Toplu pazarlığın geliştiği piyasa ekonomisine sahip İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Japonya, İsveç, Federal Almanya, Fransa ve İtalya gibi sanayileşmiş ülkelerde toplu iş sözleşmesinin taraf iradeleri dışında oluşmasının incelenmesinin nedeni, bu ülkelerin kendilerine özgü farklı kurumsal düzenlemelere sahip olmakla birlikte sosyal, politik ve ekonomik alanda bazı unsurları ortaklara paylaşmaları ve model olabilme niteliğine sahip olmalarıdır. Batıda toplu iş sözleşmesi özerkliğine devlet tarafından müdahale edilemeyeceği ve çalışma koşullarının düzenlenmesinin tarafların karşılıklı iradesine bırakılması gerektiği kabul edilmektedir. Ancak, pek çok ülkede devletin zaman zaman geçici veya kalıcı olarak toplu iş sözleşmesi özgürlüğüne müdahale ederek taraflar arasında doğan çıkar uyuşmazlıklarında greve izin vermediği ve toplu iş sözleşmesinin tarafların özgür iradesi dışında bir üçüncü kişinin iradesi ile oluştuğu da görülmektedir. ; The reason for studies on formation of collective agreements without party wills in industrialized market economy countries with developing collective agreement concept, such as England, USA, Canada, Japanese, Sweden, Germany, France and Italy is that; although each of them have specific institutional regulations, they share some common elements in politic and economic sense and they carry the nature of being a model in their capacity. In western countries the leading opinion is that the governments shall not interfere in the autonomy of collective agreements and that the regulation of working conditions must be left to the mutual wills of the parties. On the other hand in many countries governments occasionally intervene the freedom of collective agreements in temporary and permanent means by way of not leaving the disputes lead up to strikes and occasions happen when collective agreements are concluded by will of a third person other than the parties.
ÖZETDEMOKRATİK TARTIŞMA ORTAMI AÇISINDAN İZLEYİCİ KATILIMLI TELEVİZYON TARTIŞMA PROGRAMLARININ DEĞERLENDİRİLMESİAydınlanma döneminden itibaren kamu, kamuoyu, kamusal alan, demokrasi ve katılım, yaşantılarımız için vazgeçilmez kavramlar olarak ortaya çıkmaktadır. Demokrasi kültürüyle oluşturulan demokratik tartışma ortamlarında, farklı düşüncelerin de ifade edilebilmesine olanak tanınmaktadır. Demokratik toplumlarda medya, işlevlerini yerine getirerek, kamuoyu oluşumuna katkı sağlarken, aynı zamanda da kamusal bir tartışma platformuna dönüşmektedir. Habermas'ın tanımladığı "Burjuva Kamusal Alanı"nda, kamuoyunun oluşmasına olanak tanınmış, eleştirel düşünmek, konuşmak ve tartışmak öncelik kazanmıştır. Dönüşüme uğrayan kamusal alan doğrultusunda, medyanın sağladığı kamusal tartışma platformu da kültürel tüketim alanlarından biri haline gelmiştir. Televizyon program türleri kapsamında, izleyici katılımlı tartışma programlarının demokratik tartışma ortamı sağlama açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, bu araştırmanın temel sorunu da, izleyici katılımlı tartışma programlarının demokratik anlayışla yönetilerek, herkesin eşit koşullarda aktif katılımını sağlayıp, sağlayamadığını ortaya çıkarmak oluşturmaktadır. Bu sorun temelinde, demokrasi kavramından yola çıkarak, demokratik tartışma ortamı açısından, izleyici katılımlı televizyon tartışma programları değerlendirilmiştir. Bu türdeki programlarda tartışılan konular, moderatörün tartışmayı yönetme tarzı, uzman olarak katılanlar, nasıl konuşulduğu ve tartışıldığı, halkın hangi koşullarda katılımcı olabildiği saptanırken, tartışma ortamının niteliğini ortaya çıkarmak amaçlanmıştır. Çalışmanın kuramsal bölümlerinde, kamu, kamuoyu, kamusal alan, günden belirleme, kanaat önderleri, eşik bekçileri, kitle iletişim araçlarının işlevleri, televizyon, teknoloji, ideoloji, tür, televizyon program türleri ve izleyici katılımlı televizyon tartışma programları gibi konular üzerinde durulmuştur. Bu amaç doğrultusunda, Türkiye'deki kamusal ve özel televizyon kanallarında yayınlanmakta olan, üç izleyici katılımlı tartışma programı belirlenerek (Siyaset Meydanı, Konuşuyorum, Söz Sizde) içerikleri ve biçimleri hakkında bilgi toplamak amacıyla çözümlenmiştir. Araştırmanın son bölümünde ise, izleyici katılımlı tartışma programlarına ilişkin sonuç, yargı ve önerilere yer verilmiştir. ABSTRACTTHE EVALUATION OF THE TELEVISION DISCUSSION PROGRAMMES WITH PARTICIPATION OF THE VIEWING IN DEMOCRATIC DEBATE ATMOSPHERE With the age of enlightment puclic, public opinion, puclic sphere, democracy and participation concepts become the indispencible parts of our life. Democratic debate atmosphere, formed with demokratic culture, enable us tostate our different opinions. In democratic communities, media supplement the formation of the public opinion, however it turns to public discussion platform as well. In "Bourgeois Public Sphere" which is Habermas defined, it is given opportunutiy to the formation of the public opinion and given priority to the critical thinking, speaking and discussion. Public discussion platform tarnsformed in accordence with public sphere and supported by media, become one of the culture consumption area. With in the context of the television programs, participation of the viewing audience programs should be evaluated in the democratic discussion environment. Therefore, the main aim of this study is bring to light to the participation of the viewing audience programs administered with democratic conception, wether everybody attend to these programs as an active participant under same circumstances or not. On the basis of this issue, with the democracy concept, participation of the viewing audience programs are evelueted in democratic debate atmosphere. However, the aim of tis study is to reveal the subjectes wich are discussed in these programs, manners to the moderator's debate conduct, participator's roles in the programs and the quality of the debate atmosphere. In the theorical parts of this study, it is dwelled upon subjects such as public, public opinion, public sphere, agenda setting, opinion leaders, gate keapers, functions of the mass media, types of television programs and debate programs with participation of the viewing audience. For this purpose, these discussion programs (such as Siyaset Meydanı, Konuşuyorum, Söz Sizde) broadcasting in both public and private chanelles in Turkey are analysed to collect information about their contents and formats. However, in the final chapter of this study, it is given results, estimations and suggustions about participation of the viewing audience programs.
In this study, Kemal Tahir's thoughts on Marxism and socialism are discussed in comparison with the left orthodoxy of the 1960s. The main motivating factor for the study is that Kemal Tahir's distinctive features from the orthodoxy of the period in terms of his thoughts on Marxism and socialism and the emphasis on his criticism will make an important contribution to the literature. Therefore, it focuses on the question "What are the features that differentiate Kemal Tahir's view of Marxism and socialism from his contemporary intellectuals?". Due to the characteristics of his intellectual heritage, the study has been prepared through the literature review based on careful examination of primary sources and the comparative method that provides determining the context of the data. The main argument put forward by the study is that what makes Kemal Tahir original and different in terms of his thoughts and criticisms is his understanding of Marxism in particular, and of science or scientific way of thinking in general sense. From the point of the socialist thoughts and movements, this study that presents the left orthodoxy of the 1960s on issues such as Marxism, socialism, society, the issue of development, the strategy of power and the envisioned socialist order within a theoretical and conceptual framework consisting of "high modernism", "scientism" and "political religions" contains the ideas of the party and opinion leaders of the three most representative and influential formations of the 1960s: Turkish Labour Party, National Democratic Revolution Movement and Yön (Destination) Movement. While Kemal Tahir's thoughts differ from these formations at some certain points, it should also be emphasized that despite all its differences, they have a paradigmatic similarity with the orthodoxy of the period in terms of her modernization strategy based on the distinction between culture and civilization.
ÖZETGüney Kafkasya'da güvenlik ve barışın önündeki en büyük engellerden biri olan Dağlık Karabağ Sorunu, Rusya'nın Kafkasya'da genişleme planlarının bir parçası olarak, bölgede istila ettiği yerlere Ermeni nüfusu yerleştirmesiyle başlamıştır. 19. yüzyılda bölgeyi işgal eden Ruslar, aşamalı olarak bu nüfus politikasını gerçekleştirmiş, bölgede, özellikle de Karabağ'da Ermenilerin çoğunlukta olmasını sağlamışlardır. 1988 yılında Dağlık Karabağ'da ortaya çıkan etnik anlaşmazlık kısa bir sürede silahlı çatışmaya dönüşmüş ve ateşkes rejiminin ilan edildiği 12 Mayıs 1994'e kadar sürmüştür. Bu savaş sonucunda Azerbaycan topraklarının 'ye yakını Ermenistan tarafından işgal edilmiş ve bir milyonu aşkın insan mülteci konumuna düşmüştür. Temel olarak, AGİT Minsk Grubu çerçevesinde sürdürülen barış görüşmelerinden bugüne kadar Ermenilerin uzlaşmaz tutumu nedeniyle herhangi bir sonuç alınamamıştır.Sovyetlerin çöküşünden sonra Türkiye, Güney Kafkasya'da yoğunlaşmış güç merkezlerinden biri olarak öne çıkmakla beraber, bölgedeki siyasi aktifliğini sürekli artıran bir ülke konumuna gelmiştir. Şüphesiz, Türkiye'nin bölgedeki stratejisinin temeli Azerbaycan ile ilişkilerdir. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini önemli kılan diğer bir etken de bu iki ülkenin dil, tarih, din, kültür ve etnik yönden benzerlik taşıması, aynı zamanda Azerbaycan'ın Orta Asya ile Türkiye arasında coğrafi ve kültürel köprü olmasıdır. Dağlık Karabağ Sorununda Azerbaycan'ın yanında yer alan Türkiye, bir yaptırım olarak Ermenistan sınırını kapatmış ve ilişkiler dondurulmuştur. Hatta Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ Sorunu ile bağlı Avrupa nezdinde haklı davasını dile getirmesine yardımcı olmuş, Azerbaycan'ın batıya açılımını sağlamıştır.Çalışmamızın ilk bölümünde, kamuoyu kavramı ve kamuoyu yaratmada rol oynayan etkenler üzerinde durulmaktadır. Sonraki bölümlerde ise, Dağlık Karabağ Sorununun tarihi temelleri, Türkiye'nin Dağlık Karabağ Sorununa yönelik politikası ve bölgesel ilişkileri, bu sorun çerçevesinde Türk kamuoyunun oluşumu ve günümüzdeki niteliklerini kazanması ele alınmış, yararları analiz edilmiştir.Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Ermenistan, Türkiye, Dağlık Karabağ Sorunu, Hocalı Katliamı, Kamuoyu, Diaspora, Türk Basını.ABSTRACTOne of the greatest obstacles to peace and security in the South Caucasus, the Nagorno-Karabakh conflict began, as a part of expansion plans of Russia in the the Caucasus, where the Armenian population to invade the placement. In 19th century, while the Russians occupied the region, gradually realized this population policy, in the region, in particular have provided for the majority of the Armenians in Karabakh. In 1988, the ethnic dispute that resulting in Nagorno-Karabakh turned into armed conflict in a short time and lasted until the ceasefire regime that was declared in 12 May 1994. As a result of this war approximately 20% territory of Azerbaijan occupied by Armenia and more than a million people have become refugees. Basically, ongoing within the framework of the OSCE Minsk Group peace talks could not be obtained any results up to now due to the intransigent stance of the Armenians.After the collapse of the Soviet Union, Turkey emanates proposed as one of the power centers concentrated in the South Caucasus, which the political activity of the country has become a constantly increasing. Indeed, the strategy of Turkey based on relations with Azerbaijan in the region. Another important factor of the two countries are aspects of language, history, religion, culture and ethnic similarity in Turkey-Azerbaijan relations, but Azerbaijan is also geographical and cultural bridge between Turkey and the Middle East. Being on the side of Azerbaijan, Turkey has closed the border of Armenia in Karabagh conflict as a sanction and the relations were frozen. Turkey even helped Azerbaijan to prove before Europe that it is right with regards to Nagorno-Karabakh and helped Azerbaijan to open to West.In the first chapter of the thesis is analyzed public opinion and focusing on factors playing role in creating public opinion. In the next chapters, are discussed and have been analyzed historical foundations of the Nagorno-Karabakh conflict, Turkey's policy towards the Nagorno-Karabakh and regional relations, the formation of the Turkish public opinion in within the framework of this problem, and the current gain characteristics and benefits.Keywords: Azerbaijan, Turkey, Armenia, Nagorno-Karabakh Problem, Khojaly Genocide, Public Opinion, Diaspora, Turkish Press.
Televizyon, haber almak amacıyla en sık kullanılan kitle iletişim araçlarından biri konumundadır. Haberler toplumları, bilgilendirmekle birlikte kanaat oluşumunu da etkilemektedir. Dolayısıyla siyasal iktidar sahiplerinin önemli etki alanını oluşturmaktadır. Bu çalışmada Türkiye'de haber bültenlerinin siyasal iktidarlara yönelik tutumları ve izleyicilere verdikleri mesajlar incelenmektedir. 31 Mart 2019 tarihinde yapılan Mahalli İdareler Seçimleri'ne ilişkin siyaset haberleri söylem analizi yöntemi ile incelenmiştir. Araştırmada siyasi ideolojileri farklı iki kanal arasından seçilen Star TV ve Fox TV'de yayınlanan ana haber bültenlerinde seçim tarihine yaklaşan bir haftalık süreçte yer alan siyaset haberleri ele alınmıştır. Araştırmada iki kurumun haberleri işleyiş yöntemlerinin tamamen farklı olduğu, siyasi görüşleri ile aynı doğrultuda seçimin taraflarına yer ayırdıkları ve bazı durumlarda aynı haberleri bile yayınlamadıkları ortaya konmuştur. ; Television is one of the most frequently used mass media for news. News societies, while informing, affect the formation of opinion. Therefore, it constitutes the important influence area of political power holders. In this study, attitudes and messages they give to the audience for the news bulletins of political power in Turkey is examined. Political news about the Local Administrations Elections held on March 31, 2019 were analyzed with the method of discourse analysis. In the research, political news that took place in the one week period approaching the election date were discussed in the main news bulletins published on Star TV and Fox TV, whose political ideologies were chosen from two different channels. In the study, it was revealed that the methods of processing the news of the two institutions are completely different, they allocate places for the election in line with their political views and in some cases they do not even publish the same news.
Bu çalışmada göç konusunun Avrupa Birliği Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası'na etkisi son dönemde karşı karşıya kaldığı Suriyeli Mülteci Krizi örneğiyle incelenmiştir. Çalışmada AB'nin Suriyeli Mülteci Politikası incelenirken Kopenhag Okulu ve güvenlikleştirme kavramından yararlanılmıştır. Materyal olarak AB metin ve raporları, sayısal veriler ve uzman görüşleri kullanılmıştır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde konu ile ilgili kavramsal çerçeve sunulmuştur. İkinci bölümde AB göç ve güvenlik konularının tarihsel süreçte oluşumu incelenmiştir. Son bölümde ise Avrupa Birliği'nin Ortadoğu politikası ele alındıktan sonra mülteci krizinin Birliğin bölge politikasına ve güvenlik politikasına etkileri ortaya koyulmuştur. Çalışmada AB'nin karşı karşıya kaldığı mülteci krizi karşısında konuyu salt güvenlik perspektifinden ele aldığı, yeni araçlar geliştiremediği ve krizin AB entegrasyon sürecini olumsuz etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. ; In this study was examined the impact of migration on the European Union Common Security and Defense Policy with the example of the Syrian Refugee Crisis that it has recently faced. In this study was benefited from Copenhagen School and the concept of securitization , while the Syrian Refugee Policy of the EU was being examined. As material were used EU texts and reports, numerical data and expert opinions. This study consists of three parts. In the first part was presented the conceptual framework of this topic. In the second part was examined the formation of EU migration and security issues in the historical process. In the last part, after it was examined the Middle East Policy of the European Union , it was revealed the effects of the refugee crisis on the regional policy and security policy of the Union. In this study was concluded that the EU handled the issue from a pure security perspective in the face of the refugee crisis , could not develop new tools and this crisis adversely affected the EU integration process.
Yerel kuruluş ya da örgütlenmeler küreselleşme süreciyle beraber hızlı bir şekilde kendi sınırlarının dışına çıkarak küresel boyuta ulaşmaktadır. Çok uluslu şirketler ve sivil toplum kuruluşları da çoğunlukla karşıtlık içinde olsalar da küresel düzeyde örgütlenme biçimi bağlamında benzer süreçler yaşamaktadır. Küresel düzeye ulaşması neticesinde ulus – üstü nitelik kazanmaları da uluslararası ilişkiler alanının çalışma nesnesi olmalarına neden olmaktadır. Kazandıkları ulus – üstü niteliğin oluşum sürecinde merkez – çevre ilişkisi belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Zira merkez ülkelerde yerel ya da ulusal olarak oluşmuş kuruluşlar, çevre ülkelerle olan diyalogları neticesinde küresel düzeye ulaşmaktadır. Çok uluslu şirketler, çevre ülkeleri hammadde ve/veya pazar olarak görürken; sivil toplum kuruluşları, genellikle çevre ülkelere dair farkındalık kampanyaları yürütmektedirler. Yaşanılan çağda en belirgin küresel sorunlar arasında, ülkeler arası gelişmişlik düzeylerinin belirgin oranlarda farklılıklar oluşturması ve fırsat eşitsizliği, yoksulluk ve canlı yaşamını tehdit eden çevre tahribatlarıdır. Bu sorunların sorumlusu olarak da kapitalist sistemin yeniden üretimini sağlayan çok uluslu şirketler bulunmaktadır. Sorunlara karşı kampanyalar geliştirip eylemler yaparak kamuoyu oluşturan, lobicilik faaliyeti yürüten kuruluşlar da kâr amacı gütmeyen ve yaşanılabilir bir dünya için çalışan sivil toplum kuruluşlarıdır. Bunların yanında, devletler de kendi ulusal sınırları dışında anlaşmalar ve oturumlar yoluyla küreselleşme sürecine dahil olmaktadır. Sivil toplum kuruluşları, çok uluslu şirketlere uyguladıkları baskıya benzer bir baskıyı devletlere de uygulayabilmektedir. ; The local institutions or organizations, with the globalization process, quickly go beyond their own limits and reach the global extent. Multi-national corporations and non-governmental organizations, although often in opposition, have similar processes in the context of organizing at the global level. Also, as result of reaching the global level with their achievement of transnational qualifiation causes to become a working object on the field of international relations. In the process of formation of the transnational qualities they earn, the center-periphery relation is emerging as evident. Forasmuch as, local or national organizations in central countries have reached the global level as a result of their dialogue with the peripheral countries. While multi-national companies see peripheral countries as raw materials and / or markets; non-governmental organizations generally run awareness campaigns about the peripheral countries. Among the most prominent global problems in the present era are the continual increase in the level of development between countries and the inequality of opportunity, poverty and environmental destruction that threatens the life of all living creatures. The multi-national corporations reproducing the capitalist system are responsible for these problems. Organizations creating public opinion by developing campaigns against the problems and conducting lobbying activities are non-govermental organizations working for a profit-free and livable world. In addition to these, states are involved in the globalization process through agreements and sessions outside their national borders. Non-governmental organizations can apply similar pressures to the states they are applying to multi-national corporations.
Günümüzde temsili liberal demokrasinin kriz yaşadığını ileri süren görüşlerin yaygınlaşması, beraberinde alternatif demokrasi arayışlarını gündeme getirmiştir. Yurttaşların kendilerini ilgilendiren konular hakkında kısıtlanmamış ve rasyonel bir biçimde tartışmaları ve bu tartışmalar sonucu alınan kararlarla temsili liberal demokrasinin "katılım" konusundaki krizini aşacağını ileri süren müzakereci demokrasi yaklaşımı, müzakereye dayanan bu modelin hayata geçmesi için kamusal alanın gerekliliğine işaret etmektedir. Bu çalışmada, temsili liberal demokrasinin krizi ve alternatif bir demokrasi yaklaşımı olarak Habermasçı müzakereci demokrasi yaklaşımı değerlendirilmekte, Türkiye'de uzun yıllardır bir güvenlik sorunu olarak görülen ve askeri operasyonlarla çözüme kavuşturulması hedeflenen Kürt sorununun, ilk kez demokratik çözüm yolları ile aşılmaya çalışıldığı Demokratik Açılım Süreci ve bu çerçevede AK Parti hükümeti tarafından sorunun çözümünde bir aktör olarak görevlendirilen Âkil İnsanlar Heyeti ele alınmakta ve Âkil İnsanlar Heyeti özelinde geleneksel medyanın kamusal alan oluşumuna katkısının olup olmadığı sorgulanmaktadır.Çalışmada, kamusal alan-geleneksel medya ilişkisi, gazetelerdeki haber metinlerinin Teun A. Van Dijk'ın eleştirel söylem analizi yöntemiyle çözümlenmesiyle ortaya konulmaya çalışılmıştır. Geleneksel medyanın, siyasal olay/konuları kamunun gündemine taşıma, siyasal olay/konuları gündemde tutma ve bu olay/konularla ilgili bilgi aktarmak için uygun bir zemin olma özelliklerini taşıdığı çalışmanın bulguları arasındadır. Türk geleneksel medyasının kamusal alan oluşumu için gerekli olan her tür bilginin yurttaşlara iletilmesi hususunda yetersiz olduğu da çalışmanın sonuçlarındandır. Bu çalışmada, Habermasçı müzakereci demokrasinin günümüz koşullarında uygulanabilirliğinin zorluğu vurgulanmaktadır. --- "WISE MEN" IN THE DEMOCRATIC INITIATIVE AND SOLUTION PROCESSNowadays, the spread of the views that suggest the representative liberal democracy is experiencing a crisis has brought together the search for alternative democracy approaches. The deliberative democracy approach, which suggests that the citizens will discuss the issues that concern them in an unrestricted and rational way, and that the representative liberal democracy will overcome the crisis of "participation" by the decisions taken as a result of these discussions, points to the necessity of the public sphere in order to implement this model based on the negotiation. In this study, the crisis of representative liberal democracy and Habermasian deliberative democracy as an alternative democracy approach are examined; both The Democratic Initiative Process through which the Kurdish problem, which has been viewed as a security problem for many years and aimed to be resolved by military operations, has been attempted to be overcome with democratic solutions for the first time, and the Committee of Wise Men, which has been employed as an actor in the resolution of the problem by the Government of the Justice and Development Party (AKP) in this frame are addressed; and it is questioned whether traditional media provides any contributions to the formation of the public sphere specific to the Committee of Wise Men. In the study, the relationship between the public sphere and traditional media has been presented by analyzing news texts in newspapers using Teun A. Van Djik's critical discourse analysis method. It is among the findings of the study that traditional media has the qualities of being an appropriate platform to bring the political events/topics to the public agenda, to keep political events/topics on the agenda, and to transfer information about these events/subjects. It is also among the findings that Turkish traditional media is insufficient concerning the transfer of all kinds of information necessary to form the public sphere. In this study, the difficulty of the applicability of the Habermasian deliberative democracy under today's conditions is emphasized.
"Yükselen İslamofobi'nin Avrupa Kimliğine Etkisi" konulu tez, inşacı yaklaşım ile Hristiyan ve Müslüman kimliği arasındaki ihtilaf sürecini açıklamaya çalışmıştır. İslamofobi algısını oluşturan dinamikler kapsamında karşıt kimliklerin nasıl oluştuğu ile çokkültürlü yapının ve çokkültürcü politikaların kolektif kimliğe etkisi irdelenmiştir. 1960'lı yıllardan itibaren sanayi alanındaki atılımlarla ekonomik ve sosyal kalkınmayı başarılı bir şekilde gerçekleştiren Avrupa Birliği ülkelerinde fabrikalarda çalışacak iş gücüne ihtiyaç duyulmaya başlamıştır. Bu yıllarda ülkelerine göçmen gelmesine izin veren, hatta bunu özel programlarla da teşvik eden AB ülkeleri, 90'ların sonuna doğru katı bir sınır kontrolü politikası gütmeye başlamış ve göçmenlerin ülkelerine girmesini engellemeye çalışmıştır. Bu politikalar zamanla kamuoyuna yabancı düşmanlığı şeklinde tezahür etmiş özellikle sağ muhafazakar partilerin popülist propagandalarına malzeme edilmiştir. Bu propagandaların önemli bir kısmı İslam karşıtlığı üzerinden yürütülmüştür. Bu da bizi şu gerçeğe götürmektedir: Kimliğin ve kültürün inşası için yaşanmış bir tarih duygusunun, ortak toplumsal belleğin ve geleneklerin, sürekli canlı tutulması gerekir. Kolektif belleğin oluşmasında biz ve öteki kavramlarının canlı tutulabilmesi, içerme ve dışlama koşullarının sürekliliği çok önemlidir. Ancak AB'nin, içinde barındırdığı çeşitli ulus devletler, farklı kültürler ve dinler, kolektif kimliğin ya da başka bir deyişle bir üst Avrupa kimliğinin oluşumundaki engellerden sadece birkaçıdır. Ortak bir üst kimlik yerine farklı kimliklerin kültürlerini ötekileştirmeyen farklı bir kavram da ortaya atılmıştır: Çokkültürlülük. Bir zamanlar karşılıklı anlayış çerçevesinde geliştirilmiş olan bu kavram, sonraları devam ettirilememiş, ülkelerin sırasıyla, kavramın iflas ettiğini açıklamasına neden olmuştur. İçerideki faklılıkların yanı sıra dış dinamiklerin de çokkültürlü yapının iflasına zemin hazırladığı bir gerçektir. 11 Eylül saldırılarından sonra İslam'ın terörizm ile birlikte anılmaya başlamasıyla AB içerisindeki Müslüman kimlik ötekileştirilmeye, bir düşman olarak görülmeye başlamıştır. AB üyesi ülkeler son yıllarda her ne kadar sınır kontrollerini katılaştırsalar da kaçak yollardan gelen göçmenlere engel olamamaktadır. Aslında göçmenlerin yasal yollar dışında AB ülkelerine gelmeleri, bu grubun insan hakları ve işçi hakları sözleşmelerinden mahrum kalmasına neden olmuştur. Aslında güvencesi olmayan ucuz iş gücü, küreselleşmenin ve kapitalist ekonomik sistemin çok da karşı çıkmadığı bir durumdur. Fakat yine de bu durum, sağ muhafazakar partilerin; göçmenleri, popülist söylemlerine malzeme etmesine, ırkçılığın ve milliyetçiliğin yükselmesine engel olamamıştır. ; Abstract ; This thesis titled "The Impact of Rising Islamophobia to the European Identity", aimed to explain the process of discord between Christian and Muslim identity by using constructionist approach. In this study, within the scope of dynamics that make up the perception of Islamophobia, how opposite identities formed and the effect of multicultural structure and multiculturalist policies to collective identity are examined. Since 1960's, EU countries which performed a successful economic and social development thanks to progress in the field of industry, began to need manpower to work in the factories. EU countries that allow migrants to come, even encourage them with a special programs during these years, at the end of 1990's they began to implement a strict border control policy and tried prevent immigrant to enter their countries. These policies were manifested in the form of xenophobia in public opinion in time and especially right-wing conservative parties used this problem in their propaganda. An important part of their propagandas were carried out over anti-Islam. This fact leads us to the following; for the construction of identity and culture, common sense of history and common social memory and traditions need to be kept constantly alive. For the formation of collective memory, the concept of "we" and "the other" can be kept alive, continuity conditions for inclusion and exclusion is very important. The various nation-states, different cultures and religions EU contained are just a few of the obstacles in the formation of collective identity or in the other words a supra-European identity. Instead of a common supra identity, a different concept not marginalizing cultures of different identities have been proposed: Multiculturalism. This concept which was developed within the framework of mutual understanding in the past wasn't sustained later and this lead to states respectively declared the collapse of concept. It's obvious not only internal differences but external dynamics has great effect on the failure of the multiculturalist structure. After the attacks of September 11, together with associating Islam with terrorism, Muslim identities in the EU was marginalized and began to be seen as an enemy. EU member states, although they hardened the border controls I recent years, they cannot interfere with smuggled immigrants. In fact, arrivals of immigrants to Europe in illegal way lead to this group is deprived of human rights and workers' right contracts. In fact, it is a condition that is not opposed by globalization and the capitalist economic system: cheap labor without assurance. However, this still didn't stop right-wings conservative parties to use migrants in their populist discourse and the rise of racism and nationalism.
Terörizmin demokratik toplumlarda mı, yoksa otoriter ya da totaliter hükûmetlerin iktidarda olduğu toplumlarda mı daha fazla imkânlar bulabildiği konusunda görüş farklılıkları vardır. Hâkim görüş demokrasinin terörizm için diğerlerinden daha fazla imkânlar sunduğu yönündedir. Bu halde demokrasiyi dünya üzerinde yaygınlaştırmaya matuf çabaların altında yatan niyetlerden birkaçının ülkedeki toplumsal gruplar arasında çatışmalar oluşturmak, siyasal, sosyal ve ekonomik istikrarsızlıklar yaratmak, devletleri/hükûmetleri güçsüzleştirmek vb. olduğu ileri sürülebilir. Nitekim bazı devletlerin hâlihazırda bir yandan demokrasiyi teşvik etmeleri diğer yandan ise terörizme ve terör örgütlerine destekler vermeleri, demokrasinin bu uğurda kullanılabileceğine dair iddiaları bir komplo teorisinin ürünü olmaktan çıkarmaktadır. İnsanın yaşam kalitesinin artırılabilmesi için önemi haiz olan demokrasi, bazı toplumlarda radikal fikirlerin oluşması için uygun zeminler sunabilir. Öyle bir zeminde radikalleşmeyi hızlandırıp aşırıcı davranışları teşvik ederek toplumlarda azınlık durumunda bulunan vatandaşlar ya da diğer gruplar aleyhinde aşırı sağ terörizmin gelişimini de kolaylaştırabilir. Terörizmin bu türü özellikle kültürel çeşitliliğe sahip olan toplumlarda toplumsal bütünleşmenin sağlanabilmesinin önündeki engellerden biridir. Bu nedenle özellikle bu tür toplumlarda demokratik polislik hizmetleri önem kazanmaktadır. Ancak polislik hizmetlerinde görev alacak olan kişilerin ideolojik kimlikleri, polislik hizmetlerini sunan kurumların yerleşik kurumsal kimlikleri, ülkedeki toplumsal gruplar arasında "hâkim" durumda bulunan grupların diğerlerine ilişkin algıları ve tutumları, tüm iyi niyetli çabalara rağmen, terörizmin bu türüyle mücadeleyi zorlaştırabilir. Zorluklarına rağmen demokrasilerde iç güvenlik yönetimleri ve polislik hizmetleri bu türdeki riskleri dikkate alan stratejilerin üretilmesi suretiyle yapılandırılmalıdır. Başka bir ifadeyle özellikle çokkültürlü toplumlarda polislik hizmetleri artık aşırı sağ terörizmle baş edebilecek nitelikte geliştirilmelidir. Çünkü aşırı sağ terörizmle mücadele meselesi hükûmetler için bir meşruiyet meselesi iken, devletler ve toplumları için bir beka meselesi olabilir. ; There are differences of opinion in whether terrorism finds more possibilities in democratic societies, authoritarian or totalitarian societies. The prevailing view is that democracy offers more opportunities for terrorism than others. In this case, it can argue some of the underlying intentions of the efforts to spread democracy around the world are to create conflicts between social groups in the country, to create political, social and economic instability, to weaken states/governments etc. As a matter of fact, the fact that some states are already promoting democracy on the one hand and supporting terrorism and terrorist organizations on the other hand makes the claims that democracy can be used for this purpose from being the product of a conspiracy theory. Democracy, which is important for increasing the quality of life of people, can provide suitable grounds for the formation of radical ideas in some societies. It can also facilitate the development of far-right terrorism against citizens or other groups who are in a minority position in societies by accelerating radicalization and encouraging extremist behavior on such a ground. This type of terrorism is one of the obstacles to social integration, especially in societies with cultural diversity. For this reason, democratic policing services gain importance especially in such societies. However, the ideological identities of the people who will take part in the police services, the established institutional identities of the institutions providing the policing services, the perceptions and attitudes of the groups that are in a "dominant" position among the social groups in state, may complicate the fight against this type of terrorism despite all well-intentioned efforts. Despite their difficulties, internal security administrations and policing services in democracies should be structured by producing strategies that take into account such risks. In other words, policing services, especially in multicultural societies, should be developed in a way that can cope with far-right terrorism. Because of while the issue of the fight against far-right terrorism is a matter of legitimacy for governments, it can be a matter of survival for states and their societies.
Örgütlerin kendilerine fayda yaratmak amacıyla diğerleriyle ne tip ağ ilişkileri kuracakları ve bu amaçla yapı içerisinde kendilerini nasıl konumlandıracakları gibi sorular, örgüt kuramı alanında tartışmalara neden olmaktadır. Granovetter (1973), ticari etkileşimlerle sınırlı olan zayıf bağların fayda yaratacağını iddia ederken; Bordieu (1983), Coleman (1988) ve Podolny (2001) asıl güçlü bağların örgütler üzerinde olumlu etki yaratabileceğini ileri sürmektedir. Burt (1992) ise, örgütlerin birbirleri ile ilişkisi olmayan tarafların bağlantısını sağlamada üstlendikleri aracılık rolünün ağ ilişkilerinin niteliğinden daha önemli olduğunu vurgulamaktadır. Ancak, ağ ve yerleşiklik çalışmaları, aktör ağlarına odaklanırken, bu aktör ağları üzerinde kurumsal bağlamın etkilerini göz ardı etmektedir. Bu eksikliği gidermek amacıyla bu çalışma, makrokurumsal bağlam ile örgütler arası ağ düzenekleri arasındaki ilişkiyi araştırmayı hedeflemiştir. Bu amaçla, devlet ve bankacılık sistemi gibi ana kurumların ekonomilerde üstlendiği role göre farklı iş örgütlenmelerinin oluşacağını ileri süren Whitley'in (1992, 1994 ve 1999) "Ulusal İş Sistemleri" yaklaşımından yararlanılmıştır. Devletin ekonomiye müdahalesinin yüksek olduğu bir bağlamda doğan örgütlerin, mevcut örgütler arası ağ ilişkilerinde güçlü bağlarının zayıf bağlara göre oranının daha yüksek olacağı, ekonomideki etkisinin düşük olduğu bir bağlamda doğan örgütlerin mevcut ilişkilerinde zayıf bağların oranının daha yüksek olacağı ileri sürülmüştür. Benzer bir farklılığın aracılık rolleri bakımından da söz konusu olacağı iddia edilmiştir. Araştırma, Türkiye'de devletin ekonomiye müdahalesinin yüksek olduğu 1980 öncesi ve kısmen azaldığı 1980 sonrasındaki dönemde kurulan örgütler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Dayanıklı ev aletleri sektöründen iki firma seçilmiş, ağ düzeneği araştırma yöntemleri kullanılarak örgütler arası ağ ilişkileri belirlenmiş ve niteliklerine göre sınıflandırılmıştır. Sonuçlar, bu çalışmada ileri sürülen önerileri desteklemektedir. 1980 öncesinde kurulan firmanın mevcut ağ ilişkilerinde güçlü bağlarının oranının 1980 sonrasında kurulan firmaya göre daha yüksek olduğu saptanmıştır. 1980 sonrasında kurulan firmanın ise, zayıf ilişkilerinin oranının daha baskın olduğu belirlenmiştir. Küme içi bağların kurulmasını hedefleyen iç aracılık rollerinin oranının 1980 öncesinde kurulan firmada belirgin biçimde yüksek olduğu, dış çevreyle bağlantıyı sağlayan dış aracılık rollerinin oranının 1980 sonrasında kurulan firmada oldukça baskın olduğu belirlenmiştir. Questions such as what type of network relations organizations establish with the others and how they locate themselves within the structure for their own benefit are subject to arguments in organization theory. Contrary to Granovetter's (1973) opinion that supports weak ties of limited commercial interactions would create benefits, according to Bordieu (1983), Coleman (1988) and Podolny (2001) it is the strong ties that provide benefits for the organizations. On the other hand, Burt (1992) emphasizes the brokerage roles of the organizations for providing relations between the irrelevant parties being more important than the type of the network relations. But, network and embeddedness studies which focus on network relations ignore possible effects of institutional context on networks. For this reason, this study aims to search the relation between interorganizational networks and macroinstitutional context. For this purpose Whitley's (1992, 1994 and 1999) "National Business Systems" approach has been used that emphasizes formation of different business organizations are due to the roles of major institutions such as the state and financial system in an economy. It was asserted that the ratio of strong ties compared to the weak ties, are expected to be higher for the organizations that emerge in a context where state intervention to the economy is high, and ratio of weak ties would be higher for the organizations that emerge in a context where degree of state intervention is low. It has also been mentioned that a similar difference is valid for the brokerage roles. The research conducted on two organizations established before 1980 and after 1980 where a significant difference exists in terms of state intervention to the economy in Turkey. Two firms were chosen from the durable home appliances sector. Their interorganizational network connections were determined and classified using network research methodologies. The research results supported the main idea and purpose of this study. After the comparison it was found that the ratio of strong ties of the firm established before 1980 being higher than the firm established after 1980. It was found that the ratio of weak ties of the firm established after 1980 being significantly higher than the firm established before 1980. The internal brokerage roles which strengthen in group cohesion was found higher in the firm established before 1980, the external brokerage roles which provide organizations connections with the other actors in the external environment was found higher in the firm established after 1980's.
Bu çalışmada düşünce kuruluşlarının kamu diplomasisindeki rolleri incelenmiştir. Bu çerçevede Türkiye, ABD ve Almanya çalışmada karşılaştırılmalı olarak çalışılmış ve böylelikle her ülkeden de birer düşünce kuruluşu örneklem olarak tercih edilmiştir. Kendi ülkelerinin içinde ve dışında bilinirlikleri ve saygınlıkları olan, aynı zamanda faaliyetleri itibariyle diğer düşünce kuruluşlarına nazaran görece çeşitlilikleri bulunan Türkiye menşeili Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), ABD menşeili Amerika Birleşik Devletleri Alman Marshall Fonu (German Marshall Fund of the United States-GMF) ve Almanya menşeili Alman Uluslararası ve Güvenlik İşleri Enstitüsü (Stiftung Wissenschaft und Politik-SWP) incelenmiştir. Patrick Köllner'in uluslararası ilişkilerde düşünce kuruluşlarının: - Salon işlevi görme ve kişi odaklı iletişim kanalları oluşturma, - Uluslararası ilişkiler çalışmaları hakkında kamuoyunu bilgilendirme, araştırma brokerliği yapma, - Uluslararası ve küresel meseleler hakkında ulusal ve uluslararası gündem oluşturma, - Gayr-ı resmi diplomatik ilişkiler geliştirme, - İkinci görüş sunma, - Danışmanlık işlevi görerek stratejik söylemleri doğrudan etkileme, - Yarı otoriter rejimleri meşrulaştırma ve entelektüel amigoluk yapma, - Düşünce ihraç etme, - Uluslararası ilişkiler ve stratejik araştırmalar anlayışının oluşmasına katkıda bulunma, - Diplomatik eğitimler sunma ve uluslararası ilişkiler eğitim programları yaparak öğrencilere mentörlük etme, rolleri esas alınarak örneklem olarak alınan kurumların kamu diplomasisi bağıntısı araştırılmıştır. Bu doğrultuda çalışmanın iki sorusu bulunmaktadır: 1. Düşünce kuruluşları yürüttükleri faaliyetlerle bir kamu diplomasisi aktörü müdür? 2. Düşünce kuruluşlarının kamu diplomasisi yapım süreçlerinde üstlendikleri roller nelerdir? Birinci soru bağlamında çalışmanın temel hipotezi: sivil inisiyatif olma özelliği bakımından düşünce kuruluşları kamu diplomasisinde birer aktördür. İkinci soru bağlamında çalışmanın temel hipotezi: Köllner'in düşünce kuruluşlarına uluslararası ilişkiler bağlamında atfettiği roller, örneklem düşünce kuruluşları tarafından kamu diplomasisi faaliyeti kapsamında oynanmaktadır. Çalışmanın hipotezlerini sorgulamak için karma bir araştırma yöntemi takip edilmiş ve "literatür taraması", "içerik analizi" ve "niteliksel araştırma" yöntemleri kullanılmıştır. Araştırmanın literatür taraması kısmını diplomasi, kamu diplomasisi ve düşünce kuruluşları oluşturmuştur. İçerik analizi kısmını üç kurumun web sayfaları ve medya yansımaları, rapor, dergi, konferans, panel ve sempozyum bildirileri oluşturmuştur. Son olarak niteliksel araştırma kısmını ise düşünce kuruluşlarının yetkilileri, kamu diplomasisi kurumlarında, düşünce kuruluşlarında görev alanlar ve akademisyenlerden oluşan 13 kişi ile derinlemesine mülakatlar yapılmıştır. Araştırmanın bulguları ışığında ulaşılan sonuca göre düşünce kuruluşları politika uygulayıcılarının politika oluşturmalarında yardımcı kuvvet rolü oynayabilirler. Sivil inisiyatifler olmaları hasebiyle de düşünce kuruluşlarının kamu otoritelerine oranla hareket serbestiyetleri yüksektir. Ayrıca bu çalışmada düşünce kuruluşlarının yardımcı kuvvet rolü oynamalarından hareketle bu organizasyonlar için "Akıncı Birlik" kavramsallaştırması önerilmektedir. Üç farklı ülkede bulunan GMF, SETA ve SWP'nin kamu diplomasisi faaliyetlerinde birer aktör oldukları tez çalışmasının bulgusudur. Ayrıca söz konusu düşünce kuruluşlarının faaliyetlerinin katkısı menşei ülkelerinin siyasi, iktisadi ve sosyal durumlarına göre değişmektedir. Buradan hareketle söz konusu ülkelerin sert güç yerine yumuşak güç bağlamında kamu diplomasisinde düşünce kuruluşlarını bir paydaş olarak görmesi kendilerine uluslararası ilişkilerde avantaj sağlayacaktır. ; The study emphasizes the role of think tanks in public diplomacy. In this context, the Turkey, United States of America, and Germany case studies have been examined. A think tank organization sample was picked from each country to test the relevance of the research hypothesis. The well renowned and prestigious think tank organizations of Foundation for Political, Economic and Social Research (SETA), German Marshall Fund of the United States (GMF) and, The German Institute for International and Security Affairs (Stiftung Wissenschaft und Politik-SWP) has been studied. The relationship of public diplomacy of institutions gained as an example has been investigated based on the following roles of think tanks organizations in international relations developed by Patrick Köllner. According to Köllner, think tank organizations: - Should have salon function and create person-oriented communication channels. - Also need to inform the public about international relations studies. - Act as a research broker. - Set national and international agendas on international issues. - Develop informal diplomatic relations. - Presenting second opinions. - Directly influencing strategic discourses by acting as consultants. - Legitimizing semi-authoritarian regimes and intellectual cheerleading. - Exporting ideas. - Contributing to the formation of an understanding of international relations and strategic research. - Offering diplomatic training and mentoring students by providing international relations training programs. In this direction, the study develops two essential questions: 1. Are think tanks actors of public diplomacy with the activities they conduct? 2. What are the roles of think tanks in building public diplomacy? The first question is leading to the study's main hypothesis, which is: to be a civil initiative, think tanks are actors in public diplomacy. While the second question introduces another aspect of the research's hypothesis: The roles that Köllner attributes to think tanks in international relations are played by sample think tanks within public diplomacy activities. A combination of "literature review", "content analysis" and "qualitative research" is followed in the thesis study. The literature review comprises the investigation of notions such as diplomacy, public diplomacy, and think tanks as a part of the research. The content analysis makes up for the three institutions' websites browsing, media reflections, reports, magazines, conferences, panels, and symposiums' examination. The qualitative research part was conducted with in-depth interviews with 13 people representing official spokespersons of think tanks, public diplomacy institutions, former think-tankers, and academics. According to the conclusion reached considering the findings of the research, think tanks can play an auxiliary power role in policymaking by same-field practitioners. Since they are civil initiatives, think tanks have higher freedom of action compared to state authorities. Besides, the conceptualization of "Akıncı Unity" is recommended in this study for think tanks based on their role as an auxiliary force. The case of GMF, SETA and SWP organizations as actors in public diplomacy activities in the three different countries constitutes the findings of a thesis study. The contribution of these think tanks' activities varieties according to the political, economic, and social situation in their countries. From here, it will give them an advantage in international relations if countries consider the think tanks institutions a stakeholder in public diplomacy linked to the soft power context rather than hard power.