucu olarak kalkınma hakkının özünün sorgulanır bir niteliğe büründüğü söylenilebilir. Kalkınmaya yönelik temel yaklaşımlar ile ortaya çıkan çelişkiler doğrultusunda, bu çalışmada neo-liberal küreselleşme eleştirilerine bağlı olarak kalkınma ve kalkınma hakkı düşünceleri eleştirel bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. Çalışmayla üzerinde durulan temel düşünce, küreselleşmenin sonuçları açısından kalkınmaya yönelik düşüncelerin çelişkili olduğu ve kalkınma hakkının eşitlikçi olmaktan uzak olduğudur. Mevcut çelişkiler sonucunda neo-liberal küreselleşmenin mevcut eşitsizliği pekiştirerek yeni sorunlara yol açtığı ifade edilmektedir. ; Globalization, which recontructs development with egalitarian expressions, leads many attempts throughout international arena. Right to Development, one of the these attempts, is set on legal basis with the Declaration of Right to Development by United Nations in 1986. It is also recurred through other international conventions and so it gained its currency. Approaches regarding right to development depend mostly on the human rights for its content and reflect assumptions which seek equality, participation and social justice on global scale. In terms of the thoughts that it contains, the concept's itself is supported all around the World but it is criticised at the same time. It can be said that the nature of right to development has become interrogable as the result of the criticisms and neo-liberal globalization. In line with the main approaches and contradictions around them, this paper handles development and right to development concepts cirtically depending on the criticisms towards neo-liberal globalization. The emphasis underlined by this study is that the approaches to development are contradictionary in terms of globalization consequences and the right to development is away from being egalitarian. As the result of this conflict, it is argued that neo-liberal globalization induces new problems reinforcing existing inequality.
Yerel kuruluş ya da örgütlenmeler küreselleşme süreciyle beraber hızlı bir şekilde kendi sınırlarının dışına çıkarak küresel boyuta ulaşmaktadır. Çok uluslu şirketler ve sivil toplum kuruluşları da çoğunlukla karşıtlık içinde olsalar da küresel düzeyde örgütlenme biçimi bağlamında benzer süreçler yaşamaktadır. Küresel düzeye ulaşması neticesinde ulus – üstü nitelik kazanmaları da uluslararası ilişkiler alanının çalışma nesnesi olmalarına neden olmaktadır. Kazandıkları ulus – üstü niteliğin oluşum sürecinde merkez – çevre ilişkisi belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Zira merkez ülkelerde yerel ya da ulusal olarak oluşmuş kuruluşlar, çevre ülkelerle olan diyalogları neticesinde küresel düzeye ulaşmaktadır. Çok uluslu şirketler, çevre ülkeleri hammadde ve/veya pazar olarak görürken; sivil toplum kuruluşları, genellikle çevre ülkelere dair farkındalık kampanyaları yürütmektedirler. Yaşanılan çağda en belirgin küresel sorunlar arasında, ülkeler arası gelişmişlik düzeylerinin belirgin oranlarda farklılıklar oluşturması ve fırsat eşitsizliği, yoksulluk ve canlı yaşamını tehdit eden çevre tahribatlarıdır. Bu sorunların sorumlusu olarak da kapitalist sistemin yeniden üretimini sağlayan çok uluslu şirketler bulunmaktadır. Sorunlara karşı kampanyalar geliştirip eylemler yaparak kamuoyu oluşturan, lobicilik faaliyeti yürüten kuruluşlar da kâr amacı gütmeyen ve yaşanılabilir bir dünya için çalışan sivil toplum kuruluşlarıdır. Bunların yanında, devletler de kendi ulusal sınırları dışında anlaşmalar ve oturumlar yoluyla küreselleşme sürecine dahil olmaktadır. Sivil toplum kuruluşları, çok uluslu şirketlere uyguladıkları baskıya benzer bir baskıyı devletlere de uygulayabilmektedir. ; The local institutions or organizations, with the globalization process, quickly go beyond their own limits and reach the global extent. Multi-national corporations and non-governmental organizations, although often in opposition, have similar processes in the context of organizing at the global level. Also, as result of reaching the global level with their achievement of transnational qualifiation causes to become a working object on the field of international relations. In the process of formation of the transnational qualities they earn, the center-periphery relation is emerging as evident. Forasmuch as, local or national organizations in central countries have reached the global level as a result of their dialogue with the peripheral countries. While multi-national companies see peripheral countries as raw materials and / or markets; non-governmental organizations generally run awareness campaigns about the peripheral countries. Among the most prominent global problems in the present era are the continual increase in the level of development between countries and the inequality of opportunity, poverty and environmental destruction that threatens the life of all living creatures. The multi-national corporations reproducing the capitalist system are responsible for these problems. Organizations creating public opinion by developing campaigns against the problems and conducting lobbying activities are non-govermental organizations working for a profit-free and livable world. In addition to these, states are involved in the globalization process through agreements and sessions outside their national borders. Non-governmental organizations can apply similar pressures to the states they are applying to multi-national corporations.
Bu calisma uluslararasi terorizm olgusunu kuresellesen dunya cercevesinde incelenmistir. Gerek terorizm gerek kuresellesme tum boyutlariyla irdelendiyse de asil olarak uluslararasi terorizm ve kuresellesme ile etkilesimi uzerine odaklanilmistir.Tarihinde ideoloji din milliyetcilik gibi bircok sebepten meydana gelmis olan teror dunya capindaki hizli gelismeler ve teknoloji nedeniyle esitsizlik adaletsizlik tatminsizlik ve kuresellesme karsitligi gibi nedenlerle ortaya cikmaya baslamistir. Bunun sebebini aciklamak amaciyla terorizm ve kuresellesme oncelikle iki ayri tanim olarak ele alinarak tanimlanmistir. Dunyanin modernlesme teknoloji iletisim ve ulasimdaki kolayliklar nedeniyle kuculmesiyle terorun de yayginlastigi kuresellestigi siddetini ve sikligini arttirdigi gorulmektedir. Kuresellesme hem terore kolaylik saglamaya baslamis hem de olumlu etkileri sayesinde onlenmesi yolunda fayda saglamistir. Ortaya cikan teror-kuresellesme baglantisi bu kapsamda incelenmis kuresellesmenin teror uzerine pozitif ve negatif etkileri sorgulanmis pozitife dondurulebilecek etkilerinden soz edilmistir. Gelisen ve degisen dunyada terorle savas icin suregelmis olan askeri diplomatik yollarla beraber uluslararasi birlesim ve hukukun onemi artmistir. Tamamen ortadan kaldirilmasi mumkun olmayan terorle savasin en onemli ayagini uluslararasi alanda guclu bir isbirligi ile hazirlanacak hukuki kural yaptirim ve cezalar olusturmaktadir. Ýsbirliginin yayginlastirilmasi ve kuvvetlendilmesi kadar bu isbirliginin surekli olusu da buyuk onem tasimaktadir. Bu calismanin amaci terorizm ve kuresellesmeyi aciklayarak aralarindaki somut ve kuvvetli bagi gostermek ve terorle savas icin kuresellesmenin de yardimiyla uluslararasi ve sureklilik arzeden bir birligin kurulusunun onemini vurgulamaktir. ; This thesis analyzes the concept of terrorism in the age of globalization. Despite both concepts, globalism and terrorism, being studied by its all aspects, mainly the relationship between international terrorism and globalism is concentrated on. Terrorism, which has been motivated by ideological, religious and national reasons all through its history, has added issues to its concern like inequality, injustice, dissatisfaction and anti-globalist movements. In order to clarify this shift in the policies, the concepts of terrorism and globalization are first explained as distinct issues. Terrorism has become global because of modernization, developments in technology, communication and the ease in transportation. Thus, globalization has started to serve terrorism. At the same time, with its positive effects it became helpful in the fight against terrorism. The connection of globalization and terrorism has been explained in this respect. As the previous tools of diplomacy and military measures started to lose their validity, international cooperation and law have emerged as the tool to fight against terrorism. Since terrorism is a phenomenon that cannot be totally abolished, the best way to minimize terrorism is the use of international law, with necessary organizations established to form cooperation at the international level. The main aim of this thesis is to point out to several facts like there being a directly proportional relationship between globalization and terrorism concepts, furthermore continuous, determined international efforts and cooperation is a must and most important tool while fighting against terrorism.
Bu tez çalışmasında, Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının üye ülkeler üzerindeki etkisi feminist bakış açısı ile incelenmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sonucu oluşan kamusal/özel alan ayrımı kadınların siyasi karar mekanizmalarında yer almalarını engellemiştir. Bu tezin ana argümanı, kuruluşundan itibaren iktisadi temelli yapılanmış olan Avrupa Birliği'nin özellikle Amsterdam Antlaşması ile ana akım politikası haline getirdiği toplumsal cinsiyet eşitliği, üyelerinin farklı siyasi geçmiş ve refah devlet tipolojilerine sahip ülkelerden oluşması göz önüne alındığında Avrupa Birliği'nin her üye ülkesinde toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları farklı seviyelerde pratik edilmekte olduğudur. Avrupa Birliği'nin üye ülkelerinde kadınların siyasi hayata katılımları karşılaştırmalı vaka analizi kapsamında incelenmiştir. Tez çalışması feminist kuram çerçevesinde kadınların siyasi katılımını ele almıştır. Avrupa entegrasyon sürecinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin Birliğin politikalarında özellikle kadınların siyasi katılımından ziyade ekonomik çıkarlarına odaklandığına yer verilmiştir. Son olarak, siyasi alanda toplumsal cinsiyet eşitliğinin zayıf olduğu Avrupa Birliği'nin kurucu üyesi İtalya ile Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları ile 2004 yılında tanışan ve siyasi düzeyde toplumsal cinsiyet eşitliğinde görece iyi bir konumda olan eski sosyalist ülke Slovenya karşılaştırılması yapılmıştır. Sonuç olarak Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliğini ana akım politika haline getiremediği ve üye ülkeler üzerinde etkisinin kısıtlı kaldığı; ülkelerin siyasi kültür ve geçmişlerinin yanında refah devlet tipolojilerinin toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında etken olduğu saptanmıştır. Çalışmanın sonucunda Avrupa Birliği'nin kadınların siyasi katılım özelinde yetersiz toplumsal cinsiyet politikaları ürettiği ve üye ülkeler üzerindeki etkisinin kısıtlı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sonuç doğrultusunda tez çalışması, literatürde mevcut boşluğu doldurmayı hedeflemiştir. --- This study examines the effect of gender equality policies on of European Union (EU) member countries from feminist theory. The distinction between public and private space that is built by gender inequality restrains women from political decision-making. Main argument in this study is that European Union, that has constitutive focus on economics, institutionalized gender equality as its mainstream politics after the Treaty of Amsterdam; however, the emphasis of gender equality varies within member countries since they have different types of political and financial agenda and welfare state models. In this study, comparative case analysis methods are applied to examine political participation of women in European Union member counties. For this research, political participation of women is discussed from feminist approach. In the process of European integration, European Union policies focuses on economic interests instead of aiming political participation of women in terms of gender equality. Lastly, this study compares Italy, as a charter member of European Union, which has weaknesses for promoting gender equality and Slovenia, as an former socialist country, which is still relatively in a better position for promoting gender equality even though it met with gender equality criteria of EU in 2004. To sum up, European Union was not able to institutionalize gender equality as its mainstream politics. The impact of EU"s political structure for promoting gender equality on the member countries is limited because of the fact that the differences between political and historical agendas of these counties and their welfare state models are the factors that have a visible impact in this context. In consequence, this research points that policies of European Unions on gender equality in terms of political participation of women are insufficient and the impact of its structure on its members are limited. In this direction, this study aims to fill the gap in the literature.
Bu tez çalışmasında, Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının üye ülkeler üzerindeki etkisi feminist bakış açısı ile incelenmiştir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sonucu oluşan kamusal/özel alan ayrımı kadınların siyasi karar mekanizmalarında yer almalarını engellemiştir. Bu tezin ana argümanı, kuruluşundan itibaren iktisadi temelli yapılanmış olan Avrupa Birliği'nin özellikle Amsterdam Antlaşması ile ana akım politikası haline getirdiği toplumsal cinsiyet eşitliği, üyelerinin farklı siyasi geçmiş ve refah devlet tipolojilerine sahip ülkelerden oluşması göz önüne alındığında Avrupa Birliği'nin her üye ülkesinde toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları farklı seviyelerde pratik edilmekte olduğudur. Avrupa Birliği'nin üye ülkelerinde kadınların siyasi hayata katılımları karşılaştırmalı vaka analizi kapsamında incelenmiştir. Tez çalışması feminist kuram çerçevesinde kadınların siyasi katılımını ele almıştır. Avrupa entegrasyon sürecinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin Birliğin politikalarında özellikle kadınların siyasi katılımından ziyade ekonomik çıkarlarına odaklandığına yer verilmiştir. Son olarak, siyasi alanda toplumsal cinsiyet eşitliğinin zayıf olduğu Avrupa Birliği'nin kurucu üyesi İtalya ile Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları ile 2004 yılında tanışan ve siyasi düzeyde toplumsal cinsiyet eşitliğinde görece iyi bir konumda olan eski sosyalist ülke Slovenya karşılaştırılması yapılmıştır. Sonuç olarak Avrupa Birliği'nin toplumsal cinsiyet eşitliğini ana akım politika haline getiremediği ve üye ülkeler üzerinde etkisinin kısıtlı kaldığı; ülkelerin siyasi kültür ve geçmişlerinin yanında refah devlet tipolojilerinin toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında etken olduğu saptanmıştır. Çalışmanın sonucunda Avrupa Birliği'nin kadınların siyasi katılım özelinde yetersiz toplumsal cinsiyet politikaları ürettiği ve üye ülkeler üzerindeki etkisinin kısıtlı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu sonuç doğrultusunda tez çalışması, literatürde mevcut boşluğu doldurmayı hedeflemiştir. --- This study examines the effect of gender equality policies on of European Union (EU) member countries from feminist theory. The distinction between public and private space that is built by gender inequality restrains women from political decision-making. Main argument in this study is that European Union, that has constitutive focus on economics, institutionalized gender equality as its mainstream politics after the Treaty of Amsterdam; however, the emphasis of gender equality varies within member countries since they have different types of political and financial agenda and welfare state models. In this study, comparative case analysis methods are applied to examine political participation of women in European Union member counties. For this research, political participation of women is discussed from feminist approach. In the process of European integration, European Union policies focuses on economic interests instead of aiming political participation of women in terms of gender equality. Lastly, this study compares Italy, as a charter member of European Union, which has weaknesses for promoting gender equality and Slovenia, as an former socialist country, which is still relatively in a better position for promoting gender equality even though it met with gender equality criteria of EU in 2004. To sum up, European Union was not able to institutionalize gender equality as its mainstream politics. The impact of EU"s political structure for promoting gender equality on the member countries is limited because of the fact that the differences between political and historical agendas of these counties and their welfare state models are the factors that have a visible impact in this context. In consequence, this research points that policies of European Unions on gender equality in terms of political participation of women are insufficient and the impact of its structure on its members are limited. In this direction, this study aims to fill the gap in the literature.
Tarihsel gelişmelere göre halkın kendi kendini yönetmesini esas alan demokrasi kavramına, toplumların gelişme düzeylerine bağlı olarak farklı anlamlar atfedilmiştir. Modernizmin siyasal dönüşümünü ifade eden demokrasi kavramı hukukun üstünlüğü, yasal eşitlik, özgürlük gibi unsurları barındırır. Ancak demokrasi söylemi özgürlük, eşitlik ve adaletin ne olduğu ya da ne olabileceğini gösterdiği kadar, maalesef baskı ve tahakkümü, eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri gizler hale gelmiş, insan hakları siyasal bir silah olarak kullanılmaya başlanmıştır. Modernizmin ve dolayısıyla demokrasinin temellerini oluşturan Reform ve Rönesans hareketleriyle birlikte genel ahlak, toplumsal ve siyasal alanın dışına itilmiştir. Modernizm, her şeyi seküler boyutlara indirgemiş, apriori düzeydeki ilkeleri dikkate almamıştır. Yeryüzüne egemen olmak için gökyüzünden yüz çevirmiş ve bütün bunları da sadece sözde tek amaç olarak kabul edilen insanın özgür, eşit ve mutlu olması için yapmıştır. Ahlak ve siyasetin birbirinden ayrıldığı modern dönemlerden bu yana ahlak, kapitalizmin de etkisiyle araç haline getirilmiştir. Ahlaki olan günümüz dünyasında ve toplumun etkili çevreleri içinde temsiliyet imkânı bulamamaktadır. Dolayısıyla genel ahlak bağlayıcı gücünü yitirmiş, toplumu meydana getiren bireylerin kendilerini her bakımdan kuşatacak olan üst normlara yaslanma imkânı da ellerinden alınmıştır. Bundan dolayı hak ve özgürlük alanında evrensellik değil çıkar ilişkisi ön planda yer almıştır. Çünkü giderek artan oranda uluslararası ilişkilere ve dış politikalara, iktisadi çıkarlar yön vermeye başlamıştır. Büyük sermaye sahipleri hem ulusal hem de uluslararası alanda hükümetlere baskı yaparak ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmişlerdir. Dahası özgürlük, adalet, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar, küresel-uluslararası güçlerin emperyal amaçlarının meşruluk kılıfı haline gelmiştir. ; Considering the historical developments, democracy as a form of governing people by people may have different meanings depending on the development level of societies. The concept of democracy which expresses a political transformation of modernism contains such elements as the rule of law, legal equality, and freedom. However, as discourse of democracy proves freedom, equality and justice, it may also be used as a tool to hide oppression, domination, inequality and injustice and unfortunately human rights have been used as a political weapon. The Reformation and the Renaissance which paved the way for modernism and hence democracy placed the general morality outside the social and political spheres. Modernism has reduced all down to secularism, and taken no heed of a priori principles. It has also disregarded whatever has been considered celestial for the sole purpose of establishing a global dominion over the earth, something which it has done for the quasi-single aim of increasing human freedom, equality and happiness. Today the whole world of the moral life are experiencing expatriated state with capitalism's effect, the moral of the community the opportunity to representation in the environment can not be effective, public morality is losing its binding force. Thus, an individuals can not find the opportunity to lean on.top norms which will surround him in all respects. Therefore, in the area of rights and freedoms, interests have been at the forefront instead of universality. Because economic interests have become increasingly active on international relations and foreign policy. The capital owners both nationally and internationally shaped states in accordance with its own interests by putting pressure on governments. Furthermore, notions such as freedom, justice, democracy and human rights have become tools of justification for global-international forces to cover their imperial aims.