ÖZETAyrımcılık uzun yıllardır tüm dünyada yoğun olarak çalışılmakta olup hemsosyal yaşamda hem de akademide önemli bir konu haline gelmiştir. Yüz yıldırayrımcılığın her boyutu ile ilgili araştırmalar akademik manada yapılıyor dahi olsagünümüzde "farklı" olanlara yönelik olumsuz tutumlar ve ayrımcılık yoğun birşekilde devam etmektedir. Her ne kadar farklılıklar gerek hukukun gerekse eğitimsisteminin içinde devletlerce toplumsal bir sorun olarak ele alınsa da bir grup ya dazümre gücü elinde bulundurduğu sürece hiyerarşide tepede olma isteği süreceğidüşünülmektedir.Bu çalışmada göz izleme teknolojisi ile işe alım sürecinde dezavantajlıgruplara yönelik olumsuz örtük tutumların göz hareketleri üzerinden niyetler vekarar verme süreçleri incelenmiştir. Yapılan çalışmada işe alım uzmanlarınınözgeçmişlerde yer alan üyelik bilgisine özgeçmişin diğer bölümlerine nazarandaha fazla dikkat ettiği, bakma süresinin daha fazla olduğu, karar verme sürecindebu üyelik bilgisinin doğrudan etkili olduğu saptanmıştır. Diğer bir sonuç ise işeiialım uzmanlarının dezavantajlı grup üyeliği olan özgeçmişlerin kariyer ve eğitimbilgileri ne kadar "iyi ve yeterli" olursa olsun sosyal kimliğin tecrübe ve eğitimdendaha önce geldiği, işe alım kararı verilirken bunu göz önünde bulundurdukları veson olarak da olumsuz olarak algılanan kimliğimizin diğer "iyi" olanözelliklerimizin yeterlilik algılarını da düşürdüğü saptanmıştır.Tüm bu karar verme süreçlerinde bilinçdışı güdülerimizin davranışlarımızve tercihlerimiz üzerinde farkında olmadan etkisinin olduğu, dolayısıyla daha adilve hümanist bir dünya için bilinçdışı eğilimlerimizin, zayıflıklarımızın vefarkındalık düzeyimizin üzerine gidilmesinin, ayrımcılıkla mücadele konusundafayda sağlayacağı düşünülmektedir.ABSTRACTDiscrimination has been intensively studied for many years all over theworld and has become an essential part both in social life and academic studies.Even though many scientific studies have been conducted for a century now, thenegative attitudes and discrimination towards the 'different' ones still intensivelyexist.Throughout the centuries, despite the studies in every aspects ofdiscrimination in ongoing researches the negative attitudes and discriminationtowards who are "different" continues profoundly.Although such 'differences' are considered as a social problem by the lawand education systems of governments, it is believed that the desire of being on thetop of the hierarchy would be in existence as long as a group or group power holdsthis place.In this study, negative implicit attitudes ,uch as intention and decisionprocess towards disadvantaged group members during recruitment process areexamined based on eye tracking technology.ivIt was determined that the recruiters showed more attention to themembership information more than other parts of the personal background. Theyalso spend much more time on this part. As a result of this, it has been found thathe membership information directly affects the decision making process.Another result is that despite of the good and sufficient career andeducation information, social identity comes before experience and education dueto recruiters' attitude when the applicants have a membership in a disadvantageousgroups. This situation has an effect on the recruitment decision. Consequently, ithas been found that our negative perceived identity reduces our qualificationperceptions of our other "good" features.It is thought that in all these decision-making processes our unconsciousminds unintentionally affects our behaviors and our preferences. Accordingly for amore equitable and humane world, to work on our unconscious tendencies towardsour weaknesses and our level of awareness would strengthen the fight againstdiscrimination.
Neoliberalism has become a mainstream economy by spreading to the world with the effect of globalization since 1980s. The neoliberal hegemony has been formed within the European Union through the mechanisms, criteria and restrictions affecting the monetary and fiscal policies of the member states during the integration process since the establishment of the European Union. The support of the transnational capitalist class is undeniably important in terms of formation of the neoliberal hegemony. However, the global crisis, which emerged in U.S. in 2008 and resulted in debt crisis in Europe, caused the neoliberal hegemony in the European Union to shrink and lose its effect. Within the scope of the fight against the global financial crisis, the insistence of neoliberal policies that did not bring any solutions, the negative impact of the austerity programmes imposed on the countries on the economic issues affecting the welfare level of Europeans, the failure to develop solution-oriented alternative policies and the decision of Britain to leave led the European Union to an existential crisis in the context of neoliberal hegemony crisis. With the decrease in strong belief of social powers supporting the European Union project, the repressive aspect of the hegemony emerged and the neoliberal policies which have become increasingly authoritarian have been implemented in many European countries.In this context, the discourse of racism and xenophobia, which emerged with the rise of far-right parties, contradicted the key values that the European Union has advocated since the establishment of the European Union and fueled the debate about the future of neoliberal hegemony in the European Union. The main purpose of the study is to contribute to the literature on the concepts of hegemony, neoliberalism and European debt crisis, to understandthe formation of neoliberal hegemony in the European Union from a historical perspective, the neoliberal hegemony crisis following the European debt crisis, the evolution of neoliberal hegemony to authoritarian neoliberal hegemony in the post-crisis period and to reveal the possible scenarios for the future of neoliberal hegemony. The study is limited to a European Union-specific review of the impact of the crisis on neoliberal hegemony based on the global financial crisis. Three possible scenarios for the future of neoliberal hegemony are; the re-establishment of neoliberal hegemony by abandoning the authoritarian neoliberalism, the end of neoliberal hegemony as a result of further authoritarianism and the re-establishment ofneoliberal hegemony by creating a fiscal union as well as the monetary union. ; Neoliberalizm, 1980'lerden itibaren küreselleşmenin de etkisiyle tüm dünyaya yayılarak ana-akım iktisat haline gelmiştir. Avrupa Birliği'nin kuruluşundan bugüne kadarki bütünleşme sürecinde de gerek oluşturulan mekanizmalar gerekse de üye ülkelerin para ve maliye politikalarına etki eden kriterler ve kısıtlamalar aracılığıyla Avrupa Birliği içerisinde bir neoliberal hegemonya inşa edilmiştir. Neoliberal hegemonyanın oluşumundaulusötesi kapitalist sınıfın desteği yadsınamayacak derecede önemli bir paya sahiptir. Ancak 2008 yılında Amerika'da ortaya çıkarak Avrupa'yı borç krizine sürükleyen küresel kriz, Avrupa Birliği içerisindeki neoliberal hegemonyanın giderek daralıp etkisini yitirmesine sebep olmuştur. Krizle mücadele kapsamında çözüm getirmeyen neoliberal politikalarda ısrar edilmesi, ülkelere dayatılan kemer sıkma programlarının Avrupalıların refah düzeyine etki eden iktisadi konulara olan olumsuz etkisi, çözüm odaklı alternatif politikaların geliştirilememesi ve İngiltere'nin ayrılma kararı Avrupa Birliği'ni neoliberal hegemonya krizi bağlamında varoluşsal bir krize sürüklemiştir. Avrupa Birliği projesine destek veren sosyal güçlerin desteğinin azalması ile hegemonyanın baskıcı yönü ortaya çıkmış ve birçok Avrupa ülkesinde giderek otoriterleşen neoliberal politikalar uygulanmıştır. Bu kapsamdaaşırı sağ partilerin yükselişi ile birlikte ortaya çıkan ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi söylemlerAvrupa Birliği'nin kuruluşundan itibaren savunduğu temel değerler ile çelişmiş ve Avrupa Birliği'ndeki neoliberal hegemonyanın geleceğine ilişkin tartışmaları alevlendirmiştir. Bu çalışmanın temel amacı hegemonya, neoliberalizm ve Avrupa borç krizi kavramlarına ilişkin yazına katkı sağlamanın yanı sıra, Avrupa Birliği'ndeki neoliberal hegemonyanın oluşumunu, Avrupa borç krizini takiben neoliberal hegemonyanın krizini ve kriz sonrası dönemde neoliberal hegemonyanın otoriter neoliberal hegemonyaya evrimini tarihsel bir perspektiften incelemek ve neoliberal hegemonyanın geleceğine dair muhtemel senaryoları ortaya koymaktır. Çalışma, küresel finansal krizden yola çıkarak krizin neoliberal hegemonya üzerindeki etkisine ilişkin Avrupa Birliği özelinde bir inceleme ile sınırlandırılmıştır. Çalışma ile neoliberal hegemonyanın geleceğine ilişkin olarak ortaya konulan üç muhtemel senaryo; otoriter neoliberalizmden vazgeçilerek neoliberal hegemonyanın yeniden tesis edilmesi, daha da otoriterleşilmesi sonucunda neoliberal hegemonyanın sona ermesi ve parasal birliğin yanı sıra mali birliğin de sağlanması suretiyle neoliberal hegemonyanın yeniden tesis edilmesi şeklindedir.
Germany, as the leading member of the EU, has federal administrative system and the lander have a great autonomy compared to regional governments in the unitary member states. Yet, by means of the welfare state policies in the 1960's, the federal government exercised an increasing power over the lander. Moreover, as a consequence of European Union's state oriented approach, the lander could not participate EU's decision making processes influentially. In order to make a change in this framework and create a fertile sphere within EU for the participation of sub state actors, they insistently proposed some fundamental policy shifts, and their proposals later became EU official policy, so they pioneered for the emergence of deeply rooted EU regional policies. Furthermore, the lander have an undeniable impact upon the development of regional administration in the unitary member states. ; AB'nin en etkili üyelerinden olan Almanya federal bir yönetim modeline sahiptir ve bu modelin gereği olarak federe yönetimlerin geniş bir serbestisi vardır. Ancak özellikle 1960'larda refah devleti yönündeki uygulamalar federal yönetimin merkeziyetçi temayüllerini güçlendirmiştir. Buna ilaveten AB'nin devlet merkezli yaklaşımından dolayı, federe yönetimlerin başlangıçta AB süreçlerine aktif olarak katılamamaları da federe yönetimlerin konumlarını zayıflatmaktaydı. Federe yönetimler ise bu şartlar altında yetki alanlarının daraltılmaması için bir yandan federal yönetimle mücadele ederken diğer yandan AB dâhilinde oldukça etkili çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalar sonucunda kendilerine daha geniş bir faaliyet alanı açmanın ötesinde AB'nin bölgesel politikalarının şekillenmesinde etkin rol oynadıkları gibi üniter üye ülkelerdeki bölgesel yönetimlerin gelişmesine de önemli katkı da bulunmuşlardır.
Text in English; Abstract: English and Turkish ; Includes bibliographical references (leaves 95-98) ; xvi, 106 leaves ; Turkey, one of the most rapidly growing emerging market, is a heaven for investors with young population, dynamic private sector, and liberalised financial markets. In this respect, the question of "Why does the Turkish economy always face with either a crisis or a program for guiding her out of a crisis?", comes to minds. In the analysis period of this research, the Turkish economy has experienced with two major crisis in 1994 and 2000, which are called as "balance of payment crisis". In the period, before 1994 crisis had happened, although the tight monetary and fiscal policies were supposed to be implemented, neither of them were successfully executed. In the final crisis, Turkey launched a comprehensive and consistent disinflation program at the beginning of 2000 in order to stabilise the economy, which resulted as the abondenment of the crawling peg exchange rate regime- the anchor of the International Monetary Fund (IMF)- drawn back the economic reform program, brought instant and massive market devaluation, souring inflation, and tumbling financial markets. Today, Turkish government aim is to keep the window of Turkey open to all investors and widen it enough to ensure that the government meets its borrowing requirements, banks make profit in subsidising the government while the rest of the economy continues to function with reasonable rates on loans and attractive interest on deposits in order to proper functioning of the economy. This research makes a brief survey on the relationship between financial system, particularly in capital markets and economic crisis, in order to give a general background for the role of capital market in the case of Turkey by taking main macroeconomic indicators as the leading variables and their effects on ISE as the coincidental. In the first part of the research, the emerging history of Turkish Republic is viewed for making clear the path, which Turkey followed as a developing country. In addition, the development of financial markets in Turkey is historically reviewed. After this introductory information, the effects of the deregulation and industrialisation are discussed. The discussion reflects the impacts of liberalisation upon the Turkish economy and financial markets. In the second part of this research, 1994 crisis is explained, the most severe crisis ever lived in Turkey of all times. This part continues with the chronology of the 1994 crisis and is followed by economic indicators in terms of results of the economic crisis. In the third part of this research, Turkey's problems remained the same including the high inflation rate. Turkish economy was launched a comprehensive and consistent disinflation program again. This part is followed by January 2000 and February 2001 crisis, which became as the most severe and destructive crisis ever lived in Republic of Turkey's history, worse than 1994 crisis, and resulted as another burden on Turkish economy. In the fourth part of this research, Turkish Capital Markets' development is reviewed particularly and ISE is considered for the assessment of the role of the development of Turkish Capital Markets. Current part is followed by the condition of ISE during the period 1994 through 2000, including movements in the size and the volume of market with major events of daily market environment. In the last part of this research, both crises are examined by using the financial instruments' returns in comparison with the ISE, the most efficient capital market of Turkey. Interest rates, T-Bill, foreign exchange market, money supply, and industrial production monthly returns are considered for plotting the analysis successfully on the ISE. In addition, for determining the relation between the ISE and other variables one-by-one, each of these returns are graphed. According to the results of graphs, the relation between 1994 and 2000 crises are brought into open and the reasons for 2000 crisis' getting longer than 1994 crisis are tried to be achieved. Relevant data and information have been obtained from several books and public sources such as company document press releases' annual reports, governments' statistics, databases, especially Proquest, and finally state's official web-sites and organisations' web-sites for periodic data which has been cross checked and correlated with statistics issued by the several organisations. Finally, it should be noted that, the capital markets is the most important arm of financial sector for Turkey. The future of capital markets in Turkey are highly interrelated with the stabilisation and the development in the entire economy. A better comprehension of the economic development and stabilisation package after the crisis helped public to understand the vital importance of entire capital markets. ; Türkiye genç nüfusu, dinamik özel sektör yatırımları, ve liberalleşmiş finansal piyasalarıyla, hızla büyüyen ve gelişmekte olan pazarlardan biri olarak yatırımcılar açısından cazibesini korumaktadır. Bu bağlamda, " neden Türk ekonomisi sıklıkla finansal krizlere maruz kalarak krizle baş etme programlarıyla karşı karşıya geliyor? "sorusu akıllara geliyor. Çalışmanın analiz dönemleri, 1994 ve 2000 yıllarında Türkiye'nin maruz kaldığı "ödemeler dengesi krizleri" olarak adlandırılan 2 büyük krizi kapsamaktadır, 1994 krizi öncesinde gerçekleşen krizlerde sıkı para ve mali politikaları uygulanmaya çalışıldı ancak başarılı sonuçlar alınamadı. Son yaşanan krizde, Türkiye ekonomiyi istikrara ulaştırabilmek için dalgalı kur rejimini bırakarak 2000 yılı başında kapsamlı ve tutarlı enflasyonla mücadele programı başlattı, Türkiye bant içinde dalgalanma rejimi uygulamaya başlamıştır. Ancak yaşanan 2001 kriziyle ekonomik reform programı geri çekilmiş devalüasyon yaşanmış ve finansal piyasalar dalgalanmıştır. Kriz sonrasında Türkiye dalgalı kur rejimine geçtiğini duyurmuştur. Bugün, Türk hükümetinin amacı, Türkiye'nin penceresini tüm yatırımcılara açık tutmak ve olabildiğince genişletmek bu sayede hükümet borçlanma gereksinimlerini giderirken, bankalar devleti sübvanse ederek kazanacaklar, ekonominin geri kalanı makul kredi düzeyinden faydalanırken, mevduat faizi kazanmak cazip hale gelebilecektir. Bu çalışma, finansal sistemle sermaye piyasaları arasında yaşanan mali krizlerin incelemesi üzerinedir, Türkiye'deki sermaye piyasasının rolünün incelenmesi başlıca makroekonomik göstergeleri kullanarak değişkenlerin İMKB üzerindeki tesadüfi etkileri gösterilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın birinci bölümünde, Türkiye Cumhuriyet'inin gelişmekte olan bir ülke olarak izlediği yolu açıklamakla başlamak gerekiyor. Bu duruma ek olarak, Türkiye'deki finansal piyasaların gelişimi de tarihsel olarak gözden geçirilmiştir. Başlangıç bilgilerden sonra, fiyat serbestisi ve sanayileşme etkileri tartışılmıştır. İnceleme Türk ekonomisi ve mali piyasalar üzerindeki. küreselleşmenin etkilerini yansıtmaktadır. Araştırmanın ikinci bölümünde ise, Türkiye'de yaşanan tüm zamanların en ağır krizi olan 1994 krizi açıklanmıştır. Bu bölüm 1994 krizinin kronolojisi ile devam ederken ekonomik krizin sonuçları açısından ekonomik göstergeler takip edilmektedir. Bu araştırmanın üçüncü bölümünde, Türkiye'nin yüksek enflasyon dahil aynı kalan sorunları paylaşılmıştır. Bu dönemde Türk ekonomisine yeniden kapsamlı ve tutarlı bir enflasyon düşürme programı başlatıldı. İlgili bölümde, Türkiye tarihinin ve Cumhuriyeti'nin yaşamış olduğu en ağır ve yıkıcı krizlerden olan Ocak 2000 ve Şubat 2001 krizleri takip ediyor. Çalışmanın dördüncü bölümde ise, özellikle Türk Sermaye Piyasasındaki gelişmeler gözden geçirilmiştir ve İMKB'nin bu gelişmedeki rolü değerlendirilmiştir. İMKB'nin günlük piyasalarda gerçekleşen önemli olaylar sonucunda işlemlerinin büyüklüğü ve hacmi 1994 ten 2000 yılına kadar uzanan durumu incelenmiştir. Son bölümde, her iki krizde finansal enstrümanların getirileri IMKB ile karşılaştırılarak incelenmiştir. Faiz oranları, hazine bonoları, döviz piyasası, para arzı ve sanayi üretimi aylık getirileri dikkate alınmıştır. Hazırlanan grafiklerin sonuçlarına göre, 1994 ve 2000 krizleri arasındaki ilişkiye bakılmıştır ve değerlendirme sonucunda 2000 krizinin 1994 krizinde daha uzun sürdüğü açıklanmıştır. Son olarak, sermaye piyasaları Türkiye'de finansal sektörün en önemli kolu olarak dikkate alınmalıdır. Türkiye'de sermaye piyasalarının geleceği ekonominin tamamının gelişimi ve istikrarı ile ilişkilidir. Kriz sonrası ekonomik gelişmenin ve uygulanan istikrar paketinin daha iyi anlaşılması kamunun sermaye piyasalarının önemini anlamasına yardımcı olacaktır.
Each country is under a great pressure to provide its citizens with a good standard for living and welfare. With lots of obstacles surrounding decision making process, each country must do a performance measuring for its different activities. Transport infrastructure plays an important role in ease people and freight mobility especially road transport. In this research, we concentrated on asphalt as one of the most important components of road transport infrastructure. The purpose of this study is to measure asphalt performance for different countries by using efficiency and cost efficiency analysis. Since, different countries might have different attitudes toward asphalt applications, we preferred to use two methods of clustering to group countries which are; Cluster Analysis and Multidimensional Scaling Analysis (MDS). Then, according to analysis results of countries' grouping and by concentrating on the group that involves Turkey as one of its entities, we used out-put oriented Data Envelopment Analysis (DEA) to define efficiency scores for Decision Making Units (DMUs) or countries. In the scope of this analysis, we suggested three scenarios of inputs and outputs. According to three scenarios suggested, we calculated the cost efficiency ratios as well. After that, we performed Grey Relational Analysis (GRA) to rank the efficient and cost efficient DMUs and variables. xix Keywords: Road infrastructure, Asphalt, Asphalt pavement applications, Performance Measurement, Efficiency, Cluster Analysis, Multidimensional Scaling Analysis, Efficiency Analysis, Cost Efficiency Analysis, Data Envelopment Analysis, Efficiency ranking, Grey Relational Analysis ; Ulaşımın ekonomik değeri ve ülke ekonomileri üzerindeki etkisi hemen her kesim tarafından bilinmektedir. Söz konusu etkinin pozitif katma değeri ancak etkin bir altyapı ile mümkündür. Ulaştırma sistemleri içinde her ne kadar deniz, kara, hava, demiryolu gibi farklı modlar bulunsa da ulaştırma sistemi denildiğinde ilk akla gelen çoğunlukla karayolu ulaşımı ve bağlı olarak (kara) Yol'dur. Tarihsel süreç içerisinde şehirler ve komşu ülkeler arasındaki ticaretin geliştirilmesinde araç olarak görülen yollar, günümüzde de ülkelerin gelişmişlik seviyelerinde belirleyici bir unsur olarak önemli rol oynamaktadır. Etkin yol altyapısının oluşturulması ve mevcut yolların iyileştirilmesinde karşılaşılan sorunların giderilmesi, o ülkenin finansal gücüne bağlı olmaktadır. Ülkeler yol altyapılarını iyileştirmek için sınırlı kaynaklarını etkin ve etkili olarak ekonomik büyümelerine pozitif katkı yapacak şekilde yönlendirmek durumundadırlar. Karayolu taşımacılık sektörü özellikle karayolu ağlarıyla doğrudan ekonomik kalkınma ritmine bağlı olarak ulusların refahını etkilemektedir. Literatürdeki çalışmalar, ulaştırma altyapısı ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişki olduğunu desteklemektedir (Tripathi ve Gautam, 2010, Peter ve ark., 2015, Mohmand ve ark., 2017 v.b.) Günümüzde birçok ülke sürdürülebilir bir karayolu ii taşımacılığı altyapısı oluşturmak ve geliştirmek için mücadele etmekte ise de gelişmiş bir karayolu ulaşım altyapısının oluşturulması kolay değildir. Etkin bir Karayolu Ulaştırma Sistemine sahip olunduğunda, pozitif çarpan etkiler sonucunda piyasalara, istihdama ve ek yatırıma daha iyi erişilebilirlik gibi ekonomik ve sosyal fırsatlar bakımından çeşitli faydalar sağlanmaktadır. Buna karşılık karayolu ulaşımı etkin olmadığında; bağlı olarak yol altyapısı kapasite, güvenilirlik veya kalite bakımından yetersiz olduğunda; ekonomiyi darboğazlara götürebilecek maliyetler ortaya çıkabilmektedir. Bu nedenle ülkeler yol altyapılarının gelişimi ve iyileştirilmesi için yatırımlar yapmakta ve bu yatırımlar için büyük bütçeler ayırmaktadır. Dolayısıyla yol altyapısı ile ilgili çalışmaların ekonomik açıdan değerlendirilerek ülke ekonomisindeki etkisi, yatırımların maliyet olarak etkinliklerinin belirlenmesi, planlanan büyüme hedeflerine erişmede önemlidir. Karayolu taşımacılığı dendiğinde ilk akla gelen; yol ve asfalttır. Ülkelerin gelişmişlik düzeylerinde asfaltlanmış yollar, etkin altyapıya sahip karayollarına sahip olmak ve bu yolların uzunluğu önemli göstergelerden kabul edilmektedir. Karayolu taşımacılığı açısından yetersiz altyapı ve mevcut altyapıyı iyileştirmede kullanılacak kaynaklardaki kıtlık; bu kaynakların optimum kullanımı konusunda karar alıcıları çeşitli sorunlarla karşı karşıya getirmektedir. Altyapının sözü edilen ekonomik büyümeye etkisi, son zamanlarda altyapı yönetimine olan ilgiyi de arttırmıştır. Günümüzde ülkeler, yol altyapılarını geliştirmeye ve mevcut altyapılarını iyileştirerek sürdürmeye yönelik yatırımlara yönelseler de özellikle etkin olmayan altyapıdan kaynaklanan sorunlarla da karşılaşmaktadırlar. Aktif bir yol altyapısı özellikle karayolu taşımacılığını kullanan işletmelerin ulaşım maliyetlerini azaltmalarına ve bağlı olarak üretim ve toplam maliyetlerini de düşürmeye yardımcı olmaktadır. Bilindiği gibi, bir işletmenin üretim maliyeti ve ulaşım (taşıma) maliyeti arasındaki ilişki dolaylıdır; üretim maliyetlerinin düşmesi, girdilerin maliyet yönlü düşüşü ile doğrudan ilişkilidir. Ulaşım maliyetleri ise üretim süreci sonrasında ortaya çıkmakta ve üretim sonrası süreci kapsamaktadır. Etkin bir alt yapı, işletmelerin küresel pazarlarda rekabet edebilmelerine, bağlı olarak ülke ekonomisinin gelişmesine ve büyümesine de katkı sağlamaktadır. Örneğin, Avrupa Komisyonu 2019 raporuna göre 2016 yılında Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin (28 ülke) karayolu ulaşım altyapılarına yaptıkları toplam yatırım yaklaşık 69 milyar €'dur. 2016 yılında AB'de karayolu ulaşım altyapısını geliştirmek için kullanılan bu parasal değer 28 ülkeye bölündüğünde iii ülke başına söz konusu yatırım 2,43 milyar €'dur. İster gelişmiş ister gelişmekte olsun her ülke, alt yapısını geliştirmede farklı finansal kaynakları kullansa da ekonomik büyümesini engelleyen farklı faktörlerle karşılaşabilir. Bu yüzden, etkin bir alt yapı için sadece finansal kaynağın bulunması değil ayrıca bu kaynağın etkin ve etkili planlanarak tahsisi de önemlidir. Kaynak planlaması ve tahsisi, diğer pek çok alanda olduğu gibi karayolu ulaştırma altyapısı ile ilgili kararlarda da özellikle karar verme sürecinde önemlidir. Herhangi bir ülkenin yol altyapısının değerlendirilmesi, ülkenin yol ulaşım ile ilgili gelecekteki planlarını yapmasına yardımcı olacak ve gelecekte yol ulaşım sistemine tahsis edilecek bütçeyle ilgili kararlara katkı sağlayacaktır. Diğer yandan, etkin yol altyapısı, kamu ve özel sektörde faaliyette bulunan işletmeleri, karayolu ulaşımı kullanarak mal ve hizmetlerini bir yerden başka yere taşımadaki yaşanan sorunlara çözüm getirerek mikro düzeyde de işletmelerin yol ulaşım yönlü uygulama ve politikalarını etkileyecektir. Etkin bir yol altyapısının sağlanması, kaza oranının azaltılmasına da katkıda bulunarak ülke içindeki trafik kazalarını ve olumsuz sonuçlarını (ölüm oranı, maddi hasar) azaltacaktır. Ayrıca, insanlara kısa sürede bir yerden diğer yere hareket etmelerinde de kolaylık sağlayarak iç ve dış turizme de katkılar sağlayacaktır. Yol yapımlarının en önemli bileşenlerinden, başka bir ifadeyle yol yapımlarının önemli hammaddelerinden birisi asfalttır. Yol yapım çalışmalarının temelde bir hizmet olduğu düşünüldüğünde; bu hizmetin sağlanması için etkin ve etkili bir alt yapının kurulması zorunludur ki asfalt, bu süreçte sistemin önemli bir bileşeni olarak kullanılmaktadır. Her türlü yol inşaatı ve bakımını yapmak için kullanılan agrega, bağlayıcı ve dolgu maddesinin bir karışımıdır. Asfalt serimi, sıralı ve özel adımlardan oluşan bir süreçtir. Sürecin her aşamasında farklı kaynaklar kullanılmaktadır. Kullanılacak kaynakların sınırlı olduğu dikkate alındığında asfalt uygulamalarının da planlanması gerektiği açıktır. Söz konusu planlamada kıt olan (örneğin petrol türevi bitüm ve çevresel açıdan agregalar) kaynaklar nedeniyle asfalt üretiminde farklı alaşımların geri dönüşüm (cam atık, inşaat atıkları gibi) yoluyla kullanımları da gündeme gelmektedir. Dolayısıyla asfalt malzemelerin kullanılması, üretim ve serimi karar vericiler açısından zor, ancak çözülmesi gereken önemli sorunlardan olup, yapısında çok sayıda nicel ve nitel kriterler barındırması nedeniyle de çok kriterli bir karar problemi niteliğindedir. Örneğin, bir yol inşasında karar iv vericiler açısından; kaplanacak yolun uzunluğu, asfalt kaplamaya nerden başlanacağı, nerede sonlandırılması gerektiği, asfalt kaplamada ne tür bir karışımın kullanılacağı gibi pek çok sorunun yanıtlanması karar vericilerin asfalt kaplama planlarını etkili bir şekilde belirlemelerine yardımcı olacaktır. Dünyadaki hiçbir ürüne benzemeyen Asfaltı ve her türlü karışımını üretmek; çaba, iş gücü, malzeme ve ekipman gerektirse de asfalt üretimi için gerekli kaynakların maliyeti, ülkelerin ekonomik durumuna göre değişmektedir. Bazı ülkeler bu kaynakları yerel olarak elde edebilme şansına sahipken diğer bazı ülkeler ne yerel olarak temin edebilme ne de dış kaynaklardan temin etmede yeterli bütçeleri vardır. Bu nedenle, kaynakların etkin kullanımı her alanda olduğu gibi yol yapım ve asfalt için de önemlidir. Karayolu taşımacılığının sözü edilen etkileri nedeniyle bu alanda etkinliğin sağlanabilmesi için yol altyapısının temel bileşenlerinin ayrıntılı olarak incelenmesi ve bu bileşenlerin ülke ekonomisi üzerindeki etkinlik derecelerinin belirlenmesi gereklidir. Özellikle ülkeler arasındaki makro düzeyde şiddetlenen rekabet açısından ülke grupları içindeki bu bileşenlerin düzeylerinin ve etkilerinin ortaya konulması, bu yönde politikaların oluşturulmasına yardımcı olacaktır. Ayrıca, bir ülkenin maliyet açısından etkin bir yol altyapısı geliştirmesi, karayolu ulaşım sistemine olumlu bir değişiklik olarak yansıyacaktır. Yol altyapısındaki etkinlik, ülkenin ekonomisine de bağlı olarak olumlu katkılar sağlamasının yanı sıra yol altyapısı ile ilgili mevcut durumu anlatan bir model sunmak, kısa ve uzun vadede bu konuda iyileştirme yapmaya imkân verebilecektir. Literatürde farklı alanlarda ülkelerin gruplandırılmasına yönelik daha çok kümeleme analizinin uygulandığı çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Söz konusu çalışmalarda ülkelerin gruplandırılmasında Kümeleme Analizi (Kuşkaya ve Gençoğlu, 2017; Gençoğlu ve Kuşkaya, 2016; Michinaka ve ark, 2011; Tsangarides ve Qureshi, 2008; Diaz- Banilla ve ark, 2000), ÇBÖA (Dickes vd, 2011) ya da her iki teknik (KA ve ÇBÖA) (Yenilmez ve Girginer, 2016; Girginer, 2013; Akkucuk, asfalt karışım etkinliğini inceleyen tek bir çalışma bulunmaktadır (Li ve ark, 2013). Bu alanda yapılan diğer çalışmaların çoğunluğunda karayolu bakım etkinliği incelenmiştir (Fallah- Fini ve ark, 2015; Ozdek ve ark, 2010; Rouse ve Chiu, 2009; Kazakov ve ark, 1989). Ayrıca, genel olarak karayolu ulaşımını inceleyen ve aynı zamanda veri v zarflama analizi (VZA) kullanan az sayıda çalışma da bulunmaktadır (Sarmento ve ark, 2017; Fu, 2013). Söz konusu çalışmalar, asfalt ve karayolu etkinliğine yönelik olup asfalt ve asfalt uygulamalarının maliyet etkinlik analizine bir çalışma bulunmamaktadır. Benzer şekilde Gri İlişki Analizi de literatürde daha çok etkin ve uygun maliyetli ülkeler sıralamasında kullanılmışsa da karayolu ulaşım alt yapısıyla ilgili alanda asfaltın farklı özelliklerini incelenmesinde GİA kullanılmıştır (Yu ve ark, 2017; Cheng ve ark, 2016, Sun ve ark, 2014 vb.). Literatür incelemesinden görüldüğü gibi özellikle asfalt uygulamaları açısından farklı ülkelerin gruplandırılması ve performanslarının belirlenerek maliyetlerle ilişkilendirilmesinin yanı sıra bu uygulamalar açısından performans üzerindeki önemli değişkenlerin ve etkin olan ülkelerin sıralanması şeklinde bütünleşik bir çalışma bulunmamaktadır. Literatürdeki bu eksikliği gidererek katkı sağlama kapsamında bu çalışmanın temel problemi; Türkiye ve AB ülkelerinin yol yapım çalışmalarında asfalt etkinliğini ve asfalt maliyet etkinliğini analiz ederek etkin olmayan ülkeler için performanslarını iyileştirmelerine yönelik önerilerin yanı sıra etkin olan ülkeleri kendi içlerinde etkinlik ve maliyetteki etkinlikleri açısından sıralamaktır. Bu bağlamda çalışmanın aynı alanda yapılacak olan diğer araştırmalara özellikle ulaştırma sisteminin diğer modlarının (Havayolu, Raylı sistemler, Deniz yolu vb) altyapıları için de farklı ülkeler açısından örnek olması beklenmektedir. Amaç Yukarıdaki açıklamalardan hareketle bu çalışmanın temel amacı; Türkiye ve seçilmiş bazı ülkelerin asfalt uygulamalarını performans açısından değerlendirmektir. Bu çalışmada Türkiye ve seçilen bazı ülkelerin asfalt uygulamalarının performansları etkinlik ve maliyet etkinlik analizi kullanarak incelenmektedir. Bu temel amaç doğrultusunda çalışmanın alt amaçları şunlardır: 1- Bazı ekonomik göstergeler bakımından Türkiye'nin benzer olduğu ülke grubunu belirlemek 2- Türkiye'nin yer aldığı ülke grubun farklı senaryolarla asfalt uygulamalarındaki etkinliklerini analiz etmek vi 3- Çalışmanın üçüncü alt amacı da etkin ve uygun maliyetli ülkelerin ve değişkenlerin etkinlik bakımından sıralarını belirlemektir. Asfalt performansını ölçmek için etkinlik ve maliyet etkinlik analizlerinin kullanılmasının gerekçeleri şu şekilde açıklanabilir: • Asfalt üretimi, farklı kaynaklardan girdi materyallerinin toplanması gereken bir süreçtir ve bu kaynakların her birinin kendine ait bir üretim süreci bulunmaktadır. Bu nedenle asfalt performansını ölçmenin faydaları bulunmaktadır. • Avrupa ülkelerinin çoğunun ekonomik olarak gelişmiş ülkeler olduğu düşünüldüğünde, bu ülkelerdeki asfalt performansının ölçülmesi ile asfalt kaplama uygulamaları bakımından etkin olup olmadıkları; başka bir ifadeyle daha az malzeme israfı, çaba ve bütçe ile asfalt uygulamalarındaki başarılarına yönelik bulgular ortaya çıkmaktadır. Asfalt uygulamaları bakımından performansı düşük ülkeler, etkin olan ülkeleri referans alarak onları asfalt uygulamalarındaki başarıları nedeniyle rol model olarak alıp performanslarını onlara benzemeye çalışarak iyileştirebileceklerdir. • İşlerin doğru şekilde gerektiği gibi yapılması olarak tanımlanabilen Etkinlik, üretim sürecinde kullanılan girdilerle çıktıların karşılaştırılmasını sağlayarak herhangi bir birimin malzeme, emek ve para israfını önleme yeteneğini geliştirmesine yardımcı olur. Etkinlik bu çalışma kapsamında asfalt uygulamaları açısından düşünüldüğünde; asfalt uygulamalarındaki girdileri doğru şekilde kullanarak olması gerektiği gibi asfalt uygulamalarını gerçekleştirmeyi başaran herhangi bir ülke asfalt uygulamalarında etkin kabul edilmektedir. Yöntem Çalışmanın amaçları doğrultusunda uygulanan analizler bütünsel bir yaklaşımla Çizelge1 de bir akış şeması olarak verilmiştir. vii Farklı Ülkeler için Asfalt Etkinliğinin ve Maliyet Etkinliğinin Ölçülmesi Ekonomik Göstergeler Asfalt Değişkenleri ile Farklı Ülkeleri Gruplama ile Çok Boyutlu Ölçekleme Analizi (ÇBÖ) Kümeleme Analizi (KA) Avusturya, Belçika Hırvatistan, Çek, Danimarka, İngiltere, Mag, Norveç, Slovakya, Slovenya Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Norveç, İspanya, Türkiye Avusturya, Belçika Hırvatistan, Çek, Danimarka, Finlandiya, Mag, İtalya Fransa, İspanya, Slovenya, Slovekya, Türkiye, Norveç, Hollanda, İngiltere Asfalt Etkinlik➔VZA Modelleri İki yöntem arasında karşılaştırma yapmak Etkin ve Uygun Maliyetli Ülkeler Etkin Olmayan Ülkeler Farklı Ülkeler İçin Asfalt Maliyet Etkinlik Analizi Etkin ve maliyette etkin ülkeler ile etkinlikte önemli değişkenleri sıralamak: "Gri İlişki Analizi" Şeçilen Grup: Fransa, İspanya, Slovenya, Slovekya, Türkiye, Norveç, Hollanda, İngiltere Senaryo 1 Senaryo 2 Senaryo 3 Performans İyileştirme Değerleri Çizge 1: Analiz Akış Şeması viii 1- Kümeleme Analizi ve Çok Boyutlu Ölçekleme Analizi İle Ülkelerin Gruplandırılması: Ülkeler bağlamında asfalt performansının ölçülebilmesi için ülkeleri karayolu alt yapısı ve ekonomi olarak benzer gruplar içinde karşılaştırmak gerekir. Çalışmanın bu amacına ulaşabilmek için farklı değişken kombinasyonları için asfaltla ilgili değişkenlerin yanında bazı ekonomik değişkenler de kullanılmıştır. Kullanılan asfalt değişkenleri şunlardır: Asfalt endüstrisindeki şirket sayısı (üretim ve döşeme) (X1), Toplam bitüm tüketimi (milyon ton) (X2), Toplam asfalt üretimi (milyon ton) (y1), Toplam otoyol uzunluğu ve ana yol (km) (y2). Ekonomik göstergeler bunlardır; nüfus yoğunluğu (km kare başına düşen kişi) (NY), Yüzey alanı (km kare) (YA), Toplam nüfus sayısı (TN), Kişi başına düşen GSYİH (ABD doları), Kişi başına GSMG. Türkiye ve 16 AB ülkesinin gruplamasında iki yöntem kullanılmıştır. Kümeleme Analizi (KA) ve Çok Boyutlu Ölçekleme Analizidir (ÇBÖA). Kümeleme Analizi, nesneleri çok çeşitli farklı özellikleri bakımından birbirlerine benzer olanları homojen olacak şekilde kümelerde sınıflandırmaya izin veren istatistiksel bir yöntemdir. Çok Boyutlu Ölçekleme Analizi de kümeler veya gruplar arasında benzerlik gösteren niceliksel değerlendirmeler sağlayan, veri toplamadaki karmaşıklığı azaltmaya yardımcı olan bir yöntemdir. Çalışmada her iki gruplama yöntemi de kullanılarak, literatür ve uzman görüşlerinden hareketle Türkiye'nin de yer aldığı asfalt uygulamaları açısından en benzer olan ülke grubu seçilmiştir ve sonraki analizler (Veri zarflama analizi, Gri İlişki Analizi) bu ülke grubuna yönelik yapılmıştır. Her iki teknikte de gruplandırmada ortak değişkenler alınmıştır. Çalışmada belirlenen değişkenler itibariyle 17 ülkenin (Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İngiltere, Macaristan, İtalya, Hollanda, Norveç, Slovakya, Slovenya, İspanya ve Türkiye) aynı yıl için verilerine ulaşıldığından gruplandırma bu ülkeler için yapılmıştır. Sonuçlara göre her iki analizinden önerilen dokuz kombinasyonla iki küme oluşturulmuştur. İki teknikteki gruplamalar 4, 6, 7 ve 8. değişken kombinasyonlarında aynı kümeler elde edilmiştir. Buna karşılık değişken kombinasyonları (2, 3 ve 9) farklı gruplandırma sonuçları vermiştir. Tablo1'de söz konusu ülke grupları her iki tekniğe göre değişken kombinasyonlarına göre verilmiştir. Gruplandırmada ÇBÖA ile elde edilen grupların ix gerçek hayattaki ve uygulamadaki benzerliğe KA'ndan daha uygun olduğu görülmüştür. Tablo 1: Farklı Değişkenlere Göre KA ve ÇBÖA Değişkenler Kümeleme Analizi ÇBÖ Analizi 1 2 1 2 X1, X2, Y1, Y2 Çek Cumhuriyeti Diğer 16 ülke İspanya, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Norveç, Hollanda Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek, Finlandiya, Fransa, İngiltere, Macaristan, İtalya X1, X2, Y1, Y2, YA Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Büyük Britanya, Macaristan, Hollanda, Slovakya, Slovenya Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Norveç, İspanya, Türkiye Fransa, İspanya, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Norveç, Hollanda, İngiltere Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Macaristan, İtalya X1, X2, Y1, Y2, TN Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Danimarka, Finlandiya, Macaristan, Hollanda, Norveç, Slovakya, Slovenya Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya, Türkiye Hollanda, Norveç, Slovakya, Slovenya, İspanya, Türkiye. Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Fransa, İngiltere, Macaristan, İtalya X1, X2, Y1, Y2, GSYİH Macaristan hariç tüm ülkeler Macaristan Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Macaristan, Hollanda, İngiltere, İtalya Norveç, Slovakya, Slovenya, İspanya, Türkiye X1, X2, Y1, Y2, GSMG Çek Cumhuriyeti hariç tüm ülkeler Çek Cumhuriyeti Norveç, Slovakya, Slovenya, İspanya, Türkiye Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Danimarka, Finlandiya, İtalya, Fransa, İngiltere X1, X2, Y1, Y2, GSYİH, GSMG Macaristan hariç tüm ülkeler Macaristan Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Danimarka, Finlandiya, Fransa, Macaristan, İngiltere, İtalya Hollanda, Norveç, Slovakya, Slovenya, İspanya, Türkiye X1, X2, Y1, Y2, GSYİH, GSMG, NY Macaristan hariç tüm ülkeler Macaristan Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek, Danimarka, Fransa, İngiltere, Macaristan Finlandiya, İtalya, Hollanda, Norveç, Slovakya, Slovenya, İspanya, Türkiye X1, X2, Y1, Y2, GSYİH, GSMG, NY, YA Macaristan Macaristan hariç tüm ülkeler Fransa, İngiltere, Hollanda, Norveç, Slovakya, Slovenya, İspanya, Türkiye Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Almanya, İtalya, Macaristan X1, X2, Y1, Y2, GSYİH, GSMG, NY, YA, TN Fransa, Almanya, İngiltere, İspanya, Türkiye Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Danimarka, Finlandiya, Macaristan, Hollanda, Norveç, Slovakya, Slovenya Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, Norveç, İspanya, Türkiye Avusturya, Belçika, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Hollanda, Slovakya, Slovenya x 2- Veri Zarflama Analizi İle Ülkelerin Asfalt Uygulama Etkinliklerinin Belirlenmesi ve Maliyet Etkinlik Oranlarının Elde Edilmesi: Veri Zarflama Analizi (VZA), genellikle farklı katkıları çeşitli getirilere dönüştüren Karar Verme Birimleri (KVB'leri) olarak adlandırılan bir dizi yapının performansını değerlendirmede yaklaşımdır. Çalışmada bir önceki aşamada elde edilen ülke grubunun asfalt uygulama performansını belirlemek amacına ulaşmak için VZA kullanılmıştır. Benzer yapı sergileyen bu ülkeler, asfalt uygulamalarında da yine benzer girdilerle aynı çıktıyı üreten çalışmanın VZA modellerindeki karar verme birimleridir. Bu aşamada farklı girdi ve çıktı değişkenlerinden oluşan senaryolarla ülkelerin asfalt uygulama performansları etkinlik boyutunda belirlenmiştir. Çalışmanın ikinci alt amacı olan ekinlik analizini gerçekleştirebilmek için üç senaryo üzerinde iki girdi ve iki çıktı asfalt değişkenlerine ait veriler kullanılmıştır. Girdi değişkenleri: Asfalt endüstrisindeki şirket sayısı (X1) (üretim ve döşeme), Toplam bitüm tüketimi (X2) (milyon ton) Çıktı değişkenleri; Toplam asfalt üretimi (Y1) (milyon ton), Toplam otoyol uzunluğu ve ana yol (Y2) (km). Senaryolar: Senaryo1: (X1, X2, Y1 ve Y2), Senaryo 2 (X1, X2 ve Y1), Senaryo 3 (X1, X2 ve Y2) değişken kombinasyonlarından oluşmaktadır. Senaryolardaki girdi, çıktı değişkenleri, sembolleri ve veri kaynakları Tablo 2'de gösterilmiştir. Tablo 2: Asfalt Ekinlik ve Maliyet Etkinlik Analizinde Kullanılan Değişkenler Değişkenler Semboller Veritabanı Maliyet değişkenleri: • Karayolu altyapı yatırım harcamaları (milyon €) • Karayolu altyapı bakım harcamaları (milyon €) Girdi Değişkenleri: • Asfalt endüstrisindeki şirket sayısı (üretim ve döşeme) • Toplam bitüm tüketimi (milyon ton) KAYH KABH X1 X2 OECD.stat database OECD.stat EAPA EAPA Çıktı Değişkenleri: • Toplam asfalt üretimi (milyon ton) • Toplam otoyol uzunluğu ve ana yol (km) Y1 Y2 EAPA Eurostat ve Statista veritabanı xi Etkinlik analizinde çıktı odaklı Veri Zarflama Analizinin (VZA) iki yöntemi (CCR ve BCC) kullanılmış ve etkin olmayan ülkeler için performans iyileştirme değerleri hesaplanmıştır. Etkinlik analizinde (BCC) modeli sonuçlarının, (CCR) modeli sonuçlarından daha geçerli olduğu söylenebilir. Türkiye, İspanya ve Fransa senaryo 1 ve 2'de (CCR) modeli için etkin değildir. Diğer taraftan, Slovakya ve İngiltere üç senaryoda ve (CCR ve BCC) modellerinde etkin olan ülkeler olarak ortaya çıkmıştır. Her model için etkin olmayan ülkeler için potansiyel iyileştirme değerleri elde edilmiştir. Örneğin senaryo (1) için (BCC) modelinin sonuçlarına göre; Norveç'in toplam asfalt üretimi çıktılarını ve toplam otoyol ve ana yol uzunluğunu (çıktılarını) aynı oranda 13,40 oranında artırması, Senaryo 2 için aynı modelin sonuçlarına göre Norveç'in toplam asfalt üretimini ,53 arttırması durumunda etkin bir ülke olabilecektir. Bu durumda, Norveç'te asfalt performansının eksikliğinin nedenini bilmek için daha fazla araştırma yapılması gerektiği önerilmiştir. VZA ile ülkelerin asfalt uygulamadaki etkinliklerinin belirlenmesinden sonra Maliyet etkinlik analizi için maliyet etkinlik oranları hesaplanmıştır. Maliyet etkinlik analizinin gerçekleştirmesinde Karayolu altyapı yatırım harcamaları (milyon €) ve Karayolu altyapı bakım harcamaları (milyon €) değişkenlerinin verileri kullanılmıştır. Sonuçlara göre; maliyet etkinlik oranlarının hesaplanmasında kullanılan (CCR ve BCC) modelinin etkinlik sonuçlarına göre, Slovenya üç senaryoda maliyette en az artış sağlayarak en üst sırada yer almıştır. Ayrıca, Senaryo 1 ve 2'de, (CCR) modeli sonuçlarına göre Türkiye ve (BCC) modeli sonuçlarına göre Fransa, maliyetin en yüksek artışlarına sahiptir ki bu da Türkiye'nin (CCR) modeli değerleriyle maliyet etkinlik analizinde en altta yer almasına neden olmuştur. Fransa (BCC) modeline göre maliyet etkinlikte en alt sırada yer alırken Senaryo 3'e göre, her iki model için de (CCR ve BCC) Fransa en yüksek maliyet artışına sahip ülke olarak belirlenmiştir. 3- Gri İlişki Analizi ile Ülkeleri ve Değişkenleri Asfalt performansları bakımından sıralanması: Çalışmanın son alt amacını gerçekleştirebilmek için Gri İlişki Analizi kullanılmıştır. Gri ilişkisel analizin (GİA) temel düşüncesi, veri serisine dayanan ilgili faktörler arasındaki ilişkiyi tanımlamak için kullanılabilecek gri bir oran düzeni bulmaktır. GİA aşamaları, veri seti hazırlama ve matrisini oluşturma ile başlar, gri ilişkisel oranları hesaplama ile bitir. Bu çalışmada GİA kullanma sebebi şu ki; VZA xii etkin ve uygun maliyetli ülkeler sıralamaları veremediği için bu durumda GİA kullanmayı tercih etmiştik. Bu analizin yardımıyla, etkin ve uygun maliyetli ülkeler ve değişkenler için etkinlikte önem dereceleri belirlenmiştir. Ülkeler için etkinlik sıralamasının sonuçları; senaryo 1'e göre, İngiltere ve Slovakya birinci ve ikinci olarak; senaryo 2 ve 3'e göre, Slovakya ve Slovenya birinci ve ikinci sıradadır. Ayrıca, ülkeler için etkinlik sıralamasının sonuçları; Senaryo 1 ve 2'ye göre Türkiye, en düşük sıralamaya sahip olan yedinci sırada yer almıştır. Diğer yandan, değişkenler için etkinlik sıralamasının sonuçları şunu göstermiştir: üç senaryoya göre, asfalt endüstrisindeki şirket sayısı - üretim ve döşeme (x1), en önemli değişken olduğunu gösteren ilk sırada olduğu belirlenmiştir. Ülkeler için maliyet etkinlik sıralamasının sonuçları; üç senaryoya göre, Slovenya ve Slovakya birinci ve ikinci sırada yer almıştır. Senaryo 1 ve 2'ye göre, asfalt uygulamalarının etkinliğindeki en önemli değişken toplam bitüm tüketim. Senaryo 3'te asfalt endüstrisinde- üretim ve döşeme (x1) şirket sayısı ilk sıralarda yer almıştır. Sonuçlar Türkiye ve seçilmiş bazı ülkelerin asfalt uygulamalarını değerlendirmek amacıyla yürütülen bu çalışmada yapılan analizlerden elde edilen bulgular şu şekilde değerlendirilebilir: • Ülkelerin Gruplandırılmasına göre ÇBÖ analizinden elde edilen gruplandırmanın sonuçlarının kümeleme analizinden daha uygun olduğu söylenebilir. • Etkinlik analizinde, senaryo 1 ve 2'ye göre, Norveç hariç bütün ülkeler etkindir. • Etkin olmayan ülkeler için potansiyel iyileştirme önerileri genellikle girdi değişkenlerinden x1 (Asfalt endüstrisindeki üretim şirket sayısı) için azaltma çıktı değişkenlerinden de y2 (Toplam otoyol ve ana yol uzunluğu) artış şeklindedir. • Etkin olan ülkeler içinde en çok Hollanda referans ülke olmuştur. xiii • Senaryo 3'e göre (CCR) ve (BCC) sonuçları yaklaşık olarak birbirine benzemektedir. Her senaryoda (BCC) model sonuçları gerçeği daha yansıtabilir. • Maliyet etkinlik analizinde: üç senaryo'ya göre Slovenya en az maliyet artışına sahiptir. Slovenyayı Slovakya izlemektedir. En son sırada ise İspanya gelmektedir • Etkin ülkelerin GİA ile sıralamasında senaryo 1'e göre en etkin ve birinci sıradaki ülke İngiltere, senaryo 2 ve 3'e göre en etkin ülke Slovakya'dır. • Etkinlikteki önemli olan değişkenlerin sıralamasında üç senaryo 'ya göre en önemli değişken x1 (Asfalt endüstrisindeki şirket sayısı)'dır. • X1'in en önemli değişken ve etkin olmayan ülkeler için en çok azaltma önerilen bir girdi olduğu için ülkelerin asfalt endüstrisindeki üretim şirket sayısının azaltabilmek için müdahale etmeleri gerekir. • Ülkelerin maliyet etkinlik sıralamasına göre; üç senaryoda en etkin ve birinci sırada gelen ülke Slovenya'dır. • GİA ile değişkenlerin maliyet etkinlik sıralamasındaki en önemli değişken Senaryo 1 ve 2'ye göre Toplam asfalt üretimidir (X2). • Y2'nin en önemli değişken ve etkin olmayan ülkeler için en çok azaltma önerilen bir girdi olduğu için ülkelerin asfalt endüstrisindeki üretim şirket sayısının azaltabilmek için müdahale etmeleri gerekir. • Türkiye etkinlik analizinde, (BCC) modeli kullandığımızda senaryo 1 ve 2 sonuçlarına göre etkin çıkmıştır. (CCR) model sonuçlarına göre üç senaryoda etkin değil olurken en çok Hollanda referans olarak alır ve toplam asfalt üretimin artışı öneri alınır. • Türkiye maliyet etkinlik analizinde, (BCC) model sonuçlarına göre senaryo 1 ve2'de maliyette etkin çıkmıştır. En yüksek maliyet artışı da senaryo 3'te bulabiliriz. Türkiye'nin yol altyapısı maliyetleri azaltmasını önerebiliriz. xiv • Etkinlik sıralama sonuçlarına göre, Türkiye senaryo 1 ve 2'de en son sırada gelmektedir Çalışmada literatüre katkı sağlamak amacıyla, ülke gruplandırmada farklı değişken kombinasyonları bağlamında analizler yapılmıştır. Böylelikle, farklı ülkelere yönelik asfalt uygulamalarına göre yeni bir model sunulmaya çalışılmıştır. Bu modelin, asfalt alanında yapılacak yeni çalışmalara yardımcı olacak nitelikte bir referans olması beklenmektedir. Asfalt uygulamalarının VZA ile etkinliğine yönelik tek bir çalışma (Li ve ark, 2013) var olduğu için ve aynı zamanda literatürde asfalt maliyet etkinliğini değerlendiren herhangi bir çalışma bulunmadığı için bu çalışmada asfalt uygulamaları ile ilgili yeni bir görüş açısı sunulmak istenmiştir. Bu alanda yapılan çalışmaların çoğunluğu VZA kullanarak yerel asfalt bakım politikalarının incelenmesine yöneliktir. Ayrıca bu alandaki yapılan çalışmalar, daha çok mühendislik kriterlerine göre yapılmıştır. Bu çalışmada ülkelerin asfalt uygulamalarına ilişkin veriler; etkinlik ve maliyet etkinlikleri bakımından analiz edilmiştir. Bu bağlamda tezin asfalt etkinlik ve maliyet etkinlik ile ilgili bulgularının literatüre ve araştırmacılara katkı yapması beklenmektedir. Etkin ülkelerin ve değişkenlerin sıralaması açısından tez değerlendirilirse; yine literatürdeki çalışmaların çoğunluğunda GİA ile daha çok asfalt ve asfalt karışım kriterlerinin değerlendirildiği görülmektedir. GİA bu çalışmada şu iki neden ile kullanılmıştır: İlki; VZA etkin ülkeler için değil etkin olmayan ülkeler için bir açıdan sıralama sunarken, etkin ülkeler için etkinlik açısından herhangi bir sıralama vermemektedir. Dolayısıyla etkin olan ülkelerin de kendi içlerinde etkinlikleri bağlamında sıralamasının yapılması, özellikle referans alınan (etkin olan) bu ülkeler ile ilgili farklı değerlendirmeler yapılabilmesi açısından önemli olacağı düşüncesine sahip olunmasıdır. Söz konusu etkin ülkelerin sıralaması, GİA ile sağlanmıştır. GİA kullanılmasının ikinci nedeni, etkin ülkelerle ilgili sıralama amacı kapsamında etkin olan bu ülkelerin asfalt uygulama bakımından hangi değişkenlerin daha fazla etkisi söz konusudur? Sorusuna cevap arayışıdır. Yine bu amaca da GİA ile değişkenler asfalt uygulamasındaki önemleri bakımından sıralanmıştır. Bu çalışma asfalt uygulama bakımından Türkiye ve benzeri ülkeleri etkinlik, maliyet etkinlikleri bakımından farklı senaryolarla inceleyen ve bu analizlerden elde xv edilen bulgular doğrultusunda gerek ülkeler gerekse değişkenler bakımından önem sıralamaları veren birbirleriyle ilişkili analizlerden oluşan hibrid bir çalışma olarak literatürdeki ilk çalışmadır. Bu tez çalışmasının yöntem, bulgu, değerlendirmelerinin literatüre ve araştırmacılara yararlı olacağına inanılmaktadır. Öneriler Bu araştırmada, Türkiye ve Avrupa Birliği ülkeleri için asfalt kaplama uygulamalarının etkinliğini, asfalt kaplamalarla ilgili bazı girdi ve çıktıları dikkate alarak değerlendirmek amaçlanmıştır. Öncelikle Türkiye ve 16 Avrupa ülkesini k ortalama küme analizi ve Çok Boyutlu ölçekleme analizi kullanarak gruplanmıştık. Ardından, Veri Zarflama Analizi (DEA) etkinlik modellerini kullanarak asfalt kaplama performanslarını ölçmek için bir grup (Türkiye'nin dahil olduğu grup) seçilmiştir. Sonrasında bu ülke grubu için etkinlik ve maliyet etkinlik analizleri yapılmıştır. Son bölümde ise Veri Zarflama Analizi modelleri bağlamında etkin ülkeler ve etkinlikte önemli değişkenler GİA ile sıralanmıştır. Bilindiği gibi 2020 yılının ilk günlerinde etkisini hissettirmeye başlayan korona pandemisi nedeniyle bütün ülkeler bu krizi yönetmeye çabalamaktadır. Bugün, farklı ülkelerdeki birçok araştırma ekibi, korona virüsünün tedavisine yönelik aşı bulmak için yarışmaktadırlar. İş dünyasında gerçek anlamda biyolojik virüslerle karşılaşılmıyorsa da etkisi gerçek bir virüs boyutunda olabilecek sorunlarla karşılaşılması her zaman mümkündür. 2008 küresel mali krizinden sonra dünya, covid19 pandemisine benzer küresel bir panik geçirmiştir. Bu krizle birlikte dünya küresel boyutta bir finansal krizi yaşayarak tanımış ve öğrenmiştir. Elde edilen deneyim, bu tür bir krizin tekrarlanmasını önleme çalışmalarında önemli olmuştur. Farklı sorunlara çözüm aramak için çok fazla çaba harcanmasına rağmen, çoğu zaman çözümün uygulanmasında verilerin doğru ya da güvenilir olmaması, uygun analiz tekniğinin kullanılmaması gibi nedenlerle sorun yaşanabilir. Dolayısıyla böyle durumlarda en güvenilir ve uygulanabilir çözüme ulaşıncaya kadar farklı yolların, farklı yöntemlerin deneyimlenmesi gerekebilir. Ancak her durumda koşulların değişebileceğinin unutulmaması, her denemede planlamanın, denetim ve kontrolün sürekliliğinin sağlanması; başka bir ifadeyle etkin şekilde yönetimin fonksiyonlarının karar sürecine yansıtılması önemlidir. xvi Araştırmalarda da aslında farklı olayların incelenmesi ve analiz edilmesinde teori ve gerçek yaşam arasında bir köprü kurmaya çalışılır. Bu araştırmada, 2016 Avrupa Asfalt Kaplama Derneği (European Union Asphalt Association (EAPA)) raporu verileri kullanılarak, Türkiye ve bazı AB ülkelerindeki asfalt uygulamalarına ilişkin mevcut durum genel unsurlarıyla ortaya konulmaya, bu ülkelerin birbirlerine bu açıdan benzerliklerine göre gruplanmasına çalışılmış ve ülkeler asfalt performansları bakımından incelenmiştir. Araştırmanın sonuçlarıyla teori ve uygulama arasında bağlı olarak da araştırma bulgularının gerçek yaşam için bir köprü kurmuş olması öngörülmektedir. Mikro ve makro düzeyde araştırma bulgularının süreci anlamak ve kendi sistemlerinde uygulamak isteyenlere faydalı olması beklenmektedir. Bu çalışmada yaptığımız bu tür değerlendirmeler genellikle mühendislik kriterlerine göre yapılır. Ancak tez için araştırmalar yapılırken ülkeler bağlamında onların literatürde yer alan verilerine göre değerlendirmeler yapılmıştır. - Bu değerlendirmelere göre; o Genellikle yüzölçümü küçük ve bu yüz ölçüme göre daha az oranda iş hacmi olan ve daha az firmaya sahip olan ülkelerin daha etkin ekonomik ve maliyet göstermeleri ideal olarak tanımlanmıştır. o Bu tür ülkelerde hem yol yapımları hem de bakım faaliyetleri genel yol hacmine göre az oranda görüldüğünden maliyet anlamında da etkin olarak değerlendirilmektedir. o Ancak Türkiye gibi dinamik ve aynı zamanda çok fazla çeşit ve hacimde işin yapıldığı ülkelerde, yukarıda sözü edilen değerlendirmeler açısından durumda sorunlar yaşanmaktadır. Türkiye ve benzer yapıdaki ülkelerde yol ve asfalt yapımları birkaç ayrı kurum tarafından yapılmakta, ihtiyaçlar da kurumların iştigal alanlarına göre değişmektedir. Belediyeler şehir içlerindeki yolları yaparken, Karayolları Genel Müdürlüğü şehirler arası yolları, Orman Genel Müdürlüğü orman içi yolları, Turizm Bakanlığı ise turistik yolları yapmaktadır. Bu nedenle de yolların ihtiyacı da o anki şartlara göre xvii değişmektedir. Bu nedenle Türkiye gibi gelişmesi hızlı olan ülkelerin yol ağlarında sürekli olarak artış görülmektedir. o Aynı şekilde bir ülkede çok fazla yol firmasının olması da istenen bir durum değildir. Genellikle de firmaların azaltılması için devletlerin çalışmaları vardır. Yol ihalelerinde daha az firmanın iş alabilmesi için ihale şartları ağırlaştırılır. Bu da beklenen bir sonuçtur, çalışmanın sonucunda da bu yönde bir eğilim çıkmıştır. o Yol inşaatlarının tamamında yaşanan sıkıntılardan biri de altyapı yatırımlarıdır. Altyapıları düzgün yapılmadığı takdirde sürekli olarak bakım maliyetleri artar. Bu durumun yolun ilk yapımı esnasında dikkatlice yapılması gerekir. Bundan dolayı da bu yatırımlar hiç azalmamaktadır. Tez çalışmasında da bu durum ortaya çıkmıştır. Bu konuda Türkiye' de ciddi anlamda çalışmalar yapılmaktadır. o Avrupa ülkelerinde altyapı yatırımları daha az olmaktadır, çünkü nüfus artışı ve şehirlerin gelişmesi bizim ülkemizdeki gibi olmamaktadır. Şehirler yıllar önce kurulmuş, nüfus artışı da belli oranlarda sabit kalmıştır. O nedenle de altyapı yatırımların sürekli artmasını gerektirecek fiziksel bir durum yoktur. Türkiye gibi ülkelerde bu durumda sürekli hareket olmasından dolayı çalışmada çıkan etkinlik altyapı yatırımları için kabul edilebilir nitelikte değildir.
Soğuk Savaş'ın sona ermesi ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti kendisini büyük bir güven boşluğunun ve "stratejik önem" tartışmasının içerisinde buldu. Soğuk Savaş boyunca Sovyet yayılmacılığına karşı Batı'nın ileri karakolu fonksiyonunu üstlenmiş olan Türkiye, artık bu önemini yitiriyor muydu? Uğruna binlerce evladını Kore'de feda etmeyi göze alacak kadar önem ve değer atfettiği NATO'nun güvenlik şemsiyesi, artık kapanıyor muydu? Batı "kullanma süresi bitmiş" edası ile Türkiye'yi bir köşeye atacak ve ilgisini esirgeyecek miydi? Ve nihayet, cadı kazanını andıran coğrafyasında Türkiye, terrörizm, fundemantalist saldırılar, ayrılıkçılık, risk ve belirsizlik gibi Soğuk Savaş sonrası dünyanın temel sorunları ile başbaşa mı bırakılıyordu? Bu güven bunalımı ve yalnızlık pisikolojisi öyle boyutlara ulaştı ki, Türkiye, ekonomik getirilerinin yanında, bu bunalımdan kurtulmak ve bölgede istikrarı sağlamak için, Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) örgütünün kurulmasında öncülük görevini üslenmeyi bir çözüm yolu olarak gördü.Ancak bu endişe ve öngörülerin hiçbiri gerçekleşmedi. Çünkü, Türkiye'nin imdadına, yine hem dert kaynağı hem de zenginlik nedeni olan jeopolitik konumu yetişti. NATO'nun Soğuk Savaş sonrasında değişen ve risk ve belirsizlik kavramını esas alan yeni stratejik konsepti içerisinde; biri, Doğu Avrupa'dan başlayarak Rusya üzerinden Asya'ya uzanan, ve diğeri, Kuzey Afrika üzerinden Orta Doğu ve Türkiye'yi de içine alarak Kafkaslar'a uzanan belirsizlik ve istikrarsızlık yaylarının tam merkezinde kalan Türkiye, önemi Soğuk Savaş dönemine göre bir kat daha artmış olarak ortaya çıktı. Balkanlar'da 1990'lı yılların başından itibaren meydana gelen gelişmeler ve Orta Asya'daki 200 milyar varillik Hazar petrolleri ve doğal gaz kaynakları, ve bu kaynaklara hakim bağımsızlığını yeni kazanmış Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin üzerindeki Türk nüfuzu, Türkiye'yi bölgede vazgeçilmez bir stratejik ortak haline getirdi. İşte bu durum, Türkiye'de en yetkili ağızlarca "Adriyatik'ten Çin Seddine Türk dünyası ve Türk nüfuz alanı" sözleri ile dile getirildi. Böylece Türkiye, korkulanın aksine, elinde birçok stratejik kozu bulunduran bir bölgesel güç olma yoluna girmiş bulunuyordu.Ortaya çıkan bu yeni konjonktür, herkesten çok, büyük bir imparatorluktan nispeten sınırlı ve küçük bir devlet haline dönüşmüş olmanın sıkıntılarını ve psikolojisini yaşayan Rusya'yı rahatsız etti. Çünkü, en üst seviyeden ifade edilen Adriyatik'ten Çin Seddi'ne uzanan bu bölge Rusların tarihi nüfuz bölgelerini, ve 1993 tarihli Rus Askeri Doktrini'nde ifade edildiği gibi "arka bahçelerini", yani Kafkasları kapsıyordu. Ve bu rahatsızlığa Stratejik değere sahip Hazar petrollerinin hangi yoldan dünya pazarlarına ulaştırılacağı mücadelesi eklenince, Soğuk Savaş döneminde karşılıklı sinir harbi şeklinde cereyan eden mücadele, 19. Yüzyılda İngiltere ile Rusya arasındaki mücadeleye benzer şekilde "Büyük Oyun"a dönüştü. Bu "Büyük Oyun"dan galip çıkabilmek için, Türkiye'nin çok hassas ve dengeleri kollayan bir politika izlemesi gerekmektedir. Bu bağlamda, önceleri Kafkasları Ruya'nın "arka bahçe"si olarak gören Amerika Birleşik Devletleri 1997 Baharından itibaren politika değiştirerek, Kafkasları ABD'nin hayati çıkarlarının bulunduğu bölge olarak tanımlamaya ve Hazar Petrollerinin dünya pazarlarına ulaştırılmasında Bakü-Ceyhan seçeneğini resmi olarak desteklemeye başladı. Açıkça ifade ettiği diğer bir gerçek ise Türkiye'yi Kafkaslarda stratejik ortak olarak gördüğü idi. Bu durum Türkiye'nin Rusya karşısındaki durumunu güçlendiren önemli bir gelişme oldu.Soğuk Savaş sonrasında Türkiye ile Rusya arasındaki mücadelenin kızışmasına yardımcı olan diğer önemli bir unsur, NATO'nun 1994'ten itibaren karara bağladığı "Genişleme " stratejisi oldu. NATO doğuya doğru genişleyecek ve Rusya'yı, Soğuk Savaş dönemindeki "çevreleme" politikasına benzer şekilde kıskaca alacaktı. Bu gelişme, Rusya'nın çok büyük tepkisini çekti ve tekrar Soğuk Savaş dönemine dönme tehditlerine ve Rusya'nın dünyayı tekrar bloklaşmaya götürebilecek, Çin, Hindistan, İran ve Ermenistan gibi ülkelerle bir takım stratejik işbirliği ve itifak arayışlarına neden oldu. Hatta Rusya, NATO'nun bu stratejisinin bir parçası olarak gördüğü ve de nüfuz alanı konusundaki mücadelesinden de dolayı, Türkiye'yi direkt tehdit edecek tarzda ülkeyi bölmeyi içeren PKK yanlısı stratejiler benimsedi. Nitekim 1998 Temmuzundan itibaren Suriye'den çıkarak Rusya'ya giden terörist başı APO'nun Rusya'da gördüğü himaye, ve Moskova yakınlarındaki terörist eğitim kampı ve Kürt evi bu stratejinin sonraki yansımaları niteleğinde idi. Bu stratejinin diğer bir kolu ise Türkiye etrafında oluşturulmak istenen "Ortodoks Çevreleme" politikasıdır. Kosova krizi konusunda Rusya ve Yunanistan'nın takındıkları tavır, ve Rusya'nın büyük krize neden olan S-300 füze bataryalarını Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ne ısrarla teslim etmeyi isteyerek, Türkiye'yi doğrudan suçlaması ile adadaki işgalci kuvvetlerden bahsetmesi ise, Rus stratejisinin diğer yansımalarıdır.Tarih ders alınacak en güzel kaynaktır. Tarihsel süreç, yönetimde hangi rejim bulunursa bulunsun, Rusya'nın yüzyıllar boyunca hiç değişmediğini ve "sıcak denizlere inme" diye özetlenebilecek tarihi ihtiraslarını her fırsatta gerçeklemeye çalıştığını gösteriyor. Ve yine tarihi tecrübe, Rusya'nın Batılı büyük devletler tarafından Avrupa'dan ve Balkanlar'dan her atıldığında ve doğuya sürüldüğünde, Rusların bir süre sonra doğuda güçlenerak tekrar batıya ve yaşamsal çıkarlarının bulunduğuna inandıkları Balkanlara döndükleri, ve bu her geri dönüş sonrasında Boğazlar ve Anadolu toprakları üzerinde Rus taleplerinin ortaya çıktığı görülüyor. Tamamı ile Türk devletinin Ruslara karşı hayatta kalabilme mücadelesi şeklinde geçmiş bulunan Ondokuzuncu yüzyıl ile, Yirminci yüzyılda meydana gelen olaylar gözönüne alınarak yapılan Türk-Rus mücadelesi için mukayeseli bir araştırma, sürekli birbirine benzer gelişmelerin meydana geldiğini göstermekte ve yaşananlardan pek ders alınmadığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda, 1856 Paris Anlaşması ile ortaya çıkan konjonktür ile, Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan konjonktür birbirine çok benzemektedir. Paris Anlaşması'ndan sonra doğuya sürülen Rusya'nın 20 yıl gibi kısa bir süre sonra tekrar Batıya döndüğünü, ve Avrupa'daki çekişmelerden ve oluşan dengelerden yararlanarak, 1877-1878 Türk-Rus harbi ile Osmanlı Devleti'ne en ağır yenilgiyi tattırdığını ve devleti parçalama aşamasına getirdiğini görüyoruz. O nedenle, NATO'nun doğuya genişlemesi Rusya'nın tekrar geri dönmesini olanaksız hale getirecek fırsatlar sunarken, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan konjonktür ise Türkiye'nin bir bölgesel güç olmasını sağlayacak stratejik avantajlar doğurmaktadır. Bu çalışmanın amacı, ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda meydan gelen olaylar arasındaki şaşırtıcı benzerliği ortaya koyarak benzer hatalara düşülmesini önlemek ve NATO'nun doğuya genişlemesi ve Soğuk Savaş sonrası konjonktür ile su yüzüne çıkan fırsatların değerlendirilmesi mevzuunda perspektif verebilmektir.ABSTRACTWith the end of the Cold War, Turkish Republic found itself at the center of such debates as a great security vacuum and "strategic significance". Was Turkey, which functioned for years as the forward post for the western interests against the Soviet expansionism during the Cold War, losing its significance any more? Was the NATO's security umbrella, to which Turkey attached so great importance that it even sacrificed thosands of Turkish troops in Korean War in 1950, pursing up now? Would the West put Turkey aside and treat it in such a manner that "its expiry date had come", and also refrain from granting its concern on Turkey? And finally, would the West leave Turkey alone with such questions of the post Cold War world as terrorism, fundamentalist attacks, apartheid, risks and instability in geography of turmoil? This security crisis and the psychology of loneliness reached to such a degree that, Turkey regarded the leading role in foundation of organisation of the Black Sea Cooperation (BSC) as the sole solution to its problems. None of these worries and considerations, however, came true, because Turkey's geopolitic position, which has always become the matter of either prosperity or cause of questions for Turkey, came to its help this time. Within NATO's new strategic concept renewed after the end of the Cold War, which considered the concepts of risk and instability as its principles to NATO's worldwide policy, Turkey remained at just the center of two arcs of uncertainities, the first of which extended from Eastern Europe to Asia through Russia, and the later of which extended from Sothern Europe and the Balkans to the Caucasus through the Northern Africa, the Middle East and Turkey. Thus, Turkey appeared in the world scene as its significance increased twofold comparing to that during the Cold War. The developments in the Balkans beginning from early 1990s, 200 milliard-barrel oil reserves and natural gas resources in the Central Asia, and the Turkish influence over the newly independent Turkic republics made Turkey the inrelinquishable strategic partner in the region. And this situation had been expressed by top-level authorities in Turkey by, "the Turkic world and Turkish zone of influence from the Adriatic up to Chinese great Wall". And Turkey turned out to be a regional power, which gets hold of many strategic trumps at hand, in contrast to what was anticipated in the beginning.This new conjecture, which has emerged following the end of the Cold War, rose greater unrest in Russia than in any other state, which was experiencing the difficulties and psychology of a state having shrinked from a huge empire to a relatively small and slight restricted power, because the zone, which had been described by top autorities in Turkey as the Turkish zone of influence, also involved the Russian ancient sphere of influence and the Caucasus, the Russian "near abroad", as defined in the new Russian military doctrine in 1993. And when the struggle on through which route the strategically significant Caspian oil will be transported to the world markets, is to be added to this unrest in Russia, the fight between Russia and Turkey, which took place in a form of "mutual war of nerves" during the Cold War, has been transformed into a contention similar to "the Great Game" between Russia and Great Britain in the nineteenth century. Turkey needs to pursue a very delicate and balance monitoring policy against Russia, in order to accomplish becoming winner in this new "Great Game" in twentieth century. In this regard, the US, which initially regarded the Caucasus as the Russian "near abroad", changed its policy starting from 1997 Spring and began stating that the Caucasus was also the region, where the American vital interests laid and has also given start to a direct support the Bakü-Ceyhan alternative as from this date. Another American confession was that they deemed Turkey as their strategic partner in the Caucasus, which mostly enhanced Turkey's position in its struggle against Russia.Another reason contributing to the increase in tension between Turkey and Russia after the end of the Cold War had been the NATO's eastward enlargement strategy, which was resolved in 1994 Brussel Summit. NATO would expand eastward and contain Russia in such a fashion similar to the "policy of containment" during the Cold War years. These developments called for great reactions from Russia, and caused some Russian searches of strategic alliance and cooperation with such states as China, India and Iran. In fact, Russia saw Turkey as a crucial part of this NATO strategy and adopted PKK prone strategies, as a response to Turkey's increasing influence in the Caucasus and its contribution to Chechnya, which aimed to divide the state's integration. As a matter of fact, the Russian protection to terrorist leader APO in Moscow after it had been forced to abandon Syria in July 1998, terrorist training camps near Moscow and Kurdish House in Moscow were all the reflections of the Russian policy against Turkey. Another branch of this strategy was the "Orthodox containment" around Turkey. The Russian and Greek policy in Kosovo crisis, and Russian insistence on delivery of S-300 missiles to Southern Cyprus, by accusing Turkish forces in Northern Cyprus of being illegal intruders in the island are also the other reflections of this Russian strategy.History is the most correct way of taking lessons. Historical cource indicates that Russia has never changed for centuries, and has always tried to realise its ancient goal of "gaining access to warm seas" in summary, on every occasion, no matter which ideology or regime has been in power in Russia. Again, the historical experiences show that after Russia had been driven eastward by European big powers, Russia has always turned back to the Balkans after a while, where they believed their vital interests existed, by having summed up its strength in the East. It is also seen that Russian demands on Turkish Straits and Anatolia mostly coincide with the Russian return to Europe and to the Balkans from the East. When we carry out a comparative study on the Turko-Russian fight in history, particularly by taking the events in the nineteenth century, which all went by with Turkish struggles of survival against Russians, and developments in twentieth century into consideration, we easily see that very similar events occurred in history, but unfortunately no lessons from the progressing occurences had been taken. In this respect, the conjecture appeared immediately after the Paris Agreement in 1856 mostly resembles to the conjecture, which has come out following the disintegration of the former Soviet Union in early 1990s. Russia turned back to the West and to the Balkans in just 20 years after it had been driven eastward following Paris Agreement. Russia inflicted the greatest losses and defeat on Turks in 1877-1878 Turkish-Russian War, and brought the Ottoman State on the verge of disintegration. For that reason, while NATO's eastward enlargement offeres chances for making Russia's return unlikely, the post Cold War conjecture, on the other hand, bear some strategic advantages, which would provide Turkey to become a regional power in its geography.The aim of this study is, first of all, trying for prevention of repitition of the same failures as in history, by bringing out the bewildering resemblance between the events in nineteenth and twentieth centuries and secondly giving partially perspective on evaluation of the opportunities, having emerged after the end of the Cold War and NATO's eastward expansion strategy.
Türkiye ve Fransa arasında 23 Haziran 1939 tarihinde, Paris'te Büyükelçi SuatDavaz ile Dışişleri Bakanı Georges Bonnet tarafından Türk – Fransız Deklarasyonuve Ankara'da ise, Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu ile Büyükelçi René Massiglitarafından Hatay'ın Türkiye'ye bırakılmasına ilişkin antlaşma imzalandı. Bu anlaşmaile Türkiye ile Suriye arasındaki toprak sorunu kesin olarak çözülerek iki ülkesınırı belirlenmiştir. Fransa, Hatay'ın Türkiye'ye katılmasına razı olmuş, Hatay'dabulunan Fransız kuvvetlerinin bir ay içinde ülkeyi boşaltmasını kabul etmiştir. HatayMeclisi de, 29 Haziran'da oybirliği ile Türkiye'ye katılma kararı almıştır. Üç yılsüren mücadele sonunda Hatay Devleti'nin kurularak, Türkiye'nin vilayeti olmasıylatamamlanan süreç, dönemin uluslararası gündemini uzun süre meşgul etmiştir.Dünyanın önemli basın organları tarafından, olay yoğun bir şekilde işlenmiştir.1939 Türk-Fransız Antlaşması, başından beri olayı takip eden Fransız basınında daçeşitli yazılarda değerlendirilmiştir. Bu çalışmada, Fransız diplomatik arşiv belgelerindeyer alan 23 Haziran 1939 anlaşmalarının imzalanma sürecindeki gelişmelerve Fransız basınına yansımaları incelenecektir ; Turkey and France signed a treaty on June 23, 1939 in Paris, with the TurkishFrench Declaration by Ambassador Suat Davaz and Foreign Minister Georges Bonnet, and with the Foreign Minister Şükrü Saracoğlu and Ambassador René Massigli in Ankara, leaving Hatay to Turkey . With this treaty, the territorial problem between Turkey and Syria was definitely resolved and the two countries' borders were determined. France agreed that Hatay would join Turkey, and the French forces in Hatay agreed to vacate the country within a month. Hatay Parliament also decided to join Turkey on June 29 unanimously. After three years of struggle; the process, which was completed with the establishment of the Hatay State and the province of Hatay in Turkey was part of the international agenda for a long time. World's major press organs were also interested in Hatay. The Turkish-French ...
ÖZETTürkiye-Yunanistan ilişkileri tarihi süreçte güvensizlik temeline dayandırılmıştır. Bu güvensizlik 1950 yılında ortaya çıkan Kıbrıs sorunuyla pekişerek büyümüş, bu dönemde iki ülke arasındaki anlaşmazlıklar realist bakış açısıyla çözüme ulaştırılmaya çalışılmıştır. 1999 yılında düzenlenen Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne aday gösterilmesi ilişkileri farklı bir boyuta taşımıştır. Geçmişe bakıldığında tarihleri boyunca hem Türkiye hem de Yunanistan birçok ekonomik krizle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu krizlerden en önemlisi; 21. yüzyıl itibariyle kendini hissettirmeye başlayarak 2008 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaya çıkan ve 2009'un son çeyreği ile Avrupa Borç Krizi'ne dönüşen küresel ekonomik krizdir. Çok sayıda ülke bu krizden olumsuz etkilenirken özellikle Yunanistan AB bünyesinde en çok zarar gören ülke olmuştur. Kısa bir süre sonra ise Avrupa Borç Krizi Yunanistan borç krizine dönüşmüştür. Bu netice doğrultusunda, başta AB ülkeleri olmak üzere çok sayıda dünya ülkesini etkisi altına alan Avrupa Borç Krizi'nin Türkiye-Yunanistan ilişkilerine olası etkilerinden yola çıkılarak bu çalışma hazırlanmıştır. Bu bağlamda Avrupa Borç Krizi sonrası süreçte Türkiye-Yunanistan ilişkileri, AB-Yunanistan ilişkisini ortaya koyan bağımsız değişken ve yaşanan ekonomik krizin Türkiye-Yunanistan ilişkilerine etkisini gösteren bağımlı değişken ile birlikte neo-realist kuram çerçevesinde değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme sonucunda iki ülke arasında yaşanan Ege ve Kıbrıs gibi siyasi anlaşmazlıkların çözüme ulaştırılıp ulaştırılamayacağı noktasında bir analiz yapılması amaçlanmıştır. Bu gaye uyarınca çalışma üç ana bölümden oluşturulmuştur. İlk bölümünde realizm, neo-realizm ve çalışmanın alt problemlerinden ilkini oluşturan Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin genel çerçevesi neo-realizm bakış açısıyla çizilmiştir. İkinci bölümde, çalışmanın ikinci alt problemini oluşturan Avrupa Borç Krizi'nin ortaya çıkış nedenleri ile Yunanistan ve Türkiye'ye etkilerine değinilmiştir. Çalışmanın ana araştırma sorusunu oluşturan Avrupa Borç Krizi sonrası Türkiye-Yunanistan ilişkileri ise üçüncü bölümde değerlendirilmiştir.Çalışmanın sonucunda uluslararası sistemin günümüzde "Çok Kutupluluğa" doğru dönüştüğü belirlenmiştir. Avrupa'da tecrübe edilen borç krizinin Avrupa Birliği'nin kendini sorgulamasına neden olduğu, Almanya'nın süreç ve kriz yönetiminde ön plana çıktığı, Yunanistan'ın ise ulusal çıkarları doğrultusunda yaşanan borç krizini fırsata çevirerek içinde bulunduğu durumu Türkiye ile olan siyasi sorunlarında bir taviz aracı olarak kullandığı sonucuna varılmıştır. Her ne kadar 1999 Helsinki Zirvesi'nin ardından Türkiye ile Yunanistan arasında ekonomik ve sosyal yönden çok sayıda işbirliği yolu açılmış olsa da, Avrupa Borç Krizi sonrasında AB-Yunanistan ilişkisinin sıkılaşarak devam ediyor olması da açık bir gerçektir. Bu durum, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde Ege ve Kıbrıs gibi geçmişten günümüze taşınan siyasi anlaşmazlıkların uzun bir süre daha Avrupa Birliği nezdinde çözüme kavuşturulamayacağını ortaya koymaktadır. ABSTRACTTurkey-Greece relations are based on the fundamental insecurity in the historical process. This insecurity grew by consolidating with the Cyprus problem that emerged in 1950, and the problems between the two countries were tried to be resolved by realist point of view. At the Helsinki Summit in 1999. Turkey's relations with the European Union, the nomination was moved to a different dimension. In retrospect, dates throughout Turkey and many have been forced to fight the economic crisis as well as Greece. The most important of these crises; It is the global economic crisis that began in the United States in 2008, beginning with self-empowerment in the 21st century and turning into the European Debt Crisis with the last quarter of 2009. While many countries are negatively affected by this crisis, Greece has been the most damaged country in the EU. Soon after, the European Debt Crisis became Greece's debt crisis. In line with this conclusion, especially European Union countries, including many countries of the world under the impact of the possible effects of the European debt crisis based on this study has been prepared on the Turkey-Greece relations. In this context, analyzed within the framework of neo-realist theory of the Turkey-Greece relations in the aftermath of the European debt crisis with the independent variable that reveals the EU-Greece relationship and the dependent variable that shows the impact of economic crisis in Turkey-Greece relations. As a result of this evaluation, it was aimed to make an analysis at the point where the experienced political disagreements between the two countries, Cyprus and Aegean, could not be delivered. In accordance with this objective, the study is composed of three main sections. The first section of realism, neo-realism, and forming the framework of the first Turkey-Greece relations problems of the sub-study were drawn from the point of view of neo-realism. In the second part, forming the second sub-study problems with the reasons for the emergence of the European debt crisis and it is addressed to the effects of Greece and Turkey. The study constitutes the main research question after the European Debt Crisis Turkey-Greece relations have been evaluated in the third section.At the end of the study, it was determined that the international system is now turning towards "Polarity". Europe's experience as the debt crisis in the European Union caused the self-questioning, Germany's process and that came to the fore in crisis management, while Greece national interests in accordance experienced were in turning the opportunities of the debt crisis compromise the vehicle's political problems with Turkey as the result that we use as. Although the 1999 Helsinki Summit the following economic and social aspects of many ways of cooperation from between Turkey and Greece opened, though, it is an obvious fact that EU and Greece relationships continues to tighten after the debt crisis. This case shows that the political disagreements moved from the past to the present in Turkey-Greece relations such as Aegean and Cyprus cannot be resolved for a long time within the European Union.
1950 genel seçimleriyle iktidara gelen DP, 1954 ve 1957 seçimlerini de kazanmıştı. Ancak 1957 seçimlerinden sonra DP ile muhalefet partileri arasında ciddi krizler ortaya çıktı. Başta CHP olmak üzere DP'ye karşı mücadele başlatan muhalefet partileri, aralarında "Güç Birliği" adında bir siyasi yapı oluşturdular. Muhalefet kanadında bunlar yaşanırken, Başbakan Adnan Menderes 12 Ekim 1958'de Manisa'daki konuşmasında Güç Birliği'ne karşı bütün vatandaşların yer alabileceği bir Vatan Cephesi'nin kurulduğunu ilan etti. Tüm yurtta olduğu gibi Vatan Cephesi Çanakkale'de de büyük ilgi gördü. Başbakan'ın çağrısı üzerine çok sayıda Çanakkaleli Vatan Cephesi'ne bağlı ocaklara üye olmaya başladı. Bu durum iktidar partisinin politikalarının Çanakkale'de kamuoyu tarafından beğenildiği anlamına da gelmekteydi. Çanakkale yerel basını, vilâyetlerinden Vatan Cephesi'ne dolayısıyla da DP ocaklarına büyük iltihakların olduğunu bildirdi. Buna mukabil DP'den ayrılarak CHP'ye katılanlar da oldu. ; The ruling Democratic Party in 1950 elections also won the 1954 and 1957 elections. But after the 1957 elections, serious crises arose between the Democratic Party and the opposition parties. The opposition parties, in particular the People's Republican Party, which started the struggle against the Democratic Party, formed a political structure called the Power Union. While these are happening in the opposition bloc, Prime Minister Adnan Menderes declared in October 12, 1958 in Manisa that the establishment of a Homeland Front, where all the citizens could take part in the Power Union. Like the whole country, the Homeland Front attracted great attention in çanakkale. Upon the call of the Prime Minister, he began to become a member of the quarries belonging to numerous çanakkale Homeland Fronts. This also meant that the politics of the ruling party were liked in çanakkale. The çanakkale local press reported that there were great affiliations from the provinces to the Homeland Front and therefore to the Democratic Party quarters. Apart from this, there were also those who joined the People's Republican Party from the Democratic Party. This study was prepared by taking documents of the Prime Minister's Republican Archives in çanakkale, the local press in the period, examination and research works related to the subject.
Terrorism has always been a part of human history with various forms. However, it had not been such a clear and present danger till the 9/11 attacks. With the 9/11 attacks, terrorism has evolved into a new terrorism, mega terrorism, which only aims to change the system with sensational attacks causing so many deaths. And today, it poses a threat with the form of nuclear terrorism. Its potential rate of lethality would not be compared with any other forms of terrorism if terrorists managed to detonate an intact nuclear weapon or an improvised nuclear device. In addition, psychological effects of sabotaging a nuclear facility or exploding a "dirty bomb" would be much more powerful than any other forms of terrorism. Yet, as a response, states have already started to cooperate against the threat of nuclear terrorism through various international responses which are known as nuclear security. But, nuclear security is still developing and seems not strong enough to effectively cope with the threat of nuclear terrorism. On the other hand, there is the international nuclear nonproliferation regime based on three pillars of nuclear nonproliferation, peaceful use of nuclear energy and nuclear disarmament. However, its scope is limited to address threats stemming from traditional state actors such as nuclear war and proliferation. Nonetheless, this regime still offers a useful base for nuclear security to develop itself. Therefore, the thesis is an attempt to propose a more effective framework for the international responses to the threat of nuclear terrorism which would lead to more effective nuclear security with the guidance and inspiration of international nuclear nonproliferation regime. ; KABUL VE ONAY . i BİLDİRİM . ii YAYIMLAMA VE FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI BEYANI. iii ETİK BEYAN . iv ÖZET . v ABSTRACT . vi TABLE OF CONTENTS . vii ABBREVIATIONS . ix FIGURE . xii TABLES . xii INTRODUCTION . 1 CHAPTER I: CONCEPTUAL FRAMEWORK . 8 1.1. CHANGING NATURE OF WAR . 8 1.2 TERRORISM . 13 1.2.1. Evolution of Terrorism . 15 1.2.2. Nuclear Terrorism . 20 1.3. THEORETICAL BACKGROUND TO COOPERATION . 24 1.3.1. Realism . 25 1.3.2. Liberalism. 27 CHAPTER II: NUCLEAR NONPROLIFERATION REGIME AND NUCLEAR SECURITY . 36 2.1 NUCLEAR NONPROLIFERATION REGIME . 37 2.1.1. Treaty on the Non-Proliferation of Nuclear Weapons (Nuclear Non-Proliferation Treaty, NPT) . 39 2.1.2. International Atomic Energy Agency (IAEA) . 43 2.1.3. Conference on Disarmament (CD) . 47 2.1.4. Comprehensive Nuclear-Test Ban Treaty (CTBT) . 49 2.1.5. Fissile Material Cut-off Treaty (FMCT) . 50 2.1.6. Zangger Committee (ZAC) . 51 2.1.7. Nuclear Suppliers Group (NSG) . 52 2.1.8. Nuclear-Weapon-Free Zones . 54 2.2 INTERNATIONAL RESPONSES TO NUCLEAR TERRORISM . 60 2.2.1. UN Security Council Resolution 1373 . 61 2.2.2. UN Security Council Resolution 1540 . 62 2.2.3. Convention on the Physical Protection of Nuclear Material (CPPNM) and 2005 Amendment . 63 2.2.4. International Convention for the Suppression of Acts of Nuclear Terrorism (ICSANT) . 66 2.2.5. Convention for the Suppression of Unlawful Acts Against the Safety of Maritime Navigation and 2005 Protocol (SUA Convention) . 68 2.2.6. Proliferation Security Initiative (PSI) . 69 2.2.7 Global Initiative to Combat Nuclear Terrorism (GICNT) . 70 2.2.8. Nuclear Security Summits . 70 2.2.9. World Institute for Nuclear Security (WINS) . 72 2.2.10. International Nuclear Security Education Network (INSEN) 73 CHAPTER III: NUCLEAR TERRORISM . 75 3.1. WHO MIGHT BE A NUCLEAR TERRORIST?. 76 3.1.1. Politico-Religious Groups . 77 3.1.2. Nationalist/Separatist Terrorist Groups . 80 3.1.3. Single-issue Terrorist Groups. 81 3.2. THE FOUR FACES OF NUCLEAR TERRORISM . 83 3.2.1. Acquisition of a Nuclear Weapon . 84 3.2.2. Manufacturing an Improvised Nuclear Device . 88 3.2.3. Sabotage of a Nuclear Facility . 92 3.2.3.1 Targeting Critical Infrastructure . 92 3.2.3.2 Suicidal Airplane Crashes . 94 3.2.3.3 Other Sabotage Methods . 95 3.2.4. Radiological Dispersal Device (Dirty Bomb) . 95 3.3 PROPOSED APPROACH TO NUCLEAR SECURITY . 98 CONCLUSION . 105 BIBLIOGRAPHY . 110 APPENDIX 1: Thesis Originality Report . 132 APPENDIX 2: Tez Çalışması Orijinallik Raporu . 133 APPENDIX 3: Ethics Board Waiver Form for Thesis Work . 134 APPENDIX 4: Etik Kurul İzin Muafiyeti Formu . 135 ; Terörizm, çeşitli şekilleriyle her zaman insanlık tarihinin bir parçası olmuş, fakat 11 Eylül saldırılarına kadar hiç bu kadar net ve hissedilir bir tehdit olmamıştı. 11 Eylül saldırılarıyla birlikte, terörizm beraberinde çok fazla ölüm getirecek çarpıcı saldırılarla sistemi değiştirmeyi hedefleyen bir terörizme, mega-terörizme dönüştü. Ve bugün, terörizm nükleer terörizm şekliyle bir tehdit oluşturuyor. Eğer teröristler bir nükleer silahı veya kendi hazırladıkları bir nükleer cihazı patlatacak olursa, nükleer terörün muhtemel ölüm oranı diğer terör ölüm oranlarıyla kıyaslanamayacak kadar büyük olacaktır. Ayrıca, nükleer santralleri sabotaj etmek veya "kirli bomba" patlatmak gibi saldırıların da psikolojik etkileri diğer terörizm şekillerinden çok daha fazla etkili olacaktır. Bu noktada, bu tehdide karşı olarak ülkeler nükleer emniyet olarak bilinen çeşitli uluslararası tepkilerle işbirliği yapmaktadır. Fakat nükleer emniyet hala gelişme aşamasında olup, nükleer terörizmle etkili biçimde mücadele edecek kadar güçlü görünmemektedir. Diğer taraftan, nükleer silahsızlanma, nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanımı ve nükleer silahsızlanma üzerine kurulu uluslararası nükleer silahların yayılmasının önlenmesi rejimi bulunmaktadır. Ama bu rejimin kapsamı geleneksel devlet aktörlerinden kaynaklı nükleer savaş ve nükleer silahlanma gibi tehditleri içermektedir. Yine de, bu rejim nükleer emniyetin kendisini geliştirmesinde bir üs görevi görebilir. Bu nedenle, bu tez uluslararası nükleer silahların yayılmasının önlenmesi rejiminden esinlenerek, nükleer terör tehdidine karşı geliştirilen uluslararası tepkilerin daha etkili bir nükleer emniyet oluşturabilmesi için bir yapı sunmayı amaçlamaktadır.
Anadolu, bin yıllar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, birçok kültürü, birçok dili bünyesinde barındırmış, prehistorik dönemlerden günümüze insanlara yurt olmuş toprak parçasıdır. XIX. yüzyılın başlarından itibaren Batılı arkeologların ilgisini çeken bu topraklar, XX. yüzyılın ortaları ile Sualtı Arkeologlarının ilgisini çekmeye başlamıştır. Özellikle sualtı araştırmaları Anadolu'nun güney ve batı kıyılarında yoğunlaşmıştır. Marmara Denizi'nde Marmara Adası etrafında, Küçükçekmece Gölü'nde sualtı araştırmaları yapılırken, Güney Marmara kıyılarında sadece 2008 yılında Kyzikos (Erdek)'te sualtı çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Marmara Denizi, özellikle günümüzden 7100 yıl önce Ege ve Karadeniz ile birleşmesinden sonra önemini arttırmıştır. Bu tarihten sonra, Karadeniz'in kuzeyindeki medeniyetler ile Akdeniz medeniyetleri arasında bir köprü vazifesi görmüştür. Neolitik dönemden itibaren çevresinde yaşam izleri tespit edilen Marmara Denizi, özellikle kolonizasyon hareketlerinden sonra bir çok kente ev sahipliği yapmıştır. Çanakkale Boğazı üzerinden Marmara Denizi'ne giren Akdeniz medeniyetleri Marmara Denizi kıyılarında koloni kentleri kurmuşlardır. Marmara Denizi'nin güney kıyıları uzun yıllar araştırmacıların dikkatini çekmeyi beklemiştir. Anadolu topraklarının diğer bölümleri ile karşılaştırıldığında, Güney Marmara kıyılarının ne kadar boşlandığı daha net anlaşılmaktadır. Bu sebep ile, bu çalışmanın alanı olarak Güney Marmara bölgesinin antik limanları seçilmiştir. Güney Marmara kıyılarında dört farklı ilin (Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Yalova) sınırları mevcuttur. Bakanlık her çalışma döneminde bir il için çalışma izni vermektedir. Bir dönemde bir ilin kıyı şeridinin araştırılması imkansız olduğu için çalışmamız yalnızca Bursa il sınırları içerisindeki antik limanlar ile sınırlandırılmıştır. Marmara Denizi'ndeki 135 kilometrelik Bursa kıyılarının yanı sıra İznik ve Uluabat göllerinin kıyıları da taranmıştır. Çalışmalarımıza başlamadan önce tüm antik kaynaklar, geç dönem seyyahları ve modern araştırmacılardan bölge ile ilgili bilgiler derlenmiştir. Strabon, Herodotos, Pseudo-Skylaks, Apollonius Rhodius, Xenephon, Yaşlı Plinius, Dio Chysostum, Claudius Ptolemy, Stephanos Byzantinos, Pomponius Mela ve Gaius Plinius Caecilius Secundus gibi bölge hakkında bilgi veren antik yazarlar incelenmiştir. Ayrıca, Seyyid Muradi, İbn Battuta, Polonya'lı Simeon, Evliya Çelebi, Jean Thevenot, Richard Pockocke ve Charles Texier gibi seyyahların bölge limanları ve liman kentleri üzerlerine yazdığı bilgiler toplanmış ve araştırmalar esnasında yol gösterici olarak göz önünde tutulmuştur. Tüm bu kaynaklarda, özellikle kıyı kentleri ve liman yapıları üzerinde durulmuştur. Özellikle deniz ticaretinin başladığı dönemlerden itibaren, antik limanlar kent bölünmesi içinde en önemli noktalar konumuna gelmişlerdir. Ticaretin kentte başladığı ilk yer olmaları nedeni ile yaşamın direkt içinde olmuşlardır. Limanlar, gemilerin barınmalarına, yük alıp boşaltmalarına, yolcu indirip bindirmelerine yarayan doğal veya yapay sığınaklardır. Kente gelen tüccarların ilk ve son gördükleri yer limanlardır. Fakat, bu kadar önemli bir konumda olmalarına rağmen, araştırmacılar tarafından hak ettiği önemi yıllar boyunca görmemişlerdir. Bugüne kadar Anadolu kıyılarında limanlar üzerine yapılan çalışmaların sayısı bunu göstermektedir. Çalışma konumuz olan Bursa ili kıyılarında bugüne kadar yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. İnsan elinden çıkmış olan bilinen en eski su taşıtı M.Ö. 6000 yıllarına tarihlenirken, bilinen en eski liman yapısı M.Ö. 3000'lere tarihlenmektedir. İnsanoğlunun artan ihtiyaçları doğrultusunda kullandıkları su taşıtlarının ebatlarının büyümesi neticesinde yerleşimlerde deniz taşıtlarını koruyacak güvenli alanlara ihtiyaç doğmuştur. Gemilerin karaya çekilemeyecek boyuta gelmelerinden ve sualtında inşa fırsatı veren hidrolik çimentonun kullanılması ile liman yapıları karşımıza çıkmaya başlamıştır. Limanlar, kentlerin kuruldukları yerlere göre farklı şekillerde inşa edilmişlerdir. Bulundukları yere göre ve işlevlerine göre limanları iki ayrı başlık altında gruplamak mümkündür. Bulundukları yere göre, Deniz Limanları ve Tatlı Su Limanları olarak adlandırılmışlardır. Deniz Limanları ise yine kendi içinde, kıyı şeridinin farklılık göstermesi nedeni ile doğal veya yapay limanlar olarak ikiye ayrılırlar. Göl, nehir gibi tatlı suların kıyı şeritlerinin düz olması nedeniyle bilinen tüm tatlı su limanları yapaydır. Bir limanın yapay veya doğal liman olmasını belirleyen faktör liman havzasının inşa şeklidir. Doğal limanlar, koylarda inşa edildiği için liman olarak koyun su havzası kullanılmıştır. Yapay limanlarda ise, su havzası dalgakıran veya mendirekler yardımı ile yapılmaktadır. Ayrıca antik limanlar fonksiyonlarına göre askeri limanlar, ticari limanlar ve özel limanlar olarak üç başlık altında toplamak mümkündür. Dünya üzerindeki liman araştırmaları XX. yüzyılın başlarında başlamıştır. Anadolu kıyılarında ilk araştırmalar ise 1960'dan sonra başlamaktadır. Anadolu kıyılarında bugüne kadar Phaselis, Limantepe, Myndos, Kyzikos ve Küçükçekmece göllerinde gerçekleştirilmiştir. Fakat son 20 yıl içerisinde üniversitelerde yüksek lisans ve doktora seviyelerinde liman araştırmalarının yapılması gelecek için umut vaat edicidir. Bursa kıyıları, Anadolu toprakları gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Antik kaynaklardan bildiğimiz kadarı ile bölgede oturan en eski medeniye Bebrklerdir. Bölgede genel olarak yaşayan halk Trak kökenli halklardır. Mysialılar, Frigyalılar ve Bithynialılar arasında bölgede bir hakimiyet savaşı söz konusudur. Kimi zaman Bursa kıyı şeridi Mysialıların kontrolüne geçerken, kimi zaman Bithynialılar kontrolünde olmuştur. Kimi antik kaynağa göre Kios (Gemlik) Mysia kenti iken, kimine göre Phygia, kimine göre ise Bithynia topraklarındadır. Persler M.Ö. 547 yılında Lidya Krallığı'nı yok edince bölgeye hakim olmuşlardır. Perslerin tüm Anadolu'da uzun yıllar hakimiyetlerinden söz etmek mümkündür. Fakat, M.Ö. V. yüzyılın ortasından sonra Bursa kıyıları da dahil olmak üzere, Marmara Denizi'nin güney kıyılarında Yunanlıların hakim olduğu bilinmektedir. Büyük İskender'in M.Ö. 333 yılında Anadolu'ya girmesi ile Perslerin Anadolu'daki hakimiyetleri yok olmuştur. İskender, Bithynia üzerine saldırı yapsa da, burası ile fazla ilgilenmeyerek Anadolu içlerine yürüyüşüne devam etmiştir. M.Ö. 202 yılına kadar Bursa ilindeki Kios, Myrleia gibi önemli yerleşimler bu dönemde kent devletleri statüsünde gözükmektedir. M.Ö. 202 yılında Prusias tarafından yeniden inşa edilen şehirler Bithynia Krallığı hakimiyetine girmişlerdir. M.Ö. 75/74 yılında Bithynia toprakları miras yolu ile Roma İmparatorluğu'na devredilmiştir. Bu dönemde Mithradates ile Pompeius arasında bölge için önemli mücadeleler olmuştur. Bursa kıyılarında kısa bir süre Mithradates'in egemenliği söz konusu olsa da, M.Ö. 63 yılından sonra ise Roma İmparatorluğu hakimiyetindedir. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesinden sonra Bursa ili kıyılarındaki yerleşimlerde Doğu Roma İmparatorluğu hakimiyetine girmişlerdir. Uzun yıllar Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu hakimiyetinde kalan kıyı şeridi yerleşimleri, M.S. 1320'den sonra Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine girmişlerdir. Kolonizasyon hareketleri sonrası Marmara Denizi'nde ticari bir hareketlilik söz konusu olmuştur. Çanakkale Boğazı üzerinden Marmara Denizi'ne giren halklar yeni koloni kentleri kurmuşlardır. Bu kurulan kentler ve siyasi olaylar hakkındaki bilgiler deniz ticaret rotalarını çizmemize yardımcı olmuştur. Antik dönemde denizciler istedikleri zaman sefer yapamıyorlardı. M.S. IV. yüzyılın sonlarında yaşamış olan antik yazar Vagetius denizcilerin sefer takvimi hakkında bilgi vermektedir. Vagetius'a göre Antik Dönem denizciliği için meteoroloji ve hakim rüzgarlar oldukça önemlidir. Gemilerin sefer yapmalarına uygun belirli tarihler mevcuttur. Denizin şiddeti ve durumu tüm yıl sefer yapılmasına imkan sağlamamaktadır. 27 Mayıs'tan 14 Eylül'e kadar sefer yapmak güvenli iken, bu tarihten itibaren yaklaşık 11 Kasım tarihlerine kadar sefer için hava şartları ve denizler şüpheli ve tehlikelidir. 11 Kasım'dan 10 Mart'a kadar ise denizlerin tamamen sefere uygun olmadığından bahsetmektedir. Denizciler, uygun hava şartları için sefer mevsimini beklemek zorundaydılar. M.S. XVII. yüzyılda da Vagetius'un verdiği tarihler sefer için geçerliliğini korumaktadır. 1775-1776 yılındaki Seyir Defteri'nde Osmanlı gemilerinin Nisan – Kasım ayları arasında sefer yaptığı anlaşılmaktadır. Vagetius'un bahsettiği tarihlerden günümüze yaklaşık 1500 yıl geçmesine ve gelişen gemi teknolojilerine rağmen, Marmara Denizi'nde Mudanya – İstanbul seferini yapan gemiler hava şartları nedeni ile en çok Kasım - Mart aylarında iptal edilmektedir. M.S. IV. yüzyıl ile M.Ö. VII. yüzyıl arasında coğrafyada ve iklim kuşaklarında çok fazla değişiklik olmadığına göre, Vagetius'un vermiş olduğu dönemlerin VII. yüzyıldan itibaren geçerli olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Antik kaynaklara göre, kurulan ilk koloni kentleri Marmara Denizi'nin güney kıyılarında kurulmuştur. M.Ö. 756 yılında Kyzikos, M.Ö. 709 yılında Parion, M.Ö. 712 yılında Astacus, Marmara Denizi'ndeki koloni kentlerinin ilk öncüleridir. Kios'un kuruluşu ise M.Ö. 627 yılına tarihlenmektedir. Marmara Denizi'nin kuzey kıyılarında yer alan, Chalkedon M.Ö. 685'te, Selymbria M.Ö. 668'den önce, Byzantium M.Ö. 668'te, Perinthos M.Ö. 602'de, Thracia Chersonesus (Gelibolu) M.Ö. 561'de kolonileştirilmişlerdir. Marmara Denizi'ndeki kolonizasyon hareketlerine baktığımızda Çanakkale Boğazı'ndan Marmara Denizi'ne girildikten sonra en erken koloni kentlerinin Marmara'nın güney kıyılarında kurulduğu görülmüştür. Bu da güney kıyılarında bir ticaretin olduğunu kabul etmemize nedendir. M.Ö. V. yüzyılda dönemin önemli deniz gücü Atina liderliğinde, Perslere karşı ortak mücadele etmek amacı ile Delos Birliği kurulmuştur. Birliğin ilk işi Çanakkale Boğazı'nı ve Marmara kıyılarını Perslerden temizlemek olmuştur. M.Ö. V. Yüzyıldaki deniz ticareti ile ilgili elimizdeki en önemli arkeolojik verilerin başında Atina Vergi Listeleri gelmektedir. Bu listelerde Attika-Delos Deniz Birliği'ne vergi veren kentler ve vergi oranları gözükmektedir. Buna göre Marmara Denizi kıyısında vergi veren birçok kentin adı ile karşılaşmaktayız. Bu kentlerden bazılarının vergi oranları da gözükmektedir. Bu listelere göre, Marmara Denizi'nin güney kıyılarında kurulmuş olan Parion 1 talent, Procennesos 3 talent, Kyzikos 9 talent, Kios 1000 drahmi, Astacus 1 talent 300 drahmi vergi verir iken, kuzey kıyılarındaki Perinthos 10 talent, Selymbria 6 talent, Byzantium 15 talent, Chalcedon 7 talent vergi vermektedir. Vergi oranlarının şehirlerin ekonomik durumu ile doğru orantılı olduğu düşünülürse, M.Ö. V. yüzyılda kuzey kıyılardaki kentlerin güney kıyılarındaki kentlerden daha zengin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu gelişmiş ekonomi bize dönemin deniz ticaret rotalarını da vermektedir. Marmara Denizi'nin ticaret rotaları M.Ö. VIII. yüzyıl içerisinde güney kıyılarında daha aktif iken, M.Ö. V. yüzyıl ile birlikte ana ticaret rotası kuzey kıyılarına kaymıştır. Bu dönemde, Marmara Denizi'nin hakimiyeti tamamen Perslerin elinde gözükmektedir. Bu dönem Persler ile Yunanlıların büyük mücadeleleri vardır. Marmara Denizi'nin bir Pers gölü haline gelmesi nedeni ile Pers satraplığına bağlı tüm kıyılarda özgürce bir dolaşımdan söz etmek olasıdır. M.Ö. V. yüzyılın ortasından sonra Marmara Denizi de dahil olmak üzere Ege Denizi kıyılarında Attika Delos Deniz Birliği'nin etkisi gözükmektedir. Fakat Anadolu'daki Pers varlığı Marmara Denizi'ndeki ticaret yollarını güney kıyılarından uzak tutmuş olmalıdır. M.Ö. IV. yüzyılın sonlarında özellikle Kios'un bastırdığı altın sikkeleri kentin ekonomisinin iyiliğine işaret etmektedir. Bu da, Bursa ili topraklarındaki kentlerinde bu dönemde ticaret yolları üzerinde bulunduğunu göstermektedir. Roma Dönemi'nde tüm Marmara Denizi kıyıları Roma İmparatorluğu güvencesi altına alınmıştır. Kuzeyde Perinthos, bölgenin en önemli limanı ve Via Egnatia yolunun başlangıç noktasıdır. Ayrıca kent, Roma ordularının geçiş istasyonu ve toplanma noktası olarak oldukça önemli bir konumda bulunmaktadır. Roma dönemi kentlerine ve bölgedeki siyasi olaylara göz attığımızda Marmara'nın güney kıyıları çok daha problemlidir. Özellikle Mitridates VI'nın Bithynia kıyılarında Romalılara üstünlük kurması ve Nikaia (İznik), Mryleia (Mudanya) ve Kios (Gemlik) gibi kıyı kentlerini ele geçirmesi nedeni ile bu bölge Romalılar için ticarete elverişsiz duruma gelmiştir. M.Ö. 74 yılında Bithynia topaklarının vasiyet yolu ile Roma İmparatorluğuna bağlanmış ve M.Ö. I. yüzyılın ikinci yarısında Apameia, "Colonia Iulia Concordia Apamea" ismi ile bir Roma kolonisi olmuştur. Güney kıyıları da güvenlik altına alındıktan sonra tüm Marmara Denizi kıyıları ticarete elverişli duruma gelmiş olmalıdır. Perinthos'ta bulunan ve M.S. III. Yüzyıla tarihlenen bir yazıt Roma döneminde Perinthos ile Apameia'nın iyi ilişkiler içinde olduğunu, hatta Perinthos'ta "Apameia'yı Sevenler Cemiyeti" olduğunu göstermektedir. Bu dönemde bütün Marmara Denizi sınırları içerisinde bir ticaretin olduğu görülmektedir. Ayrıca Romalıların Marmara Denizi'nin iki yanında birer koloni kurması ve bu kolonilerin irtibatta olmaları bir tesadüf olmamalıdır. Perinthos'un Via Egnatia ile Roma ve Trakya kentlerine bağlandığı gibi, Colonia Iulia Concordia Apameia'nın da Anadolu içleri ile Prusa üzerinden bağlantısı vardır. Tüm bu veriler ışığında, M.Ö. 6000'lerde insanoğlu Marmara Denizi'ni besin sağlama amacı ile kullanmaya başlamıştır. M.Ö. VIII. yüzyıl ile birlikte Marmara Denizi deniz ticaretinde ismini duyurmuştur. Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemleri boyunca siyasi etkiler nedeni ile farklı deniz rotaları oluşmuştur. Her dönemde, değişen deniz rotaları kentlerin gelişmelerini etkilemiştir. Marmara Denizi deniz rotası üzerindeki kentler, gelişmeye sürekli devam etmiştir. Perinthos Antik Kenti ile Via Egnatia örneğinde olduğu gibi, limanlar bir yol ağı ile iç bölgelere ulaşıma sahip olmalıdırlar. Bu nedenle bölgede yol ağları üzerine de bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Liman kentleri ile iç bölgeleri bağlayan yollar tespit edilmeye çalışılmıştır. Antik kaynaklardan bildiğimiz Prusa – Apameia bağlantısına ait arkeolojik bir veri ile karşılaşılmamıştır. Fakat yazıtlar ışığında Nicaea'dan Kios'a ulaşan bir yolun varlığı bilinmektedir. Bursa ili kıyıları kıyı yapısı, kayaç ve toprak yapısı ile antik kentlerin konumları karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırma sonucunda kıyı şeridi, kayaç ve toprak yapısı ile antik kentlerin konumları arasında bir bağlantı bulunamamıştır. Tarım toprakları haritası incelendiğinde ise, tüm önemli antik kentlerin (Myrleia, Kios, Daskyleion ad Mare) günümüzde zeytin dikim alanlarında kurulduğu ve verimli topraklara sahip olduğu anlaşılmıştır. Plakia Antik Kenti'nin konumu bazı antik kaynaklar tarafından verilse de, yeri hakkında soru işaretleri mevcuttur. Kent hakkında bilinenler, Rhyndakos Nehri'nin batısında, Pelasg kolonisi ve kıyı yerleşmesi olmasıdır. Yaptığımız araştırmalar esnasında, Kurşunlu/Karacabey'de sualtında oldukça tahrip edilmiş dalgakıran yapısı ile karşılaşılmıştır. Araştırma sahamızın başladığı alandan itibaren Rhyndakos Nehri'ne kadar tespit edilen tek liman kalıntısı burasıdır. Liman'ın üst kısmında bulunan manastır ve mimari parçalar bölgenin tarihini çok daha eskiye götürmektedir. Tespit ettiğimiz limanın, erken dönemlerde Plakia halkı tarafından kullanılan bir liman, Geç Antik Çağ'da ise Manastır Limanı olarak görev yaptığı düşünülmektedir. Burasının kesin olarak Plakia Antik Kenti'ne ait bir liman demek için en azından yazıtlar ile desteklenmesi gerekmektedir. Bu nedenle, bölgede başka bir liman kalıntısı bulunmamasından dolayı burasını Plakia Antik Kenti'nin limanı olarak tanımlamak uygun görülmüştür. Liman, iki dalgakıran yardımı oluşturulmuş, yapay deniz limanıdır. Dalgakıranlar iri düzensiz taşların yığılması ile meydana getirilmiştir. Daskyleion ad Mare ile Eşkel Limanı eşleştirilmesi XX. yüzyılın başlarında yapılmıştır. Bu nedenle, kentin limanını aramaya yönelik çalışmalar yapılmıştır. Eski fotoğraflardan kentin limanı tespit edilmiş, modern yapılaşmanın dalgakıran ve liman üzerindeki tahribatı belgelenmiştir. Kentin bir tek limanı olduğu ve bunun da koyun içinde inşa edildiği anlaşılmıştır. Dalgakıranı iri, düzensiz taşların yığması ile meydana getirilmiştir. Ketendere'nin gerek konumu, gerekse buluntuları nedeni ile bir kent olarak algılanmaması gerektiği anlaşılmıştır. Ketendere deresinin batı kısmında iri düzensiz taşların yığılması ile meydana getirilmiş bir dalgakıran yapısı tespit edilmiştir. Antik limanlar ve tatlı su kaynaklarının bağlantısı göz önüne alınarak burasının çok küçük deniz taşıtları için kullanıldığı ve Caesarea Germanica kentine ait olması gerektiği görüşü bildirilmiştir. Kapanca Limanı'nda yapılan çalışmalarda 2 adet dalgakıran yapısı tespit edilmiştir. Bu dalgakıranların, iri düzensiz taşların yığılması işe meydana getirildiği anlaşılmıştır. Yüzyıllardır yeri tartışma konusu olan Caesarea Germanica Antik Kenti ile Kapanca Limanı'nın ortak yönleri gösterilerek, burasının Caesarea Germanica olması gerektiği ifade edilmiştir. Trilye kıyılarında yapılan araştırmalar neticesinde ne yazık ki antik döneme tarihleyebileceğimiz hiç bir liman yapısı ile karşılaşılmamıştır. Trilye kıyı şeridindeki modern yapılaşma ve liman tahribatın en büyük sorumlularıdır. Trilye'de yapılmış olan çalışmalar incelendiğinde, burasının bir yerleşim yerinden çok bir kült olanı olarak algılanması gerektiği anlaşılmıştır. Mudanya sınırlarında yaptığımız araştırmalar daha önceden yeri tespit edilmiş olan akropol çevresinde yoğunlaştırılmıştır. Roma Dönemi'nden itibaren Bursa için çok önemli bir liman şehri olan Mudanya'da kıyı şeridinde antik döneme tarihlenebilecek herhangi bir liman kalıntısı tespit edilememiştir. Eşkel, Trilye gibi Mudanya kıyı şeridinin de yoğun olarak doldurulduğu ve yapılaşmaya gidildiği anlaşılmıştır. 1860'lı yıllarda kıyı şeridinde sözü edilen dalgakıran yapılarının bu yapılaşma nedeni yok olduğu tespit edilmiştir. Mudanya – Gemlik arasındaki araştırmalar neticesinde Sırakayalar Mevkii'nde liman yapısı tespit edilmiştir. Dalgakıranlar iri düzensiz taşların dizilmesi ile meydana gelmiştir. Limanın fonksiyonunu anlamak için çevrede yaptığımız araştırmalarda limanın yamaçlarındaki tepe üzerinde yol yapımı ve taş ocağı nedeni ile yoğun tahribatın olduğu gözlenmiştir. Hangi kente ait olduğunu tespit etmek için yaptığımız araştırmalarda, ismi bilinen fakat yeri hakkında soru işaretleri olan Bryllion Antik Kenti ile ortak noktaları tespit edilmiştir. Bu limanın yaklaşık olarak üç kilometre iç kısmında bulunan Gündoğdu'da bulunan antik kent ile bağlantısının olduğu anlaşılmıştır. Bazı bilimadamlarının Paladari olarak isimlendirdiği kentin erken dönemleri hakkında hiçbir bilgi yoktur. Antik yazarlardan bölgede olması muhtemel kentler araştırılmış ve eşlenen tek yerleşim ile filolojik eşleştirilme yapılmaya çalışılmıştır. Tüm veriler göz önünde tutulduğunda Gündoğdu'daki antik kentin Bryllion, limanın arkasındaki tepe üzerinde de Bryllion'un epineonu olan Tereia'nın bulunması gerektiği düşünülmüştür. Bu nedenle kayıp kent Bryllion ile Gündoğdu yakınındaki Çiftekayalar'ın aynı yer olduğu ifade edilmiştir. Özellikle M.S. X. yüzyıldan sonra bölge için önemli bir gemi üretim merkezi olarak bilinen Gemlik'te yapılan araştırmalar neticesinde antik döneme tarihlenebilecek herhangi bir liman veya tersane yapısı ile karşılaşılmamıştır. Kıyı şeridinin tamamen dolduğu ve yeniden yapılaşmanın olduğu anlaşılmıştır. İznik Gölü'nde yapılan araştırmalar esnasında dört farklı noktada iskele kazıkları tespit edilmiştir. Bu kazıkların yerleri ile, bölgede yerleri tahmin edilen antik kentler karşılaştırıldığında birebir örtüşme söz konusudur. Ahşapların tatlı sularda binyıllar boyunca bozulmadan kalabildiği bilinmektedir. Bodrum, Myndos, Antalya, Plakia, Eşkel, Gemlik örneklerinden de bildiğimiz gibi limanların olduğu yerler binyıllar boyunca aynı işlevde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Bu durum göllerde de söz konusu olmalıdır. İznik kenti çevresinde yaptığımız araştırmalarda dalgakıran benzeri bir yapı ile karşılaşılmamıştır. Kentin göl kısmında yoğun dolgu bulunmaktadır. Göl Kapı önünde tespit edilen kazıklar muhtemelen antik kentin iskelesini işaret ediyor olmalıdır. Yüzyıllar boyunca aynı mevki, eskiyen ahşapların yenilenmesi ile kullanılmış olmalıdır. Uluabat Gölü'nde yaptığımız çalışmaların sonuçları İznik Gölü'nde yaptığımız çalışmaların sonuçları ile benzerlik göstermektedir. Her iki gölde de dalgakıran veya mendirek yapısına rastlanmamıştır. Gölyazı (Apollonia ad Rhydakos)'ta yaptığımız çalışmalar neticesinde insitu şeklinde bulunan bağlama taşı limanın tam yerini bize göstermektedir. Bağlama taşı gölden yaklaşık 16 metre içeride bulunmaktadır. Aradan geçen yol ile, olması muhtemel kalıntılar tahrip edilmiştir. Antik kaynaklardan Miletopolitis Gölü kıyısında kurulduğunu bildiğimiz Miletopolis kenti günümüzde tamamen karasal bir alandadır. En yakın göl Uluabat Gölü olup, arasındaki mesafe kuş uçuşu 20 kilometredir. Strabon'un bahsettiği gölü bulmak için çevre topografyası ve coğrafyası üzerine yapılan araştırmalar ile kuruyan gölün sınırları tespit edilmiştir. Müze Müdürlüğü'nün yaptırdığı kazılar neticesinde ortaya çıkan yapılar ve topografya ışığında limanın nerede olması gerektiği açıklanmıştır. Rhyndakos Nehri'nin Uluabat Gölü ve Marmara Denizi arasında kalan kısımdaki çalışmalarda herhangi bir liman yapısı bulunamamıştır. Buradaki çalışmalarda orta boyda balıkçı teknelerinin bile günümüzde bu nehirde yolculuk ettiği ve kıyıda herhangi bir liman yapısına gereksinim duymadan demirleyebildiği anlaşılmıştır. Bu alandaki çalışmalara, herhangi bir buluntu olmaması nedeni ile ayrı bir başlık açılmamıştır. Kıyı şeridindeki ve göllerdeki çalışmalar göstermiştir ki, Bursa il sınırlarında tespit edilen tüm deniz limanlarında dalgakıranlar iri, düzensiz taşlar yardımı inşa edilmiştir. Tatlı sularda ise, herhangi bir dalgakıran yapısı ile karşılaşılmamaktadır. Tatlı sularda liman için ekstra yapılaşma gerekmemektedir. 135 kilometrelik kıyı şeridinde üç adet dalgakıran yapısı tespit edilmiştir. Eşkel, Trilye, Mudanya, ve Gemlik gibi halen yaşamın sürdüğü yerleşim yerlerinde limanların tahrip ve yok edildiği anlaşılmıştır. Kıyı şeridinin düz olması nedeni ile doğal liman hiç yoktur. Tespit edilen limanların hepsi yapay deniz limanıdır. M.Ö. VII. yüzyıldan itibaren deniz ticaretinde aktif olan Marmara Denizi kıyılarındaki limanları tarihlemek için yeterli veri mevcut değildir. Dalgakıranların yapım şeklinden tarihleme yapılamamaktadır. Fakat buluntular ışığında; Plakia Antik Kenti M.Ö. IV. yüzyıl; Daskyleion ad Mare M.Ö. IV. yüzyıl; Caesarea Germanica M.S. I. yüzyıl; Apameia/Myrleia M.Ö. IV. yüzyıl; Bryllion ve Kios M.Ö. V. yüzyıl'a tarihlendirilmektedirler. Plakia – Daskyleion ad Mare arasındaki mesafe 33 kilometre; Daskyleion ad Mare – Caesarea Germanica arası 5 km; Caesarea Germanica – Apamia/Myrleia arası 14 km; Apameia/Myrleia – Bryllion arası 9 km ve Bryllion – arası 17 kilometredir. Aralarındaki mesafeler bakımından bir ortaklık gözükmemektedir. Bu nedenle, bölgede liman kentleri kurulurken aralarındaki mesafeden çok coğrafya şartlarına dikkat edilmiştir. ; From prehistoric times to modern times, Anatolia has been home to many civilizations. It has hosted many cultures and many different languages have been spoken on this very piece of land. Since the 19th century, these lands attracted the attention of western archaeologists. Then, in the middle of the 20th century, it started to attract the attention of underwater archaeologists. Underwater research is particularly concentrated on the south and west coasts of Anatolia. While underwater research has been carried out around Marmara Island, at the lake of Küçükçekmece at the Marmara Sea, the only underwater research carried out in 2008 happened at Kyzikos (Erdek) at the south coasts of Marmara Sea. Around 7,100 years ago, after the Aegean Sea and the Black Sea connected, the importance of the Marmara Sea increased. After this period, it had officiated as a bridge between the civilization of the Northern Black Sea and the Mediterranean Sea. With the Neolithic Period, signs of life started to be detected around Marmara Sea and then with the colonization movements, the area hosted many cities. Mediterranean civilizations entering the Marmara Sea through the Dardanelles started to establish colonial cities at the coasts of Marmara. The south coasts of the Marmara Sea waited to attract the attention of researchers for long years. This can be seen clearly when, compared with the other parts of the Anatolian lands, the Marmara coasts were neglected. For this reason, the southern Marmara region's harbors were chosen as the area of this research. Four different provinces (Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Yalova) had borders at the coasts of the Marmara Sea. The Turkish Ministry is providing a working permission for each province, at each period. As it was impossible to investigate the coastline of a province at a period, the research was limited to ancient harbors with the border of Bursa Province. Apart from the 135m areas at the coastline of Marmara Sea, the coasts of İznik and Uluabat lakes were also investigated. Information about the area was gathered from ancient resources, late antique travelers and modern research. The writing of the ancient authors, who gave information about the harbors of the region and harbor cities (including Strabo, Herodotus, Pseudo-Skylaks, Apollonius Rhodius, Xenophon, Pliny the Elder, Dio Chrysostom, Claudius Ptolemy, Stephanos Byzantinos, Pomponius Mela and Gaius Plinius Caecilius Secundus) were examined. Moreover, writing of the travelers such as Seyyid Muradi, İbn Battuta, Polish Simeon, Evliya Çelebi, Jean Thevenot, Richard Pockocke and Charles Texier were collected and considered as an adviser during the research. In all these resources, particular emphasis was laid on coastal cities and harbor structures. Since the period when maritime trade began, harbors become the most important points in the segmentation of the cities. Because they are the places where trade originated in the city, they were directly integrated into daily life. Harbors are natural or artificial places where the ships find shelter, load and unload goods, and board and drop off passengers. The first and last thing that a merchant coming to the city saw was the harbor. However, despite being in such an important position, they have not received enough attention from researchers over the years. The number of studies on the harbors of Anatolian coasts demonstrates that thus far. At the Bursa Province coastline, no research was held until today. The earliest sea-faring vessel made by humans dates back to 6000 BC, and the earliest harbor structure dates back to 3000 BC. According to the growing needs of people, water vessels also grew in size, and people needed places to protect these vessels. As a result of the size of the vessels becoming too big to be pulled to the coast easily, as well as the invention of hydrophilic cement allowing constructions underwater, harbors structures were constructed. Harbors were constructed in different ways depending on where they were found in the city. It is possible to divide harbors in two groups, according to the places where harbors were constructed and their respective functions. According to location, harbors are divided into sea harbors and freshwater harbors. Because of the diversity of coastline, sea harbors can be further categorized into natural and artificial harbors. Because lake and river coastlines are flat, all the freshwaters harbors are artificial. The main factor that determines whether the harbor is artificial or natural is the construction form of harbor's basin. Because natural harbors were constructed at bays, the natural basin of the bay would be used to form the harbor. Artificial harbors are constructed with the support of water basins, breakwaters and moles. Additionally, ancient harbors are divided even further, according to their functions: military harbors, trade harbors and private harbors. Harbor research around the world started in the 20th century AD. ; Bursa Metropolitan Municipality
XX. yüzyıl, modern devlet anlayışının dünyada kabul görüp gelişmesine şahit olurken Türkiye bu sürecin takibinde, kısa bir zaman aralığına sahip olmuştur. Cumhuriyet Türkiye'si, sosyal devlete, yüzyılın başında henüz ulaşmışken dünyanın modern devletleri, "Refah Toplumu" söylemi ile sosyal politikalarının rotasını belirlemekteydiler. "Refah Toplumu" olmanın parametresi kuşkusuz sağlıktır. Sağlık, İnsan Hakları Beyannamesinde tanım bulmuş, insanların kolayca ulaşabilmesi gereken temel haklarındandır. Devletlerin, yurttaşlarına eşit sağlık hizmeti sunması ise görevleri içinde en önemli yere sahip olanıdır. Bu bağlamda sağlık bir devlet politikası olarak enstrümanları çalanlar değiştiğinde, değişmeyen politikalarla sürdürülmelidir. Türkiye Cumhuriyeti, bu konuda devletin kurulduğu ilk günden itibaren izlediği politikalarda istikrar içindedir. Rejimi henüz belli olmayan, olağanüstü koşullar meclisinde ilk olarak sağlık teşkilatı kurulmuştur. Siyasi bir devrim sonucunda, Cumhuriyet rejimini benimseyen Türkiye'nin sağlıkta yürüttüğü politikalar sosyal devlet anlayışını pekiştiren yaklaşımlarla sürdürülmüştür. Demokratik bir Cumhuriyet olarak kurulan yeni Türkiye devletinde, demokrasinin olgunlaşma süreci zaman alsa da, Demokrat Parti ile başlayan çok partili parlamento ile demokrasi biçimsel olarak yerleşmiş ve devletin enstrümanları yeni bir elden ses vermeye başlamıştır. Demokratların, mecliste hükümet kurma görevini üstlenmeleri ile başlayan bu süreç kuruluş felsefesi olan "sosyal devlet" olgusu doğrultusunda gelişen politikalarla yürütülmüştür. Tek parti iktidarının Sağlık Bakanı Behçet Uz'un hazırladığı "Milli Sağlık Planı", çeşitli gerekçelerle aktif uygulanma şansı bulamamıştı. Demokratların hükümetinde ise, uygulama sahasına alınan, sağlık planı ile sağlık hizmetleri, milli bir dava olarak partiler üstü bir yaklaşımla sürdürülmüştür. Demokrat Parti Hükümetleri, dünyada sağlık hizmetlerinin, "Refah Toplumu" anlayışının içinde geliştiği dönemlere rastlamıştır. Soğuk Savaşın biçimlendirdiği dış politika Batı Dünyası ile entegre olma gerekliliğini kaçınılmaz kılmıştır ve Türkiye, kısa zamanda Uluslararası işbirliklerinin de desteği ile modern devletlerin "Refah Toplumu" ideasını yakalama politikaları içine girmiştir. Demokratların kesintisiz on yıllık iktidarları sürecinde Sağlık Politikaları bir devlet politikası olarak görülmüş, ufak tefek iii güncel politikalarda propaganda aracı olarak dile gelmiş olsa da devamlılık gösteren, sağlık yatırımları, devletin içine düştüğü ekonomik ve siyasi zor koşullara rağmen, herhangi bir geri adım veya kısıtlama olmadan sürdürülmüştür. ; As witnessing the acceptance and development of XX. Century Modern State understanding, while Turkey chasing this period, had a limited time interval. As Turkish Republic has just reached a social state in the beginning of the century, modern states of the World was determining the route of social policies. There is no doubt that the most important parameter of being a welfare state is health. Health has its place in bill of rights as a fundamental right which people should access easily. To provide health services to all of its citizens equally has the most important place in State's duties. In this context, health should be sustained as a State policy even if the instrumentalists of State change. Turkey has persistence in its pursued policies on this subject from the day the State has found. The health organizations have founded in the extraordinary conditions parliament which hasn't had a regime yet. Turkey, which has adopted Republic regime as a result of political revolution has sustained its health policies with a reinforcing approach of social state. In Turkey, which has founded as a Democratic Republic, despite the time of maturation of the democracy, with the multi-party parliament, which has started with Democratic Party, democracy has settled formally and the instruments of State had started to sound from a new hand. The process which has started with the Democrat's mission of forming a government in the parliament has been conducted in scope of the founding philosophy, "social state". "The National Health Plan" which has prepared by Behçet Uz -the Minister of Health of the one party government- hasn't been able to get the chance of execution due to several reasons. But in Democrat's government, the plan has executed, health policies had been conducted as a above parties understanding. Democratic Party governments have came on the period of World, which the health policies were gaining acceleration in the understanding of "Welfare Society". The necessity of integrating with Western World had occurred due to the foreign policies formed by The Cold War. Turkey has followed the policies of the idea of "Welfare Society" with the help of its international partners. During the ten uninterrupted government of Democrats, the health policies had been seen as a State policy. Despite v the economic difficulties of and political hard conditions, health policies had been conducted without having any restrictions or any step backs
Bir uluslararası sistem içinde varlık gösteren devletler güvenliği sağlamak için dost-düşman ayrımı yaparlar. Sistemde yer alan tek aktör devletler olmadığı için, güvenliğin oluşturulması zorlaşmaktadır. Müslüman Kardeşler Örgütü hem uluslararası sistemde, hem de Mısır iç siyasetinde, barışı savunduğu halde, adı "terör örgütü" ifadesi ile eşleştirilmeye çalışılan önemli bir aktördür. 11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından İslam dininin adını terör ile birlikte kullanmaya başlayan ABD, uluslararası literatüre "İslamofobi" kavramını hediye etmiştir. Bu noktadan sonra da ABD dış politikasında önceliği, radikal İslamcı örgütlerle mücadeleye vermiştir. Şüphesiz El-Kaide ya da IŞİD gibi örgütler, sivil yaşama kast eden terör eylemleri organize etmektedir. Ancak tüm İslami örgütleri aynı kefeye koymak adil olmamaktadır. Savunmacı İslami örgütler, bir sivil toplum örgütü gibi hareket ederek, fikirsel mücadele vermektedirler. Ancak daha ortak bir terör örgütü tanımı yapamayan devletler, İslami örgütlere nasıl yaklaşmaları gerektiği konusunda da, ortak bir davranış sergileyememektedir. Terör kavramı siyasallaşmıştır. Müslüman Kardeşler Örgütü de bu durumdan etkilenen örgütlerden birisidir. Bu çalışmanın amacı, Müslüman Kardeşler Örgütü"nün kimliğini ve siyasal duruşunu analiz ederek, uluslararası sistemdeki önemli aktörlerin onu nasıl algıladıklarını ortaya koymaktır. ; Being a part of the international system states have to make enemy-friend distinction in order to ensure the security. Since states are not the only single actor in the system, it becomes difficult to establish the security. Although The Muslim Brotherhood Organization defends peace, it has been labeling as a "terrorist organization" both in the international system and the Egyptian domestic policy. Following the terrorist attacks happened at September 11, 2001, the US started to use the term of Islam with terrorism and presented "Islamophobia" into the international literature. Certainly, organizations such as al-Qaeda or ISIS have been organizing terrorist acts that threats civilian life. However, it is not fair to put all Islamic organizations in the same pot. Defensive Islamic organizations act as a non-governmental organization and provide an intellectual struggle. However, states which cannot use a common definition of terrorist organization also do not have a common attitude about how they should approach the Islamic organizations. The concept of terrorism is politicized. The Muslim Brotherhood Organization is one of the organizations affected by this situation. The aim of this study is to analyze the identity and political stance of the Muslim Brotherhood Organization and to point how important actors in the international system perceive it.