Bu tez sosyolojik muhayyilenin sınırları dahilinde STK'lara ve onlar üzerindeki yapısal ve işlevsel olarak göçmen etkilerine dair bir şeyler söyleme çabasının ürünüdür. Sivil toplum kuruluşları gönüllülük esasına dayanan bir, bir araya geliş ve ortak amaçlar doğrultusunda, toplum yararı gözetilerek hareket eden vakıf ve derneklerdir. Bu toplum yararı gerek beslenme, gerek eğitim, gerek güvenlik ve sağlık bağlamında olsun her zaman insani boyutlarda işlerlik gösterir. Bundan ötürü metafor olarak bir devleti, sınırları ve koruyuculuğu ile o milletin babası kabul edersek; sivil toplum kuruluşları da hiç kuşkusuz anne metaforu olacak ve daha detaycı, daha duygusal ve daha somut bir anlayışla savaş, kıtlık, yokluk ve daha bir çok doğal afette ve daima toplumun yakınında insani yardım sağlayan girişimde bulunacaklardır. Tüm bu detaylar doğrultusunda sivil toplum kuruluşlarının topluma kattıkları işleyiş ve farkındalık göz ardı edilemez boyutlara ulaşmaktadır. Bundan ötürü bu tür kuruluşların işleyişleri, değişimleri, sınırlılıkları ve sorunları, sosyal bilimciler tarafından yakinen incelenmeli ve böylece içinde bulunulan topluma bu köprüler vasıtasıyla daha yakın olunmalıdır. Araştırmanın amacı, uluslararası göçlerin bir şehri ve içinde varlık bulmuş STK'ları, işleyişlerini ve göz önünde bulundurdukları temel prensipleri ne yönde ve ne derece değiştirdiğini gözlemlemek ve bu gözlemler sonucu sivil toplum kuruluşlarının geçirdikleri dönemsel farklılaşmaları çeşitli verilerle göz önüne sunmaktır. Bu amaç doğrultusunda tezimizde Konya bağlamında 4 sivil toplum kuruluşu (Dosteli, Ribat, Ravza, Elbir) baz alınacak; değişimler 2000-2019 yılları daha çok değerlendirilerek bir söz söyleme gayretinde olunacaktır. ; This thesis is the product of an attempt to talk about the civil society organizations and the structural and functional effects of migration on them within the boundaries of sociological imagination. Non-governmental organizations are foundations and associations that act on a voluntary basis and act in accordance with the common good for the purpose of meeting and common purposes. The benefit of this society is always humanitarian, whether in the context of nutrition, education, security and health. Therefore, if we accept a government, metaphorically, as the father of that nation with its borders and protection; non-governmental organizations will undoubtedly be the metaphor of the mother, and with a more elaborate, more emotional and more concrete understanding, they will attempt to provide humanitarian assistance to the people in the time of war, famine, poverty and many other natural disasters. In line with all these details, the functioning and awareness of non-governmental organizations in the society cannot be underestimated. Therefore, the functioning, changes, limitations and problems of such organizations should be closely examined by social scientists, so that they could be closer to the society through these bridges. The purpose of the study is to observe in what way and in what degree international immigrations affect a city and its civil society organizations' functioning and the main principles that are taken into consideration, as a result of these observations, to present the periodical differentiations of civil society organizations with various data. For this purpose, 4 non-governmental organizations (Dosteli, Ribat, Ravza, Elbir) will be used in our thesis. The 2000-2019 years will be evaluated more and more.
YÖK Tez No: 610729 ; Devlet, güvenlik örgütünün başı olması nedeni ile kamu düzeninin sağlanması ve korunması konusunda yetkilidir. Kamu düzeninin sağlanmasında öncelikli olan, suç oluşmadan önce suçun işlenmesini önleyici tedbirlerin alınmasıdır. Alınan tüm önlemlere rağmen ülkemizde ve dünyada kanun koyucular tarafından yasaklanan ve suç oluşturan eylemler gerçekleşmektedir. Bu eylemlere karşı cezai yaptırımların uygulanması ise kaçınılmazdır. Devlet, suç işlendikten sonra tedbir görevini veya cezası kesinleştikten sonra infaz görevini ceza infaz kurumları aracılığıyla yerine getirmektedir. Ceza infaz kurumları cezaların infaz edildiği yerlerdir ve kamu düzeninin sağlanmasında önemli bir konuma sahiptir. Ceza infaz kurumlarında infaz hizmetlerinin sağlanmasından, Adalet Bakanlığı'na bağlı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü sorumludur. Cezaların infazının gerçekleşmesinde ve dış güvenliğin sağlanmasında, hükümlü ve tutukluların sevk ve nakillerini gerçekleştiren jandarma birimleri de yardımcı olmaktadır. Bu çalışmada Türkiye'de ceza infaz sistemi, tarihi gelişimi, ceza infaz kurumlarının yapısı, işleyişi, infaz sürecindeki kurumsal yapılanması, Avrupa Birliği ilerleme raporu ekseninde son yıllarda Türkiye'de yapılan ceza infaz kurumlarının çağın gereklerine uygun şekilde yapılan faaliyetlerine ve atıl durumda olan insan gücünün nasıl değerlendirildiği konularına yer verilmiştir. Ayrıca Türkiye'de ceza infaz sisteminde karşılaşılan problemler ve bunlara ilişkin çözüm önerilerine değinilmiştir. ; State, owing to being the head of the security organization, is authorized to provide public order and protect it. Our first priority in maintaining public order is to take preventive measures before committing the crime. In spite of all the measures taken, actions prohibited by the legislators in our country and in the world take place, and so criminal sanctions against the actions are inevitable. State carries out the execution by the penitentiary institutions in terms of a measure after the crime has been committed or after the sentence is finalized. The state carries out the duty of precaution after committed a crime and the execution after the punishment is finalized by means of the penitentiary institutions. Penitentiaries, playing an important role in maintaining public order, are institutions where penalties are executed. The General Directorate of Prisons and Detention Houses under the Ministry of Justice is responsible for providing execution services. At this point, gendarmerie units, performing the referrals and movements of convicts and detainees, also assist in the execution of penalties and in ensuring external security. In this study, the penal system in Turkey, its historical development, structure of penal institutions, functioning, organizational structuring in the process of execution, the European Union progress report axis in recent years in accordance with the activities carried out to the requirements of the era of the penal institutions in Turkey, and how the assessment of manpower idle, were evaluated. In addition, problems encountered in the penitentiary system in Turkey are dealt with in this study and propose solutions to address them.
Bu makalede sağlık hizmet anlayışındaki değişmelerin toplumun içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve kültürel yapının yanı sıra bilimsel gelişmelerle de yakından ilişkisi bulunduğu varsayımından hareket edilmiştir. "Sağlık Emek Sürecinin Dönüşümü" olarak da adlandırılan süreci anlayabilmek için mevcut çalışmalar Weed'in (2005) "sistematik tarama" (systematic review) ve Elias'ın (1977; 2000) "yöntembilimsel ilişkiselcilik" (methodological relationalism) olarak belirlediği tarzda değerlendirilmiştir. Araştırma bulguları Türkiye'de 1980 sonrasında egemen olan rejimin "esnek sermaye birikimi" ve buna bağlı olarak sanayisizleşme ve özelleştirme olduğunu göstermiştir. Türkiye'de Neo-liberal politikalarla Güneydoğu Avrupa Modeli uygulanırken temel ilke özellikle sağlık alanında hizmet sunumu ile bunun finansmanının birbirinden ayrılmasıdır. İkinci temel özellik ize merkez-dışı (adem-i merkeziyetçi) yönetime geçilmesidir. Kuşkusuz tüm değişmeler, bazı ilkelere bağlanmışsa da hizmetin finansmandan ayrılması hizmet kalitesini olumsuz etkilemiştir. Çünkü harcamalarda kısıntı yapılması ve işletme mantığı ile maliyetin düşürülmesi beklenmektedir. Ancak hastanelerin bazı gerekliler yerine daha fazla karlı olan işlemlerde yoğunlaşmaları söz konusudur. Ayrıca teşhis ve tedavi sürecindeki denetleyici kısıtlamalar da hekimlik mesleğinin icrası kadar kalitesini de olumsuz etkileyebilmektedir. Hekimlerin gerekli gördüğü tetkikler fiyatlandırma yönetmeliği uyarınca kısıtlandığında ortaya çıkan sonuç hekimin mesleki özerkliğinin kısıtlanmasından başka bir şey değildir. ; In this paper it is assumed that there is a close relationship between the health policy changes and socioeconomic structural changes of the Turkish society. Certainly scientific developments and globalization process are also important on social transformations of any society. Therefore, at the beginning of this paper in order to understand the process that is called " Transformation of Health Work Process" , historical background of health system in Turkey is reviewed based on relevant literature. " Systematic review" method (Weed,2007) and process based sociology namely " methodological relationalism" (Elias,1977) are used to achieve study purposes. Findings revealed that we live in a period that is called " flexible" period in terms of capital accumulation. This period starting from 1990's is characterized by non-industrialization and privatization. In Turkey Southern European Model is applied based on Neoliberal Policies which mainly separates finance from health services. Second characteristic future is application of decentralization of administrative system. Majority of hospitals are transformed from social to economic organizations who run after profits by applying high numbers of operations to get money from insurances. Although there are some regulations to be followed, separation of services from finance also reduced the quality of health care. Besides some malpractices are observed regarding expensive unnecessary operations. Furthermore, some supervisory limitations on diagnostic and treatment processes can be interpreted lack of professional freedom of physicians
Liderlik ve strateji kavramları genel olarak önemli amaçların iki başat öğesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Birisi amaçlar, hedefler, misyon gibi diğer kavramlarla bütünleşik bir şekilde yapılanın ne şekilde yapılacağını ortaya koyarken; lider ve liderlik kavramı yapılanların iradi kaynağını ortaya koyar. Son dönemlerdeki küresel ölçekli değişimlere bağlı olarak ülkemizin içinde olduğu değişim sürecinin hangi dayanaklara sahip olduğunun ele alınması gerekmektedir. Ülkemiz yönetim yapısındaki değişimin dinamiklerine baktığımız zaman öz olarak öne çıkan kavramlar 1980'lerden itibaren Dünya Bankası, OECD, IMF gibi küresel kuruluşlarca birer reçete olarak ileri sürülen yönetişim, desentralizasyon, reform, yeni kamu yönetimi, toplam kalite yönetimi gibi kavramlardır. Bu yönüyle ülkemizde görülen değişimin kendisi de reçetesi de ülkenin kendine özgü dinamiklerine uzak bir görünüm sergilemektedir. Çalışma küresel trendlerin tüm dünya ülkelerini olduğu gibi ülkemizi de etkilediği bir süreçte yaşanan yapısal değişimlerin arka planını ele alan bir çalışma olarak özellikle 2002'den itibaren hız kazanan kurumsal dönüşümleri yönlendiren ana stratejiyi ele almaktadır. ; The terms strategy and leadership are usually regarded as the two principals of significant goals.While the former one presents how a specific goal to be reached integrated with the terms aims, targets and missions, the latter one and leader presents the voluntary source of the actions. Associated with the recent global scaled changings, which base the changing period through which our country is passing has should be dealt with. When we consider the dynamics leading changes in our country's governing structure, the principal terms have been governance, decentralization, reform, new public administration and total quality management, which have been recommended as recipe by global institutions like World Bank, OECD and IMF since 1980. However, not only its recipe but also the changing itself seems to be for from being suitable to the dynamics peculiar to our country. This study deals especially with the main strategy which directs institutional transformation gainig speed since 2002 as a study dealing with the background of structural changings in a period in which global trends affect our country like all other countries in the world.
1980'li yıllar neoliberalizm açısından Türkiye'de dönüm noktası olmuştur. 1970'lerde yaşanan dünya ekonomik bunalımının akabinde refah devleti anlayışı terk edilerek yeni sağ ideoloji uygulanmaya başlanmıştır. 1980'lerde ortaya çıkan yeni sağ politikaların uygulayıcıları; ABD'de Ronald Reagan, İngiltere'de Margaret Thatcher, Türkiye'de ise Turgut Özal olmuştur. ABD'de Reaganizm, İngiltere'de Thatcherizm, Türkiye'de ise Özalizm olarak adlandırılan yeni sağ politikalar çerçevesinde birtakım gelişmeler yaşanmıştır. 1980'lerde, Türkiye'de, devletçilik politikalarının rafa kaldırılıp neoliberal politikaların uygulandığı bir dönem yaşanmıştır. Türkiye'de yaşanan toplumsal sorunlar ve siyasal istikrarsızlıklar ekonomik sıkıntılarla birleşince, 1980 sonrasında neoliberal bir dönüşüm başlamıştır. Süleyman Demirel hükümetinin Türkiye ekonomisini iyileştirmeye ve geliştirmeye dönük hazırladığı "24 Ocak 1980 ekonomik istikrar programı" ile Turgut Özal, bu neoliberal dönüşümü Türkiye'de başlatan kişi olmuştur. Türkiye'de yeni sağ ideoloji, "24 Ocak Kararları" ile uygulama alanı bulabilmiştir. Bu kararlarla Türkiye'de yapısal dönüşüm sürecine girilmiştir. Neoliberal ekonomi programının uygulanmasıyla liberal ekonomi dönemi başlamış, Türkiye ekonomisi dış rekabete açık bir hale getirilmiş, özelleştirme uygulamaları yapılarak devletin küçültülmesi sağlanmıştır. Ancak bu gelişmeler ilk başta olumlu olsa da ilerleyen dönemlerde olumsuz sonuçlar yaratmıştır. Ayrıca bu dönemde ihracatta artış yaşanırken, piyasa ekonomisine yönelik gereken altyapı hazırlanamamıştır. ; 1980 has been a turning point in Turkey in terms of neoliberalism. Following the crisis of the world in the 1970s, the welfare state concept was abandoned and the new right ideology began to be applied. The practitioners of the new right politics that emerged in the 1980s; the United States Ronald Reagan, Margaret Thatcher in Britain, has been the case of Turkey, Turgut Ozal. US Reaganism, Thatcherism in Britain, a number of new developments under the right policies in Turkey have called Ozalizm. In the 1980s, in Turkey, there was a period where implementation of the rack lifted statist policies of neoliberal policies. Social problems and political instability coupled with economic difficulties experienced in Turkey, began in 1980 after a neoliberal transformation. Süleyman Demirel government prepared to reform and improve Turkey's economy "January 24, 1980 economic stabilization program" by Turgut Ozal, it was the first political leader of the neoliberal transformation started in Turkey. New right-wing ideology in Turkey, "24 January Decisions" was able to find applications. This decision was entered into the process of structural transformation in Turkey. Neoliberal economic era has begun for the implementation of liberal economic program, Turkey has become an open economy to foreign competition, downsizing of the state has been achieved by making privatization process. However, these developments were positive at first, but they had negative consequences in the following periods. Moreover, while there was a positive increase in exports during this period, the infrastructure needed for free market economy was not prepared.
anemon ; In this study, the legal and structural transformations on theaxis of thestate of law in Turkey after the Helsinki Summit on 10-11 December 1999 were intended to examine in the context of compliance to the European Union Acquis. For this purpose, the conceptual framework of the rule of law was primarily addressed. Subsequently, the process of unity of the European Union experiencing an axis shift from the economic base to the political ground was evaluated. Then the transformation after the Helsinki Summit, which is the problematic of the study, has been examined in terms of the conditions of the European Union by considering historical moments of the Turkey-European Union relations. After the period in whichTurkey had taken can didacy status, the country took important steps in terms of legal and structural sphere at the point of rule of law. However, the European Union has criticized Turkey for the irexperienced negative developments after 2014. Thus, the positive atmosphere in the first years of the progress reports has been replaced by intense criticism. ; Bu çalışmada, 10-11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi sonrasında Türkiye'de hukuk devleti ekseninde yapılan yasal ve yapısal dönüşümlerin, Avrupa Birliği Müktesebatına uyum bağlamında ele alınması amaçlanmıştır. Bu amaçla sürdürülen çalışmada, öncelikle hukuk devletinin kavramsal çerçevesi ele alınmıştır. Akabinde ekonomik temelden siyasal zemine eksen kayması yaşayan Avrupa Birliği'nin birlik oluşturma süreci değerlendirilmiştir. Daha sonra da Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin tarihsel uğrakları ele alınarak, çalışmanın sorunsalı olan Helsinki Zirvesi'nin ardından yaşanan dönüşüm, Avrupa Birliği üyelik koşulları açısından incelenmiştir. Türkiye adaylık statüsü elde ettiği dönemden sonra hukukun üstünlüğü noktasında yasal ve yapısal alana taalluk eden önemli adımlar atmıştır. Ancak 2014 yılından sonra yaşanan olumsuz gelişmeler nedeniyle Avrupa Birliği Türkiye'yi eleştirmeye başlamıştır. Böylece ilerleme raporlarının ilk yıllarındaki olumlu hava, yerini yoğun eleştirilere bırakmıştır. ; 761614
YÖK Tez No: 692182 ; Realizm, Uluslararası İlişkilerin en temel sorusu olan savaşın sebebini insan doğası, güç ve çıkar kavramları ile açıklarken neorealizm ise sistem yapısı üzerinden açıklamıştır. Realist ve neorealist yaklaşımlar arasındaki en temel fark olan güç, klasik realistler için amaç iken yapısal realistler için bir araçtır. Soğuk Savaş sonrası güvenlik algısı, birey güvenliğinin ön plana çıkması, ulus devletin zayıflaması ve askeri güvenliğin öneminin azalması sonucu köklü değişimlere uğramış olsa da realist ve neorealist yaklaşımların öne sürdüğü fikirsel çerçevenin günümüzde devam ettiği görülmüştür. Klasik realizmin gerçeklikle ilgilenmesi, analiz düzeyi olarak devleti merkezi konuma alması, gücü vurgulaması ve dünya siyasetini anlamayı kolaylaştırması gibi sebeplerle gerçekçi bir teori haline gelmiştir. Ancak iki kutuplu dünya düzeninin başlaması ile Kenneth Waltz öncülüğünde sistem yapısına odaklanan yapısal realizm ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeler çerçevesinde realizm, bilimsel bir hal almış ve uluslararası ilişkilerin baskın teorisi haline gelmiştir. Bu çalışmada Cumhuriyet döneminden başlanılarak son dönemi de kapsayacak şekilde TDP, motivasyonları ve dış politika davranışları realist ve yapısal realist çerçevesinde incelenmiştir. Çalışmada Türkiye'nin son dönemde ulusal güvenliğinin bir gereği olarak gerçekleştirdiği Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) operasyonlarıyla değişen dış politika algısı ve sonrasında bunun ulusal güvenliğe yansımaları incelenmiş olup, bir taraftan dış politikada statüko devam ettirilirken diğer taraftan değişen güvenlik sorunları karşısında savunmacı bir dış politikadan saldırgan bir dış politikaya nasıl evirildiği analiz edilmiştir. ; While realism explains the cause of war, which is the most fundamental question of International Relations, with the concepts of human nature, power and interest, neorealism explains the system structure. The main difference between realist and neorealist approaches is power, while it is the aim for classical realists, it is a tool for structural realists. Although the perception of security after the Cold War has undergone radical changes as a result of the emergence of individual security, the weakening of the nation state and the decrease in the importance of military security, it has been observed that the mental framework put forward by realist and neo-realist approaches continues today. Classical realism has become a realistic theory for reasons such as its interest in reality, its centralization of the state as a level of analysis, its emphasis on power, and it makes it easier to understand world politics. However, with the start of the bipolar world order, structural realism that focused on system structure emerged under the leadership of Kenneth Waltz. Within the framework of these developments, realism has become scientific and has become the dominant theory of international relations. In this study, the Turkish foreign policy, motivations and foreign policy behaviors in the last period since the Atatürk period have been evaluated within the framework of structural realist. Turkey carried out for security purposes have been examined in the last period of TAF operations, while trying to maintain the status quo, it has been shown to follow an aggressive soft security issues in terms of changing policy.
ÖZETUmman, 1970 yılında kansız bir darbe ile iktidara geçen Sultan Kabus b. Said tarafından Monarşi ile yönetilmektedir. Coğrafi olarak bulunduğu Orta doğu'nun siyasi karmaşasından uzak bir şekilde yoluna devam etmektedir. Umman geçen yüzyıllarda Arabistan'ın güney kıyılarının yanı sıra Hindistan alt kıtası ve Afrika'da da ticari faaliyette bulunup koloniler kurmuş, bölgenin Avrupalıların etkisi altına girmesinden sonra uzun yıllar kapalı ve kısmen kendisine yeterli bir ekonomi olmuştur.1960'lı yılların ikinci yarısında bulunan petrolün 1970'lerde ihraç edilmesiyle beraber ekonomik olarak yapısal dönüşüm başlamış, petrol ekonominin temeli ve esas gelir kaynağı olmuştur. Türkiye-Umman ekonomik ilişkilerine baktığımızda ise iki ülke arasındaki ticaret hacmi, tarihi ve sosyal ilişkilere rağmen ihmal edilmiş olmakla beraber son on yılda önemli bir artış ivmesi yakalamıştır. "Tarihi Süreç İçerisinde Umman Ve Türkiye İle Ekonomik İlişkileri"konulu tez çalışmamız beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Umman'ın coğrafi durumu ve demografik bilgileri, ikinci bölümde Umman'a İslam'ın gelişi ve İmamet müessesesi, üçüncü bölümde yakın dönem Ummansiyasi yapısının oluşumu ve Sultan Kabus Bin Said'in yönetim anlayışı, dördüncü bölümde Osmanlı-Umman ilişkilerinin tarihi seyri ve bu seyirdeki nirengi noktaları, son olarak beşinci bölümde ise Umman ekonomisinin geneldurumu ve ekonomi içerisindeki başlıca sektörlerin analizi, Umman dış ticareti, Umman-Türkiye ekonomik ilişkileri ve Umman'ın üye olduğu organizasyonlar incelenmeye çalışılmaktadır. --- ABSTRACTOman, governs in a Monarchy system by Sultan Kabus B. Said who became to power with a bloodless coup in 1970. It is on its way which away from the political confusion of the Middle East, where it is geograph-ically located. Over the past centuries Oman has been dealing with trade and col-onies in India and Africa, as well as on the southern coast of Arabia and has been closed and partly in itself an adequate economy for many years after the region became influenced by Europeans. With the export of petroleum in 1970s which found in the second half of the 1960s, structural transformation has begun and petroleum be-came the basis of economy and the main source of income. When we look at the economic relations between Turkey and Oman, the trade volume between two countries, despite being neglected in spite of its historical and social relevance, it has caught a significant accelera-tion in the last decade. The name of my thesis study is "Oman in historical process and economic relations with Turkey" and consists with 5 chapters. In first chapter, geographical situation and demographic information were stud-ied. In second chapter, arrival of Islam and Imamet to Oman were ana-lyzed. In third chapter the formation of the near-term political structure of Oman and the management understanding of Sultan Kabus Bin Said were studied. In the fourth chapter, the history of the Ottoman-Oman relations and the points of the triangulation were examined. And in the last chap-ter, the analysis of the general situation of the Oman economy and the dominant sectors, foreign trade of Oman, the economic relations of Oman-Turkey and the organizations that Turkey and Oman is member were studied.
Makale son yıllarda radikal sağın Avrupa'daki hızlı yükselişini neo-liberalizmin hüküm sürdüğü aşamadaki tarihsel kapitalist sistemin büyük bir krize girdiği çağımızda bunun yansıması olarak gittikçe derinleşen Avrupa entegrasyonuna bir karşı cevap, ulusu ve ulus-devleti geri sahiplenme girişimi ve sistemi zorlama hareketi bağlamında anlamak ve açıklamak amacını taşımaktadır. Kapitalist sistem 16. yüzyıldan beri tüm yerküreye adım adım yayılırken milletlerin birer sosyal kategori olarak üretilmesinde, 19. yüzyıl ürünü olan milliyetçilik ise kapitalizmin işleyebilmesine en elverişli olacak egemen ulus-devletlerden oluşan bir dünya modeli yaratılmasında aktif rol oynamıştır. Fakat gelinen neo-liberalizm safhası bu karşılıklı çıkar ilişkisini milliyetçilik aleyhine bozmuştur. Kapitalist sistem artık ulus-devletlerin yerine ulusaşırı şirketlerin ve ulusüstü bölgesel birliklerin öne çıktığı, ulus-devletlerin egemenliklerinin olabildiğince yontularak sermayenin önündeki tüm kısıtlamaların kaldırılacağı küresel bir dünya istemekte; bu ise milliyetçiliği sistemin yeni haline karşı bir ideoloji olarak yeniden kurmaktadır. Özellikle kriz dönemlerinde milliyetçilik sermayenin kontrolünden çıkmakta ve hatta ona karşı bir tehdit haline gelmektedir. Bu nedenle modern ulus-devlete alternatif niteliğe bürünen Avrupa entegrasyonu projesi özellikle 2008 krizi sonrası etnik temelli ultra-milliyetçilik, ırkçılık, devletçilik, yabancı düşmanlığı vb. eğilimler taşıyan radikal sağı körüklemektedir. Bu bağlamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır; öncelikli olarak tarihsel kapitalist sistem ve milliyetçiliğin ilişkisinin değişimi yaşanılan yapısal dönüşümlerin etkisiyle beraber aktarılacak, ikinci bölümde Avrupa entegrasyonunun temel hatları anlatılarak neden ulus-devlete tehdit olarak yansıtıldığı açıklanacak, son olarak radikal sağın tanımı, genel ideolojik özellikleri ve politik duruşu detaylıca ele alınarak yükseliş trendi Finlandiya örneği özelinde incelenecektir. ; The article evaluates the rising radical right phenomenon in Europe recently as a quest to protect the nation and the nation-state from and a response to the deepening European integration and the economic crisis deprived from the neoliberalism phase of the historical capitalist system. Capitalist system expanding to the world step by step since the 16th century has had a role in the evolution of nations as new social 292 Uca S (2017). Avrupa'da Radikal Sağın Yükselişi ve Finlandiya Örneği. Mülkiye Dergisi, 41(1), 291-317. categories while the 19th century born nationalism has also helped to construct a world model composed of sovereign nation-states which was fundamental for the system's continuity and workability. However, this collaboration has reached a dead point when the neo-liberalism has gained a hegemonic position in the last 30 years in which transnational corporations and supra-national regional organisations are favoured rather than the nation-states whose sovereignties are eroded to open free space for the capital in today's global world. As a result, today nationalism is being recreated as an anti-system ideology in order to survive, going out of the control of the bourgeoisie and even becoming a threat to it especially in crisis times. Therefore, the European integration project which poses an alternative to the modern nation-state is fuelling the radical right movement showing ethnic-based nationalist, racist, statist, xenophobic etc. tendencies. In this regard, the article consists of three parts. Firstly, the change of the relation between the capitalism and nationalism in parallel with the effects of the structural transformations in the system will be explained. Secondly, the outline of the European integration and why it is assumed as a threat to the nationstate will be indicated. Finally, the definition of the radical right, its main ideological features and political stance will be evaluated focusing on the Finland case specifically
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ivme kazanan küreselleşme beraberinde siyasal, sosyo-kültürel ve ekonomik radikal bir dönüşümü getirmiştir. Ulus-aşırılaşan yeni düzende uluslararası sistemin geleneksel normları, değerleri, aktörleri ve gündemi çeşitlenmiş ve farklılaşmıştır. Bu yapısal dönüşüm ve gelişim, ulus-devlet sınırlarını aşan boyutlarda sivil bir mobilizasyon ağı oluşturmuş ve yeni değerleri (çok kültürlülük, liberalleşme, kamu diplomasisi gibi) sisteme taşımıştır. Devlet dışı aktörler ve ulus-ötesi topluluklar sisteme dâhil olmuş, uluslararası sistem çoğulcu bir karaktere bürünmüştür. Karşılıklı bağımlılığın artması ve küresel etkileşimin yoğunluğu hükümetler arası ve hükümetler dışı yeni birtakım aktörlerin ortaya çıkması ile sonuçlanmış, politik karar alma süreçleri karmaşıklaşmıştır. Yeni aktörler yeni sorunlarla yeni düzene dâhil olmuştur. Ulus-ötesi veya ulus-aşırı mekanizmalar ulusdevlet meşruiyetlerini sorgulamış, egemen otoritelerini aşındırmış ve politik manevra sahalarını daraltmıştır. Çoğulculaşan bu sistemin akademik alana yansıması olan ulusötesicilik yaklaşımı, yeni düzeni devlet dışı aktörlerin var olduğu, herhangi bir ulusal otoritenin kontrolünde yer almayan çok yönlü ve çok aktörlü uluslararası toplumsal ilişkiler ağı olarak tanımlar. Çok kutuplu bu yeni düzende diasporalar da kimliksel-kültürel referanslı ulus-ötesi sivil aktivist örgütler olarak ortaya çıkmıştır. Bu tez çalışmasında diasporik ulus-ötesicilik bağlamında Ermeni Diasporası'nın Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerindeki etkinliği sorgulanmaktadır. Ermeni Diasporası, ulusötesicilikbağlamında AB-Türkiye ilişkilerinde bir vaka değerlendirmesi olarak ele alınmıştır. Çalışmada görülecektir ki Türkiye'nin AB'ye entegrasyon sürecinde diasporik faaliyetler ulus-aşırı ağlar olarak etkin bir rol oynamaktadır. Çalışmanın temel amacı Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımı yolunda önemli bir sorun haline gelen Avrupa'da Ermeni diasporik lobiciliğine dair akademik alanda güncel analizlere katkı sunmaktır. --- Globalization which has been gaining momentum since the middle of the 20th century brought radical political, socio-cultural and economical changes. In this transnational new order, the international system's traditional norms, values, actors and agenda have transformed. This structural transformation has created a civil mobilisation network beyond nation-state boundaries and added new values (multiculturalism, liberalization, public diplomacy etc) to the newly created system. Non-state actors and transnational communities have emerged in the international area, therefore the international system gained a pluralistic character. The interdependence and the intensity in global interaction has made some intergovernmental and non-governmental actors more visible, and the decision-making process in domestic politics more complex. New actors with new issues have participated in the new order. Transnational or supra-national organization influenced nation-states' legitimacy, affected sovereign authorities and limited their political action scope. Transnationalism which is the academic reflection of this pluralist view describes this new system as a network of social/political relations where non-state actors exist, a sphere uncontrollable by any national or international authority. Diasporas have emerged as activist civilian organizations with their identitarian-cultural references in this multi-polar area. In the context of the diasporic transnationalism, this thesis evaluates Armenian Diaspora's effects in the relations between European Union and Turkey. Armenian Diaspora has been examined as a case in the European Union – Turkey Relations within the framework of transnationalism. The thesis argues that diasporic activities as intra-national networks effect Turkey's accession process to the European Union. The main aim of this thesis is to contribute to the analysis in the academic literature about Armenian diasporic lobbying in Europe, which has been a serious issue in the accession of Turkey to the European Union.
YÖK Tez No: 344586 ; Küreselleşme, son yıllarda dünyada yaşanan değişim ve dönüşümlerin temel hatlarını belirleyen kavram olarak etkisini birçok alanda hissettirmektedir. Küreselleşmenin tanımı ve kavramsal çerçevesinde bir fikir birliği olmasa da, farklı disiplinlerce farklı şekilde tanımlanan bir süreç olduğu kabul edilmektedir. Ekonomik, teknolojik, siyasi, ekolojik, sosyo-kültürel alanlarda çeşitli değişim ve dönüşümlerin yaşanmasına sebep olan küreselleşme olgusu, yerel yönetimleri de etkilemektedir. Küreselleşme süreci ile birlikte yerel yönetimlerin örgütlenme yapısında, hizmet sunum yöntemlerinde, katılımcı mekanizmalarda, mali yapısında, sorumluluk ve hesap verebilirlik anlayışında değişimler ortaya çıkmıştır. Küreselleşmenin demokratikleşme eğilimlerinin güç kazanması ve yerel demokrasinin vurgulanması yönünde yerel yönetimleri etkilemesi neticesinde, Yerel Gündem 21 Programı ile gündeme taşınan kent konseyleri de çalışmada yer almaktadır. Bu çalışmada, küreselleşmenin yerelde ve yerel yönetimlerde sebep olduğu değişim ve dönüşüm anlatılmaktadır. Bu kapsamda çalışma beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde ?küreselleşme?, ?yerelleşme? ve ?yerel yönetim? kavramlarına ilişkin olarak teorik ve kavramsal bir çerçeve ortaya konulmuştur. Küreselleşmenin ekonomik, teknolojik, siyasal ve sosyo-kültürel boyutları ele alınmış ve küreselleşme ile yerelleşme kavramına yönelik farklı yaklaşımlar ele alınmıştır. Tezin ikinci bölümünde küreselleşme sürecinde yerel yönetimlerin yapısal ve işlevsel dönüşümünü etkileyen yeni eğilimler incelenmiştir. Bu bölümde; küreselleşmenin ulus devlet üzerindeki etkilerine ve bununla birlikte, yerel yönetimlere olan yansımalarına değinilmiştir. Tezin üçüncü bölümünde, küreselleşme sürecindeki uluslararası yapılanmalar ve bu yapılanmaların Türkiye?deki yerel yönetimlere yansımaları incelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünde; küreselleşme sürecinde yerel yönetimlerde oluşan yeni eğilimler çalışılmakta, Yerel Gündem 21, sürdürülebilir kalkınma ve kent konseylerinden bahsedilmektedir. Tezin beşinci ve son bölümünde, küreselleşme sürecinde yerel demokrasi ve kent konseyleri bağlantısı incelenmiştir. ; Globalization, as the concept of basic outlining of changes and transformations in the world in recent years, has a noticeable impact in many areas. Though there isn?t a consensus about the definition and conceptual framework of globalization, it is assumed that is a defined process in different ways by different disciplines. The phenomenon of globalization is a cause of various changes and transformations in economic, technological, political, ecological, and socio-cultural areas and affects to the local governments. The changes about local governments have emerged as well as the organization structure of its and the methods of service delivery, participatory mechanisms, financial structure, the understanding of responsibility and accountability. Globalization affected to the local governments by the way of local democracy. As a result of carrying the agenda of the Local Agenda 21 Program, city councils are located in the study. The changes and transformations which caused by the globalization are explained in this study. In this context, the study consists of five sections. The theoretical and conceptual framework of ?globalization?, ?localization? and ?local government? put forward in the first section. The economic, technological, political, and socio-cultural dimensions of globalization are discussed and put forward different approaches to the concept of globalization and decentralization. In the second part of thesis, the new trends are examined which affected the structural and functional transformation of local governments during globalization process. The effects of globalization on the nation state, and with it, the reflections of local governments are mentioned in this section. The international structures during the process of globalization and the reflections of these structures to the local governments in Turkey are examined in third part of thesis. The new trends in local governments during the process of globalization have studied and the Local Agenda 21, sustainable development and city councils have mentioned in fourt section of the study. The relation between city councils and local democracy during the process of globalization is focused on the fifth and final part of the thesis.
Kuraklık, küresel iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin bozulması gibi nedenlerle artan gıda yetersizliği, günümüz dünyasında 821 milyondan fazla insanın yetersiz beslenme sorunu, 90 milyondan fazla çocuğun tehlikeli derecede zayıflık yaşamasına ve her yıl binlerce kişinin yoksulluğa bağlı nedenlerle ölmesine neden olmaktadır. Beslenme ihtiyacının insanoğlunun en önemli ve hayati ihtiyacı olması her ülkenin tarımsal üretime özel bir önem vermesine yol açmaktadır. Bu önemin farkında olan Avrupa ülkeleri günümüzde Avrupa Birliği (AB) olarak adlandırılan ekonomik ve siyasi entegrasyon hareketini başlatırken tarım sektörüne yönelik politikaları Ortak Tarım Politikaları (OTP) adı altında diğer tüm ekonomik faaliyetlerden ayrı bir politika alanı olarak ele almışlardır. Bu önemine istinaden AB'nin başlangıcından itibaren yaptığı bütçe harcamalarının ortalama olarak yarısından fazlası daima bu politikalara ayrılmıştır. AB'nin tarıma sağladığı bu korumacı ayrıcalık zaman içerisinde AB üyesi İspanya gibi birçok ülkeyi tarımsal üretim alanında dünyanın sayılı ülkeleri haline getirirken Polonya gibi yapısal sorunları çok fazla olan yeni üye ülkelerin de yapısal dönüşüm geçirerek tarımsal üretim ve verimliliklerini artırmasını sağlamıştır. Geçmişten bu yana dünyanın sayılı tarım ülkelerinden birisi olan Türkiye'de 1930'lardan itibaren tarım sektörünü destekleyen politikalar uygulamasına karşın değişen dünya koşulları ve 2000'lerde kronikleşen yapısal sorunlarına bağlı olarak ihracatçı kimliğini kaybetme noktasına gelmiştir. Yapılan araştırmalar, Türk tarımının destekleme politikalarına rağmen gerilediğini buna karşın İspanya, Polonya, Litvanya, Letonya, Bulgaristan gibi ülkelerin ise OTP kaynakları ve reformları sayesinde tarımsal alanda önemli ilerlemeler kaydettiğini ortaya koymaktadır. Türk tarımının gerileme yaşadığı günümüzde AB üyeliğinin Türk tarımına önemli kazanımlar sağlayacağı düşünülmektedir. Ancak öte yandan AB tarafı ise Türk tarımının OTP için ağır yüklere yol açacağını düşünerek bu noktada çekinceli hareket etmektedir. Bu araştırmada AB'nin en önemli ortak politikalarından birisi olan OTP ve Türkiye'deki mevcut tarımsal destekleme politikaları ile AB'nin OTP kapsamında İspanya ve Polonya'ya sağladığı tarımsal desteklerin etkileri incelenmiştir. Araştırma hipotezlerinde Türkiye'nin tarımda korumacı olup olmadığı, Türkiye'nin uyguladığı tarımsal desteklerin İspanya ve Polonya'ya sağlanan OTP destekleriyle kıyaslaması, Türkiye'nin üyeliğinin AB'ye bir ek yük getirip getirmeyeceği ve Türkiye'nin AB gıda güvenliğine ekstra bir katkı sağlayıp sağlamayacağı yönünde sorgulamalar yapılmıştır. Araştırmada Türkiye için veriler ilgili bakanlıklar ve resmi kurumların yayın ve raporlarından derlenirken Polonya ve İspanya ile ilgili veriler ise AB'nin ilgili kurumlarının yayın ve raporlarından derlenmiştir. Elde edilen verilerin tablo ve grafiklere dayalı olarak karşılaştırması yapılarak sonuçlara ulaşılmıştır. Bu araştırmada elde edilen bulgular, Türk tarımının ileri sürüldüğü ölçüde desteklenmediğini, sektöre sağlanan tarımsal desteklerin OTP kapsamında İspanya ve Polonya tarımına sağlanan desteklerin çok altında olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun yanında AB'nin üyelere sağladığı OTP desteklerinin Türkiye'nin bütçeden tarıma ayırdığı desteklere göre çok yüksek olduğu ve AB üyeliği durumunda Türkiye'nin OTP'ye ek bir yük getirmeyeceği görülmektedir. Son olarak ise AB standartlarına göre çok daha düşük desteklemelerle hala dünyanın en önemli tarım ülkelerinden birisi olma özelliğini koruyan Türkiye'nin İspanya, Polonya gibi ülkelerin tarımına sağlanan kaynaklara kavuşması durumunda AB tarım arz güvenliği için en önemli ülkelerden birisi olabileceğini söylemek mümkündür. --- Drought, global climate change, the increase in inadequacy of nutrition because of such reasons like degradation of bio diversity, the problem of malnutrition of more than 821 million people in today's World have caused children, more than 90 million, to experience dangerous weakness and the death of thousands of people due to the reasons of poverty every year . As the most and essential need for humanbeing, Nutrition has caused the countries to attach particular importance to agricultural production. The European Countries,aware of this importance, deal with the policy toward agricultural sector under the name of Common Agricultural Policy , a policy area apart from all the other economic activities ,when initiating the economic and political integration movement called Europion Union (EU) today. Referring to this importance the EU has always allocated fund from the half of the bugdget,for these policies from the beginning. This protective policy of EU for agriculture, has provided the new member countries, which have too much structural problems like Poland, to increase agricultural output and productivity by having structural transformation, while it has made many EU member countries like Spain one of the few countries in the World,in the area of agricultural production. As one of the few agriculture countries of World from the history, Turkey has came to a losing point for exporting country identity, depending on the change of World conditions and the structural problems which have became chronic in 2000s, despite the practices of policies supporting the agriculture sector from 1930s. Reserches have revealed the Turkish Agriculture stands back despite the supportive policies, however, the countries like Spain,Lithuania, Latvia, Bulgaria have made majör progress in the area of agriculture thanks to the source of CAP(Common Agricultural Policy) and their reforms. It has been thought that EU membership will make important achievements to Turkish Agriculture. However, on the other side EU acts hesitatingly thinking the Turkish agriculture will give heavy-duty to CAP. In this research, it has been studied on the most important policies of EU called CAP and the effects of the agriculture supports the EU has provided to Spain and Poland as part of CAP with the existing agricultural supports in Turkey. On the hypothesis of research, It has been examined if Turkey is protectionist in agriculture or not the membership of Turkey will bring heavy duty to EU or not, Turkey will contribute to EU food safety or not, and the agricultural supports ,which Turkey performs, are enough campared to the CAP supports for Spain and Poland. İn the research, the data related to Poland and Spain has been compiled from the publishings and reports of relevant institutions of EU while it has been compiled from the publishings and reports of relevant ministry and government agencies for Turkey. It has been concluded by making comparisons of the obtained datas based on charts and graphics. Findings, obtained from this study have revealed that the Turkish Agriculture isn't supported as it is claimed, the Agricultural supports provided for the sector are for below the funds which the CAP intends for Spain and Poland. Besides, it has been seen that, the CAP supports, EU provides to the members are a lot more than the supports Turkey provides for the Agriculture and the membership of Turkey brings no special heavy duty to CAP. Consequently, It is possible to say that Turkey, which is one of the most important agriculture country in the World although there is far less support compared to EU standarts. Will be one of the most significant countries for the EU agriculture security of supply if it reaches the funds of the countries like Spain and Poland which are supported for agriculture.
Kuraklık, küresel iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin bozulması gibi nedenlerle artan gıda yetersizliği, günümüz dünyasında 821 milyondan fazla insanın yetersiz beslenme sorunu, 90 milyondan fazla çocuğun tehlikeli derecede zayıflık yaşamasına ve her yıl binlerce kişinin yoksulluğa bağlı nedenlerle ölmesine neden olmaktadır. Beslenme ihtiyacının insanoğlunun en önemli ve hayati ihtiyacı olması her ülkenin tarımsal üretime özel bir önem vermesine yol açmaktadır. Bu önemin farkında olan Avrupa ülkeleri günümüzde Avrupa Birliği (AB) olarak adlandırılan ekonomik ve siyasi entegrasyon hareketini başlatırken tarım sektörüne yönelik politikaları Ortak Tarım Politikaları (OTP) adı altında diğer tüm ekonomik faaliyetlerden ayrı bir politika alanı olarak ele almışlardır. Bu önemine istinaden AB'nin başlangıcından itibaren yaptığı bütçe harcamalarının ortalama olarak yarısından fazlası daima bu politikalara ayrılmıştır. AB'nin tarıma sağladığı bu korumacı ayrıcalık zaman içerisinde AB üyesi İspanya gibi birçok ülkeyi tarımsal üretim alanında dünyanın sayılı ülkeleri haline getirirken Polonya gibi yapısal sorunları çok fazla olan yeni üye ülkelerin de yapısal dönüşüm geçirerek tarımsal üretim ve verimliliklerini artırmasını sağlamıştır.Geçmişten bu yana dünyanın sayılı tarım ülkelerinden birisi olan Türkiye'de 1930'lardan itibaren tarım sektörünü destekleyen politikalar uygulamasına karşın değişen dünya koşulları ve 2000'lerde kronikleşen yapısal sorunlarına bağlı olarak ihracatçı kimliğini kaybetme noktasına gelmiştir. Yapılan araştırmalar, Türk tarımının destekleme politikalarına rağmen gerilediğini buna karşın İspanya, Polonya, Litvanya, Letonya, Bulgaristan gibi ülkelerin ise OTP kaynakları ve reformları sayesinde tarımsal alanda önemli ilerlemeler kaydettiğini ortaya koymaktadır.Türk tarımının gerileme yaşadığı günümüzde AB üyeliğinin Türk tarımına önemli kazanımlar sağlayacağı düşünülmektedir. Ancak öte yandan AB tarafı ise Türk tarımının OTP için ağır yüklere yol açacağını düşünerek bu noktada çekinceli hareket etmektedir. Bu araştırmada AB'nin en önemli ortak politikalarından birisi olan OTP ve Türkiye'deki mevcut tarımsal destekleme politikaları ile AB'nin OTP kapsamında İspanya ve Polonya'ya sağladığı tarımsal desteklerin etkileri incelenmiştir. Araştırma hipotezlerinde Türkiye'nin tarımda korumacı olup olmadığı, Türkiye'nin uyguladığı tarımsal desteklerin İspanya ve Polonya'ya sağlanan OTP destekleriyle kıyaslaması, Türkiye'nin üyeliğinin AB'ye bir ek yük getirip getirmeyeceği ve Türkiye'nin AB gıda güvenliğine ekstra bir katkı sağlayıp sağlamayacağı yönünde sorgulamalar yapılmıştır. Araştırmada Türkiye için veriler ilgili bakanlıklar ve resmi kurumların yayın ve raporlarından derlenirken Polonya ve İspanya ile ilgili veriler ise AB'nin ilgili kurumlarının yayın ve raporlarından derlenmiştir. Elde edilen verilerin tablo ve grafiklere dayalı olarak karşılaştırması yapılarak sonuçlara ulaşılmıştır. Bu araştırmada elde edilen bulgular, Türk tarımının ileri sürüldüğü ölçüde desteklenmediğini, sektöre sağlanan tarımsal desteklerin OTP kapsamında İspanya ve Polonya tarımına sağlanan desteklerin çok altında olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun yanında AB'nin üyelere sağladığı OTP desteklerinin Türkiye'nin bütçeden tarıma ayırdığı desteklere göre çok yüksek olduğu ve AB üyeliği durumunda Türkiye'nin OTP'ye ek bir yük getirmeyeceği görülmektedir. Son olarak ise AB standartlarına göre çok daha düşük desteklemelerle hala dünyanın en önemli tarım ülkelerinden birisi olma özelliğini koruyan Türkiye'nin İspanya, Polonya gibi ülkelerin tarımına sağlanan kaynaklara kavuşması durumunda AB tarım arz güvenliği için en önemli ülkelerden birisi olabileceğini söylemek mümkündür. --- Drought, global climate change, the increase in inadequacy of nutrition because of such reasons like degradation of bio diversity, the problem of malnutrition of more than 821 million people in today's World have caused children, more than 90 million, to experience dangerous weakness and the death of thousands of people due to the reasons of poverty every year .As the most and essential need for humanbeing, Nutrition has caused the countries to attach particular importance to agricultural production. The European Countries,aware of this importance, deal with the policy toward agricultural sector under the name of Common Agricultural Policy , a policy area apart from all the other economic activities ,when initiating the economic and political integration movement called Europion Union (EU) today. Referring to this importance the EU has always allocated fund from the half of the bugdget,for these policies from the beginning. This protective policy of EU for agriculture, has provided the new member countries, which have too much structural problems like Poland, to increase agricultural output and productivity by having structural transformation, while it has made many EU member countries like Spain one of the few countries in the World,in the area of agricultural production.As one of the few agriculture countries of World from the history, Turkey has came to a losing point for exporting country identity, depending on the change of World conditions and the structural problems which have became chronic in 2000s, despite the practices of policies supporting the agriculture sector from 1930s. Reserches have revealed the Turkish Agriculture stands back despite the supportive policies, however, the countries like Spain,Lithuania, Latvia, Bulgaria have made majör progress in the area of agriculture thanks to the source of CAP(Common Agricultural Policy) and their reforms.It has been thought that EU membership will make important achievements to Turkish Agriculture. However, on the other side EU acts hesitatingly thinking the Turkish agriculture will give heavy-duty to CAP. In this research, it has been studied on the most important policies of EU called CAP and the effects of the agriculture supports the EU has provided to Spain and Poland as part of CAP with the existing agricultural supports in Turkey. On the hypothesis of research, It has been examined if Turkey is protectionist in agriculture or not the membership of Turkey will bring heavy duty to EU or not, Turkey will contribute to EU food safety or not, and the agricultural supports ,which Turkey performs, are enough campared to the CAP supports for Spain and Poland. İn the research, the data related to Poland and Spain has been compiled from the publishings and reports of relevant institutions of EU while it has been compiled from the publishings and reports of relevant ministry and government agencies for Turkey. It has been concluded by making comparisons of the obtained datas based on charts and graphics. Findings, obtained from this study have revealed that the Turkish Agriculture isn't supported as it is claimed, the Agricultural supports provided for the sector are for below the funds which the CAP intends for Spain and Poland. Besides, it has been seen that, the CAP supports, EU provides to the members are a lot more than the supports Turkey provides for the Agriculture and the membership of Turkey brings no special heavy duty to CAP. Consequently, It is possible to say that Turkey, which is one of the most important agriculture country in the World although there is far less support compared to EU standarts. Will be one of the most significant countries for the EU agriculture security of supply if it reaches the funds of the countries like Spain and Poland which are supported for agriculture.
Tarihte gerçekleşmiş teknolojik devrimler arasında en büyük sosyal ve kültürel değişiklikleri meydana getiren ve kendini sürekli artan bir hızla yenilemeyi sürdüren, dijital devrim olmuştur. Egemenliğin bileşenlerinden olan siyasal iktidar da insan yaşamındaki ve paradigmasındaki bu global ölçekli ve bütüncül değişime karşı kayıtsız kalamamaktadır. Dijital devrimin siyasal iletişim ve siyasal katılım alanındaki katkılarının anayasal fonksiyonları yerine getiren kişi ile kurumlar üzerinde de etki yaratması beklenmekte ve hâlihazırda gözlemlenmektedir. Bunun yanında yurttaşlar da kolektif karar alma süreçlerine etki edebilecek yeni teknolojik olanakları gözlemleyerek artık daha aktif katılımcılar olabileceklerini düşünmekte ve hatta çoğu zaman kamusal kararlara doğrudan yön verebileceklerine inanmaktadır. Bu makale, yasama ve yürütme organlarının yapısının ve işleyişinin bilişim teknolojilerindeki gelişmeler ile birlikte dönüşümünü incelemeyi amaçlamaktadır. Bu dönüşüm incelenirken aynı zamanda bilişim teknolojilerinin siyasal iktidarın kullanılmasına ve denetlenmesine yurttaşları dâhil etme biçimine de değinilecektir. Çalışma boyunca Türkçe ve İngilizce literatürün yanı sıra karşılaştırmalı hukuktan uygulamalı örneklere de başvurulacaktır. ; Among all technological breakthroughs that the history has seen, the digital revolution is the one that has led to the largest social and cultural alternation and maintained a constantly accelerating self-renewal. Political power as a component of sovereignty also fails to ignore this holistic shift in human life and paradigm. It is expected and already observed that the contribution made by the digital revolution to political communication and political participation is soon to have an impact on the persons and institutions practicing the constitutional functions as well. At the same time, citizens, as they observe the new technological opportunities that may affect collective decision-making processes, assume that they can become more active participants and often believe that they can dominate public decisions. This paper aims to examine the structural and functional transformation of the legislative and executive bodies along with the developments in information technologies. At the same time, it will be explained how information technologies support citizens' participation in processes of enjoying and controlling the political power. Besides applied examples from comparative law, references will also be made to the reviewed literature in Turkish and in English throughout the study.
Kapitalizmin türlerine ilişkin literatür gelişmiş kapitalist uluslara odaklanır ve ülke içi ve uluslar arası yapısal güçler tarafından şekillenen zengin kapitalist çeşitliliği kapsamına almada başarısız olur. Bu çalışma bu nedenle mukayeseli politik ekonomi ve kalkınmacı devlet teorisi olarak adlandırılan iki yaklaşımı sentezleyen alternatif bir analiz geliştirmektedir. Gelişmeyi devlet müdahalesi ile ilişkilendiren bu analize göre devlet, işgücü ve iş adamlarını bir araya getiren kurumsal yapı ve bu toplumsal aktörlerin nisbi gücü ülkelerin iktisadi performansının açıklanmasında önemlidir. Ampirik düzeyde bu çalışma, Türkiye'de kapitalizmin tarihsel dönüşümünü araştırmaktadır. Neoliberal çağda Türkiye kapitalizminin devlet kapitalizminden hibrid bir kapitalizm türüne doğru nasıl evrildiğini araştırmaktadır ve bu analiz dikkate değer iki sonucu açığa çıkarır. Birincisi, tüm uluslar tek bir iktisadi gelişme yörüngesine doğru yakınsamaz ve kapitalizm farklı zaman ve mekanlarda gelişen karmaşık sosyo-ekonomik bir düzendir. İkincisi, farklı politika aşamaları arasında yüksek derecede bir süreklilik söz konusudur. Değişim ve sürekliliğin bir arada bulunması gelişme sürecinde farklı kurumlar ve çıkarlar arasındaki uyuşmazlıklardan kaynaklanmaktadır. ; The literature on varieties of capitalism focus on advanced capitalist nations and fail to incorporate the rich variety of new forms of capitalism, which shaped by domestic and international structural forces in emerging market economies. Therefore, this thesis develops an alternative analysis by combining two approaches, namely comparative political economy and developmental state theory. According to this analysis, which links development to state intervention, institutional structure that links state, labour and business and the relative strength of this social actors are important for explaining economic performances which various countries experience. At the empirical level this study explores historical transformation of capitalism in Turkey. It investigates how Turkish capitalism has evolved from state capitalism to a hybrid variety of capitalism in the neoliberal era and this analysis reveals two significant outcomes. First, all nations don't convergence to a single development path and capitalism is a complex socio-economic order that has developed at different places and times. Second, this clearly implies that there is a high degree of continuity between the different policy phases. The coexistence of this continuity and change arise from conflicts between different interests and institutions in development process.