Bugüne kadar Osmanlı ceza hukuku alanında ve daha özelde XIX. yüzyıl Osmanlı ceza hukuku alanında yapılan çalışmaların birçoğunun teorik olduğu görülmekte, pratik üzerinden teorik söylemlerin geliştirildiği çok az çalışmaya şahit olunmaktadır. Son dönem Osmanlı ceza hukukunun değişimine dair önemli çalışmaları olan Omri Paz, Who Killed Panayot? adını verdiği, 1850 yılında İzmir'de meydana gelen görünürde basit bir afyon hırsızlığı olayının, dönemin Osmanlı Hariciye nazırı ve İngiliz büyükelçisi düzeyinde yapılan yazışmalara nasıl konu olduğunu anlattığı bu çalışmasında, aslında Tanzimat sonrası Osmanlı'nın ceza hukuku alanında yaptığı reformlara dair çok önemli bilgileri bir olay merkezinde kalarak sunmuştur.
Türkler, tarih boyunca İran toprakları üzerindeki devletlerin kurulmasında önemli bir rol oynamıştır. Öyle ki, Anadolu'dan İran'a yapılan Türk göçleri ile bu devletlerin temelleri atılmıştır. Safeviler'den sonra İran'a hakim olmak amacıyla taht mücadeleleri başlamış, sırasıyla Afşar, Zend ve Kaçar hanedanlıkları yönetimi ele geçirmişlerdir. Bu hanedanların başa geçmeleri sırasında da iktidar mücadeleleri görülmüş, İran siyasi iç bütünlükten yoksun kalmıştır. 1796-1925 tarihleri arasında İran'a hakim olan Kaçar Hanedanlığı, ülkede siyasi birliği sağlamaya çalışmışsa da, bu kez başta Rusya olmak üzere İngiltere ve Fransa'nın İran'a yönelik menfaatleri, İranlı yöneticileri Avrupalı devletler arasında denge politikası izlemeye mecbur bırakmıştır. Ayrıca İran, döneminin güçlü devleti olan Rusya karşısında pek çok toprağını kaybetmek zorunda kalmıştır. Diğer taraftan da kendine en büyük rakip olarak Sünni Osmanlı Devleti'ni gören İranlı yöneticiler, Rusya'ya karşı kaybedilen toprakların telafisi için, Osmanlı Devleti'nin doğu sınırında toprak genişletme faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Osmanlı Devleti, İran'ın çeşitli bahanelerle, özellikle sınırlarda yarattığı sorunlara karşı, barışçıl bir politika izlemeyi tercih etmiş, ortak düşman Rusya'ya karşı ittifak kurulabilir ümidiyle İran'a elçiler göndermiştir. Ancak; İngiltere, Fransa ve Rusya devletlerinin etkileri ile bu görüşmelerden olumlu bir sonuç alınamamıştır. ; Turks played an important role in funding civilisations on Iran lands throughout history. Thus, with the help of immigrations from Anatolia to Iran these cultures were founded. After the fall of the Safevi dynasty, competitiosfor ruling Iran led to many fights for the throne, follewed by Afşar, Zend and Kacar dynasties. However, following this first period of unrest, there was again further competition for the throne. During all of this time Iran had no unified or central control. Altough, from 1797-1925 the Kacar dynasty attemped to maintain dominance over the region, but England, France, and especially Russia had interests in Iran, and strongly influenced the Kacar dynasty is policy. Hence, this government had to maintain a balance policy among the interests of these European powers. During this struggle, Iran lost territory to Russia wich was very strong at the time. On the other hand, Iranian governers saw the Sunni Ottoman state as their biggest rival. In order to compansate for lands lost to Russia. Iran attemped to extend their territory in to the eastern part of the Ottoman state. In response to their border problems with Iran, the Ottoman state preferred a peaceful solution and sent their representatives to seek an alliance with Iran against their common enemy, Russia. However, due to interference from England, France and Russia, this attempt to form an allience failed.
Osmanlı Devleti 19. Yüzyılın başında hemen her kurumunda yenilik/reform hareketi başlatmıştır. Bu hareketler kısa süre sonra Batılılaşma isteğine dönüşmüştür. Eski günlere geri dönme arayışları içinde, en sonunda "Batı gibi olmak zorundayız" şeklinde özetlenen bir politika benimsenmiştir. Batı'nın geldiği medeniyet seviyesine gelmenin, kurtuluşun anahtarı olacağını savunan devlet adamlarının öncülüğünde, hemen her padişah, Batı medeniyetinin ulaşmış olduğu seviyeye gelme arzusuyla, birtakım reformlar yapmıştır. Bu doğrultuda Batı'dan bilim adamları getirtilmiş, Batı'yı gözlemlemesi için devlet adamları yurt dışına gönderilmiş, elçi ve diplomatlardan raporlar hazırlamaları istenmiş, Batı medeniyeti ithal edilmiş, Batılı devlet adamlarının ve ülke içindeki elçi ve diplomatların görüşleri dikkate alınmış ve en nihayetinde devletin yönü Batı'ya çevrilmiştir. Batılılaşma, medenî olmayla eşanlamlı görülmüş ve yapılan yeniliklerle Batı'nın ulaşmış olduğu seviyeye gelebilmek hedeflenmiştir. 19. yüzyıl reformları tek tek incelendiğinde, Batı'nın etkili olduğu veya Batı eksenli bir anlayış göze çarpar. Böylece Batı medeniyetinde ortaya çıkan insan hakları, yasama, mülkiyet ve haysiyet gibi kavramların, özgürlük ve hürriyet kavramlarıyla iç içe geçtiği bir ortamda gerçekleştirilmesine yönelik bir ideal ortaya çıkmıştır. Reform yanlısı devlet adamlarının, medeniyetin ölçüsü olarak kabul ettikleri Avrupa toplumuna benzeme ideali olan Avrupalılaşma ise, zaman zaman Batılılaşma yerine kullanılmıştır. Bununla birlikte Avrupalılaşma, medeniyet seviyesi ileri kabul edilen Batı'ya ve dolayısıyla Batı hukukuna dâhil olma çabasıdır. Avrupalılaşma, bu yönüyle 1815 Viyana Kongresi'nde dile getirilen "Avrupa Uyumu" projesinin kabul görmesinin ardından hukukta da bir uyum sağlama düşüncesinden kaynaklanmış bir kavram olarak yenilenme sürecine dahil olmuştur. Bu araştırmada Osmanlı Adliye Teşkilatının yenilenme sürecinde, medeniyet algısının ne denli etkili olduğu, medeniyet algısına etki eden faktörlerin analizi ve 19. Yüzyıl siyasi ...
Why were Christian democratic unions (CDUs) among workers and farmers more proactive in some Western European states than in others? Marxist theories explain union activity by industrialization. However, CDUs were not the most active in the late 19th century in rapidly industrializing states, e.g., Italy and Germany. Using social identity theory and Lipset's & Rokkan's cleavage theory, this paper conducts process tracing on the German, French, Italian, Dutch, and Belgian cases to test the following argument: CDUs were more likely to develop in states where anticlerical attacks unleashed a center-periphery conflict. CDUs are less likely to expand in states where anticlerical attacks precipitated a church-state conflict. The presence of a Catholic minority moderated this relationship. In the Protestant-dominant states, Catholicism allowed for mobilizing individuals and maintaining cohesion. The Lutheran states' hostility toward Catholic activism and the regional concentration of the minority accentuated this denominational difference, which catalyzed CDU development.