BM, dünya barışının sağlanması maksadıyla gönüllü olarak bir araya gelmiş milletler topluluğudur. Barışın sağlanması için BM, öncelikle barışçıl yöntemlere başvurur, eğer bu mümkün olmazsa silahlı kuvvet kullanmak zorunda kalabilir. BM'nin silahlı güç kullanmak zorunda kaldığı yerlerden olan Kosova, Bosna-Hersek ve Afganistan'da Türkiye'nin katkılarının ne boyutta olduğu irdelenecektir. Bu katkıların genel çerçevede yeterli olduğu tezimizde açıklanacaktır. ; UN is the union of countries which has come together voluntarily for the purpose of the settlement of world peace. For the settlement of peace, UN applies principally peaceful solutions, if this is not possible, UN might be obliged to use armed forces. Turkey's contributions in Kosovo, Bosnia-Herzegovina and Afghanistan where UN has obliged to use armed forces will be examined. These contributions which are being sufficient in general framework will be explained in our thesis.
Birleşmiş Milletler (BM)'in barışı koruma misyonu kuruluşundan itibaren günümüze kadar gelen süreçte uluslararası barış ve istikrarın sağlanması konusundaki en önemli araçların başında gelmiştir. 1950'li yıllarda ilk örneklerinin görüldüğü barışı koruma misyonları Soğuk Savaş sonrası dönemde değişime uğramıştır. İnsani müdahale ve devlet egemenliği kavramları çerçevesinde yeniden değerlendirilen barışı koruma misyonları uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasındaki en önemli araçlardır. Bu çalışmada BM'nin geleneksel barışı koruma misyonu yapısı koruma sorumluluğu normu çerçevesinde incelenecektir. Koruma sorumluluğunun uygulama alanı olarak Sudan incelenecektir. ; The United Nations (UN) peacekeeping mission since its establish has been one of the most important tools for achieving international peace and stability. In the 1950s the first examples of peacekeeping missions were seen and have been transformed in post Cold War era. After re-evaluated through humanitarian intervention and state sovereignty the peacekeeping missions are the most important instruments in ensuring international peace and security. This study will examine traditional UN peacekeeping missions within the framework of responsibility to protect norm. As case study Sudan will examine through responsibility to protect.
War conditions cause favorable stituations for the destruction of human development. It has caused widespread corruption in political, economic and cultural fieldand confronted society with various problems. However, in contrast to war condition, peace serves the needs of everybody in the best possible way and raises human development cycles to high levels. Throughout history, Afghanistan has been regarded as the battlefield of the colonial countries of the world. This rivalry between colonial countries has harmed Afghanistan and prevented Afghanistan from building its own future. This process, which was ongoing from British intervention to invansion of Soviet Union created political contitions that hinder the development and triggered çivil war in Afghanistan. In addition to the attacks of colonial countries, Afghanistan has always been a victim of ethnic politics. Besides, In Afghanistan, ethnic politics have a lot of negative consequences. However, it is possible to say that the most destructive one is the national identity crisis. Ethnic politics in Afghanistan have been partially successful. This stiuation interrupts relations between to-days Afghanistan ve its past that base on glorious civilization of Aghanistan. Afghanistan needs to seek rational and peaceful means to overcome these challenging crises. In these cases, it would be more consistent to resolve Afghanistan's internal problems by using influential elements such as diplomacy. Diplomacy plays a very important role in ensuring peace and stability in Afghanistan. Because, by using diplomatic means, country politicians can create lasting peace in Afghanistan and provide hope for progress in the country. ; Savaş koşulları insanî kalkınmanın tahrip edilmesine elverişli ortamlar doğurmaktadır. Siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda yaygın yolsuzluklara neden olur ve toplumu çeşitli sorunlarla karşı karşıya bırakır. Ancak, savaşın aksine barış, herkesin ihtiyacına en iyi şekilde hizmet eder ve insani gelişim döngülerini yüksek seviyelere çıkarır. Afganistan, tarih boyunca dünyanın sömürgeci ülkelerinin savaş alanı olarak telakki edilir. Sömürgeci ülkeler arasındaki bu rekabet Afganistan'ınkendi yolunda yürümesini engellemiştir. Britanya'nın müdehalesinden Sovyetler Birliği'nin işgaline kadarki süreç, gelişmeye engel olan tüm politikalara ortam hazırlamış ve Afganistan'da iç savaşın çıkmasını tetiklemiştir. Afganistan, sümürgeci ülkelerin saldırısına ek olarak, daima etnik siyasetin kurbanı olmuştur. Afganistan'da etnik siyasetin olumsuz getirileri çoktur. Ancak bunlardan en yıkıcı olanının ulusal kimlik krizi olduğunu söylemek mümkündür. Diğer yandan Afganistan'da etnik siyaset kısmen başarılı olmuştur. Bu durumgünümüz Afganistanı ile Horasan'ın görkemli uygarlığına dayanan geçmişi arasındaki ilişkiyi tamamen kesintiye uğratmıştır. Ülkenin, bu zorlu krizleri aşması için rasyonel ve barışçıl yollar aramasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durumlarda, Afganistan'ın iç sorunlarını diplomasi gibi etkili unsurları kullanarak çözmek daha tutarlı bir yol olur. Afganistan'da barış ve istikrarın sağlanmasında diplomasi çok önemli bir rol oynar. Zira ülke politikacıları, diplomatik araçları kullanarak Afganistan'da kalıcı barış ortamı yaratabilir ve ülkede ilerleme umutları sağlayabilirler. Anahtar kelimeler: Afganistan, Diplomasi, Etnisite, Kriz, Savaş
Nükleer teknolojinin "iki yüzlü" doğası gereği, barışçıl nükleer enerji programları çerçevesinde nükleer enerji üretme amacından sapan ülkelerin nükleer silaha sahip olabilecekleri de bilinmektedir. Bu bağlamda, devletlerin nükleer teknolojinin kontrol edilmesi amacıyla uluslararası alanda bir düzenleme arayışlarının en somut meyvesi olarak karşımıza 1970 yılında yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (The Treaty on the Non-Proliferation of Nuclear Weapons- NPT) çıkmaktadır. Taraf devletleri "nükleer silah sahibi devletler" (nuclear weapons states) ve "nükleer silah sahibi olmayan devletler" (non-nuclear weapon states) olarak kategorize eden NPT, nükleer silahsızlanma amacının yanı sıra, nükleer teknolojinin bahsi geçen çift kullanımlı yapısını kontrol etme amacı taşıyan maddeler de içermektedir. Bu çalışma, nükleer teknolojinin barışçıl amaçlar dışında kullanımını önleme ve bu teknolojinin barışçıl amaçlarla kullanımı sağlama çabalarını NPT müzakereleri ve üç sütunlu yapısı kapsamında değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışmada öncelikle nükleer teknolojinin çift kullanımlı yapısı hakkında teknik bilgi verilerek, NPT'nin yürürlüğe girdiği tarihe kadar geçen süreç içerisinde bu teknolojinin kontrolüne yönelik çabalar özetlenecektir. Daha sonra, NPT'nin üç sütunlu yapısı açıklanarak, Anlaşma müzakerelerinde barışçıl kullanım konusunun ne şekilde yer aldığı değerlendirilecektir. Son olarak, bu konunun İran ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi beş devlet ve Almanya (P5+1) arasında sonuçlandırılan Kapsamalı Ortak Eylem Planı (KOEP) çerçevesinde değerlendirmesi yapılacaktır. ; It is known that, due to the "dual use" nature of nuclear technology countries can divert their nuclear energy programs from peaceful uses to nuclear weapons programs. In this regard, with the aim of controlling nuclear technology we see the Treaty on the Non-Proliferation of Nuclear Weapons (NPT) as the most substantial fruit on the international level. NPT which categorizes its parties as the nuclear weapon states (NWS) and non-nuclear weapon states (NNWS) includes wide range of articles from achieving nuclear disarmament to controlling dual use structure of nuclear technology. This study aims to assess the efforts to prevent non-peaceful use of nuclear technology as well as the efforts to enable it peaceful use in the framework of NPT negotiations and three-pillar structure. Firstly, it provides a technical background regarding the dual use structure of nuclear technology and summarizes the attempts to control it during the period until the Treaty came into force. Departing from this point, it evaluates the status of peaceful use issue in the Treaty negotiations and in the three-pillar structure of the NPT. Finally, it assesses this issue in the light of Joint Comprehensive Plan of Action (JCPOA) which was concluded between permanent members of the United Nations Security Council and Germany (P5+1 countries) and Iran.
Bu tezin temel amacı uluslararası sistemde meydana gelen yapısal değişime eşlik eden normatif değişimi mümkün kılan koşulları ortaya çıkarmak ve bu süreçte hangi faktörlerin belirleyici olduğunu incelemektir. Çin'in uluslararası sistemde devam eden değişimi yönetebilme yeteneği, akıllı güç kombinasyonuna dayanan stratejik tercihleriyle yeni bir düzen inşa edebilmesine bağlıdır. Bu çalışmada analitik eklektisizm yöntemine başvurularak, güç geçişi ve güç yayılımı modelleri teorik bir inşa olarak birleştirilmiştir. Bu perspektiften bakıldığında uluslararası sistemdeki değişim, yükselen güçlerin ABD hegemonik düzenine karşı direniş stratejileri geliştirmelerine imkan sağlamaktadır. Gücün normatif yayılımı maliyet dayatan stratejiler izleme iradesini pekiştirirken, gücün materyal dağılımı bunun yapılabilirliğini belirlemektedir. Bununla beraber Çin'in akıllı gücü, diğer yükselen güçler arasında ayrıcalıklı bir konum edinmesine yol açmaktadır. Uluslararası kurumlarda artan etkinliğiyle sağladığı Dışsal Bağdaşım; düşünsel, ekonomik ve askeri güç unsurlarını birleştiren Kapsamlı Ulusal Güç projeksiyonu ve kendine duyduğu özgüvenle geliştirdiği Stratejik Kimlik, Çin akıllı güç kombinasyonunu doğrudan yansıtmaktadır. Öte yandan, Çin, yeni düzen arayışında öncelikle bölgesel düzeyde ulusal çıkarlarına uygun düşecek jeopolitik norm ve pratikler üretmeyi amaçlamaktadır. Barışçıl kalkınma stratejisi, bir yandan Çin'in yükselişi karşısında diğer devletlerin duydukları endişeleri gidermeye yararken, diğer yandan ileride uluslararası sistemi kendi lehine şekillendirecek koşulları hazırlamasına imkan vermektedir. Neticede, Çin'in uluslararası tutumunu belirleyen temel faktör barış içinde bir arada yaşama ilkelerine dayanan diplomatik etkinliği ve üstlendiği düzen inşa edici rol olmuştur. Çin'in diplomatik etkinliğinde çok rollü bir stratejik tutum ortaya çıkmasına rağmen, sergilediği ilkesel duruş başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere diğer aktörler nazarında da meşruiyet kazanmasına yol açmıştır. ; The main aim of this study is to analyze how the ongoing structural change of material distrubution of power is mutually reinforced by the normative change and which factors mainly determine those processes. China's capability to manage the proceeding change in the international system basically depends on its ability to construct a new order by its own strategic preferences which are derived from the combination of Chinese smart power. By applying to the analytical eclecticism as a methodological perspective, both power transition and power diffusion models are combined as a theoretical construction. Whereas the normative diffusion of power ensures the will to follow the cost-imposing strategies, the material distribution of power confirms the practicability of them. Besides, the Chinese smart power leads to have an exceptional status among the other new rising powers. The combination of Chinese smart power, directly reflects three elements: its Foreign Coherence provided by the increasing influence in the international institutions, Comprehensive National Power projection combined as the ideational, economic, and military power dynamics, and Strategic Identity improved largely with its increasing self-confidence. Furthermore, China's search for a new order aims to create its own jeopolitical norms and practices expedient to its national interests by primarily at regional level. Peaceful development strategy, on the one hand serves to counteract the doubts and concerns of other states about the rise of China, but it provides also on the other to make installations that shape the future conditions of international system. Thus China's contemporary international posture is identified by both its diplomatic influence based on the five principles of peaceful coexistence and by the order making role expediently undertaken. Although the multiple lines of strategic action take place within its diplomatic influence, the fixed principle stance recently displayed by China provides to gain legitimacy in the eyes of developing countries as well as other actors.
Uluslararası toplumda ortaya çıkan uyuşmazlıkların tarafları dikkate alınarak incelendiğinde, uluslararası hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklar ve uluslararası hukuk kişileri ile özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklar biçiminde bir tasnif yapılmaktadır. Diplomatik uyuşmazlık çözümü, uluslararası hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlık çözümünü konu edinmekte özel olarak ise uyuşmazlık taraflarından en azından birinin devlet olduğu uyuşmazlık çözüm yollarını ifade etmektedir. Uyuşmazlıkların diplomatik yollarla çözümü gerek tarihsel açıdan bakıldığında gerekse çağdaş uluslararası toplum düzeni incelendiğinde en çok tercih edilen ve tüm uyuşmazlıkların konu itibarıyla sınırlandırılmadan çözülebileceği yolları bünyesinde barındırmaktadır. Bu çalışmada uyuşmazlıkların tanımlanmasından başlanarak uyuşmazlıkların diplomatik yollarla çözülmesinin incelemesi yapılacaktır. Öncelikle bir uluslararası uyuşmazlığın yargı içtihatları çerçevesinde belirlenmesi ve tasnifi için öngörülen kıstasların değerlendirilmesi yapılacaktır. Ardından uyuşmazlıkların barışçı çözümü yükümlülüğünün içeriği kişi, konu ve nitelik itibarıyla işlenecektir. Diplomatik müzakereler, dostça girişim, arabuluculuk, soruşturma ve uzlaştırmadan oluşan yerleşik diplomatik uyuşmazlık çözüm yolları, hukukî dayanakları çerçevesinde temel vasıfları açıklanmak suretiyle değerlendirilecektir. Bu yolların tercih nedenleri ve hangi durumlarda işletildikleri incelenirken somut örneklere yer verilerek anlatım zenginleştirilecektir. Devam eden kısımda ise uluslararası ilişkilerde meydana gelen değişimlerin bu yolları nasıl etkilediği ve ne tip yönelimlerin diplomatik uyuşmazlık çözümünü etkilediği ele alınacaktır. Bu değişimlerden yola çıkarak diplomatik uyuşmazlık çözümünün geliştirilmesi adına dikkate alınabilecek tavsiyeler dile getirilecektir. ; The disputes that rise in the international community can be classified as the ones between intenational law persons and the ones between international law persons and private law persons when they are studied by the charecter of parties. The subject of diplomatic dispute settlement is the disputes that are between intenational law persons and specifically the disputes which at least one of the parties is a state. Diplomatic dispute settlement contains the most preferred and comprehensive means that can settle all disputes without any limitations on subject matter both historically and in contemporary international community. In this study, dispute settlement with diplomatic means will be reviewed by describing disputes at the beginning. Firstly international disputes and criterions used in classfication of disputes will be determined within the scope of case law. After that, the obligation of peaceful dispute settlement will be handled by characteristics of obligation including ratione personae and ratione materiae. The established means of diplomatic dispute settlement which are diplomatic negotiations, good offices, mediation, inquiry and conciliation will be studied within the frame of legal basis of these means by stating their fundemental characteristics. When preferability and most suited conditions of these means examined the subject will also be enriched by concrete examples. In following part, the effects of changes in international relations to diplomatic means and what kind of tendencies can be observed will be discussed. Based on this discussion recommendations on enhancing the diplomatic dispute settlement will be stated.
Cumhuriyet'in ilanından günümüze, Türkiye'de yabancı nüfusun coğrafi bir analizinin sunulduğu bu makalede, Genel Nüfus Sayımları ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'nden elde edilen yabancı nüfus verilerinden hareketle yabancı nüfusun ülkemizdeki zamansal ve mekânsal dağılımının belirlenmesi amaçlamaktadır. "Yabancı nüfus" ifadesi ile Türkiye sınırları içinde yaşayan ancak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan kişiler kast edilmektedir. Söz konusu nüfusa dair istatistiksel verilerin düzenli ve tutarlı olmamasından ötürü, bu konuda net bir portre çizmek oldukça güçtür. Çalışmamızda, nüfus sayımlarından ve adrese dayalı nüfus kayıt sisteminden derlenen "vatandaşlık" temelli yabancı nüfus verisi temelinde, yabancı nüfus miktarının zamansal gelişimi ve mekânsal dağılımı dönemlere ayrılarak incelenmiş ve haritalanmıştır. Yabancı nüfusun, daha ayrıntılı verilerin elde edilebildiği 2008 yılı sonrasındaki görünümüne ilişkin olarak ise mekânsal analizler yapılmıştır. Uluslararası göçlere bağlı olarak Türkiye'de yabancı nüfusun Cumhuriyet'in başlarından itibaren önce azalma, özellikle 1980'lerle birlikte ise artış gösteren iki farklı eğilim sergilediği saptanmıştır. 1950'li yıllara kadar ağırlıklı olarak başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde yoğunlaşan yabancı nüfus, 1980'lerle birlikte Ege ve Akdeniz kıyılarına, 2000'li yıllarda ise ülke genelinde iç kesimlere doğru gidererek genişleyen bir yayılış alanına sahip hale gelmiştir. Türkiye'ye yönelen farklı göç hareketlerine ve değişen uluslararası siyasal konjonktüre göre, yabancı nüfusun ülke içindeki coğrafi dağılışının farklı ölçeklerde, farklı mekânsal dokular ortaya çıkardığı anlaşılmaktadır ve köken ülkeler giderek çeşitlenmektedir. Yabancı nüfus miktarında 2000'li yıllarla birlikte gözlenen kayda değer artışlar yoluyla, ülke içindeki dağılışta farklılaşan örüntüler ortaya çıkmıştır. Göçler yoluyla yabancı nüfusun Türkiye'de daha önce hiç olmadığı kadar artan görünürlüğü ve beraberinde getirdiği sosyo-kültürel etkileşim ve deneyimler, toplumsal güçlükleri beraberinde getirmekte ve bir arada yaşama dair politikalar geliştirilmesini gerekli kılmaktadır. ; In this article, a geographic analysis of foreign population in Turkey presented. Based on the data from General Population Census and the national Address-based Population Registration System, it aims at outlining the temporal and spatial change of the foreigner in Turkey. Foreign population in this study refers to the people who officially reside in Turkey without Turkish citizenship. Due to the lack of long term, regular and coherent statistical data, it is rather hard to portray the spatio-temporal development of foreign population in Turkey. the paper presents the development of the foreign population in Turkey in different periods. Relatively detailed statistical data available after the year 2008 allowed us to perform spatial analysis. Both emigration and immigration flows with diverse motives resulted in the considerable decline in the amount of the foreign population during the first decades of the Turkish Republic however a striking increase especially with the 1980s. Istanbul and the other two big cities of Turkey, Ankara and Izmir, were the major cities where the foreign population primarily intensified until 1950s. With the 1980s, there was an expansion towards the Mediterranean and Aegean coastal zone, so called the Turkish Riviera. Besides the concentration in the big cities and coastal zones, there has been a growing expansion towards the continental provinces and districts during 2000s. Diverse spatial patterns at different geographical scales are observed in the way how the foreign population is distributed across Turkey. There is an increasing diversification of origin countries. the unignorably increasing visibility of the foreign population in Turkish society through immigration flows and related social challenges require the development of peaceful co-existence policies.
Cumhuriyet'in ilanından günümüze, Türkiye'de yabancı nüfusun coğrafi bir analizinin sunulduğu bu makalede, Genel Nüfus Sayımları ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi'nden elde edilen yabancı nüfus verilerinden hareketle yabancı nüfusun ülkemizdeki zamansal ve mekânsal dağılımının belirlenmesi amaçlamaktadır. "Yabancı nüfus" ifadesi ile Türkiye sınırları içinde yaşayan ancak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan kişiler kast edilmektedir. Söz konusu nüfusa dair istatistiksel verilerin düzenli ve tutarlı olmamasından ötürü, bu konuda net bir portre çizmek oldukça güçtür. Çalışmamızda, nüfus sayımlarından ve adrese dayalı nüfus kayıt sisteminden derlenen "vatandaşlık" temelli yabancı nüfus verisi temelinde, yabancı nüfus miktarının zamansal gelişimi ve mekânsal dağılımı dönemlere ayrılarak incelenmiş ve haritalanmıştır. Yabancı nüfusun, daha ayrıntılı verilerin elde edilebildiği 2008 yılı sonrasındaki görünümüne ilişkin olarak ise mekânsal analizler yapılmıştır. Uluslararası göçlere bağlı olarak Türkiye'de yabancı nüfusun Cumhuriyet'in başlarından itibaren önce azalma, özellikle 1980'lerle birlikte ise artış gösteren iki farklı eğilim sergilediği saptanmıştır. 1950'li yıllara kadar ağırlıklı olarak başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde yoğunlaşan yabancı nüfus, 1980'lerle birlikte Ege ve Akdeniz kıyılarına, 2000'li yıllarda ise ülke genelinde iç kesimlere doğru gidererek genişleyen bir yayılış alanına sahip hale gelmiştir. Türkiye'ye yönelen farklı göç hareketlerine ve değişen uluslararası siyasal konjonktüre göre, yabancı nüfusun ülke içindeki coğrafi dağılışının farklı ölçeklerde, farklı mekânsal dokular ortaya çıkardığı anlaşılmaktadır ve köken ülkeler giderek çeşitlenmektedir. Yabancı nüfus miktarında 2000'li yıllarla birlikte gözlenen kayda değer artışlar yoluyla, ülke içindeki dağılışta farklılaşan örüntüler ortaya çıkmıştır. Göçler yoluyla yabancı nüfusun Türkiye'de daha önce hiç olmadığı kadar artan görünürlüğü ve beraberinde getirdiği sosyo-kültürel etkileşim ve deneyimler, toplumsal güçlükleri beraberinde getirmekte ve bir arada yaşama dair politikalar geliştirilmesini gerekli kılmaktadır. ; In this article, a geographic analysis of foreign population in Turkey presented. Based on the data from General Population Census and the national Address-based Population Registration System, it aims at outlining the temporal and spatial change of the foreigner in Turkey. Foreign population in this study refers to the people who officially reside in Turkey without Turkish citizenship. Due to the lack of long term, regular and coherent statistical data, it is rather hard to portray the spatio-temporal development of foreign population in Turkey. The paper presents the development of the foreign population in Turkey in different periods. Relatively detailed statistical data available after the year 2008 allowed us to perform spatial analysis. Both emigration and immigration flows with diverse motives resulted in the considerable decline in the amount of the foreign population during the first decades of the Turkish Republic however a striking increase especially with the 1980s. Istanbul and the other two big cities of Turkey, Ankara and Izmir, were the major cities where the foreign population primarily intensified until 1950s. With the 1980s, there was an expansion towards the Mediterranean and Aegean coastal zone, so called the Turkish Riviera. Besides the concentration in the big cities and coastal zones, there has been a growing expansion towards the continental provinces and districts during 2000s. Diverse spatial patterns at different geographical scales are observed in the way how the foreign population is distributed across Turkey. There is an increasing diversification of origin countries. The unignorably increasing visibility of the foreign population in Turkish society through immigration flows and related social challenges require the development of peaceful co-existence policies.
Soğuk Savaş'ın sona ermesini takiben Yugoslavya topraklarında meydana gelen etnik çatışmaların, çok geçmeden tarihin en kanlı iç savaşlarından birine dönüşmesi, Bosna Hersek'te ciddi bir 'kimlik sorunu'nun da su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. 1995 yılında Bosna Hersek'te barışı sağlamak amacıyla imzalanan Dayton Barış Anlaşması, üç etnik grubu (Sırplar, Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar) devletin kurucu unsuru kabul ederek bölgede yeni bir sistem kurmuştur. Bu çalışmada Dayton Barış Anlaşması sonrası, AB'nin bölgede Avrupalılaşma sürecini gerçekleştirerek, sürdürülebilir bir barış inşa etme çalışmalarını, Sosyal İnşacılık perspektifinden incelenmek suretiyle, AB'nin bu süreçteki çabalarının bir değerlendirmesini sunacağız. --- Following the end of the Cold War, the ethnic conflicts in Yugoslavia became one of the most bloody civil wars in the history, causing a serious 'identity problem' in Bosnia and Herzegovina. Dayton Peace Accord which was signed in 1995 with the aim of ensuring peace in Bosnia and Herzegovina, established a new system in the region by identifying three main enthnic groups (Serbs, Croats and Bosnian Muslims) as the constituent element of the state. With the perspective of social constructivism, an evaluation of the EU's efforts in this process, will be presented by examining the EU's Europeanization process in the region during the peacebuilding period in Bosnia and Herzegovina.
Soğuk Savaş'ın sona ermesini takiben Yugoslavya topraklarında meydana gelen etnik çatışmaların, çok geçmeden tarihin en kanlı iç savaşlarından birine dönüşmesi, Bosna Hersek'te ciddi bir 'kimlik sorunu'nun da su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. 1995 yılında Bosna Hersek'te barışı sağlamak amacıyla imzalanan Dayton Barış Anlaşması, üç etnik grubu (Sırplar, Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar) devletin kurucu unsuru kabul ederek bölgede yeni bir sistem kurmuştur. Bu çalışmada Dayton Barış Anlaşması sonrası, AB'nin bölgede Avrupalılaşma sürecini gerçekleştirerek, sürdürülebilir bir barış inşa etme çalışmalarını, Sosyal İnşacılık perspektifinden incelenmek suretiyle, AB'nin bu süreçteki çabalarının bir değerlendirmesini sunacağız. --- Following the end of the Cold War, the ethnic conflicts in Yugoslavia became one of the most bloody civil wars in the history, causing a serious 'identity problem' in Bosnia and Herzegovina. Dayton Peace Accord which was signed in 1995 with the aim of ensuring peace in Bosnia and Herzegovina, established a new system in the region by identifying three main enthnic groups (Serbs, Croats and Bosnian Muslims) as the constituent element of the state. With the perspective of social constructivism, an evaluation of the EU's efforts in this process, will be presented by examining the EU's Europeanization process in the region during the peacebuilding period in Bosnia and Herzegovina.
Sultan Alâeddin Keykubad, yaklaşık on sekiz sene süren saltanatı boyunca her alanda istikrarlı bir politika takip etmiştir. Dış politikada da akılcı, uzlaşmacı ve ileri görüşlü bir siyaset izleyen Alâeddin Keykubad, bu sayede Türkiye Selçuklu Devleti'ni siyasi, ticari ve kültürel bir güç haline getirmeyi başarmıştır. Alâeddin Keykubad, ülkesinin bağımsız bir şekilde mevcudiyetini devam ettirebilmesi için Anadolu'dan geçen uluslararası ticaret yollarının gelirinden maksimum seviyede pay almak istemiş, dış siyasetini de bu temel üzerine oturtmuştur. Nitekim, tahta çıktıktan hemen sonra Avrupa ülkelerine karşı Venedik Dukalığına bazı ticari ayrıcalıklar veren bir anlaşma imzalamış; bu anlaşmadan kısa bir süre sonra da ilk seferini önemli bir liman şehri olan Alâiye üzerine düzenlemiştir. Alâeddin Keykubad, komşu devletlerle olan münasebetlerinde gereksiz risklerden kaçınmış ve otoritesini sarsacak düzeyde olmadıkça anlaşmazlıkları barış yolu ile çözmüştür. Zira, Moğollara, Eyyubilere ve Celâleddin Harezmşah'a karşı izlediği bu siyaset sayesinde, hem ülkesini olası bir yıkımdan korumuş, hem de herhangi bir istila hareketine karşı zaman kazanıp, önlemlerini almıştır. Ancak, son bağımsız Türkiye Selçuklu Devleti hükümdarı Alâeddin Keykubad'ın ölümünden sonra, onun izlediği başarılı siyaset halefleri tarafından devam ettirilemeyince, Türkiye Selçuklu Devleti Moğolların hâkimiyetine girmiştir. ; Sultan Alaeddin Keykubad has followed a stable policy in all areas throughout his eighteen year reign. In foreign policy, rational, conciliatory and forward-thinking policy followed Alaeddin Keykubad, the Seljuk Empire in Turkey whereby the political, commercial and cultural succeeded in bringing into force. Alâeddin Keykubad wanted to get the maximum share of the international trade routes passing through Anatolia in order to maintain his country's independent existence and he built his foreign policy on this basis. As a matter of fact, he immediately signed an agreement including some commercial privileges against the European countries, with the Duchy of Venice ; shortly after this agreement , he organized his first voyage to the Alâiye,which was an important port city. Alaeddin Keykubad avoided unnecessary risks in his relations with neighboring states and resolved disputes peacefully, unless he was at a level to shake up his authority. Because of this policy which he followed against the Mongols, Ayyubids and Jalaleddin Harezmshah, not only he protected his country from possible destruction but also gained time and measures against any invasion movement. However, Alaeddin Keykubat's death last independent ruler of Turkey Seljuk State, by successfully continued by his successors follow politics, Turkey Seljuk State has entered of the the Mongol domination.
Antik Yunan'dan, ayı balıklarının peşinde güneye inen avcılar tarafından keşfine kadar bir fantezi ya da hayalet olan buz kıta Antarktika, keşfedildiği 19.yüzyıldan bu güne, başlangıçta ekonomik, sonrasında bilimsel ve turistik cazibe merkezi haline gelmiştir. Bu gün Dünyanın iklimsel, biyolojik denge ve hayat kaynağı olarak görülmektedir. Bu nedenle Antarktika Antlaşmalar Sistemi (AAS) adıyla bilinen bir rejime sahiptir. Bu rejimin özünde Kıta'nın bilimsel ve barışçıl amaçlarla ama sömürüsüz kullanılması prensibi yer almaktadır. AAS'ın en önemli ve güncel unsuru olan Antarktika Antlaşması Çevre Koruma Protokolü (Madrit Protokolü / PEPAT) sayesinde Kıta'nın 2048 yılına kadar sömürüye açılması yasaklanmıştır. O tarihten sonra sömürüye açılması kaygıları bulunmakla birlikte, bizce bu kaygıları çok abartmamak gerekmektedir. Günümüzde olduğu gibi yakın gelecekte de bağlam çevre sorunları olacaktır. Dolayısıyla AAS'ın ana ilkesi varlığını sürdürecek fakat rejim zamana bağlı ihtiyaçlar doğrultusunda dönüşüm geçirecektir. Türkiye'de Antarktika'ya ilgi henüz entelektüel düzeydedir. Türk bilim camiasından seçkin kişilerin gayretleriyle Kıta'da yazlık bir üs kurulması başarılmış olsa da AAS içerisinde karar verici statüyü ifade eden Danışman Ülke sıfatı kazanabilmek için daha yapılması gereken çok şey vardır. Öncelikle Antarktika Türk bilimsel araştırma altyapısı kurumsal ve fiziksel açıdan güçlendirilmelidir. Antarktika araştırmaları iç politika malzemesi yapılmamalıdır. ; The ice continent that being a fantasy or ghost from Antique Greece to it's exploration by hunters that descended to southest to follow seals in nineteen century, the Antarctic, has initially been center of economic and then scientific and touristic attraction. The continent are recognized to be the source of climate balance and biological life today. Therefore it has the legal regime named the Antarctic Treaty System (ATS). At the core of the regime, there is the principle consist using of the continent with scientific and peaceful aims without exploitation. It has been banned that exploiting of the continent to 2048, owing to the Protochol of Environmental Protection of Antarctic Treaty (Madrid Protocol / PEPAT) which are the most important element of ATS. Although there is concerned about to starting of exploitation after that date, it can be said that this concerning not be exaggerated. Because, as it is at present, the Context will be environmental problems in the future too. Thereby, the base principle will proceed its exist. But the regime will be able to transformed in the direction of needs according to time. The interest about Antarctic remains level of intellectual in Turkey at present. In spite of the fact that, establishing one summer base would be achieved in 2019 summer season, there are much to do necessary for able to participate among consultative states of which decision-making authority in ATS. Firstly, the Turkish scientific research infrastructure should be developed in terms of institutional and fisical. The Turkish Antarctic studies should not be made domestic policy instrument.
Diplomasi, devletlerarasındaki sorunların barışçıl yöntemlerle ve karşılıklı iletişim ile çözüme kavuşturulma çabasıdır. Diplomaside temel amaç, tarafların birbirlerine güven ortamı sağlayarak savaşmadan çıkar ilişkilerini sürdürebilmeleridir. Bu ilişkiler ne kadar uzun süreli ve geniş çaplı olursa o kadar başarılı olur. Yayılmacı ve yağmalayıcı bir siyasi anlayış içerisinde büyüme göstermiş eskiçağ liderleri, diplomasinin önemini kendi dönemlerinde keşfetmiş ve birbirleriyle temaslar kurarak, birbirlerini kontrol altında tutmak istemişlerdi. EskiMezopotamya'nın en gözde uygarlığı olan Babil'in kralları savaş dışındaki yeteneklerini diplomaside de göstermiş, çağdaş devlet ve vasal krallar arasında diplomatik temaslar kurmuşlardı. Bu temaslar elçiler aracılığı ile mektuplaşarak gerçekleştirilmişti. Günümüzde diplomasi, sadece politik anlamda değil, ekonomik, ticari, kültürel, askerî ve teknik pek çok alanda yürütüldüğü gibi Eski Mezopotamya'da da pek çok alanda diplomasi sürdürülmüştü. Bazen yöntemler bugünden farklı olarak yürütülüyor,diplomatik ilişkiler; hediye takasları ve saraylar arasındaki siyasi evlilikler ile garanti altına alınmaya çalışılıyordu. ; Diplomacy is the attempt to resolve the problems between states by peaceful methods and mutual communication. Mainobjective of diplomacy is that the parties can maintain their relations of interest without fighting by providing of an enviroment of trust. The more this relations long-term and large scale the more its succeed. Ancient leaders, who grew up in a pervasive and looting political understanding had discovered the importance of diplomacy in their own times and wanted to keek each other under control by establishing contact with each other. The kings of Babylon, the most popular civilization of ancient Mesopotamia, showed their diplomatic skills outside of war and established diplomatic contacts between the modern state and vassal kings. These contacts were carried out by messengers through letters. Today, diplomacy has been carried out not only in political sense, buy alsa in many areas such as economic, commercial, cultural, military and technical, and diplomacy has continued in many areas in ancient Mesopotamia. The methods are different from today, diplomatic relations; it was tried to be guarenteed by marriages between palaces and by gift exchanges.
Balkan devletleri içerisinde önemli bir konuma sahip olan Romanya'nın Türkiye ile ilişkileri, özellikle Lozan Konferansı'nda, Kapitülasyonların kaldırılması ve Boğazların Statüsü konularında, Romanya'nın Türkiye'ye verdiği destekten ötürü olumlu yönde bir gelişim göstermiştir. Tarihsel süreç içerisinde birincil olarak, Türkiye'nin de içerisinde bulunduğu Balkan Antantı sebebiyle, ikincil olarak da 1930'lu yıllarda Almanya ve İtalya'nın izlemiş olduğu yayılmacı politikanın Türkiye ve Balkan devletlerini birleşmeye sevk etmesi sebebiyle, Türkiye-Romanya ilişkilerinin bir ivme kazandığı gözlemlenmiştir. Türkiye bu yıllarda dış politikasının yönünü önemli ölçüde Balkanlara çevirmiştir. Bu bölgede oluşacak bir birliğin dünya barışı adına gerekli olduğuna inanılmıştır. Türkiye, Balkan birliğinin gerçekleşebilmesi için Romanya'nın müttefikliğini sağlamak adına Türk ve Romen yetkililerin Dünya ve Balkanlar'da barışı tesis etmek için yapmış oldukları görüşmeler sonuç vermiştir. İki ülke arasında 17 Ekim 1933 tarihinde antlaşma imzalanmıştır. İmzalanan bu antlaşma Türkiye için Balkan birliğine giden önemli bir adım olmuştur. Özellikle iki ülkenin Karadeniz kıyısı noktasında komşu olmaları ekonomik anlamda bir müttefikliği de beraberinde getirecektir. Bu çalışmamızda, Türkiye'nin bölgesel barışın tesis edilmesi noktasındaki çaba ve girişimleri, Romanya ile imzalanan 17 Ekim 1933 tarihli antlaşma bağlamında ele alınacaktır. ; Balkan states which have a significant status in Romania's relations with Turkey, especially at the Lausanne Conference, the abolition of capitulations and the Strait of Status of issues, Romania for its support to Turkey have evolved in a positive direction. primarily in the historical process, Turkey is also in due Entente Balkans where, as secondary in 1930s Germany and Italy's expansionist policies that have followed the grounds that it referred to the merger of Turkey and the Balkan states, Turkey and Romania has been observed that gained a momentum of their relationship. Turkey has turned the direction of foreign policy in the Balkans significantly this year. It is believed that a union in this region is necessary in the name of world peace. Turkey, Romania to ensure the unity of the alliance to take place in the Balkans and Turkey and the Balkans, the Romanian authorities gave the world a result of negotiations they have done to establish peace. The Treaty was signed between the two countries on 17 October 1933. Ratification of this treaty is an important step for Turkey to the Balkan union. The fact that the two countries are neighbors at the point of the Black Sea coast will bring along an economic alliance. In this study, Turkey's regional peacebuilding point to the efforts and initiatives, will be discussed in the context of the Treaty dated 17 October 1933 signed with Romania.