Book Review: Human Rights Journalism: Advances in Reporting Distant Humanitarian Interventions
In: İletişim: Araştırmaları Dergisi, Band 12, Heft 2, S. 137-142
139 Ergebnisse
Sortierung:
In: İletişim: Araştırmaları Dergisi, Band 12, Heft 2, S. 137-142
Libya müdahalesi ile ilgili Türkiye'de ve yabancı basında çok fazla kaynak mevcuttur. Fakat Türkiye'nin Libya müdahalesine dâhil olması özelinde yapılan detaylı bir çalışma yoktur. Bu durum elinizdeki çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır. "Libya müdahalesine dâhil olmanın Türkiye'nin Orta Doğu politikasındaki yeri nedir?" sorusunu cevaplamayı hedefleyen bu çalışma Türkiye'nin Orta Doğu politikasını detaylı bir şekilde ele almış, durumu hem tarihi hem de teorik çerçevede değerlendirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu dönemden itibaren Batılılaşma kimliğini benimsemesine rağmen Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerine daima önem vermiştir. Fakat Orta Doğu ülkelerinin bağımsızlıklarını geç kazanmasının da verdiği etkiyle 1960'lara kadar Türkiye Orta Doğu ülkeleri ile sağlam ilişkiler geliştirememiştir. 1970'lerle birlikte Batı ülkeleri ile yaşanan ciddi olumsuzluklar neticesinde Türkiye yeni müttefiklere ihtiyaç duymuştur. AKP'nin iktidara gelmesiyle Türkiye'nin dış politika karakteri net çizgilerle belirlenmiş, Orta Doğu ile ilişkilere ayrıca önem verilmiştir. 2010 yılı sonunda Tunus'ta başlayan Arap Baharı protestolarının en çok etkilediği NATO ülkesi şüphesiz Türkiye olmuştur. Libya iç savaşının başladığı dönemde Türkiye mevcut hükümeti desteklemesine rağmen pasif bir politika izlemiştir. Fakat zamanla hem uluslararası toplumun baskısıyla hem de kendi çıkarlarına da uygun gördüğü gerekçesiyle protestocu halkı destekler pozisyona gelmiştir. Türkiye Arap halkını desteklerken özellikle insan hakları ve demokrasi vurgusu yapmıştır. Bu çalışma, AKP'nin Orta Doğu politikası, Türkiye'nin Orta Doğu ülkeleri ile olan ilişkileri ve Batılılaşma siyaseti, Türkiye'nin Libya müdahalesine dâhil olmasının arka planında yatan nedenler üzerinde durmuştur. Çalışmada iç savaşın aşamaları ve Türkiye'nin karar alma süreci anlatılmış, Libya müdahalesine Türkiye'nin dâhil olmasını solidarist-pluralist çerçevede değerlendirilmiştir. ; There are many sources in Turkey and in the foreign press regarding the intervention in Libya. ...
BASE
İnsani müdahalenin konusu Birleşmiş Milletler Antlaşması'nda kuvvet kullanımının yasaklanması ile gerçekleşmiştir. Kuvvet kullanımının yasaklanması ile birlikte, eskiden var olan tüm kuvvet kullanma yöntemleri gibi insani müdahale de bu yasağın kapsamında kalmıştır. BM Antlaşması gereğince çözmeye zorlamayacağını ifade eden madde 2/7'ye uygun olup olmadığı, yine Birleşmiş Milletler Antlaşması VII. Bölümü çerçevesinde uluslararası barış ve güvenliği ihlal edip etmediği değerlendirilmiştir. Ayrıca insani müdahalenin uluslararası örf ve âdet hukukuna uygunluğuyla "jus cogens" bir kural olup olmadığı incelenmiştir. 1991'de Irak'taki Saddam rejiminin saldırılarına karşı Kuzey'deki Kürt grupların ve güneydeki Şii grupların korunması için oluşturulan çekiç güç, Kuzey Irak'a ABD liderliğinde gerçekleştirilen "Huzur Operasyonu" Irak'ın içişlerine müdahaledir. 1992'de Irak'ın kuzeyinde ve güneyinde oluşturulan "uçuşa yasak bölge" ile Saddam Hüseyin rejimine karşı korunması amaçlanmıştır. ; The subject of huminitarion intervention has been actualised with the prohibition of using forces of United Nations agreement, Huminitarion intervention took plase in the scope of this prohibition lik an the procedule of using forces in the past with the prohibition of using force. Within the agreement of United Nations, whether the peace and security has been violated and It is proper for 2/7 in the frame of the part of united nations o greement or not is evaluated. Besides, Convenience of humminitarion intervation was eromined in the perspective of ( jus cogens) unwritten law of nations. Combined task force that is constituted for protecting the Kurdish groups in the north and the shi'a groups in the south. Against the attacks of Saddam Rejime in 1991 inter fered in the internal affairs of Iraq with the "peace operations" which is organized under the authority of U.S.A. In 1992, no flight zone was constituted in the north and south of Iraq for the purpose of protecting civilians against Saddam Rejime.
BASE
Arap Baharı olarak adlandırılan süreç, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı etkileyen toplumsal hareketleri içermektedir. Arap Baharı'nın etkisini gösterdiği Suriye'de ise, daha adil ve demokratik bir yönetim isteyen halk sokağa çıkarak, barışçıl protestolar düzenlemiştir. Halkın barışçıl gösterilerine karşılık, Cumhurbaşkanı Beşşar Esad, protesto gösterilerini güç kullanarak bastırmaya çalışmış ve halka karşı devletin tüm kaynaklarını kullanarak bir savaş başlatmıştır. Çatışmalar kısa sürede iç savaşa dönüşmüştür. Uluslararası aktörlerin de dahil olduğu iç savaşta cihatçı terör örgütleri ortaya çıkarak, büyük kazanımlar elde etmişlerdir. Uluslararası barış ve güvenliği korumak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü (BM) ise, kendi ürettiği "koruma sorumluluğu" doktrinini uygulayamamış ve bu savaşta etkisiz kalmıştır. Çatışmalarda yarım milyondan fazla insan ölmüş, 6.2 milyon insan mülteci konumuna düşmüştür. Kimyasal silah kullanıldığı belgelenen savaşa karşı uluslararası toplumun eylemsizliği insan hakları ihlallerini daha da derinleştirmiştir. Bu çalışmada, "Suriye'de iç savaş nedeniyle yaşanan insan hakları ihlalleri durdurulabilir miydi sorusu cevaplanmaya çalışılmıştır. Konu, uluslararası ilişkiler literatüründe yer alan "Güvenlik", "İnsani müdahale" ve "Koruma Sorumluluğu" kavramları incelenmiş ve Suriye İç Savaşı bu kavramlar çerçevesinde değerlendirilmiştir. Suriye İç Savaşı'ndaki ihlallerin, koruma sorumluluğu doktrini açısından müdahaleyi gerektirip gerektirmediği noktası, uluslararası hukuk ve BM Şartı üzerinden incelenmiştir. BM Örgütü'nün eylemsizliğinin yapısıyla ilgili sorunlardan kaynaklandığı ve uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması için, devletlerin siyasi karar almasının önüne geçecek ve hesap vermelerini sağlayacak düzenlemelere ihtiyaç duyulduğu sonucuna varılmıştır. ; The process called the Arab Spring includes social movements affecting the Middle East and North Africa. In Syria, where the Arab Spring was effective, citizens who wanted a more just and democratic government took to the streets and organized peaceful protests. In response to the peaceful demonstrations of the people, the Ba'ath Party government, which has ruled the country since 1970, and President Bashar Assad tried to suppress the protests by force and started a war against the people by using all the state's resources. Conflicts soon turned into civil war. International actors took part in the civil war and emerging jihadist terrorist organizations made huge gains. The United Nations Organization (UN), which was established to protect world peace, was ineffective in this war by not complying with the "responsibility to protect" doctrine. More than half a million people died in the conflict, 6.2 million people became refugees. The international community's inaction against war, in which the use of chemical weapons is documented, has deepened human rights violations. In this study, the concepts of security, humanitarian intervention and protection responsibility in the international relations literature will be examined and the Syrian Civil War will be evaluated within the framework of these concepts. The study will examine whether the violations in the Syrian Civil War require intervention in terms of the doctrine of responsibility to protect through international law and the UN Charter. Considering the future of the protection responsibility concept produced by the UN Organization, the question of whether human rights violations could be stopped will be tried to be answered.
BASE
Uluslararası örgütlerin, dünyanın herhangi bir yerindeki devlet-içi çatışmaya çeşitli gerekçelerle ya müdahil olmayı seçtikleri ya da müdahil olmadıkları görülmektedir. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası örgütlerin uluslararası barış ve güvenliği sağlama adına devlet-içi çatışmaları sonlandırması arzu edilen bir durumdur. Müdahale etmeleri durumunda nadir de olsa başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Bununla birlikte, devlet-içi çatışmaları sonlandırmak için harekete geçen uluslararası örgütlerin başarısız olduğu durumlar olabilmektedir. Uluslararası örgütlerin devlet-içi çatışmalara müdahalesinin başarısız olmasının bazı önemli nedenleri bulunmaktadır. Hangi durumlarda başarısız olduğuna dair literatürde farklı bakış açıları mevcuttur. Bu makalenin amacı da uluslararası örgütlerin devlet-içi çatışmalara müdahalelerinde başarısız olma nedenlerini sınıflandırmak ve analiz etmektir ; It appears that international organizations prefer to intervene or not to intervene in intra-state or internal conflict anywhere in the world for different reasons. It is expected that international organizations, especially the United Nations, solve internal conflicts to provide international peace and security. In case of intervention of international organizations, successful results can be obtained in some cases. However, there are many cases in which international organizations fail to resolve internal conflicts. There are some important reasons for the failure of the interventions of international organizations. There are different perspectives in the literature explaining in which circumstances do interventions of international organizations fail. The purpose of this paper is to analyze and classify causes of the failure of interventions of international organizations to intra-state conflicts
BASE
In: ViraVerita: disiplinlerarası karşılaşmalar, Heft 17, S. 272-295
ISSN: 2149-3081
Althusser'in konjonktür okumaları ve konjonktüre ilişkin tanımlamaları felsefe pratiğini anlamak açısından merkezi bir önemdedir. Zira Althusser'in felsefi müdahaleleri bir konjonktür okumasına dayalı olarak geliştirilmiş müdahalelerdir. Dolayısıyla felsefe pratiğini tanımlamak için, felsefenin konjonktürle ilişkisini tanımlamak gerekmektedir. Bu bağlamda Althusser'in Hegel'e müdahalesini incelemek, felsefi müdahalelerin konjonktürle ilişkisini açıklamak için önemli bir örnek teşkil edebilecektir.
Althusser'in Hegel'le ilişkisi erken döneminden itibaren mevcutsa da 1960'larda geliştirdiği müdahaleler bugün bilinen anlamıyla Althusserci felsefenin kurucu temelleri olarak anılmaktadır. Dolayısıyla 1960'larda geliştirilen bu müdahaleler özel olarak önem teşkil etmektedir. Bu dönemde Fransız felsefesi açısından bir Spinoza Rönesansı'da yaşanmaktadır. Ancak Althusser bu döneme damgasını vuran Spinoza Rönesansı'yla farklarını da ortaya koymuş, Hegel'e müdahalelerde bulunurken Hegel'den bazı kavram ve kategorileri de kullanmayı sürdürmüştür. Dolayısıyla Althusser ve Hegel ilişkisi genel olarak tanımlandığı gibi basit bir karşıtlık ilişkisi değildir. Bunun sebebi ise felsefe pratiğinin konjonktürle ilişkisidir.
Felsefe pratiğinin konjonktürle ilişkisinin tanımlanması, felsefi müdahalelerin açıklanması ve buna dayanarak günümüz konjonktürüne ilişkin çıkarımlarda bulunulması için kritik önemdedir. Dolayısıyla tartışmamız, Althusser'in Hegelcilik çağında Hegel'e karşı geliştirdiği müdahaleleri inceleyerek, bir Spinoza çağında felsefe pratiğinin nasıl olabileceğine dair bir soru sormaktadır. Bu noktada sabit felsefi konumların var olmayacağı ve konjonktürel eğilimlerin felsefi müdahale için önemli olacağı öne sürülmektedir.
Petrol dünya yüzeyinde en fazla tüketilen enerji kaynağıdır. Dünyanın tüm ülkeleri için olduğu kadar Türkiye açısından da vazgeçilmez stratejik öneme haizdir. Küresel ve/veya bölgesel pek çok askeri ve siyasi gelişme bu çok değerli enerji kaynağı etrafında şekillenmektedir. Türkiye, bu enerji kaynağına sahip ülkelere çok yakın komşu ülke olmakla birlikte kendi yer altı zenginlikleri bakımından fakir bir ülkedir ve petrol tüketiminin % 90'dan fazla miktarını ithal etmektedir. Türkiye ekonomisi petrol fiyatlarındaki dalgalanmalardan etkilenmekte, cari açık, ödemeler dengesi, dış borç yükü ve enflasyon gibi makroekonomik dengeler petrol fiyatlarına göre şekil almaktadır. Ülkemizde petrol piyasası dikey bütünleşik bir kamusal örgütlenmeye tabi iken 2000'li yıllarda başlayan özelleştirme çalışmaları ile rafineri, petrokimya petrol dağıtım alanlarında yapısal regülasyon tesis edilmiş ve petrol piyasası rekabete açık bir piyasa yapısına kavuşmuştur. Yapısal regülasyon yanında sosyal regülasyonun bir parçası olarak çevresel hassasiyetler ve tüketicilerin korunmasına yönelik kurallar, akreditasyon, standardizasyon ve ürün/hizmet güvenliğini esas alan teknik regülasyon da yasal çerçeveye oturtulmuştur. Bağımsız bir düzenleyici otorite olarak EPDK'nın kurulması ile birlikte petrol piyasası yakın gözetim ve denetim altında bulundurulmaya başlanmıştır. Petrol açısından dışa bağımlı bir ülke konumunda olan Türkiye hazine gelirlerinin büyük miktarını yine bu enerji kaynağı üzerindeki dolaylı vergilerden karşılamaktadır. Akaryakıt satış fiyatlarının % 60-65'e varan miktarlarda vergi yükü bulunmakta olup petrol satışlarından dolayı 2011 yılında devlet kasasına giren toplam vergi miktarı 39,2 milyar liradır. Bu miktar, ülkemizde 2011 yılında toplanan verginin % 13'üne tekabül etmektedir. Petrol ürünleri üzerindeki bu aşırı vergi yükü, komşu ülkelerde 4-5 kat ucuza satılan bu ürünün kaçak yollarla ülkeye sokulması riskini de beraberinde getirmektedir. Ülkemizin oldukça uzun doğu ve güneydoğu kara sınırları ile bu bölgelerdeki istikrarsız yapı, ayrıca 3 tarafının denizlerle çevrili olması ve bu geniş alanda denetim kurulması noktasında yaşanan zorluklar hem karayolu hem de denizyolu ile yapılan kaçakçılığın artmasına yol açmaktadır. Aynı şekilde akaryakıt olarak kullanılabilen atık yağlardan elde edilen ve 10 numara yağ adı altında yapılan satışlar da rekabetçi piyasa yapısı, can, mal ve çevre güvenliği üzerinde tehditler meydana getirmektedir. EPDK özel ve genel kolluk birimleri ile birlikte petrol piyasasında denetime yönelik yoğun çaba sarfetmekte olup Kurum bütçesinin yaklaşık üçte birini bu alana aktarmaktadır. Ülkemizde ulusal marker uygulamasını merkezine alan bir denetim sistemi yürütülmektedir. Ülkemizde rafineri, işleme, depolama, iletim, taşıma, ihrakiye, serbest kullanıcı, dağıtım, bayilik faaliyetleri EPDK tarafından verilen ve belli kurallara bağlı lisanslar çerçevesinde yürütülebilmektedir. Lisans sahiplerine tehlike sorumluluğu çerçevesinde sigorta yükümlülüğü ile piyasa şeffaflığının sağlanabilmesi ve spekülatif fiyat hareketlerinden korunulabilmesini teminen de bildirime ilişkin regülasyon yükümlülüğü getirilmiştir. Ayrıca bu enerji kaynağının ülkenin kamu düzeni üzerinde üstlendiği vazgeçilemez rol nedeniyle acil durum stokları tutuma yükümlülüğü de belli lisans sahipleri açısından zorunlu hale getirilmiştir. Petrol rezervlerinin önümüzdeki 40-50 yıllık süreçte dünya ekonomileri, siyasi ve politik gelişmeleri üzerinde rolünü artırarak sürdüreceği hesaplanmakta olup piyasa yapısının yakın gözetim ve denetim altında bulundurulması hayati önem taşımaktadır. Bu doktora tezinde birincil ve ikincil mevzuat hükümleri ile birlikte EPDK ve Danıştay kararları çerçevesinde piyasa yapısı üzerindeki devlet kontrolü ve idari müdahaleler incelenmeye çalışılmıştır. ; Petroleum, consumed mostly on earth with the biggest share, is an energy sourcewith inescapable strategic importance for all the countries in the world as well as Turkey. Many military and political improvements in the world acquire a shape around this valuable energy source. Turkey, along with being a close neighbor country to the countries with this energy source, is a poor country from underground richness point of view and imports more than 90 % of her consumption. As a country at a position dependent on external sources for this energy source, Turkish economy has been affected from the fluctuations in the petroleum prices; macroeconomic equilibrium such as current gap, payment balance, external debt load and inflation take a shape according to the fluctuations in the price of petroleum. For this reason, stability in the petroleum market has a great importance for our country to continue economic public order. As petroleum market in our country used to have a vertical united public organizational structure, with the privatization efforts in the years of 2000, structural regulation was established in the fields of refinery, petro-chemistry, petroleum distribution areas, and the petroleum market has gained a structure open to competition. As a part of social regulation in addition to structural regulation, rules towards protection of environmental sensitivenesses and consumers, accreditation, standardization and technical regulation based on safety of goods/services have been made fit on legal frame. With the establishment of EPDK as an independent organizer framed below liberal economic understanding in the energy markets, petroleum market has also been started to be kept under supervision and inspection. Turkey, as a country dependent on external sources, has been making most of her treasury income through indirect taxes on this energy source. Tax load reaches up to 60-65 % of fuel oil prices and the total tax collection of the government through petroleum sales is 39.2 billion liras in 2011. This amount is equivalent to the 13 % of the total taxes that have been collected in our country in 2011. This excessive tax load on petroleum products brings the risk of illegal transformation of this product into the country since it is 4-5 times cheaper in neighborhood countries. Quite long east and southeast land borders of our country and the inconsistent structure in those regions, besides being surrounded with seas at 3 sides, and the difficulties that have been faced to set up a control system in this wide area causes the smuggling through both overland routes and maritime lines. In the same way, sales under the name Number 10 Oil that is obtained from waste oils but can be used as a fuel-oil, threatens the competitive market structure, life, property and environmental safety. EPDK has been spending intense efforts by allocating almost one third of the institution?s budget for the inspection of petroleum market together with private and general police force. In our country, an inspection system that is centralized on the national marker application has been performed. Refinery, processing, storage, conveyance, transportation, free user, distribution, franchising activities in our country can only be performed under the frame of licenses bound to certain rules and franchising activities given by EPDK. License owners are also held responsible for regulation related to declaration to be protected from speculative price changes and to provide insurance liability under the frame of threat responsibility with market transparency. In addition to all, due to the inescapable role of this energy source over the public order, responsibility of keeping emergency stocks is brought to be obligatory for some license owners.
BASE
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de uluslararası sistem açısından çok önemli bir jeopolitiğe sahip olan Afganistan, bu jeopolitik konumun dezavantajını başat güç olamayan tüm devletler gibi yaşamıştır. Afganistan, birçok defa yabancı güçlerin işgaline uğramış ve küresel güçlerin mücadelesinde savunma hattı olmuştur. Afganistan Büyük Oyun çerçevesinde İngiltere-Rusya rekabeti nedeniyle İngiltere tarafından işgale uğramıştır. Daha sonra ise Yeni Büyük Oyun kapsamında bölgede etkin olmak isteyen ABD Kalıcı Özgürlük Operasyonu olarak adlandırılan müdahaleyi gerçekleştirmiştir. ABD, 11 Eylül'den sonra gerçekleşen müdahaleyi meşru müdafaa hakkına dayandırmıştır. Ancak bu müdahale meşru müdafaa hakkı açısından sorunlar içermektedir. ; Afghanistan which has a big geopolitics importance in terms of international system nowadays as it was in the past has experienced the disadvantage of this geopolitics position like other countries which could not be a dominant power. Afghanistan was occupied many times by external powers and became a line of defense during the clash of global powers. Afghanistan was occupied by England because of the rivalry between Russia and England in the framework of the Great Game. Later, within in the scope of the New Great Game, USA wanted to be effective in the region and realized intervention which is called as Operation Enduring Freedom. USA based the intervention occurred after September 11 on its self-defense right
BASE
In: http://hdl.handle.net/20.500.11787/1037
Türkiye'de demokratikleşme sürecinde 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi ve Kırşehir Basını isimli çalışmamda ilk olarak demokrasi, demokratikleşme, ihtilal gibi kavramların anlaşılması gerektiği düşüncesindeyim. Demokrasi, vatandaşların, devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Cumhuriyet halkın egemenliğine dayanan bir sistem, demokrasi ise cumhuriyetin uygulanış şekillerinden biridir. Demokrasiye uygun bir şekilde yaşama biçimine ise demokratikleşme denilmektedir. İhtilal, Bir ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla kanunlara uymaksızın kuvvet kullanarak köklü bir değişiklik için yapılan militarist bir hareketidir. Ülkemizde yaşanan askeri müdahalelerin gerekçeleri; ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak olarak gösterilmiştir. Geçmişte çeşitli sebeplerle yaşanılanlar da göstermiştir ki demokrasinin işlemesi ve yürütülmesi için çalışan parlamento kapatılarak demokrasi ve demokratikleşme sağlanamaz. Müdahaleyi yapanların her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciye başvurulamazlığı sağlayan anayasa maddesi 2010 referandumu sonrası değiştirilmiş ve o dönemle ilgili yargılama 13 Eylül 2010 tarihinde başlamıştır. Şu da bir gerçektir ki hiçbir askeri müdahale ülkeyi rahata, huzura götürememiştir. Müdahale sonrası; ister sağ, ister sol kesimden olsun -Türkiye?nin yarınları, umutları belki de gelecekleri olan büyük çoğunluğu gençlerden oluşan ülkesini milletini seven- birçok insanın mağduriyetine herkes tanık olmuştur. 12 Eylül ülkenin geçmiş birikimini, deneyimini belki de en önemlisi yarınını ortadan kaldırmıştır. Türkiye, 27 Mayıs 1960,12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980?leri yaşayarak, demokrasisi çeşitli sebeplerle askıya alınarak bugünlere gelmiştir. Eğitim seviyesi yükseltilerek ülkenin varlığı ve birliği için çalışan sivil toplum kuruluşlarının daha da yaygınlaşması, temel haklarını bilen vatandaşların yetişmesi ve demokrasinin birlikte yaşama anlayışı olduğunun anlaşılması olarak kabul edilmesi rahat, mutlu, huzurlu ama kesintiye uğramayacak demokratik yarınların göstergesi olacaktır. Evrensel değerler bağlamında amaç birlik ve beraberlik içinde daha güzel, daha mutlu yarınlara ulaşmaktır. Anahtar Sözcükler: Demokrasi, Demokratikleşme, Askeri Müdahaleler ve Basın. ; In my study that named `September 12th, 1980 Military Intervention and the Kırşehir Press in the process of democratization in Turkey?, firstly it should be understood the terms such as democracy, democratization and revolution. Democracy is a form of government that all citizens have equal rights in shaping government policy. Republic is the system that based on the sovereignty of the people, democracy is on the other hand one of the forms of implementation of the republic. Living in accordance with democracy called as `democratization?. The revolution is a wide public movement for a radical change by using force in order to change a country?s political, social and economic structure or layout of the managament. The reasons for military intervention in our country are shown as to protect the integrity of the country, to ensure national unity and solidarity, to prevent a possible civil war and fratricidal quarrel, to re-establish the existence of state authority and to eliminate the raesons that prevent functioning of the democratic system. The events about past for various reasons have shown that by closing the parlament which functioning and executing for democracy, it is not possible to achieve democracy and democratization. Because of their all kind of decisions and possessions for the people who interfere it is not asserted the claim of criminal, financial and legal responsibility and for this purpose it may not be applied any judicial authority. The constitutional court were changed after the 2010 referandum and the trial about that period began 13th September 2010. But this is also a fact that no military intervention take the country to peace and comfort. After the intervention, whether right or left part supporter, many people were lost especially and vast majority of them youngs who are Turkey?s tomorrows, prospects and perhaps the future and this fact has witnessed by many people. September 12th eliminated the country? s past knowledge, experience and perhaps most importantly its future. Turkey has survived until today by living May 27th 1960, March 12th 1971, September 12th 1980 and by suspending its democracy for various reasons. It will be the indicator of comfortable, happy, peaceful but uninterrupted democratic future as the expansion of non-governmental organizations that are working for their country?s existense and cooperation by taking into account or even increasing the level of education,the growth of citizens who know their fundemantal rights and adoption of democracy as the understanding of living together. In the context of üniversal values the aim is to achieve happier and more beautiful future living unity and solidarity. Key words: Democracy, Democratization, military Interventions and Press
BASE
1964 yılından itibaren Ankara Antlaşması ile ortaklık ilişkisi içinde bulunan ve 1987'den beri de tamüye olmayı hedefleyen Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinin günümüzde de devam ettiğidüşünülürse, bu sürecin neden bu kadar uzun sürdüğü sorusu AB-Türkiye ilişkilerinin ele alındığı herortamda ilk akla gelen sorudur. Türkiye'nin kendinden çok sonra başvuran devletlerin de gerisindekaldığı bu gecikme durumunu salt ekonomik gerilik ve/veya dini farklılıkla açıklamak yeterli değildir.Türkiye'nin zaman zaman siyasi çizgisinde görülen çalkantılar ve demokrasi yolunda meydana gelensapmalar AB-Türkiye ilişkilerini her zaman zora sokmuştur. Bu nedenle Türkiye'nin iç siyasetindeyaşanan darbeler ve/veya darbe girişimleri, iki tarafın da siyasi kararlılığını sekteye uğratan önemlisorunlar olmuştur. Türkiye'nin Birliğe üyeliği konusunda her zaman ihtiyatlı bir tutum sergileyen AB,darbeler veya darbe girişimleri ile girdiği siyasi istikrarsızlık zamanlarında genelde Türkiye'ye karşısoğuk ve mesafeli durmayı tercih etmiştir. Türkiye'nin siyasi istikrarsızlığına neden olan bugelişmelerin, AB-Türkiye ilişkilerinin ele alındığı literatürde yeterince işlenmediği dikkatealındığında, Birlik üyeliğine etkisi incelenmesi gereken bir özellik taşımaktadır.Bu çalışmada özellikle 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişiminin ve öncesinde Türksiyasi hayatında yaşanan askeri müdahalelerin AB-Türkiye ilişkilerine tesiri tartışılacak ve Türkiye'deyaşanan son darbe girişiminin AB üyelik sürecinin geleceğine dair sonuçları görülmeye çalışılacaktır. ; Turkey has been in partnership with the European Union (EU) by the Ankara Agreement since 1964and has aimed to become a full member since 1987. If it is considered that the membership process isstill continuing today, the question of why this process has lasted so long is the first question thatcomes to mind in every environment where EU-Turkey relations are being questioned. Turkey fellbehind some states even though they applied after Turkey, that's why it is not enough to explain thisdelay by purely economic backwardness and / or religious differences. The occasional fluctuations inTurkey's political order and deviations in democracy have always complicated the EU-Turkeyrelations.For this reason, the coups and / or coup attempts in Turkey's domestic politics have been majorproblems that interrupted the political determination of both sides. The EU, which has always beencautious about the membership of Turkey to the Union, preferred to keep the distance between Turkeyin general during the times of political instability because of the coups or coup attempts. Taking intoaccount that these developments which have caused Turkey's political instability have been ignored inthe studies about EU-Turkey relations, so it is significant to analyze the effect of these issues to theUnion membership.In this study, the coup attempt, which took place on July 15, 2016, and the past military interventionsin the Turkish political life and their impact on the EU-Turkey relations will be examined and thestudy will try to reveal the effects of the results of the last coup attempt in Turkey regarding the futureof the process of EU membership.
BASE
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin 1989 yılında Afganistan'dan çekilmesinin ardından farklı etnik grupların iktidar mücadelesi başlamıştır. Bu mücadeleden sonuç alınamaması üzerine patlak veren iç savaş ve Taliban'ın 1996 yılında Afganistan'ın yaklaşık yüzde 90'ı üzerinde hakimiyet kurmasına kadar devam etmiştir. Ancak bu durum kurumsallaşmış devlet yapısının tam anlamıyla yok olmasına sebebiyet vermiştir. Taliban'ın iktidarda olduğu süreçte ise ülkede modern devlet yapısının varlığından bahsetmek mümkün değildir. Amerika Birleşik Devletleri'nin 2001 yılında Afganistan'a yaptığı askeri müdahalesiyle birlikte, ülkede Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin işgalinden beri süren istikrarsızlığı daha da derinleştirmiştir. Bu çalışmada; Afganistan'da devam eden istikrarsızlık, güven açığı, Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgeye müdahalesi ve etkilerinin analizi yapılmıştır. Afganistan'da yıllardan beri süren istikrarsızlığın derinleşmesine sebebiyet veren faktörlerin neler olduğu sorusunun cevabı aranmaktadır. Afganistan'daki etnik çatışmalar ülkede var olan istikrarsızlığın temelini oluşturuyor. Ülkede Sovyetler'in işgali sonrası başlayan etnik çatışmalar büyük kutuplaşmalara yol açmıştır. Kutuplaşmalar egemen güçlerin müdahale edebilmeleri için bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Ayrıca etnik çatışmalar ülkede güçlü bir merkezi devletin egemenolması yönünde ciddi engellere yol açmıştır. Bu nedenle Afganistan'da yolsuzluk veuyuşturucu ticareti yapan örgütlerin güçlenmesi de istikrarı olumsuz etkilemektedir. Afganistan ile Pakistan arasındaki var olan sınır sorunu da Afganistan'daki merkezi etnik grubun, sınır ötesindeki kabileleri kendi soydaşları olarak gördüklerinden dolayı sınır hattında anlaşmazlıklar yaşanıyor. Bu anlaşmazlıklar ülkedeki mevcut sorunu daha da derinleştirmektedir. Geliştirilen argümanlara göre Afganistan'da Federal devlet sisteminin uygulanması, Çokkültürcülük izlenimine giden yolların serbest olması, Pakistan ile sınır sorunun BM ve/veya İslam İşbirliği Teşkilatı gözetiminde çözülmesi ve yabancı aktörlerin ülkeyi terk etmeleri, istikrarsızlığı aşmanın yollarıdır ; A period of power struggles started among various ethnic groups following the withdrawal of the Soviet Union from Afghanistan in 1989. With no gains these power struggles, an internal conflict erupted in the country and continued until the Taliban took control over almost 90 percent of Afghanistan in 1996. However, it led to the total destruction of the institutionalized state structure, and it is impossible to talk about any modern state structure under Taliban control. The instability in the country since the Soviet invasion went even deeper after the United States invaded Afghanistan in 2001, which occurred after the September 11 attacks. This paper analyzes the ongoing instability in Afghanistan, the issue of "credibility gap," as well as the US invasion, its causes and consequences. It searches for an answer to what factors are behind the deepening of the instability in Afghanistan for many years. The ethnic conflicts in the country underlie the ongoing instability. The conflicts thatstarted after the Soviet invasion have led to polarization, which is regarded as an opportunity for the world powers to intervene in a country. Moreover, such ethnic conflicts have been great obstacles to a central government. Other reasons behind the instability include the growing strength of illegal and corrupt organizations that are involved in drug trafficking. The border dispute between Afghanistan and Pakistan also creates problems as the main ethnic groups in Afghanistan accept the tribes living on the other side of the border as belonging to the same kin. All such disputes make the already-existing problems even deeper. Arguments in the field suggest that instability in the country should be overcome with a practice of a federal state system in Afghanistan and by opening the way to multiculturalism, the withdrawal of foreign actors from the country, and finding a solution to the border dispute with Pakistanunder the supervision of the UN or the Organization of Islamic Cooperation.
BASE
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) uluslararası siyasette tek süper güç olarak kaldığı Soğuk Savaş sonrası dönemde askeri müdahale imkânlarını nasıl kullanacağı, söz konusu dönemin başlangıcından itibaren akademik açıdan ilgi uyandıran bir araştırma konusu haline gelmiştir. Bu doğrultuda; Soğuk Savaş sonrası dönemde gerçekleşen Amerikan askeri müdahalelerinin karar alma süreçlerini incelemeyi amaçlayan bu çalışmada; 1991 Irak, 1995 Bosna ve 2001 Afganistan müdahaleleri karşılaştırmaya tabi tutulmaktadır. Söz konusu örnek olaylar, ABD'nin Soğuk Savaş sonrasında Başkanlık görevini yürüten ilk üç liderinin kararlarıyla yaklaşık on yıllık zaman diliminde üç farklı bölgeye yönelik gerçekleştirilen askeri müdahaleleri temsil etmektedir. Böylece, Amerikan dış politikasında karar alıcı konumunda bulunanların askeri müdahale kararlarını nasıl, hangi koşullarda ve hangi faktörlerin etkisi altında aldıkları ortaya çıkarılmış olacaktır. Kuramsal olarak Graham Allison'un dış politikada karar alma sürecine ilişkin ortaya koyduğu üç modele dayanan bu çalışma, ABD'nin üç askeri müdahalesinin yanı sıra söz konusu üç modeli de karşılaştırma olanağı sunmaktadır. Bu çerçevede, Soğuk Savaş sonrası Amerikan dış politikasında rasyonel aktör modelinin bürokratik siyaset ve örgütsel süreç modellerine kıyasla örnek askeri müdahale kararlarına dair açıklayıcı gücünün daha yüksek olduğu savunulmaktadır. ; Since the beginning of the post-Cold War era, it has become an academically interesting research topic that how the United States of America (USA), remaining the only superpower in international politics, would use its military intervention capability. Accordingly; the 1991 Iraq, 1995 Bosnia and 2001 Afghanistan interventions are compared in this study, which aims to examine the decision making processes of the American military interventions in the post-Cold War era. The case studies in question represent military interventions with the decisions of the first three Presidents of the post-Cold War United States in three different regions in about ten-year time frame. Thus, it will be revealed how, under what circumstances, and under what influence the military intervention decision-makers in American foreign policy make decisions. Theoretically based on Graham Allison's three models of foreign policy decision making, this study offers the opportunity to compare these three models besides the three military interventions. In this context, it is claimed that the rational actor model has higher explanatory power over exemplary military intervention decisions in post-Cold War American foreign policy compared to bureaucratic politics and organizational process models.
BASE
In: http://hdl.handle.net/20.500.11787/341
War conditions cause favorable stituations for the destruction of human development. It has caused widespread corruption in political, economic and cultural fieldand confronted society with various problems. However, in contrast to war condition, peace serves the needs of everybody in the best possible way and raises human development cycles to high levels. Throughout history, Afghanistan has been regarded as the battlefield of the colonial countries of the world. This rivalry between colonial countries has harmed Afghanistan and prevented Afghanistan from building its own future. This process, which was ongoing from British intervention to invansion of Soviet Union created political contitions that hinder the development and triggered çivil war in Afghanistan. In addition to the attacks of colonial countries, Afghanistan has always been a victim of ethnic politics. Besides, In Afghanistan, ethnic politics have a lot of negative consequences. However, it is possible to say that the most destructive one is the national identity crisis. Ethnic politics in Afghanistan have been partially successful. This stiuation interrupts relations between to-days Afghanistan ve its past that base on glorious civilization of Aghanistan. Afghanistan needs to seek rational and peaceful means to overcome these challenging crises. In these cases, it would be more consistent to resolve Afghanistan's internal problems by using influential elements such as diplomacy. Diplomacy plays a very important role in ensuring peace and stability in Afghanistan. Because, by using diplomatic means, country politicians can create lasting peace in Afghanistan and provide hope for progress in the country. ; Savaş koşulları insanî kalkınmanın tahrip edilmesine elverişli ortamlar doğurmaktadır. Siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda yaygın yolsuzluklara neden olur ve toplumu çeşitli sorunlarla karşı karşıya bırakır. Ancak, savaşın aksine barış, herkesin ihtiyacına en iyi şekilde hizmet eder ve insani gelişim döngülerini yüksek seviyelere çıkarır. Afganistan, tarih boyunca dünyanın sömürgeci ülkelerinin savaş alanı olarak telakki edilir. Sömürgeci ülkeler arasındaki bu rekabet Afganistan'ınkendi yolunda yürümesini engellemiştir. Britanya'nın müdehalesinden Sovyetler Birliği'nin işgaline kadarki süreç, gelişmeye engel olan tüm politikalara ortam hazırlamış ve Afganistan'da iç savaşın çıkmasını tetiklemiştir. Afganistan, sümürgeci ülkelerin saldırısına ek olarak, daima etnik siyasetin kurbanı olmuştur. Afganistan'da etnik siyasetin olumsuz getirileri çoktur. Ancak bunlardan en yıkıcı olanının ulusal kimlik krizi olduğunu söylemek mümkündür. Diğer yandan Afganistan'da etnik siyaset kısmen başarılı olmuştur. Bu durumgünümüz Afganistanı ile Horasan'ın görkemli uygarlığına dayanan geçmişi arasındaki ilişkiyi tamamen kesintiye uğratmıştır. Ülkenin, bu zorlu krizleri aşması için rasyonel ve barışçıl yollar aramasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durumlarda, Afganistan'ın iç sorunlarını diplomasi gibi etkili unsurları kullanarak çözmek daha tutarlı bir yol olur. Afganistan'da barış ve istikrarın sağlanmasında diplomasi çok önemli bir rol oynar. Zira ülke politikacıları, diplomatik araçları kullanarak Afganistan'da kalıcı barış ortamı yaratabilir ve ülkede ilerleme umutları sağlayabilirler. Anahtar kelimeler: Afganistan, Diplomasi, Etnisite, Kriz, Savaş
BASE
2011 yılında sınırlı bir halk hareketi şeklinde başlayan Suriye İç Savaşı, kısa sürede bölgesel ve küresel çapta ağır sonuçlar doğuran ve çok sayıda aktörü içine çeken bir gelişme olmuştur. Bu süreçte, özellikle bölge devletleri iç savaşın etkisinden kaçınamamış ve meseleye dahil olmak durumunda kalmıştır. Bu bağlamda Suriye İç Savaşı, Türkiye için de süreçte en temel dış politika konusu haline gelmiştir. Bu çalışmada, Türkiye'nin iç savaşa yönelik doğrudan müdahale öncesi dönemde izlediği dış politikasının analizi yapılacaktır. Bu analiz, güncel Türk dış politikasının değerlendirmesinin ancak doğrudan müdahale öncesi dönemde yaşanan dönüşümlerin doğru anlaşılmasıyla mümkün olabileceği ön kabulüyle yapılmaktadır. Bu nedenle, analizin kapsamlı ve bütüncül bir bakış açısıyla ele alınması için kuramsal çerçeve olarak neoklasik realizm belirlenmiştir. Bağımsız değişken olarak kabul edilen sistemik sinyallerin, yerel faktörlerin yani ara değişkenlerin vasıtasıyla dış politikaya dönüştürüldüğü önermesiyle neoklasik realizm, Türkiye'nin dış politikasındaki dönüşümleri açıklamak adına kullanılmıştır. 2015 yılına kadar "Esadsız bir Suriye" stratejisi yürüten Türkiye, dışsal ve içsel gelişmeler uyarınca bu yaklaşımını yumuşatmış ve doğrudan müdahaleye evrilecek yeni stratejisini uygulamaya geçirmiştir. Çalışmada, bu dönüşümün altyapısını oluşturan bağımsız ve ara değişkenler ile başta milli güvenliğe tehdit oluştuğu algısıyla izlenen dış politika olmak üzere Türk dış politikasının sürekliliklerinin bu süreçteki etki ve belirleyicilikleri tartışılmıştır. ; The Syrian Civil War, which started in the form of a limited public movement in 2011, has been a development that has had heavy regional and global results and attracted many actors in short time. Many regional states could not avoid the impact of civil war. In this context, the Syrian Civil War has become the main foreign policy issue for Turkey. In this study, Turkey's foreign policy toward the civil war until the time of direct intervention will be analyzed. This analysis is based on the preliminary assumption that the evaluation of current Turkish foreign policy can only be possible with the correct understanding of the transformations in the period before the direct intervention. Neoclassical realism has been determined as the theoretical framework for a comprehensive and holistic analysis. Neoclassical realism, which claims that systemic signals (independent variable) are transformed into foreign policy through intervening variables, is used to explain the transformations in Turkey's foreign policy. The basic strategy of Turkish government, until 2015, was to overthrow the Assad government. However, due to external and internal developments, Turkey softened this approach and passed to implement the new strategy, which evolved to direct intervention. In the study, independent and intervening variables that are the basis of this transformation and the effects and determinants of the continuity of Turkish foreign policy are examined.
BASE
Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihinde birçok darbe ve darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kalmıştır. Fakat 15 Temmuz günü tarihinin en utanç verici en korkunç günlerinden birisini yaşamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde yuvalanmış FETÖ terör örgütü mensupları ve onun sivil uzantıları ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanına ve Hükümetine başkaldırmış ve darbe kalkışmasında bulunmuştur. Ama darbeciler başarılı olamamıştır. Darbecilerin başarılı olamamasının birçok sebebi sayılabilir. Ama bunların içinde en önemlisi Türk halkının demokrasinin yanında saf tutması olmuştur. Halkın darbeye karşı bu soylu ve destansı direnişi darbenin başarısız olmasında en önemli etken olarak yerini almıştır. Daha önce yapılan darbelerde halk darbecilerin karşısına hiçbir şekilde çıkmamış sanki darbeyi gerekli ve şartların zorunlu sonucu olduğunu, bir nevi kötü gidişatın iyiye döneceği umudunu taşımıştır. Fakat 15 Temmuz darbesinin diğer darbelere kıyaslandığında en önemli farkının halkın darbeciler karşısında demokrasiye, hükümete ve seçilmiş yetkililere sahip çıkması olmuştur. ; In the history of the Republic of Turkey has faced many coup and coup attempts. But on July 15, he had one of the most shameful days in his history. The members of the FETÖ terrorist organization and its civilian extensions, which were settled within the Turkish armed forces, have rebelled against the elected President and Government of the country and have attempted a coup. But the coupists failed. There are many reasons why the coupes are not successful. But the most important of all was that the Turkish people kept it pure alongside democracy. This noble and heroic people in resistance against the coup has taken its place as the most important factor in the failure of the coup. The people have never faced the coupists before, and they have hoped that the coup would be a necessary and necessary consequence of the circumstances, and that a kind of Bad course would turn into a better one. But the most important difference between the 15 July coup and the other coup was that the people had democracy, government and elected officials against the coup.
BASE