anemon ; Dış politika kavramı uluslararası ilişkiler teorilerinin odak noktalarından birini oluşturmaktadır. Kavram çoğu zaman devletlerin dış politikalarına indirgenmiştir. Küreselleşme ile uluslararası sistemde aktör çeşitliliği ortaya çıkmıştır. Bu sebepten dış politika kavramı da farklı bir boyutta ele alınmaya başlanmıştır. Neoklasik realizm dış politika kavramını açıklama iddiasında olan bir meta teori olarak görülmektedir. Teori dış politika açıklamasını çok boyutlu biçimde ele almaktadır. Dış politika kurucu bir unsur olarak, pek çok faktörün bir araya gelmesiyle oluşan bir süreç çıktısı olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmada neoklasik realizmin teorik zemininin dış politikayı açıklama gücü tartışılmaktadır. ; The concept of foreign policy is one of the focal points of international relations theories. This notion is most of the time reduced to the foreign policies of states. The diversity of actors has shown up in the international system along with globalization. For this reason, the concept of foreign policy has started to be dealt with in a different dimension. Neoclassical realism is seen as a meta-theory that claims to explain the concept of foreign policy. The theory tackles foreign policy explanation in multidimensional form. Foreign policy has pertained as a constituent piece, a process output formed by a combination of many factors. This article discusses the power of the theoretical ground of neoclassical realism to explain foreign policy. ; 819231
Bu çalışmada, uluslararası ilişkiler disiplininde Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşanan kuramsal çeşitlenme neticesinde realist gelenek içerisinde başlayan eleştiri ve sorgulamalara bağlı olarak ortaya çıkan neoklasik realizmin temel argümanları, amaçları ve kullanılma alanları sorgulanmıştır. Disiplinin en baskın kuramı olan yapısal (neo) realizmin özünde bir uluslararası politika kuramı olması ve temel belirleyiciliği uluslararası sistemin yapısına vermesi, devletlerin münferit dış politikalarının yarattığı etkilerin incelenmesinde eksikliklere neden olmuştur. Esasen bir dış politika analizi yaklaşımı olan neoklasik realizm de bu eksikliğin giderilmesi amacıyla uluslararası sistemin baskısı ile yerel dinamiklerin belirleyiciliğini birleştirerek dış politika davranışlarının anlaşılması için kuramsal bir çerçeve sunmaktadır. Makalede, neoklasik realizmin diğer realist kuramlardan nasıl ayrıldığı, kurguladığı dış politika analizi modelinin bileşenleri olan bağımsız, bağımlı ve ara değişkenler üzerinden incelenmiş ve nihayetinde neoklasik realizme yönelik eleştiriler yeni çalışmalar üzerinden tartışılmıştır. Sonuç olarak da özellikle değişen uluslararası politika koşullarının çözümlenmesi noktasında realist bakış açısından devletlerin dış politikalarının analiz edilmesinin alana sağladığı katkı açıklanmaya çalışılmışt ; In this study, the main arguments, aims and application areas of neoclassical realism which emerged as a result of the criticism and questioning within the realist tradition due to the theoretical diversification experienced after the Cold War in the discipline of international relations are questioned. The fact that the dominant theory of the discipline, structural (neo) realism, indeed is an international policy theory and that it gives the fundamental determinants to the structure of the international system has caused deficiencies in examining the effects of individual foreign policies of the states. Neoclassical realism, which is essentially a foreign policy analysis approach, provides a theoretical framework for understanding foreign policy behaviors by combining the determinism of local dynamics with the pressure of the international system in order to overcome this deficiency. In the article, how neoclassical realism differs from other realist theories is examined through independent, dependent and intervening variables which are the components of the foreign policy analysis model it has constructed, and ultimately criticisms of neoclassical realism are discussed through new studies. And finally, the contribution the analysis of the foreign policies of the states from the realist point of view has made especially to the analysis of the changing international policy conditions has been tried to be explained
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler son dönemde çok hızlı gelişme kaydetti. Yüksek gerilimin eksik olmadığı ilişkiler 1990'lı yıllarda şiddetli rekabete, 2000'li yıllarda ise ekonomi ve ticarette yoğun işbirliğine sahne oldu. Rekabet ve işbirliği sarmalında dalgalanan Türk-Rus ilişkileri, son 10 yılda ise daha karmaşık bir hal aldı. 2010 yılının sonlarında Orta Doğu'da başlayan Arap Baharı ve ardından Suriye'de patlak veren "iç savaş" ilişkilerin seyrini derinden etkiledi. Suriye krizinde Türkiye ile Rusya, Beşşar Esad liderliğindeki rejimin "yeni Suriye'nin geleceğinde yer alıp almayacağı" konusunda zıt kutuplarda yer aldı. Rusya, Esad'ı devirmek isteyen Türkiye'nin hamlelerini ustalıkla işlevsiz hale getirdi. Çatışmalara doğrudan askeri müdahalede bulunarak iç savaşın gidişatını Esad lehine çevirdi. İkili ilişkiler, 24 Kasım 2015'te Türkiye'nin Rus savaş uçağını düşürmesi ile ciddi bir krize girdi. 27 Haziran 2016'da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın özür mektubu göndermesi ile ilişkiler eski seviyesine dönmekle kalmadı, normalleşmenin de ötesine geçti. NATO üyesi Türkiye, NATO'yu düşman ilan eden Rusya'dan S-400 füzeleri satın aldı. Neoklasik Realizm perspektifi ile hazırladığımız tez çalışmamızda Türk-Rus ilişkilerini Soğuk Savaş'ın bitişinden itibaren tarihi arka planını ihmal etmeden ele aldık. Rusya'nın ve Türkiye'nin izlediği politikaları inceleyerek, Erdoğan ve Rus lider Vladımir Putin'in siyasi tutumlarını anlamaya çalıştık. Uçak krizi, Karlov cinayeti ve Suriye'de yaşanan çıkar çatışmasına rağmen iki ülke arasında gelişen işbirliğine değindik. Yaşanan krizlere rağmen Rusya'nın, Türkiye'nin en önemli ekonomik, siyasi ve askeri ortağı haline gelmesini irdeledik. Neoklasik realizm kuramının savunduğu dış politikadaki lider etkisini son dönem Türk-Rus ilişkilerinde tespit ettik. ; Relations between Turkey and Russia has seen a rapid improvement recently. Turkey-Russia relations, which have never been free of stress, witnessed fierce competition in the 1990s and intense cooperation in economy and trade in the 2000s. Both competitive and cooperative relations have become more complicated in the last decade. The course of bilateral relations has been influenced deeply by the Arab Spring events started at the end of 2010 and subsequently the "civil war" in Syria. Turkey and Russia remain at cross purposes in the Syria crisis. Turkey insists that the Assad regime cannot be a part of the future of new Syria. On the other hand, Russia has skillfully thwarted Turkey's attempts to overthrow the Assad regime. Moscow directly intervened militarily to change the course of the civil war in favor of Bashar al-Assad. Bilateral relations plunged into crisis on the 24th of November, 2015, when Turkey shot down a Russian military jet. After President Erdogan's apology letter dated 27th of June, 2016, bilateral relations have more than normalized. Turkey, a NATO member, bought S-400 missiles from Russia. This thesis that we prepared with the perspective of Neoclassical Realism discusses Turkey-Russia relations since the end of the Cold War while taking the historical background into account. It tries to understand the political approaches of Erdogan and Putin by evaluating the policies of Russia and Turkey. It also points out how bilateral relations develop despite the fighter jet crisis, assassination of the Russian ambassador, and taking opposite sides in Syria. Finally, it tries to find out how Russia has become Turkey's most important economic, political, and military partner. We have identified the leader influence in foreign policy defended by the neoclassical realism theory in recent Turkish-Russian relations.
Bu tezin ana amacı, devletlerin, benzer politik koşullarda, benzer olaylara neden farklı tepkiler verdiğini ya da benzer politik koşullarda, farklı olaylara neden benzer tepkiler verdiğini ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, ABD'nin Irak'a müdahalesi öncesinde, Türkiye'nin politik tutumu ve 1 Mart Tezkeresi süreci, yukarıda belirtilen sorulara yanıt vermeye çalışan neo-klasik realizm çerçevesinden ele alınacaktır. Bunun yanı sıra, 1 Mart Tezkeresi sürecinde, karar alıcıların konumu, daha açık bir ifadeyle, ulusal politikadaki etkilere duyarlılığı, yine neoklasik realizm perspektifinden analiz edilecektir. Yukarıda belirtilen hususlar temelinde, birinci bölümde bir dış politika kuramı olarak, neoklasik realizmin teorik varsayımları ortaya konacaktır. Bilindiği gibi realizm, uluslararası ilişkiler teorileri içerisinde en güçlü ve en çok tartışılan teorilerin başında gelmektedir. Bu bakımdan, realizmin temel varsayımları ve realizm içerisinde ortaya çıkan farklı realizm modelleri ele alınacak ve neoklasik realizmin, realizme getirdiği yenilikler ve realizm içerisindeki konumuna değinilecektir. İkinci bölümde, 11 Eylül saldırılarının Amerikan ulusal ve uluslararası politikası üzerindeki dönüştürücü etkisi analiz edilecektir. Daha sonra, Irak meselesinin Türkiye'nin gündemine girdiği 1990-91 Körfez Krizi sırasında karar alıcıların tutumları ve bu tutumların kamuoyundaki yansımalarımı ortaya konacaktır. Bu bölüm, 11 Eylül saldırıları sonrasında ortaya çıkan konjonktürde, Türkiye'deki iktidar partisinin meseleye yaklaşımı ve ulusal politikada ortaya çıkan değişikliklerin analiz edilmesiyle son bulacaktır. Son bölümde ise Tezkere döneminde iktidarda olan AKP'nin hem ulusal politikadaki hem de Irak politikası üzerindeki etkisi incelenecektir. Bu dönemde, Türk karar alıcıları ile Amerikan karar alıcıları arasındaki gerçekleşen müzakere süreçlerinin ulusal politika sebep olduğu tepkiler ve bu tepkilere Türk karar alıcılarının duyarlılığı analiz edilecektir. ; The main purpose of this thesis is to indicate why states show different reactions to similar actions in similar political conditions or why they show similar reactions to different actions in similar political conditions. In this framework, prior to USA intervention in Iraq, the political attitude of Turkey and the 1 March Bill process will be handled in accordance with neo-classical realism aiming to answer those questions stated above. Additionally, the position of decision makers, more clearly, the susceptibility of decision makers to the elements in national policy, will be analysed during the process of foreign policy making or implementing in the context of neo-classical realism. On the basis of the elements stated above, theoretical assumptions of neo-classical realism, a foreign policy theory, will be stated in the first chapter. As it is well-known that realism is one of the strongest and the most controversial theory within the theories of international relations. For that reason, the fundamental assumptions of realism and various realist models within realism will be handled, and novelties in which neo-classical realism bring and the position of neo-classical realism in realist theory will be stated. In the second chapter, the transformative effect of the September 11 on American national and international politics will be analysed. Then, the attitudes of decision makers of Turkey during the Gulf Crises in 1990-91 and the repercussions of those attitudes on public opinion will be stated. This chapter will be end up with the approach of the ruling party in Turkey after the September 11 and analysing of developments emerged in national policy of Turkey. In the last chapter, the effect of the ruling part AKP during the Bill process on both national policy and Iraq policy of Turkey will be analysed. In that term, the effect of negotiations between American and Turkish decision makers on Turkish public opinion and the susceptibility of Turkish decision makers to public opinion will be analysed in the framework of neoclassical realism.
2008'de bağımsızlığını ilan eden Kosova küresel sistemin en genç devletlerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülke, genellikle Sırbistan ile olan gergin ilişkileri ve uluslararası tanınma sorunuyla dünya gündeminde yer alsa da; Kosova'ya ilişkin göze çarpan bir diğer husus da ülkenin ABD ile kurmuş olduğu çok yakın ilişkilerdir. Öyle ki, bu yakın ilişkiler "Kosova ABD'nin 51.Eyaleti" söylemini de beraberinde getirmektedir. Şüphesiz ki Kosova'nın bu denli ABD etkisi altında kalmasının temel sebebi, ABD'nin Kosova'nın bağımsızlık sürecine vermiş olduğu yoğun destektir. Uluslararası ilişkilerde (neo) realist paradigmadan hareketle devletler arası ilişkilerde temel belirleyici dinamiğin çıkarlar olduğu düşünülürse ABD'nin Kosova'ya vermiş olduğu yoğun desteğin altında, ABD'nin bölge üzerinde sahip olduğu önemli çıkarların yattığı görülmektedir. Öte yandan, büyük çoğunluğu Müslüman olan Kosova'nın ABD ile kurmuş olduğu yakın ilişkiler 1990'lara damgasını vuran Samuel Huntington'un meşhur Medeniyetler Çatışması Tezi ile uyuşmamaktadır. Bu çalışma "Kosova ABD'nin 51. Eyaleti" söyleminin haklılığını ve sosyo-politik nedenlerini tartışmayı amaçlamaktadır. Çalışmada teorik yöntem olarak Kosova örneğinden hareketle (neo) realizm, Medeniyetler Çatışması Tezi ile mukayese edilmiş olup sonuçta uluslararası ilişkilerde çıkar kavramının kimlik faktörüne daha baskın geldiği tespit edilmiştir ; Since 2008, Kosovo has emerged as one of the youngest state of the territory. Despite of the fact that the country is known by its tense relations with Serbia and its ongoing international recognition issue; Kosovo's very close relationship with the USA attracts the attention of international public opinion. In this context, the country's very close relations entail the "Kosovo is the 51. State of the USA" discourse. Doubtless, USA's lasting support to Kosovo during its independency process should be considered as the major reason of Kosovo's affiliation to USA. From the perspective of realist paradigm, states' interests are the main dynamic which determines the cooperation between the international actors. In other words, USA's wide support to Kosovo is very much connected to USA's major interests over the territory. On the other hand, USA's close relationship with Kosovo where is mostly inhabited by Muslims does not support the Samuel Huntington's famous Clash of Civilization thesis. This study seeks to investigate the rightfulness and the socio-political background of the "Kosovo is the 51. State of the USA" discourse. As a theoretical background, a comparison is applied to (neo) realism and Clash of Civilization thesis on the case of Kosovo. According to the findings of the study, interests are tend to surpass the identity notion in international relations
Bu araştırmada Putin dönemi Rus Dış Politikasındaki Batı'ya karşı izlenen politikalar Realist teorinin "Yumuşak Dengeleme" yaklaşımı bağlamında incelenmektedir. Realizmin temel argümanları dikkate alınarak, Putin liderliğindeki Rusya'nın Batı devletlerini dengelemeyi amaçladığı savunulmaktadır. Dengeleme aksiyonunun katı askeri ittifaklardan ziyade gelişmekte olan ülkelere yönelik geniş kapsamlı bir diplomasi ağı ve ticari ortaklıklar yoluyla sağlanmaya çalışıldığı tespit edilmiş ve bu ortaklıklar bazı küresel ve bölgesel örgütler üzerinden incelenmiştir. Bu çalışmada Rusya'nın nihai amacının çok kutuplu ve büyük güçler arası eşitlik barındıran bir sistemde, yeniden büyük bir güç olarak tanınmak olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmanın ilk kısmında Realist teori ve dengeleme politikaları hakkında teorik bir giriş sunulmuştur. İkinci kısımda Rusya'nın Dış Politika yaklaşımındaki değişimler ve sürekliliklerin tespiti maksadıyla farklı dış politika ekolleri incelenmiştir. Yine bu kısımda Putin'in söylemlerinden ve yürürlüğe konan 2000 ve 2013 tarihli Dış Politika Konseptlerinden faydalanılarak Rus Dış Politikasının esas hedefi tespit edilmeye çalışılmıştır. Üçüncü kısımda, teorik yaklaşımı sınamak maksadıyla dengeleme politikalarının yürütüldüğü örgütler ve bu örgütlerin kuruluş ve işleyişinde Kremlin'in hedefleri araştırılmıştır. Bu maksatla Rusya'nın veto ettiği Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları tespit edilerek, Rusya'nın bu vetolardaki motivasyon ve amaçları analiz edilmiştir. Yeni bir küresel sistem arayışı neticesinde başlayan Rus ve Çin yakınlaşması, BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü etrafında incelenmiştir. Rusya'nın yeniden büyük güç olma ideali ile yakın çevresinde kurmak istediği blok ise Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü ve Avrasya Ekonomik Birliği temelinde yorumlanmıştır. Ayrıca bu son kısımda Rus silah ticareti ve enerji politikalarına dair verilere ve bulgulara yer verilmiştir. ; In this study, Russian foreign policy towards the West is discussed within the context of Realist theory's "Soft Balancing" concept. In the light of Realist assumptions, it is argued that Russia under the leadership of Putin attempts to balance Western states and limit their role in the international system. It is found that balancing policies are conducted through a wide-ranging diplomacy network towards developing states and economic partnerships rather than strict military alliances. Partnerships are established through some global and regional organizations. This study argues that the ultimate aim of Russia is to be recognized as a great power once again in a multipolar global order which is based upon the equality of great powers. First chapter of the study provides a theoretical introduction on Realism and balancing policies. Second chapter discusses the rivaling approaches to Russian foreign policy in order to explore changes and continuities. In the last chapter, Russian actions in international organizations where Russia has conducted its balancing policies is discussed in order to evaluate the theoretical approach. Therefore Russian vetoes on United Nations Security Council resolutions are identified, and Russian motivations and purposes by applying vetoes are analyzed. Sino-Russian alignment which has begun as a result of the search for a new global order is studied through the BRICS and Shanghai Cooperation Organization. Russian quest for becoming a great power again and the foreign policy concerning the near abroad are examined within the Collective Security Treaty Organization and Eurasian Economic Union. Moreover Russian arms trade statistics and some insights on Russian energy policy are also included into the last chapter.
Bu tez Sovyet Bloğu'nun çöküşü sonrasında Polonya'nın Avrupa Birliği (AB) ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeliğini güç eksenli incelemektedir.Bu çalışmanın yanıt aradığı temel soru Soğuk Savaş sonrasında Polonya'nın AB ve NATO üyeliğine yönelmesinin sebeplerini araştırmaktadır.Tezin bu soruyu açıklama argümanı ise Soğuk Savaş ve sonrasında Polonya'nın uluslararası örgütlerle olan iş birliği ihtiyacının bölgede güç temelli bir güvenlik ve ekonomik kaygı taşımasıdır. ; This thesis examines Poland's membership of the European Union (EU) and the North Atlantic Treaty Organization (NATO) on a power axis after the collapse of the Soviet Bloc. The main question that this study seeks to answer is the reasons for Poland's orientation to EU and NATO membership after the Cold War. The argument for explaining this question is that Poland's need for cooperation with international organizations during the Cold War and afterwards carries a power-based security and economic concern in the region.
Yüksek Lisans Tezi ; Bu çalışma, "Berlin Duvarı'nın yıkılışından sonra devletler tarafından inşa edilen yeni duvarların, inşa edilme gerekçelerindeki dönüşümle birlikte devletlerin güvenlik politikalarındaki misyonu nedir?" sorusuna cevap aramaktadır. Bu kapsamda ilk bölümde; duvarın kavramsal özü ve inşa ediliş amacı arasındaki ilişki ortaya konmuş ve yüzyıllar öncesinden günümüze kadarki inşa edilmiş duvarlara yer verilmiştir. Duvarın somut bir yapı olmasının yanında felsefi bir temele de sahip olduğu iddiası, Foucault'un iktidar teknolojileri görüşünden yola çıkılarak ortaya konmuştur. Aynı bölümde realizm ve duvarların ilişkisi genel hatlarıyla ortaya konularak teorik bir giriş yapılmıştır. İkinci bölümde, çalışmanın ilk örneklemi olan İsrail-Filistin Duvarı'na yer verilmiştir. Öncelikle İsrail ve Filistin arasındaki sınır politikalarının geçmişi ele alınarak duvar inşasına kadar gelen sürece değinilmiştir. Devamında duvarın günümüzdeki durumu ile İsrail'in inşa ettiği yeni duvarlara yer verilmiştir. Son olarak ise İsrail'in duvarı realizmin argümanlarına göre analiz edilmiştir. Üçüncü bölümde diğer örneklem olan Türkiye-Suriye Duvarı ele alınmıştır. Bu bölümde de öncelikle iki ülke arasındaki sınır politikalarının geçmişi, duvarın inşa aşaması ve günümüze kadarki süreci değerlendirilmiştir. Bölüm, Türkiye-Suriye Duvarı'nın realist analizi ile tamamlanmıştır. Çalışmada; ele alınan iki duvar örneğinden yola çıkarak günümüzde inşa edilen duvarların fiziki olarak Berlin Duvarı'na oldukça benzediği, bununla birlikte duvarların inşa edilme gerekçelerinin dönüşüme uğrayarak güvenlik odağına kaydığı ve duvarların, devletlerin güvenlik politikalarının önemli araçlarından biri haline geldiği sonucuna ulaşılmıştır. ; This study, "What is the mission of the states in the security policies with the transformation of the reasons for the construction of the new walls built by the states after the fall of the Berlin Wall?" seeking an answer to the question. In this context, in the first part; the relationship between the ...
Düşmanın belli, tehditlerin oldukça açık, verilebilecek uygun karşılığın tahmin edilebildiği Soğuk Savaş döneminin ardından iyice ivme kazanan küreselleşmenin de etkisiyle uluslararası alanda ortaya çıkan belirsizlikler, güvenlik algısında bir dizi değişimi zorunlu kılmıştır. Yaşanan değişim süreci ile birlikte güvenlik kavramının anlaşılabilir, güvenilebilir ve devamlılık arz eden bir tarifini yapmak ya da herkesin üzerinde anlaşabileceği sınırlarını ve çerçevesini ortaya koymak gittikçe zorlaşmıştır. Zira ilk olarak kimin güvenliği sorusuna verilen yanıt salt alışılan ve otomatik hale gelen ulus devlet yerine, başta bireyin, devlet-üstü ya da devlet-altı başka toplulukların da olduğu sujeler kümelenmesine doğru evrilmiştir. Yine ne tür tehditler sorusunun yanıtı tek başına askeri nitelikli olma, sınır ötesinden kaynaklanma klasik konumundan çıkmış, kaynağı, zamanı ve şekli önceden tahmin edilmesi güç, hatta neredeyse imkânsız, yeni mücadele alanının neredeyse bütün dünya olarak ortaya çıktığı, asimetrik ve çok boyutlu bir konuma yükselmiştir. Yeni güvenlik anlayışı ile birlikte; uluslararası terörizm, organize suç örgütleri, siber terör, saldırma amacı güden devletler, konvansiyonel ve kitle imha silahlarının yaygınlaşması gibi tehditler, ulusal fiziki varlığa yönelmiş tehditler arasına girmiştir. Ulusal veya küresel ekonomiye ya da finans piyasalarına saldırılar, refaha, çevreye, sağlığa yönelen tecavüzler ile göçler ve mülteci hareketleri de ulusal çıkarları zedeleyen tehditler olarak öne çıkmıştır. Yine evrensel demokratik değerlere, insan hak ve hürriyetlerine saldırılar ortak değerlere yönelen tehditler olarak sıralanmışlardır. ; The uncertainty that had followed the demise of the Cold War, at which time the enemy was apparent, threats were obvious and the appropriate response to those threats could easily be determined, as well as the acceleration of globalisation led to a series of changes in how the notion of security should be conceived. As a consequence, it has increasingly become difficult to come up with a definition of security that is easily understood, reliable and long-lasting. Nor could the boundaries and contours of the concept be established in mutual terms. Since the question of whose security could no longer be answered with a traditional and automatic response, that was the nation-state and individuals as well as non-state actors needed to be taken into account. Again, threats have been evolving from their classic status of being cross-border in origin and military in form into one whose source, timing and form could no longer be easily predicted while the frontiers of the new battle-lines appeared to be the entire world. As the concept of security acquired new meaning, international terrorism, organized crime groups, cyber terror, states with hostile intents, proliferation of conventional weapons and weapons of mass-destruction have been reformed into physical threats. Assaults towards national economies, international economic order or financial markets, aggressions committed against wealth, health and the environment, migratory and asylum movements have begun to form the new threats to national interest. Yet again offences committed against universal democratic values, human rights and freedoms have been lined up as threats to common values.
Tarih boyunca önemli bir coğrafyada bulunan ve önemli bir güç olan Rusya, devlet geleneğinde bulunan yayılmacı politikasıyla başka devletlere çoğu kez müdahalelerde bulunmuştur. Sovyetler Birliği'nin halefi olarak ortaya çıkan Rusya Federasyonu da Vladimir Putin ile beraber büyük güç statüsüne sıklıkla vurgu yapmış, dış ve güvenlik politikalarında çok kutupluluğu vurgulayan pragmatik politikalar izlemiştir. Rus ulusal çıkarların korunması bağlamında yakın çevreye özel bir önem veren Rusya, uluslararası arenada saygın bir aktör olarak görülme ve etkin politikalar izlemesinin yolunun yakın çevre üzerinde nüfuz kurmaktan geçtiğini düşünmüştür. Bu bağlamda Rusya için yakın çevrede öne çıkan aktör Ukrayna olmuştur. Ukrayna jeopolitik konumunun yanı sıra, boru hatları transit geçiş noktası konumunda olması ve Rusya'nın askeri üssünün bulunduğu Kırım'daki Sivastopol askeri üssüne ev sahipliği yapmasıyla önemli bir devlet konumundadır. Ukrayna bu söz konusu konumu dolayısıyla sadece Rusya için değil ABD ve AB için de dikkate alınması gereken bir aktör olmuştur. Bir yanda Batı diğer yanda Rusya gibi iki aktör arasında kalan Ukrayna çok yönlü politikalar izlemeye özen göstermiştir. Batı'nın bu ülkeyi, NATO'ya üye yapma ve AB'ye entegre etme kararlılığı, Rusya'nın Avrasya Ekonomik Birliği'ne çekme çabaları ile çatışınca Rusya Kırım'a müdahale bulunmuş ve bu bölgeyi ilhak etmiştir. Bu çalışmada da Rusya'nın Kırım'a müdahalesi saldırgan realizm yaklaşımı perspektifinde incelenmiş ve Rusya'yı Kırım'a müdahaleye iten saikler değerlendirilmiştir. Çalışmada Rusya'nın Kırım'a müdahale etmesinde Ukrayna ile olan tarihsel, kültürel ve duygusal motivasyonların yanında Kırım'ın Rus jeopolitiğinde arz ettiği konumun da çok önemli olduğu sonucuna varılmıştır. Bununla beraber Rusya'yı müdahaleye iten esas saikin, konjonktürel gelişmeler neticesinde önüne çıkan fırsatlar olduğu görülmüş ve Rusya taktiksel bir eylemle bu fırsatları avantaja çevirmiştir. ; Russia, which has stretched over a strategic region and has been a major power throughout the history, has intervened in other states with respect to the expansionist policy existing in its state tradition. Starting with Vladimir Putin's power, Russia Federation, which emerged as the successor of the Soviet Union, has also emphasized the concept of great power frequently and pursued a pragmatic policy laying weight on multipolarity in foreign and security policies. As part of paying special attention to the immediate vicinity to protect Russian national interests, Russia has concluded that the only way to be regarded a respected actor in the international arena and pursue effective policies is to dominate the neighbouring regions. In this regard, Ukraine was the prominent actor in the immediate vicinity for Russia. In addition to its geopolitical location, Ukraine is regarded an important state as it harbours the transit pipelines and the Russian Sevastopol military base in Crimea. Due to this location, Ukraine has been an actor to be paid special attention not only by Russia, but also by the USA and the EU. Remaining in between the West and Russia, Ukraine has elaborated to devise multidirectional policies. When the western determination to make this state a NATO member and integrate it with the EU clashed with Russian efforts to make it a part of Eurasia Economic Union, Russia intervened in Crimea and annexed this region. This study analyzes the Russian intervention in Crimea in the framework of offensive realism and reviews the motives leading Russia to the intervention in Crimea. The study concludes that the Russian intervention in Crimea results from Crimean position in Russian geopolitics in addition to Russian historical, cultural and emotional motivations with Ukraine. Yet, it is obvious that the basic motive for Russian intervention were opportunities which emerged as a result of cyclical developments, and Russia has exploited these opportunities with a tactical action and turned it into an advantage.
Azerbaycan Cumhuriyeti bağımsızlığını kazandığı tarihten itibaren, İran tarafından önemli ve varoluşsal bir tehdit olarak görülmüştür. Kendi iç güvenliği açısından bir tehlike olarak gördüğü için İran'ın, Azerbaycan'a yönelik adımları da bu ülkenin bölgede güçlü ve bağımsız bir aktör olarak varlığının engellenmesine hesaplanmıştır. Çalışmada "Ümmet" ülküsü ile kendini İslam ülkeleri arasında lider olarak konuşlandırmak isteyen İran'ın, bu amaç çerçevesinde Azerbaycan'la arasında bir merkez-çevre ilişkisi kurma çabalalarını analiz edeceğiz. Çalışma, Laik ve Batı yönlü bir ilerleme yolu seçen Azerbaycan'ın, İran'ın zaman zaman müdahaleci politikaları nedeniyle sınır komşusundan kendi iç güvenliğine, enerji güvenliğine ve hatta toprak bütünlüğüne karşın algıladığı tehditleri ve bunun Azerbaycan'ın dış politikasına ve İran'la ilişkilerine yansımalarını gözden geçirmektedir. Yüzyıllar süren tarihi bağlara ve ortak mezhepsel aidiyetlerine rağmen, iki ülke arasında devletlerin yapısal özelliklerinde iç politik yönelimler ve ideolojik açıdan oldukça keskin farkların nedenini neoklasik realist çerçeve dâhilinde açıklamaya çalışacağız. Araştırmada Güney Azerbaycan meselesini de göz önüne alarak, farklı liderler döneminde değişiklik gösteren ideoloji ve söylemlerin zaman zaman ilişkilerin gerginleşmesine veya stabilleşmesine nasıl etki ettiğini ve ortaya çıkan siyasi düğüm nedeniyle, iki ülke ilişkilerinde ortaya çıkan inişli çıkışlı tabloyu detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Çalışmada bahsedilen bu farklılıklar ve çıkar çatışmalarına rağmen, bu iki ülkenin, bölgedeki önemli ekonomik partnerler olarak kurdukları işbirliği hususuna da değinilmektedir. ; Since Azerbaijan Republic gained its independence, it was seen as an important and existential threat by Iran. As İran accepts Azerbaijan as a danger in terms of internal security, the steps towards Azerbaijan have been calculated to prevent the existence of this country as a strong and independent actor in the region. We will analyze the efforts of Iran to establish a center-periphery relationship between Azerbaijan and Iran within the framework its this goal of deploying itself as a leader among the Islamic countries with "Ummah" ideal. This research is aiming to review the threats from its border neighbor Iran perceived by Azerbaijan, which has chosen to pursue a secular and western progression way, and reflections of Iran's interventionist policies against its internal security, energy security and even territorial integrity on the foreign policy of Azerbaijan and bilateral relations with Iran. We will try to explain the reason for the sharp differences between the two countries in terms of internal political orientations and ideological aspects of the structural features of the states, despite centuries of historical bonds and common religious affiliations within the neoclassical realist framework. Taking into account the issue of South Azerbaijan in thesis, we will examine in detail the turbulent picture of the relations between the two countries, because of how the ideologies and discourses that changed during the different leaders sometimes affected the tension or stabilization of relations and the emerging of the political node. Despite these differences and conflicts of interest mentioned above, these two countries' cooperation which they have established as important economic partners in the region will be referred in this research.
Uluslararası ilişkiler disiplininde realist teori geleneği içerisinde uluslararası sistemin yapısı ve bunun devletlerin politikası üzerindeki etkileri uzunca bir süredir tartışma konusu olmuştur. Soğuk Savaş'ın bitimiyle birlikte sistemik faktörlerin ara değişkenler vasıtasıyla dış politik eylemlere dönüştürüldüğü iddiasıyla neoklasik realizm adı altında yeni bir realist akımın ortaya çıktığı görülmüştür. Dış politika analizine sistemsel ve iç politik etmenleri birlikte dâhil eden bu yaklaşım, devrim sonrası dönem İran dış politikalarını reformcu-muhafazakâr çekişmesi ekseninde inceleyen bu çalışmaya uygun bir teorik arka plan sunmaktadır. Reformcu lider Hatemi'nin 1997'de iktidar olmasıyla birlikte, İran'ı dünya politikasına entegre etmek ve içte demokrasi inşa etmek isteyen reformcu kanat ile, temelde devrimci ilkelere geri dönüşü savunan muhafazakâr kanat arasındaki çekişmeler devrim sonrası İran iç ve dış politikasında görünür hâle gelmiştir. Netice itibarıyla bu çalışmada reformistler ile muhafazakârlar arasındaki söylem farklılığına karşın, İran dış politikasının değişmeyen temel yönleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Dış politikada süreklilik arz eden hususları açıklarken de sadece iç politik faktörlere değil aynı zamanda dışsal/maddi dünyaya da dikkat çekilmiştir. ; The structure of international system and its effects on states' behaviors has been debated for a long time in realist school of international relations. The new wave of realist theory called neoclassical realism, which claims that systemic factors must be filtered through intervening variables to formulate foreign policy behaviors, has emerged by the end of Cold War. This paper uses theoretical insights from neoclassical realism, which incorporates both systemic level variables and domestic factors into its analysis, to explain the reformist-conservative conflict in the foreign policy of post-revolutionary Iran. With the ascent of reformist cleric Khatami to presidency in 1997, the long lasting rivalry between reformist faction, which seeks for Iran's integration into world politics and 'Islamic democracy' at home, and the conservative faction whose guiding principle is based on return to revolutionary Islamic ideology, has become apparent in post-revolutionary Iran. Despite the contentious discourses adopted by those factions, this paper tries to reveal basic principles of Iran's foreign policy. While explaining the building blocks of foreign policy of Iran, the paper incorporates both domestic and international factors into its analysis.
Hegel'in uluslararası ilişkiler ve hukuka ilişkin felsefesinin çeşitli yorumları mevcuttur. Önemli sayıda yazar, Hegel'i realist kuramın öncüleri arasında sayarken, az sayıdaki bazı düşünürler Hegel'de bir liberal kuram temsilcisi görebilmektedir. Bu tartışmaların ışığında, bu çalışmanın konusu Hegel'in; devlet, sivil toplum, uluslararası hukuk ve tanıma konularındakini yaklaşımını incelemektir. Hegel'de devlet mutlaktır. Önemli görevler üstlenecek bürokratik kadrolara ihtiyaç duyar. Bununla beraber, sivil toplum ve orada geliştirilen ilişkiler de önemlidir. İkincisinin her hal ve şartta ilkine fedası gibi bir durum söz konusu değildir. Tıpkı sivil toplumdaki gibi, tanıma kurumu uluslararası siyasal ilişkilerde de önemli roller oynar. Tanımanın, devletin meşruiyetini tamamlayıcı bir etkisi vardır. Tanımanın sonucu olarak, devletler birbirlerini devlet olarak görürler ve bu, savaş zamanı dahi devam edecek bir minimum hukukilik alanı oluşturmaktadır. Çalışmanın sonunda, Hegel'in uluslararası hukuk felsefesinin, realist kuram ile benzeşen yahut bu kuramdan ayrılan yönleri ele alınacaktır. Burada temel ölçüt, Hegel düşüncesindeki devlet veya sivil toplum kavramlarından hangisine daha büyük önem verileceğidir. ; There is a great variety of comments on Hegel and as to where one should place him on an IR theory spectrum. Many see in Hegel a precursor of the Realist School of International Relations. Fewer scholars, though, attribute Hegel a liberalistic worldview, turning him into a liberal IR forerunner. Amid all these different takes on him, this paper aims to elaborate Hegel's philosophy on the state, civil society, international law and the importance of recognition therein. Hegelian concept of state is one of an absolute. The state is in need of bureaucratic cadres, entrusted with significant duties. However, civil society and relations developed within it are of utmost significance, as well. The latter is not destined, under all circumstances, to be dispensed with in the favour of the former one. On the contrary, just as it is the case in civil society, the institution of recognition plays an important role on international political fora. As a result of recognition, states see each other as equal others, i.e. states; which will contribute to the observation of a core of principles and rules. Toward the end of the paper, I shall endeavor to compare Hegelian thought with the basic premises of Realism. The crucial criterion here proves to be the level and the scope of significance attached to the Hegelian notions of the state and the civil society
Son yıllarda küreselleşmenin etkisiyle, dünya ekonomisi gelişme göstermektedir. Dünya ekonomisindeki bu gelişmeye paralel olarak, insanların yaşam şekilleri değişmeye başlamış buda enerjiye olan talebi küresel ölçekte arttırmıştır. Dünya, tükettiği enerjinin önemli bir kısmını fosil kaynaklardan sağlamakta olup, bu tür kaynaklar dünyanın belirli bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Fosil kaynakların sınırlı ve sonlu olması, dünya ekonomilerinin bu kaynaklara ulaşma ve egemen olma mücadelesine neden olmaktadır. Bu çalışmada Avrupa Birliği ve Türkiye'nin enerji politikaları incelenmiştir. İthal kaynaklara bağımlılığı yüksek olan iki ekonominin, enerji arz güvenliği bağlamında karşılıklı menfaatleri üzerinde durulmuştur. Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra dünyanın ikinci büyük enerji tüketimi olan AB ile dünyanın en önemli enerji rezervlerinin olduğu Ortadoğu ve Hazar Bölgesi arasında kalan Türkiye'nin, enerji koridoru olarak Avrupa Birliği'nin enerji arz güvenliğine etkileri incelenmiştir. ; The world economy has grown significantly with the impact of the globalization. In parallel with this development in the world economy, peoples life styles have started to change and hence this increased demand for energy on global scale. The world gets the most significant part of the energy it consumes from fossil energy resources and this kind of resources are concentrated in some specific regions of the world. The fact that fossil energy resources are scarce and problematic creates the struggle between world economies to reach these resources and to be hegemonic on these resources. In this study, energy policies of European Union and Republic of Turkey have been analyzed. Conjugate interests of these two economies that are highly dependent on imported resources have been studied within the context of safety of energy supply. As an energy corridor, which remains between E.U. that is the second energy consumer after United States of America, and Middle East and Caspian Sea that have the most important part of the energy reserves, impacts of Republic of Turkey on the safety of energy supply to European Union has been studied.