Security Studies cover the security of referent objects, individuals, or states. Since the Second World War, the importance and depth of Security Studies have increased. In the post-cold war period, it was seen as a purely military field and was handled within the scope of the power policies of the states. In the post-Cold War period, it emerged as a multidimensional form. This research describes prominent approaches such as Realism, Liberalism, Peace, and Critical Security Studies and the most recent essential theories. The research underlines the three pillars of The Copenhagen School, which has contributed to the academic literature on securitization/desecuritization theory, regional security complex theory, and sectoral security approach in international security studies. In the securitization theory, any subject can be non-politicised, politicised, or elevated to a national security concern level. According to the Regional Security Complex pillar, standard points, security priorities, and security dynamics must coincide with establishing a region in the security realm. Lastly, the safety of human societies is affected by factors in five primary areas - military, political, economic, social, and environmental factors. The study concludes that the Copenhagen School occupies a significant position among security studies methodologies and offers a helpful framework for examining contemporary global security concerns.
Danışman: DR. ÖĞR. ÜYESİ ALİHAN LİMONCUOĞLU ; PROF. DR. MAHMUT KUBİLAY AKMAN Yer Bilgisi: İstanbul Gelişim Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı / Güvenlik Araştırmaları Bilim Dalı Konu: Uluslararası İlişkiler = International Relations ; Arap Baharı kapsamı ve güvenlik kavramının değişimine etkisi açısından tarihsel sahnede önemli bir yere sahiptir. Arap Baharı'nın başlaması ile gerekliliği daha da anlaşılan Güvenlik Çalışmaları'nın kavramlarıyla konunun tartışılması ve farklı yönleri ile araştırılması düşünülmektedir. Kuzey Afrika ülkelerinin Arap Baharı öncesi ve sonrasında toplum yapısı ve güvenlik açısından uğradığı değişimler Kolonyalizm sonrasından başlayarak 2012 yılına kadar geçen süreyi kapsayacak şekilde anlatılmaya çalışılmıştır. Arap Baharı'nı geniş bir analiz süzgecinden geçirerek süreç hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür. Sürecin demokratik mi, manipülasyon mu olduğunu anlamak için yapılan analizde kullanılan demokrasi indeksleri Kuzey Afrika ülkelerinin durumu hakkında ayrıntılı bilgiler verecektir. Görsel Sosyoloji 'den yararlanarak analize yenilik ve farklı bir perspektif kazandırılması amaçlanmıştır. Soğuk Savaş sonrası değişen güvenlik algısının anlaşılması açısından önemli yere sahip olan Kopenhag Okulu çerçevesinde Arap Baharı'nın Güvenlikleştirme ve Bölgesel Güvenlik Kompleksi Teorisi ile açıklanması düşünülmektedir. Johan Galtung'un barış ve çatışma alanındaki çalışmaları ile Barry Buzan'ın kavramsal çerçevesinin konunun daha iyi anlaşılmasına yarar sağlayacağı düşünülmektedir. İşletme literatüründe sıkça karşımıza çıkan SWOT analizinin Güvenlik Çalışmaları alanındaki uygulanabilirliği denenmiştir. Kuzey Afrika'nın çağdaş döneminin Arap Baharı sonrası geçirdiği dönüşüm Güvenlik Çalışmaları bağlamında analiz edilmiştir. Yaşanan dönüşümün daha belirgin görülmesini sağlamak düşüncesiyle Arap Baharı sonrası yıllar (2014-2019) seçilmiş ve bu yıllara ait küresel terörizm-küresel barış indeksleri kullanılmıştır. İndekslerdeki veriler ve elde edilen sonuçlar ile Kuzey Afrika'nın günümüzdeki güvenlik durumuna bakılmıştır. Uluslararası İlişkiler 'de önemli bir konuma sahip olan Arap Baharı ayrıntılı bir şekilde Güvenlik Çalışmaları literatürü ve diğer sosyal bilimler literatürleri kullanılarak anlatılacaktır. ; With its impact on the change in the concept of security, the Arab Spring has an important place in history. With the advent of the Arab Spring, the main aim has been centered around investigating the different aspects of the topic. The focus has also been on discussing the topic in terms of the theories of Security Studies, the importance of which has been further understood. The main objective of the present study is to discuss the community structure of North African countries and the changes that took place before and after the Arab Spring in terms of security. The study focuses on the period from prior to Colonialism until 2012. It is possible to gain knowledge about the process by extensively analyzing the topic. The democracy indexes that are used to analyze whether the process was democratic or manipulative, will provide some detailed information on the condition of North African countries. By employing visual sociology, it is also aimed to bring in a new and different perspective to the analysis. Within the framework of the Copenhagen School, which has an important place in allowing a better understanding of the growing perception of security after the Cold War, the study also aimed to discuss the Arab Spring in terms of the Securitization and Regional Security Complex Theory. The peace and conflict studies of Johan Galtung and the theoretical framework of Barry Buzan will provide a better understanding of the topic under study. The SWOT analysis, which is often covered in business studies, is applied in the field of Security Studies. Transformation of North Africa's contemporary period after the Arab Spring, is investigated in the context of Security Studies. To make this transformation clear, the focus of this study is on the time period after the Arab Spring (2014-2019), and the global terrorism-global peace indexes of this time period are used. With the data retrieved from the indexes and the obtained results, the current security condition of North Africa is examined. The Arab Spring, which has a significant place in international relations, will be discussed in detail by covering the literature of Security Studies and the other social sciences disciplines.
İlk toplumların oluşmasından günümüze kadar değişen şekillerde hep var olan sosyal güvenlik, 19. yüzyılda toplumların sanayi toplumlarına dönüşmeye başlaması ile birlikte zorunlu bir kavram olarak karşımıza çıkmıştır. Ancak, II. Dünya Savaşı'ndan sonra bir insan hakkı olarak uluslararası ve ulusal belgelerde yer alarak gün geçtikçe önemi daha da belirginleşmiştir. 1970'li yıllarda meydana gelen ekonomik krizlerin sonucu olarak gündeme gelen neo-liberal düşünceler ve küreselleşme olgusunun sosyal güvenlik hakkının uygulanmasında meydana getirdiği değişim ve dönüşümler, ülkemizde de sosyal güvenlik reformu yapılmasını gündeme getirmiştir. Özellikle, 1990'lı yılardan itibaren sosyal güvenlik sisteminin bütçe açığının artması nedeniyle reform tartışmaları yoğunluk kazanmış, 2005 yılından itibaren ise sosyal güvenlik reformuna ilişkin yasal çalışmalara başlanmış, 2008 yılı itibariyle sosyal sigortalara reform ilişkin çalışmalar tamamlanmıştır. Bu çalışma konusunun seçilmesinin nedeni, bir insan hakkı olarak sosyal güvenlik reformu nedeniyle oldukça fazla tartışılmaya başlanan sosyal güvenlik hakkının kavramsal çerçevesi ile gelişimi; bu hakkın uluslararası belgelerde ve mukayeseli hukukta nasıl yer aldığı; son olarak da Türk hukukunda sosyal güvenlik hakkı ve bu hakkın uygulama araçlarını ortaya koyacak bir çalışma yapmaktır. Bu bağlamda, sosyal güvenlik reformunun sosyal güvenlik hakkına etkisi ayrıca tartışılacaktır. Bu çalışma, üç bölümden oluşmakta olup, birinci bölümde, sosyal güvenlik hakkının kavramsal çerçevesi ve gelişimi; ikinci bölümde, uluslararası belgelerde ve mukayeseli hukukta sosyal güvenlik hakkı; üçüncü bölümde ise, sosyal güvenlik hakkının Anayasal temelleri ve uygulama araçları incelenecektir. ; Social security, which we have faced with a compulsory concept when communities were transformed to the industrialized communities at 19 th century, has been existed with the different forms from formation of first communities to today. Besides, its importance got crystallized by taking part in national and international documents as a human right after World War II. Transformation and changes of neo liberal taught, which became on an agenda as a result of economic crises occurred at nineteen seventies, and globalization fact on application of social security right has forced to make social security reform in our country too. Especially from nineteen nineties discussions on reform had increased because increasing budget deficit of social security system. Legal studies related to the social security system had started at 2005 and the studies about social security reform completed at 2008. The reason of choosing this topic is making studies on and to explain; conceptual framework and progress of social security right as a human right which has started to be discussed more because of the social security reform, how is this right take parts in international documents and comparative law, and lately social security right in Turkish Law and its application tools. This study consists of three chapters. In the first chapter, the conceptual framework of social security right and its progress; in the second chapter, social security right in international documents and comparative law; in the third chapter, constitutional bases of social security right and its application tolls are being debated.
Fluri, P.: Security sector and deomcratiziation. - S. 22-24 Arslan, Z.: The fragile balance between security and human rights. - S. 25-42 Bilgin, P.: The security sector in theory and practice : from "state-centered" security to "citizen-centered" security. - S. 43-61 Eekelen, W.: Convergence of European security systems. - S. 62-67 Kandemir, S.: Private security for more freedom. - S. 68-72 Cerrah, İ.: Mental modernization and democratic oversight in the domestic security sector. - S. 73-100 Bergmans, D.: Police and gendarmerie reform in Belgium. - S. 101-115 Faupin, A.: Providing security : the division of labor armed forces, gendarmerie, police. - S. 116-128 Grudé, C.: The gendarmerie in democratic France. - S. 129-133
Çevresel sorunların ve çevresel bozulmaların ozon tabakasının seyrelmesiyle beraber 1980'li yıllarda insan hayatını etkilemeye başlaması sonucunda çevre faktörü Soğuk Savaş'ın ardından başlayan güvenlik tartışmalarında yer edinmeye başlamıştır. Güvenlik kavramının genişletilmesi ve güvenlikleştirmeyle birlikte hızla küreselleşen dünyada çevre meselesi önemli bir güvenlik unsuru olarak görülmeye başlamıştır. Çevresel güvenlik kavramının güvenlik çalışmalarında ayrı bir alan olarak yer tutmasıyla birlikte çatışmaların, özellikle şiddetli ülke içi çatışmaların ardında yatan çevresel nedenler ihtiyaç ve kaynak temelli çatışmalar açsından çeşitli çalışma gruplarında irdelenmeye başlamıştır. Bu çalışma, çevresel güvenliğin kavramsal gelişimine ışık tutarak Ruanda ve Burundi'nin tarihsel sürecini çevresel güvenlik kaygıları açısından değerlendirmekte ve bu analiz üzerinden ihtiyaç ve kaynak temelli çatışmalara dair çatışma çözümleme örnekleri sunmaktadır. ; The environmental factor started to take its place in security debates introduced right after the Cold War as environmental problems and environmental derogation start to have a negative effect on human life with the depletion of ozone layer in the 1980s. The environmental factor became an important security issue in a very globalizing world with the extension of security concept and securitization. Environmental causes underlying conflicts especially the violent internal ones started to be studied among different study groups in terms of needs-based and resource-based conflicts since the concept of environmental security was introduced as a separate field in security studies. This study highlights the conceptual development of environmental security and evaluates the historical context in Rwanda and Burundi in terms of environmental security concerns. It also offers conflict resolution samples for needs-based and resource based conflicts with this analysis.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte yıkılan iki kutuplu dünya sistemi ile dünyanın hemen hemen her coğrafyasındaki devletler için ulusal güvenlik kavramı önemli bir dönüşüm yaşamaya başlamıştır. Soğuk Savaş döneminin önemli bir parçası olan Türkiye de dünya genelinde yaşanmaya başlayan bu dönüşümden muaf olmamıştır. Türkiye gibi pek çok devlet için ulusal güvenlik - hem Soğuk Savaş sırası hem de öncesinde- genel olarak geleneksel bir anlayış çerçevesinde ve ulusal devlet düzeyinde askeri bir bakış açısıyla tanımlanmaktaydı. Soğuk Savaş'ın bitmesiyle güvenliğin sadece tanımı değil alanı da genişlemiş ve güvenlik çalışmaları gündemine göç, çevre, demokrasi, insan hakları ve ekonomi gibi farklı konuları da almaya başlamıştır. Diğer bir deyişle, güvenlik askeri boyutunun ötesinde, sosyal, siyasi, iktisadi ve çevresel boyutları da kapsayacak şekilde genişlemiştir. Soğuk Savaş'ın bitmesiyle Türkiye'nin ulusal güvenliğinde küçük çapta bir dönüşüm başlamıştı. Ancak gerçek manada bir dönüşüm, Türkiye'nin Kopenhag siyasi kritererleri çerçevesinde AB'ye aday ülkeymiş gibi 'ilerleme raporları' ile değerlendirilmeye başlandığı 1998 Cardiff Zirvesi ile başlamıştır. Bu makalenin amacı da AB'ye üyelik adına yerine getirilmesi gereken Kopenhag siyasi kriterlerinin Türkiye'nin ulusal güvenlikte yaşadığı bu kapsamlı dönüşümdeki rolünü ve etkisini inceleyip analiz etmektir. Yapılan analiz sonucunda AB üyelik sürecinde Kopenhag siyasi kriterlerini karşılama adına siyasi, hukuki, sosyal ve kültürel alanda yapılan yasal ve reformların Türkiye'nin ulusal güvenliğini dolaylı veya doğ- rudan etkilediği görülmüştür. Zira önceleri 'savunmacı reel politik' kapsamında bir güvenlik perspektifi benimseyen ve bu perspektif gereği her ulusal güvenlik 'sorununun' güvenlik konusu veya meselesi olarak görüp 'güvenlikleştiren' Türkiye, Kopenhag siyasi kriteleri kapsamında gerçekleştirilen yasal ve anayasal reformlar ile birlikte bu güvenlik perspektifini yavaş yavaş terketmeye başlamış yerine ise güvenliğin sadece askeri boyutunun olmadığı, siyasal, iktisadi, toplumsal ve kültürel boyutlarının da olduğu, ulusal güvenlik meselelerinde olağandışı yöntem ve araçlardan ziyade olağan yöntem ve araçların kullanıldığı bir güvenlik perspektifi - güvenlik dışı bırakma - benimseye başlamıştır. Bu yeni güvenlik perspektifin ne derece başarılı olup olmadığı konusunda bir sonuca varmanın şu an için erken olduğu düşünülmektedir. İleriki yıllarda yapılacak araştırmalar bu konuda daha somut bulgular ortaya koyacaktır. ; With the end of the bipolar system after the dissolution of the Soviet Union, the national security concept has undergone significant change in many countries across the world. As an important player of the Cold War, Turkey was also not immune from this change. For many states including Turkey - both before and during the Cold War - the national security was defined mostly within the framework of a traditional and military security perspective. With the end of the Cold War, not only the definition of but also the sphere of security has been extended. With the extension of the security sphere, new issues such as immigration, environment, democracy, human rights, and economy have become important parts of the security studies' agenda. In other words, security has become multi-dimensional encompassing not only military but also social, political, economic and environmental aspects. Turkey's national security has also started to undergo a transformation to some extent after the end of the Cold War. However, the genuine transformation of Turkey's national security began after the decision taken at the EU Cardiff Summit in 1998. The purpose of this article is to evaluate and analyze the role of the Copenhagen political criteria, which have to be fulfilled in order to be a member of the EU, in the transformation of Turkey's national security. At the end of the analysis it has been found that the large-scale legal and constitutional reforms realized in political, judicial, social and cultural spheres to fulfill the Copenhagen political criteria have a direct or indirect impact on the transformation of the Turkey's national security. Turkey which embraced a 'defensive real-politik' security perspective with a 'securitization' approach in the past has started to let off itself from this perspective and replace it with a multi-dimensional security perspective with a 'de-securitization' approach after the legal and constitutional reforms aimed at meeting Copenhagen political criteria. It is concluded that 'de-securitization' approach, which attaches great importance to using ordinary (normal) political means, methods and rules to deal with the security issues, has become the linchpin of Turkey's national security instead of 'securitization' approach, which emphasis on using extraordinary means and methods in dealing with security threats. It is also concluded that it is quite early to come to a conclusion whether this new security perspective is successful or not in solving the Turkey's national security matters. The researches that will be done on this question in the coming years will come up with betters answers and more tangible results.
Danışman: Alihan Limoncuoğlu. ; Türkiye terörle mücadele ederken birçok sorunla karşılaşmaktadır. Bu sorunlardan en önemlisi sınır güvenliğinin terörle mücadeleye etkisidir. Sınır güvenlik seviyesi yüksek olduğu takdirde terörle mücadelede birçok sorun minimize edilecektir. Türkiye'nin sınır güvenliğini etkileyen birden fazla faktör bulunmaktadır. Bu faktörler ayrı ayrı değerlendirilmesiyle birlikte terörle mücadele de profesyonel sürece geçmenin gerekliliği belirtilmiştir. Çalışmanın ilk bölümünde; ulusal ve uluslararası bağlamda gündemde olan sınır güvenliği, terörizm, terörle mücadele kavramı ve profesyonelleşme kavramları açıklanmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde Türkiye'nin mevcut sınır güvenliği durumu ele alınırken; kurumlar arası koordinasyon, jeopolitik konum, komşu ülkelerle ilişkiler, sınır güvenliği süreçleri, sınır güvenliği yaklaşımları ve son olarak sınır güvenliğinde yaşanılan sorunlara değinilmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümünde; Türkiye'nin sınır güvenliği konusunda komşularıyla olan sınırları tartışılmış ve sınır kapılarında karşılaşılan sorunlar anlatılmıştır. Çalışmanın dördüncü bölümünde sınır güvenliği ile terörle mücadele kavramları çerçevesinde, profesyonel yaklaşımın getirileri ele alınmıştır. Çalışmanın beşinci bölümünde Türkiye'nin sınır güvenliğine ve terörle mücadelesine katkı sağlayacak teknolojik çalışmalar ele alınmıştır. Çalışmanın altıncı bölümünde; Türkiye'nin sınır güvenliğini etkinliğini arttırmak unsurlara karşı yaptığı operasyonlar ele alınmış olup; bu operasyonların etkinliği ele alınmıştır. ; Turkey is facing many problems while fighting terrorism. The most important of these problems is the impact of border security on the fight against terrorism. If the level of border security is high, many problems in the fight against terrorism will be minimized. There are multiple factors affecting Turkey's border security. Together with the evaluation of these factors, the necessity of the professional process in combating terrorism is mentioned. In the first part of the study; The concepts of border security, terrorism, the concept of combating terrorism and the concept of professionalization are explained in the national and international context. Turkey's current border security situation in the second part of the study when discussing; inter-agency coordination, geopolitical position, relations with neighboring countries, border security processes, border security approaches and finally problems in border security were addressed. In the third part of the study; Turkey's borders with its neighbors on border security were discussed, and problems encountered in the border gates were described. In the fourth part of the study, within the framework of border security and anti-terrorism concepts, the returns of the professional approach were discussed. In the fifth part of the study Turkey's border security and technological studies will contribute to the fight against terrorism were discussed. In the sixth part of the study; Turkey's cross-border operations to defuse factors which threaten its border and national security were discussed, and the effectiveness of these interventions were taken into consideration.
Doktora Tezi ; Güvenlik, Uluslararası İlişkiler disiplininde yapılan çalışmaların birçoğunda vazgeçilmez bir kavram olarak yer almaktadır. Bu açıdan kavram ele alınırken kavrama ilişkin değişimlerin araştırılması, incelenmesi ve uluslararası politikada yaşanan olaylarla birlikte değerlendirilmesi gereklidir. Bu bağlamda çalışma, ABD – Rusya Federasyonu İlişkilerindeki güvenlik ikilemini 2001 – 2012 yılları arasında uluslararası politikada yaşanan gelişmeler ve güvenlik kavramının bu süreçte geçirdiği değişim ve genişleme ile açıklamak amacı ile yapılmıştır. Çalışma, tanımlayıcı bir niteliğe sahip olarak ABD ve Rusya Federasyonu arasındaki güvenlik ikilemini, kavramın geçirdiği değişim ve genişlemenin temel dayanak noktalarını eleştirel güvenlik yaklaşımı perspektifinde analiz ederek açıklamaktadır. Çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm çalışmanın kavramsal ve kuramsal çerçevesini içermektedir. Bu bölümde uluslararası ilişkiler disiplininde güvenlik, güvenlik ikilemi, güç ve ittifak kavramlarının tanımı üzerinde durulurken aynı zamanda kuramsal olarak güvenlik algılamalarına da yer verilmektedir. İkinci bölümde ise dış politika ve güvenlik ilişkisi bağlamında ABD ve Rusya Federasyonu'nun 2001-2012 yılları arasında iç ve dış politikalarında güvenlik algılamalarında yaşanan değişim üzerinde durulmaktadır. Üçüncü bölüm ABD - Rusya Federasyonu ilişkilerindeki güvenlik ikilemini örnek olaylar eşliğinde ve eleştirel güvenlik yaklaşımı perspektifinde ortaya koymaktadır. ; Abstract ; Security is a crucial issue in most of the studies carried out in the Political Science disciplines. While dealing with the concept, the development and the change of the concept are to be searched and it is to be evaluated in the light of the events in international politics. In this context, the study has been done to explain the security dilemma in the relations between U.S. – Russia with the incidents in the international politics (2001 – 2012) and the evaluation and expansion of the concept of 'security' spent in this period. By having a descriptive character, the study has been explained the security dilemma in United States and Russian Federation relations by analyzing the concept's changes and enlargements in the perspective of Critical Security Theory. This study consists of three main chapters. First chapter includes the study's conceptual and theoretical framework. In this chapter, it is tried to explain the definitions of security, security dilemma, power and alliance in international relations discipline and also security perceptions as theoretical. In the second chapter, it is tried to explain the changes on security perceptions of USA and Russian Federation's domestic and foreign policy (2001 – 2012). The last chapter reveals the security dilemma in the relations between United States and Russian Federation in the perspective of Critical Security Theory
TEZ10111 ; Tez (Yüksek Lisans) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2015. ; Kaynakça (s. 87-92) var. ; xi, 93 s. : res., tablo ; 29 cm. ; Orta Asya ülkelerindeki doğal kaynakların planlanmasının Sovyetler zamanında merkezi bir anlayışla yapılmış olması ülkelerin bağımsızlıklarından sonra bir takım konularda anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların en önemlisi de su paylaşımı sorunudur. Bölgenin iki ana nehri olarak sayılan Seyhun ile Ceyhun'un petrol ve doğal gaz temininde dışa bağımlı memba ülkeleri Kırgızistan ile Tacikistan'dan çıkmaktadır. Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan ise gaz ve petrol kaynaklarına zengin, mansap ülkeleri olarak sayılmakta ve suyu ekonomilerine büyük gelir getiren tarım alanlarını sulama için kullanmaktadırlar. Memba ülkelerin HES'leri çalıştırmak için suyu enerji kaynağı olarak görmesi, mansap ülkelerinin ise sulama için suya ihtiyaç duyması ve giderek suyun siyasallaşması bölgedeki sınır aşan su kaynaklarına ulusal çıkarların korunması açısından yaklaşması sonucunu doğurmuştur. Böylece su sorunu bölgede güvenliği tehdit eden unsur haline gelmiştir. Bölge ülkelerinin kendi aralarında yapılan anlaşmalara çoğu zaman uymamaları, uluslar arası anlaşmalara taraf olmamaları, su konusunda bir ülkenin aldığı karara diğerlerinin çok sert eleştirerek tepki vermesi, bölgede istikrarı görmeyi zorlaştırmaktadır. Orta Asya sorunlarını içeren çok sayıda tezler mevcuttur, fakat bölgenin su güvenliği konusunu ele alan ve çalışmalar hemen hemen yoktur. Bu çalışmanın amacı da bölge ülkeler arasında su sorununun ülkeler arasında çatışmaya neden olabileceğini araştırmaktır. ; After disintegration of the Soviet Union, there were some misunderstandings about using of the natural resources among the independent states which was leading to some problems. Distribution and use of trans-boundary rivers have become one of the most sensitive and problematic issues among these states. Two great rivers originate from Tajikistan and Kyrgyzstan, which completely depend on foreign oil and gas supply, provide the water resources of all regions. While downstream countries such as Uzbekistan, Kazakhstan and Turkmenistan, with rich hydrocarbonic sources, use water for irrigation and make great profit for their economy, upstream countries use water as a source of electric power. Regarding the fact that water issue has been already politicized in the region, each state considers it as a treat for their national security. İt is not easy to speak about stability in the region because some of the countries don't follow the rules of the signed agreements and some of them do not participant in international agreements. Moreover, the decisions taken by a government of one country are rigidly criticized by other states. There are different studies on Central Asia's current issues and problems but there are few researches on water security in this region. The present study ended to have comprehensive investigation about water security in Central Asian countries to find out if water issue can give rise to conflict among these countries
In: Ortadoğu etütleri: siyaset ve uluslararası ilişkiler dergisi = Middle Eastern studies : journal of politics and international relations, Band 15, Heft 3, S. 239-256
Terör ve terörizm kavramlarını açıklayacak ortak bir tanımlamaya asgari müşterekte henüz ulaşılamamıştır. Her ne kadar tanımlama aşamasında zorluklar yaşansa da terörle mücadele hususunda devletlerin mücadele yöntemlerinde benzerlikler görülmektedir. Devletlerin terör olgusuna bakış açıları ve algılamaları özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde gerçekleştirilen 11 Eylül Terör Saldırıları sonrasında değişiklik göstermiştir. Bu saldırılar hiçbir devletin güvenliğinin tam olarak sağlanamayacağının anlaşılması açısından önemlidir. Çalışmamızda analiz edilen Fransa, 2015 yılında büyük şehirlerinde gerçekleştirilen bombalı terör saldırılarından sonra terörizmle mücadele kapsamında etkin önlemler icra etme arayışına girmiştir. Fransa'da gerçekleştirilen terör saldırılarında çoğunlukla sivil vatandaşların hayatlarını kaybetmesi halk tabanında merkezi hükümetin teröre karşı caydırıcı önlemler alma talebini gündeme getirmiştir. Bu bağlamda 2016 yılından itibaren Fransa kolluk kuvvetleri tarafından önemli operasyonlara imza atılmıştır. Terörle iltisaklı kişiler etkisiz hale getirilmiş ve günümüze kadar olan süreçte tutuklama oranlarının büyük ölçüde arttığı gözlemlenmiştir. Ancak Fransa'da terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonların tüm terör örgütlerine karşı hassasiyetle yürütüldüğüne dair -özellikle PKK terör örgütü ile mücadele kapsamında- bazı çekinceler bulunmaktadır. Çalışmamızda konuyla ilgili haber, makale, dergi, kitap, rapor ve akademik kaynaklar betimsel bir analiz yöntemi ile incelenerek sonuca ulaşılmaya çalışılmıştır.
In: Ortadoğu etütleri: siyaset ve uluslararası ilişkiler dergisi = Middle Eastern studies : journal of politics and international relations, Band 15, Heft 4, S. 323-342
Bu çalışmanın amacı, Boko Haram terör örgütü ve Orta Afrika'da bölgesel güvenlik sorunlarının ortaya çıkmasındaki temel faktörleri, güvenlik sorunlarını, küresel ve bölgesel aktörlerin yaklaşımını analiz etmektir. Boko Haram, özellikle Nijerya'da faaliyet gösteren bir terör örgütüdür ve yıllar içinde Orta Afrika bölgesine genişleyerek bölgesel güvenlik endişelerini artırmıştır. Sınırların geçişkenliği, yoksulluk, işsizlik, devlete karşı güvensizlik ve bölgesel terörist gruplar arasındaki bağlantılar, örgütün Orta Afrika'da yayılmasının temel faktörleridir. Bu yayılma, kitlesel nüfus yer değiştirmelerine, ekonomik bozulmalara ve topluluklar arası gerilimlere yol açmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) ve Orta Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu (Economic Community of Central African States – ECCAS) gibi küresel ve bölgesel aktörler, Boko Haram'a karşı istihbarat ve güvenlik iş birliğini artırmış ve uluslararası düzeyde çeşitli ortaklıklar kurulmuştur. Ancak, Boko Haram'ın Orta Afrika'da oluşturduğu tehdit, bölgesel ve uluslararası düzeyde koordineli bir mücadeleyi gerektirmektedir. Bu tehdide karşı yapılan askeri operasyonlarla birlikte, uzun vadeli istikrar için yoksulluk, eğitimsizlik ve çatışmanın nedenleriyle mücadele edilmesi stratejik öneme sahiptir.
In: Ortadoğu etütleri: siyaset ve uluslararası ilişkiler dergisi = Middle Eastern studies : journal of politics and international relations, Band 14, Heft 3, S. 293-321
Çalışmada Afrika'nın Sahel Bölgesi'nde bulunan iki devlet olan Nijer ve Mali'nin kırılgan devletler kapsamında analizleri yapılacaktır. İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesine müteakip bağımsızlıklarını kazanan iki ülkenin sınırları dâhilinde meşruiyetlerini etkin olarak tesis edemedikleri değerlendirilmektedir. Çalışmanın amacı Nijer ve Mali devletlerinin 2006 yılından itibaren ekonomik ve güvenlik indekslerinin karşılıklı olarak korelasyonu ve bu korelasyondan çıkan sonuçlar kapsamında ekonomik göstergelerin güvenlik araçları üstündeki etkisi olup olmadığını ortaya çıkarmaktır. Çalışmada teorik çerçeve olarak Immanuel Wallerstein'ın Dünya Sistemleri Teorisi'nden faydalanılmıştır. Makalede nitel araştırma yöntemleri kullanılarak, tarihsel sınırlılık 2006-2022 yılları arasını kapsayacaktır. Ayrıca Barış Fonu (Fund For Peace) indekslerinden ve Dünya Bankası ve Küresel Terörizm Endeksi gibi ilgili belgeler ile literatür taranmıştır. Devletlerin kırılganlık durumları genel olarak farklı parametreler kullanılarak ölçülmesi ve teamül olarak ekonomik kazanımların her devlet için olumlu bir etkisinin olduğu algısına rağmen çalışmada Nijer ve Mali devletlerinin genel kanının aksi yönde bir davranış gösterdiği, dolayısıyla ekonomik kazanımların güvenlik unsurunun elde edilmesi için tek başına yeterli olmayacağı bulgusuna ulaşılmıştır.
In: Ortadoğu etütleri: siyaset ve uluslararası ilişkiler dergisi = Middle Eastern studies : journal of politics and international relations, Band 15, Heft 3, S. 197-219
The aim of this study is to scrutinize the diplomatic relations between Turkiye and Sudan post the era of Omar al-Bashir. Historical relations between the Republic of Turkiye, established in 1923 as the successor to the Ottoman Empire, and Sudan have had a positive impact in contemporary times across political, economic, socio-cultural, and security domains. While the relations during the Republican era were relatively limited when Sudan gained independence from Britain, they saw a significant improvement with the administration of Omar al-Bashir and Hasan al-Turabi, who came to power in 1989. Following Turkiye's declaration of "Africa Year" in 2005, Sudan emerged as a prominent country in Ankara's Sub-Saharan Africa policy. Particularly, the African Opening Action Plan initiated in 1998 and the deepening of policies by AK Party governments strengthened relations with Sudan. However, following the overthrow of Omar al-Bashir in 2019, transitional periods and political crises in Sudan have adversely affected Turkiye – Sudan relations. This study will address these relations during this period, initially focusing on political, economic, security, and socio-cultural parameters. Subsequently, the study will examine the causes of the crisis in Sudan and the trajectory of the relations. Findings from the post-Bashir era indicate that despite challenges, the relations between the two countries have endured. Nevertheless, the escalation of internal disputes in Sudan into conflicts casts uncertainty on the future of these relations.
Basra Körfezi güvenlik alt kompleksi içerisinde yer alan Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE ve Umman 1971'de Birleşik Krallık'ın bölgeden çekilmesi sonrasında bağımsızlıklarını kazanmakla birlikte, birtakım tehditlere maruz kalmış ve bu tehditlerle başa çıkmak için çeşitli politikalar geliştirmişlerdir. Bu çalışma, Körfez emirliklerini küçük devletler olarak tanımlayarak, onları küçüklüklerinden kaynaklanan zafiyetlere ve çeşitli tehdit algılarına karşı ne tür dış ve güvenlik politikaları geliştirdiklerini incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma, Körfez emirliklerinin çeşitli kriterler dikkate alındığında küçük devletler olduklarını, uluslararası sistemde hayatta kalabilmek ve egemenliklerini sürdürebilmek için küçük devletlere özgü dış ve güvenlik politika davranışları sergilediklerini iddia etmektedir. Bu noktada Türkçe akademik literatürde Körfez emirliklerini küçük devlet yaklaşımı çerçevesinde ele alarak dış ve güvenlik davranışlarını nitel yöntemle analiz etmeye çalışan ilk çalışma olma özelliğine sahiptir. Çalışma, İngilizce akademik literatürde küçük devlet yaklaşımı, Basra Körfezi güvenlik sistemi, emirliklerin dış ve güvenlik politikaları, onların tehdit algıları ve ittifakları üzerine yazılmış orijinal akademik makale ve yayınlardan yararlanarak; uluslararası sistemde "ağırlıklarının üzerinde yumruk atmaya çalışan" söz konusu emirlikleri ele almanın yanı sıra, aynı zamanda uluslararası ilişkiler literatüründe genellikle göz ardı edilen küçük devlet çalışmalarına katkı sağlamayı hedeflemektedir. --- Kuwait, Bahrain, Qatar, UAE and Oman, which are located in the Persian Gulf security sub-complex, gained their independence after the UK's withdrawal from the region in 1971, but they have been exposed to a number of threats and have developed various policies to deal with these threats. This study aims to define the Gulf emirates as small states and examine what kind of foreign and security policies they have developed against their weaknesses and various threat perceptions. This study claims that the Gulf emirates are small states considering various criteria, and they exhibit foreign and security policy behaviors specific to small states in order to survive and maintain their sovereignty in the international system. At this point, it is the first study in the Turkish academic literature to deal with the Gulf emirates within the framework of the small state approach, and to try to analyze their foreign and security behaviors by qualitative method. This study utilizes original academic articles and publications on the small state approach, the Persian Gulf security system, emirate's foreign and security policies, their threat perceptions and alliances in the English academic literature; not only deals with the emirates that "try to punch over their weight" in the international system, but also aims to contribute to small state studies that are often ignored in the international relations literature.
06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" ile 18.06.2018 tarihli "Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge" gereğince tam metin erişime açılmıştır. ; Uluslararası ilişkilerde temel aktörlerin davranışlarını açıklamak için birçok teori geliştirilmiştir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde bu aktörlerin davranışlarını açıklamada kültürel unsurlara giderek daha fazla önem verilmiştir. Bu doğrultuda güvenlik çalışmalarında önemli bir yere sahip olan stratejik kültür devletlerin dış politika tercihlerini ve karar alma süreçlerini şekillendiren kültürel unsurları, kimliği, norm ve mitlerin oluşumunu ve etkilerini ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Bu çalışma, İran'ın devrim sonrası dönemde sergilediği güvenlik ve dış politika yaklaşımını stratejik kültür bağlamında ele almakta ve İran'ın stratejik kültürünün dış politikaya yansımasını incelemektedir. Dünya siyasetinde gerek söylemleri gerek eylemleri ile sıkça tartışma konusu olan İran'ın davranışları Alastair I. Johnston'un kavramsallaştırdığı stratejik kültür çerçevesinde analiz edilmektedir. Buna göre çalışmada başlıca araştırma sorular şunlardır: a) İran İslam Cumhuriyeti'nin kurulduğu günden bu yana tutarlı bir stratejik kültürü var mıdır? Evet ise, bu stratejik kültürün temel özellikleri nelerdir? b) İran'ın stratejik kültürü dış politika kararlarını ve davranışlarını etkilemekte midir? c)Evet ise, İran'ın stratejik kültürünün dış politika davranışı üzerindeki etkisi hangi örnek olay veya eylemlere yansımaktadır? Alaistair Johnston'un kavramsallaştırmasında stratejik kültür devletleri başlıca üç kategoride değerlendirmektedir; uzlaşmacı, savunmacı ve saldırgan. Yukarıdaki sorular ve bulgular ışığında bu çalışma İran'ın temelde savunmacı bir devlet olduğunu ileri sürmektedir. İran'ın savunmacı bir anlayışı benimsemesinin temelinde etrafının sürekli düşmanlarla çevrili olduğu algısı vardır. İranlı karar alıcıların zihinsel arka planında yatan bu düşünce dış politika seçeneklerini daraltmış ve güvenlik eksenli bir tutum sergilenmesi sonucunu beraberinde getirmiştir. Bu stratejik düşüncenin doğal sonucu olarak İran'ın dış politikada alanı daralmış ve bu alanda en belirgin araç olarak caydırıcılık stratejisi yer almıştır. Stratejik kültürün operasyonel kısmını oluşturan bölümde ise İran'ın stratejik kültürünün davranış üzerindeki etkisi İran-Irak Savaşı üzerinde test edilmektedir. ; Several theories have been developed to explain the behavior of key actors in international relations. Especially in the post-Cold War period, cultural elements are given more importance in explaining the behaviors of these actors. In this direction, the strategic culture, which has an important place in security studies, aims to reveal the cultural elements, identity, formation and effects of the norms and myths that shape the foreign policy preferences and decision-making processes of the states. This study examines Iran's security and foreign policy approach in the post-revolutionary era in the context of strategic culture and investigates the reflection of Iran's strategic culture on foreign policy. The behavior of Iran, which is a subject of frequent debates in world politics with its rhetoric and actions, is analyzed within the framework of strategic culture that Alastair I. Johnston conceptualizes. Accordingly, the main research questions in the study are: a) Does the Islamic Republic of Iran have a consistent strategic culture since its inception? If yes, what are the main characteristics of this strategic culture? b) Does Iran's strategic culture influence foreign policy decisions and behaviors of Iran? c) If yes, In which case events or actions does Iran's strategic culture influence its foreign policy behavior? In the conceptualization of Alaistair Johnston, strategic culture evaluates states in three main categories; accommodationist, defensive and offensive. In the light of the above questions and findings, this study suggests that Iran is essentially a defensive state. On the basis of Iran adopting a defensive understanding, there is a perception that its environment is constantly surrounded by enemies. This idea, which lies in the mental background of Iranian decision makers, narrowed its foreign policy options and the result of a security-oriented attitude has brought along. As a natural consequence of this strategic thinking, Iran's foreign policy has narrowed and a deterrence strategy has been the most prominent tool in this field. In the section that constitutes the operational part of the strategic culture, the influence of Iran's strategic culture on behavior is tested on the Iran-Iraq War.