Anahtar Kelimeler : Kredi kartı, banka, üye işyeri, hamil, hukuka aykırı kullanım. ÖZETBu çalışma kredi kartı sistemindeki hukuki ilişkiler ve kredi kartının hukuka aykırı kullanımı hakkındadır. Çalışma kapsamında, kredi kartı uygulaması sadece Türk hukuku açısından, özel hukuk çerçevesinde inceleme konusu yapılmıştır. Kredi kartı sistemi üç taraflı olup, kredi kartı kuruluşu-üye işyeri-kart hamili arasındaki hukuki ilişkiler sözleşmeler ile düzenlenmektedir. Tez çalışması kapsamında, ilk bölümde kredi kartı sistemi, sistemin tarafları, sistemin özellikleri açıklandıktan sonra, ikinci bölümde bu taraflar arasındaki hukuki ilişkiler ve tarafların borçları açıklanmıştır. Üçüncü bölümde ise, tarafların kredi kartı sistemi gereği üstlenmiş oldukları edimlerin ifasında göstermekle yükümlü oldukları özen yükümlülükleri ve kredi kartının hukuka aykırı kullanılmasından doğan sorumluluk inceleme konusu yapılmıştır. Keywords : Credit Card, bank, card holder, contracted merchant, unlawful usage.ABSTRACTThis discourse is about the legal relationships on credit card system, in addition to the unlawful usage of credit card. In the content of the discourse we analysed credit card practise within the scope of Turkish private law. There are three parties of the credit card relationship: Credit card organization contracted merchant, credit card holder. Within the scope of discourse, on first chapter we analysed credit card system, parties of the system and the features of system. On the second chapter we mentioned about the legal relationships between the parties as well as the obligations of the parties. Eventually on the last chapter, the care duty of the parties, which is come out on the performance of the obligations of the results of credit card system, and the liability rising from the unlawful usage of the credit card, has been examined.
Anahtar Kelimeler: Birleşme, Kooperatiflerde BirleşmeÖZETKOOPERATİFLERDE BİRLEŞMEKooperatiflerin birleşmeleri ile ilgili 1163 sayılı kanunun 98. maddesin de "Bu kanunun aksine açıklama olmayan durumlarda Türk Ticaret Kanunundaki Anonim Şirketlere ait hükümler uygulanır" hükmü geçmektedir. Ülkemizde kooperatif birleşmeleri, Anonim şirketlerin birleşme hükümlerine bağlanmış ve bu şekilde birleşmeleri sağlanmıştır. Türkiye'de gerçekleşen kooperatif birleşmeleri 3 çeşit birleşme olarak görülmektedir. 1- birim kooperatif birleşmeleri (yatay birleşme), 2- kooperatif birlikleri (dikey birleşme), 3- kooperatif merkez birlikleridir.Gelişmiş ülkeler kooperatiflerin birleşmeleri ile ilgili ayrı kanunlar düzenlemiş, uluslar arası finansal standartlar ile bunu desteklemişlerdir. Bu ülkelerdeki kooperatifler, bulundukları sektörlerdeki diğer sermaye şirketleriyle baş edebilir duruma gelmiş hatta bazı kooperatif birleşmeleri bu sermaye şirketlerinin önüne geçmiştir.Kooperatifçilikte uluslararası örgütlenme çok eski yıllara dayanmaktadır. Dünyadaki en eski uluslararası örgütlerden biri Uluslararası Kooperatifler Alyansı'dır Günümüzde bile kurulan bölgesel seviyedeki bazı uluslararası örgütler ICA çatısı altında yer almayı tercih etmektedirler. Kooperatifler 115 yıl önce sadece ulusal çizgide kalmayıp, uluslararası düzeyde işbirliğinin temelini atmışlardır. 19-22 Ağustos 1895 tarihleri arasında 14 ülkeden 200 temsilcinin katılımı ile Londra Kooperatif Kongresinde bir araya gelen Avrupa kooperatif liderleri aldıkları karar sonucunda ICA çatısı altında bir araya gelmişlerdir. ICA'nın Merkezi İsviçre'nin Cenevre kentidir. İsviçre Medeni Kanununa göre tüzel kişilik olarak faaliyet gösteren uluslararası bir birliktir. Bugün örgüte 91 ülkeden 243 örgütün üyedir. Örgüte üye örgütlerin 800 milyondan fazla ortağı bulunmaktadır.Supervisor: Professor Osman AltuğDegree Awarded And Date: Master – November 2010 Keywords: Merger, Merger Of CooperativesABSTRACTMERGER OF COOPERATIVES The item of 98 in Law No. 1163 on cooperative merger cites ;"This is contrary to the law when there is no explanation, the provisions of law belonging to anonymous companies of the Turkish Commercial Law are applied. In our country, cooperative mergers has been linked to merger provisions of anonymous companies, and so supllied the mergers. 3 kinds of cooperative mergers are seen as the merger took place in Turkey. 1 - unit cooperative mergers (horizontal mergers), 2 - cooperative associations (vertical mergers), 3. central assosiation of cooperatives.Developed countries have organized different laws related to mergers of cooperatives, and supported it with international financial standards. Cooperatives in these countries has been able to cope with other capital stock companies in their sectors,moreever some cooperative mergers have taken precedence of these capital companies. International organization in cooperative trading system are based on previous years. One of the oldest international organizations in the world is 'International Cooperatives Alliance'. Even today, some international organizations established at the regional level seem to prefer to take place under the frame of ICA. Cooperatives have prepared the basis of cooperation, not only at the national line, but also at the international level 115 years ago. European cooperative leaders coming together by the participation of 200 representatives from 14 countries, between 19-22 August 1895 in the London Cooperative Congress has come together as a result of the decision under the frame of ICA.Centre of ICA is Swiss city of Geneva.According to the Swiss Civil Code,it is an international union of operating as a legal entity. Today, 243 organizations from 91 countries are members of this organization.There are more than 800 million partners of the organization.
Günümüzde teknolojik gelişmelere paralel olarak kişilerarası iletişim hızla artmış ve bu yoğun iletişim süreci birçok uyuşmazlığın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ticari ilişkilerin gelişmesi ve artan rekabet karşısında yetersiz kalan hukuk sistemleri, adalet etkinliğinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve toplumsal barışın sağlanması adına farklı arayışlara yönelerek alternatif çözümler üretmeye başlamıştır. Her toplum kendi sosyal norm ve değerleri çerçevesinde çatışmaların çözümünü adına çalışmalar yapmaktadır. Küresel ekonomilerin gelişmesi ile kişiler arasındaki soyut mesafe kalkmış, dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan sorun tüm toplumları etkiler hale gelmiştir. Nitekim, birçok ülkenin yapmış olduğu araştırmalar sonucunda ortak bir anlayış oluşmuş ve uyuşmazlıklara alternatif olarak arabuluculuk yöntemi geliştirilmiştir. Türk hukuk sisteminde de dünyadaki gelişmeleri takiben 2013 yılında 6325 sayılı "Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu" kabul edilmiştir. Kanunun 20.maddesinin öngördüğü şarta göre, arabulucu olabilmek için hukuk fakültesi mezunu ve en az beş yıllık mesleki deneyime sahip olmak gerekmektedir. Ancak arabulucu olarak göreve başlamadan önce adaylar bir eğitime tabi tutulmaktadırlar. Eğitim sonrasında yazılı ve uygulamalı sınavlardan başarılı olabilmeleri halinde arabuluculuk görevlerini yerine getirmeleri beklenmektedir. Temelinde iletişimin kilit faktör olduğu arabuluculuk sisteminin başarılı bir şekilde yürütülmesi arabuluculuk yapacak kişilerin nitelikli eğitim almasına bağlı olarak gelişmektedir. Bu kapsamda Türkiye'de iletişim alanında arabuluculuk eğitimlerine ilişkin yüksek lisan ve doktora düzeyinde bir çalışma yapılmadığı görülmektedir. Bundan hareketle bir ilk olarak arabuluculuk eğitimlerine ilişkin çalışma yapılmıştır. Çalışmanın temel amacı, daha etkin arabuluculuk hizmeti verilmesi amacına yönelik gerçekleştirilen arabuluculuk eğitimlerinin var olan durumunun geliştirilmesi ve zenginleştirilmesinde ortaya çıkabilecek seçenekleri eğitmen tutum ve görüşlerinden yararlanarak değerlendirmektir.Çalışmanın birinci bölümünde arabuluculuk sisteminin genel çerçevesi başlığı altında, arabuluculuk sürecinin içeriği ve işlevleri, uluslararası arabuluculuk modelleri ve Türkiye'deki arabuluculuk uygulaması kanunda belirlenen esaslara göre ele alınmıştır. İkinci bölümde arabuluculuk eğitimlerinin uluslararası örnekleri ve Türkiye'deki mevcut arabuluculuk eğitim sistemi iletişim kavramı ile ilişkilendirilerek irdelenmiştir. Son bölümde ise Türkiye Barolar Birliği çatısında eğitim veren eğitmenlerin arabuluculuk eğitimleri hakkında tutum ve görüşlerine yönelik bir araştırma yapılmıştır. Bu çalışma, nitel araştırma tekniği kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Veri toplama tekniği olarak görüşme yöntemi uygulanmıştır. Kalıtımcılarla yapılan yarı yapılandırılmış açık-uçlu görüşmeler sonucunda elde edilen veriler değerlendirilerek yorumlanmıştır. Today, interpersonal communication has increased rapidly in parallel with technological developments. This intensive process of communication has led to the emergence of many disputes. Inadequate legal systems in the face of increased competition and development of trade relations, has focused on different paths and began to produce alternative solutions in order to conduct justice in a healthy way and to establish social peace. Every society works to solve the resolutions of conflicts within the framework of their social norm and values. But the abstract distance between people has been removed with the effects of globalization, and problems that occur in any part of the world has started to affect all societies. A common understanding has evolved based on the results of research conducted by many countries and a mediation method has been developed as an alternative in dispute resolution. Following the developments in the world, "Mediation in Legal Disputes Act" Numbered 6325, was adopted in the Turkish legal system in 2013. According to the conditions stipulated by Article 20 of the Law, in order to become a mediator, one has to be a graduate from law school and must have at least five years of professional experience. But before starting to serve as a mediator, candidates are subjected to a training. If they succeed in the written and practical exam after the training, they are expected to fulfill their duty as a mediator. Successful development of the mediation system, with communication as a key factor in its basis, happens due to mediators receiving a quality education. In this context, it can be seen that there are no studies related to mediation training in the field of communications in Turkey. From this point, the first study on mediation trainings has been conducted.The main objective of the study is to evaluate the options that may arise during the improvement and enrichment of the existing situation of the performed mediation training for providing more effective mediation services, by benefiting from instructor attitudes and opinions.In the first part of the study, under the title of the general framework of the mediation system, the contents and functions of the mediation process, international mediation models and application of mediation in Turkey and functions are addressed according to the principles set out in law. In the second part, international best practices of mediation trainings and existing mediation training system in Turkey is examined with relation to the concept of communication. In the last part, a research is made about the attitudes and opinions of instructors teaching under to roof of the Bar Association of Turkey about the mediation trainings. This study was conducted using qualitative research techniques. Interviews were administered as data collection techniques. Data obtained from the semi-structured openended interviews made with participants were evaluated and interpreted.
Genel bir tanımlama ile serbest bölgeler, ülke sınırları dahilinde olmakla beraber, dış ticaret, vergi ve gümrük mevzuatının uygulanması bakımından ülkenin gümrük hattı dışında sayılan bölgelerdir. Bu bölgelerde ilgili ülkeye ait yasal düzenlemeler uygulanmamakta, bunun yanında yapılan faaliyetler için çeşitli teşvikler sağlanmaktadır. Serbest bölgelerin kurulmasındaki amaçlar; ihracatın arttırılması, dış ticaret ve yatırımlar ile ilgili bürokrasinin azaltılması, ithalatın daha kolay ve daha az maliyetli gerçekleştirilebilmesi ve üretim ve istihdamın arttırılmasıdır. Bugün ülkemizde faaliyet gösteren serbest bölgelerin sayısı yirmi bire ulaşmıştır. 1985 yılında 3218 sayılı Kanun'la kurulmaya başlanan serbest bölgeler kuruldukları günden bu yana ekonomiye belirgin katkılar sağlamışlardır. Ağırlıklı olarak sanayi faaliyetlerinin yürütüldüğü serbest bölgelerimizdeki faaliyetlerden elde edilen her çeşit kazanç vergi dışı bırakılmaktadır. Avrupa Birliği'nde serbest bölge uygulamaları incelendiğinde ise, bölgelerde ağırlıklı olarak ticaret faaliyetlerinin yürütüldüğü, dış ticaret, gümrük ve vergi uygulamaları açısından da formalitelerin kısmen daha az olmakla birlikte, ülkemizdeki kadar muafiyet tanınmadığı görülmektedir. Türkiye'deki serbest bölgelerin AB'ye uyum sürecinde tartışma konusu olacağı ve Birlik yasal mevzuatına uyum sağlaması gerektiği açıktır. ; In general, free zones can be described as the zones which are within the borders of country, but are out of customs line of the country in terms of foreign trade, tax and administration of customs legislation. Legal regulations of the country are not carried out in these zones; however, various supports are available for the actions performed. The aims of establishing free zones are to increase export, to decrease the bureaucracy related to foreign trade and investments, to perform easier and cheaper import and to raise production and employment. Today, in our country, the number of free zones has reached twenty one. In 1985, the free zones that started to be established through Law number 3218 have had remarkable contributions to economy since then. Every sort of earning gained from our free zones, at which mostly industrial actions are carried out, is tax-exempted. When free zone administrations are examined in EU, it can be seen that in these zones usually trade actions are carried out and although the formalities are partially fewer in terms of foreign trade, customs and taxation, exemption is not as much as in our country. It is very clear that the free zones in our country will possibly be a debatable subject during EU adaptation process and will have to adapt to Union legal legislation.
Yönetişim, vatandaşların çıkarlarını iletebilecekleri, hukuki haklarını kullanabilecekleri, yükümlülüklerini yerine getirebilecekleri, farklılıkları azaltabilecekleri süreç ve kurumları kapsar. AB'nin yönetişimin uygulanabilirliliği için verdiği çabalar çerçevesinde belirlediği en önemli ilkeler, hesap verebilirlilik, saydamlık, hukukun üstünlüğü, eşitlik, tutarlılık ve etkinliktir. Bu ilkelerin ortak noktası, demokrasinin gelişiminde ön koşulları sağlamak olarak belirlendiği ve Türkiye'de de yönetişim ve insan hakları AB sürecinde çok gündeme geldiği için AB-Türkiye ilişkilerinde söz konusu kavramların incelenmesi tezimizin konusunu oluşturmaktadır.Yönetişim kavramının ortaya çıkışı, kavramın savunucuları, eleştirel yanları, idari, siyasi ve ekonomik boyutları ile kısaca ele alınarak, AB yapılanması içerisinde hangi boyutlarıyla yer aldığı ve insan hakları ile demokrasi açısından irdelemesi yapılmıştır.Söz konusu kavramların AB-Türkiye ilişkileri içerisindeki boyutları da adaylık süreci ve özellikle uyum yasaları perspektifinde ele alınmıştır. Bu araştırmanın amacı, klasik kamu yönetiminde gerçekleştirilen reformlarla hedeflenen çağdaş kamu yönetimi anlayışının temel hak ve özgürlükler perspektifinde Türkiye–Avrupa Birliği ilişkilerine yansımasını değerlendirmektir. ; Advisor: Assoc. Prof. Dr. Ahmet Kemal BAYRAM Governance covers the process and institutions that citizens can convey their expediency, use their legal rights, fulfill their obligations and reduce the differences. The most important principles that EU identify, within the framework of efforts for the applicability of governence, are accountability, transparency, rule of law, equality, consistency and effectiveness. Due to the the common points of these principles determined as providing the preconditions for the development of democracy and in the EU process inTurkey coming to the agenda of governance and human rights, examining the concepts that are mentioned in EU-Turkey relations is the subject of the thesis. The emergence of the concept of governance, its advocates, critical edges, administrative, political and economic dimensions were briefly discussed and the dimensions of it in the EU-Turkey relations were examined in terms of human rights and democracy. The dimensions of the concepts mentioned in the UE-Turkey relations were discussed in terms of the EU candidacy process and especially in the perspective of the harmonization of the law. The purpose of this study is to evaluate the contemporary understanding of public administration that is performed by the reforms of classic public administration and its reflection on Turkey-EU relations in the perspective of the fundamental rights and freedoms.
Cebel-i Lübnan, farklı dini ve etnik yapıya sahip toplulukların yaşadığı bir bölgedir. Geçmişten itibaren bu topluluklar arasında var olan iktidar mücadelesi bölgenin Osmanlı Devleti'nin idaresine geçmesi ile birlikte belli bir sisteme bağlandı. Veraset usulüne dayanan feodal yapılanma sayesinde güçlü aileler bölgenin yönetimini ellerinde tuttular. Özellikle Dürziler uzun süre yönetime hakim oldular. Bölgenin farklı etnik ve dini yapıya sahip olması Avrupa Devletleri'nin buradaki iktidar ve mezhep çatışmalarına müdahil olmalarına neden oldu. 1845 yılında bu çatışmaların hız kazanması üzerine Osmanlı Devleti bölgeye Hariciye Nazırı Şekip Efendi'yi gönderdi. Şekip Efendi'nin iki kaymakamlı idari yapıda yaptığı düzenlemeler bölgede huzur ve asayişi temin etti. Biz bu çalışmamızda bölgedeki idari düzenin teşkilinin yanı sıra Şekip Efendi'nin kurduğu idari yapının temelini teşkil eden nizamnâmenin 1850 yılındaki yeniden düzenlenmiş metnini vererek içeriğini açıklamaya çalışacağız. ; Mount Lebanon is an region populated by different ethnics and religious groups. After these region became under the Ottoman State administration, the running power struggle among these different groups linked with the Ottoman administrative organization. Powerful families governed these region due to the feudal structure based on line succession especially Druze dominated the ruling for a long time. The religious and ethnic variety of the population of the region led to European states intervention in the power strugle and sect conflicts. The Ottoman state send the minister of foreign officer named Şekip Efendi to the region after these conflicts ascended in 1845. The regulations laid down by Şekip Efendi in the administrative structure of Dual Kaim-makamate of the region provided the peace, law and order. In this study we will take into consideration the re-edited texts of the regulation of 1850, which was the bases of the administrative structure established by Şekip Efendi together with the formation of the administrative structure of the region.
ÖZET Çalışmanın konusunu oluşturan insancıl müdahale ve koruma sorumluluğu kavramları uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler alanında en fazla tartışılan konulardan bazılarını oluşturmaktadır. Her iki kavram devletlerin kendi topraklarında yaşanan soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve etnik temizlik gibi uluslararası hukukun ağır ihlalini oluşturan durumları önleyememesi ya da bizzat kendilerinin fail olması durumunda diğer devlet ya da devletler tarafından bu durumların sona erdirilmesi için yapılacak askeri müdahaleyi içermektedir. İnsancıl müdahale olgusunun uluslararası hukuk açısından çözümlenmesinin güçlüğü, kuvvet kullanılmasının hukuki temelini oluşturan BM Antlaşması'nın egemenliğin korunması ve içişlerine müdahale yasağı gibi durumları devletlerarası ilişkilerde barışı korumaya yönelik mekanizmalarla açık bir şekilde korumayı amaçlamasına rağmen, insan haklarının korunmasına yönelik hukuksal metinlerde bu korumanın aynı derecede sağlanamamış olmasıdır. Birleşmiş Milletler Antlaşması'nda insancıl müdahale ve koruma sorumluluğuna ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın, silahlı güç kullanımı dahil olmak üzere zorlama önlemleri, sadece saldırı eylemi, barışın bozulması ya da barışa yönelik tehdit durumlarında öngörülmüş ve insan hakları ihlalleri için düşünülmemiş olsa bile, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin zaman içerisindeki uygulamaları, "barışa yönelik tehdit" kavramının daha geniş bir çerçevede yorumlanmasının kanıtı olmuş ve Güvenlik Konseyi birçok durumda uluslararası olmayan silahlı çatışmaların ve insan hakları ihlallerinin uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiği sonucuna varmıştır.İnsancıl müdahale kavramına kıyasla daha nesnel bir nitelik taşıyan, müdahale edenden çok müdahale edilenin çıkarlarına odaklı koruma sorumluluğu kavramı, egemenlik konusunda köklü bir değişikliği ifade etmektedir. Bunun adı "sorumluluk olarak egemenliktir". Bu kavram ilk kez ICISS raporunda ifade edilmiştir. Koruma sorumluluğu kavramı açısından Libya örnek gösterilmesine rağmen Darfur ve Sri Lanka örneğinde tutarsızlıklar açık bir şekilde görülecektir. Politik kararlılık bulunmadığı sürece gelecek koruma sorumluluğu kavramı açısından birkaç iyi uygulama dışında bir şey getirmeyecektir.Anahtar Kelimeler: İnsancıl Müdahale, Koruma Sorumluluğu, Uluslararası Barış ve Güvenliğin Tehdidi, Sorumluluk Olarak Egemenlik, Birleşmiş Milletler. ABSTARCTHumanitarian Intervention and Responsibility to Protect concepts that are the subject matter of the study are some of the most discussed subjects in the international law and international relations. Both concepts are composed of the military intervention to be performed for finalizing such cases by other states or states if the states could not prevent the circumstances that are the reason of the serious violations of the international law such as genocide that has been experienced in their own lands of the states, crimes against humanity, war crimes and ethnic cleansing or if the states are perpetrators itself. Although the circumstances such as the difficulty of the solution regarding the humanitarian intervention concept in terms of international law, protection of the sovereignty of United Nations Charter that is the legal basis for use of force and ban of response to the home affairs have been attempted to be protected clearly by the mechanisms towards protection of the peace in the inter-state relations, such protection could not be provided at the same level in the legal texts regarding the protection of human rights. There is not any clause in the United Nations Charter regarding the humanitarian intervention and responsibility to protect. In addition to this, including the utilization of armed force included in the United Nations Charter, the coercion measures have been anticipated only in case of aggression, breach of the peace or threats to the peace and even if it isn't considered for the violations of human rights, the applications of the United Nations Security Council on time has become an evident to interpret the concept of "threats to the peace" in the large framework and in many cases, the Security Council achieved the result of threatening the international peace and security because of non-international armed conflicts and human rights violations. With comparison to the concept of humanitarian intervention, the concept of responsibility to protect focused on the benefits of the ones that have been interfered apart from the interfering means a radical change in the matter of sovereignty. It means the "sovereignty as responsibility". This concept was stated in the ICISS report in the first time. By considering the responsibility to protect, although Libya has been showing an example, the inconsistencies in the sample of Darfur and Sri Lanka could be seen clearly. If there is not any political stability, there will not be any output apart from several best examples in terms of the concept responsibility to protect. Key Words: Humanitarian Intervention, Responsibility to Protect, Threat to International Peace and Security, Sovereignty as Responsibility, United Nations.
Küresel çevre yönetiminin en önemli aracı haline gelen çok taraflı çevre anlaşmaları, uluslararası işbirliği yoluyla küresel çevre sorunlarına ortak çözümler üretilmesini mümkün kılan yasal düzenlemelerdir. Günümüzde hemen hemen tüm sorun alanlarına ilişkin olarak hazırlanmış olan çok taraflı çevre anlaşmaları, hem bu sorunların çözümüne yönelik politika oluşma, hem de sorunun çözümüne hukuki açıdan bağlayıcı yasal bir dayanak sağlama açısından önemli bir işlev üstlenmektedir. Ayrıca söz konusu anlaşmalar taraf devletlere ulusal çevre politikalarının hazırlanması ve uygulanması konusunda da bir rehber oluşturmaktadır.Küresel çevre yönetiminde son derece önemli bir yere sahip olmalarına rağmen, bu anlaşmaların uygulanmasında karşılaşılan problemler çevre anlaşmalarının başarısını önemli ölçüde etkilemekte ve bu anlaşmaların nihai amacı olan küresel çevre sorunlarının çözümüne olan katkısını tartışılır kılmaktadır. Anlaşmaların uygulanmasını belirleyen önemli faktörlerden biri ise ilgili anlaşmanın yapısıdır. Bu bağlamda çalışmada çok taraflı çevre anlaşmalarının uygulanabilir bir niteliğe sahip olup olmadığı tartışılmaktadır. Bu tartışma çerçevesinde öncellikle çok taraflı çevre anlaşmalarının temel özellikleri dikkate alınarak genel bir değerlendirme yapılmaktadır. Daha sonra ise Tehlikeli Atıkların Sınır Ötesi Hareketi ve Bertarafının Kontrolüne İlişkin Basel Sözleşmesi incelenmektedir. Basel Sözleşmesi'nin hem içeriği, hem de hukuki niteliği dikkate alınarak Sözleşme'ye ilişkin uyum sorunları belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmanın son bölümünde ise Türkiye'nin çok taraflı çevre anlaşmalarına ve Basel Sözleşmesi'ne uyumu değerlendirilmeye çalışılmıştır. ; Multilateral environmental agreements which have become the most important tool for the global environmental governance are the legislative arrangements those enable the production of common solutions to the global environmental problems via international cooperations. At the present day, there exist many multilateral environmental agreements in order to deal with almost all problem areas associated with the international environment. These agreements are important since they provide a legally binding basis for the solution of the environmental issues.Although they have a profoundly important place in global environmental governance, the obstacles encountered in the implementation of the environmental agreements affect the accomplishment of those agreements. The issues related with the implementation of the agreements may arise both from the characteristics of the agreement and the inadequate efforts performed by the states. However, both lack of control and enforcement mechanisms included by the agreements display that the implementation of these agreements are left to the good faith of the parties. In the study, it is argued whether the Multilateral Environmental Agreements are applicable in character or not. Within this framework of discussion, First, a general evaluation will be made while taking the basic characteristics of multilateral environmental agreements into account. Than, The Basel Convention on The Control of Transboundary Movements of Hazardous Wastes and Their Disposal is analysed. Accordingly, both on the basic of the content and the legal quality of the Basel Convention, the problem encountered by the parties in the implementation process will be determined. Last part of the study includes evaluation of Turkey's compliance with the multilateral environmental agreements and the Basel Convention.
Yüksek denetim kavramı, Sayıştaylar tarafından yürütülmekte olan dış denetim faaliyetini diğer dış denetim organları tarafından yapılan denetimlerden ayırt etmek için kullanılmaktadır. Ülkemizde "yüksek denetim (supreme audit)" literatürde fazla yer almayan bir kavram olmakla birlikte, uluslararası literatürde yaygın bir kullanıma sahip olduğu bilinmektedir. Türkiye'de; kaynağını Anayasadan alan, meslek mensuplarının yasal güvencelere sahip olduğu, kurumsal bağımsızlığı olan, millet meclisi adına mali denetim faaliyetini yürüten yüksek denetim organı Sayıştay'dır. Bu çalışmanın amacı, Osmanlı devletinde ve Türkiye Cumhuriyetinde yüksek denetim uygulamalarının ve kurumlarının (Sayıştay) gelişim sürecinin ortaya konulmasıdır. Çalışmada bibliyografya (kaynak taraması) yöntemi kullanılmıştır. Çalışmada kullanılan kaynaklar, Başbakanlık Osmanlı Arşivlerindeki belgelerden, yurt içi ve yurt dışı ilgili kitap, makale, bildiri ve araştırmalardan oluşmaktadır. Elde edilen bulgular tarihsel sırayla kaleme alınmıştır. ; The concept as supreme audit is used for separating the external audit which is performed by courts of accounts from the ones performed by independent external audit organs. Although the term as "supreme audit" is not a concept which is frequently met, it is widely used in international literature. Sayıştay is the court of accounts in Turkey, of which members of profession took their authority from the constitutional law in Turkey having legal assurance in an institutional independence, and it performs the activity as financial audit being a supreme audit organ, on behalf of the National Parliament. The aim of this study is to determine the development process of supreme audit procedures in Ottoman Empire and Republic of Turkey, showing the same for the institutions (Sayıştay: the court of accounts in Turkey.). Bibliography scanning method was used for the study. The resources used for the study are the ones as the documents in Ottoman archives, the local and international relavant books, articles, papers ...
Avrupa Birliği üyelik süreci sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel alanlarda önemli değişimleri gerektirmektedir. Aralık 1999 tarihli Helsinki Zirvesinde aday ülke statüsü verilen Türkiye ile katılım müzakereleri Ekim 2005'te başlamıştır. 3 Ekim 2005 tarihli "Hükümetlerarası Konferans"ta kabul edilen "Müzakere Çerçeve Belgesi" kapsamında AB Müktesebatının uygulanması öngörülmüştür. AB'ye üyelik sürecinin tamamlanabilmesi için Türkiye topluluk müktesebatına uygun hukuki çerçeve oluşturmak ve uygulamalar geliştirmek zorundadır. Bu çalışmanın amacı Ekim 2005 tarihinde AB tam üyelik müzakereleri sürecine girmiş olan ülkemizde, "Müzakere Çerçeve Belgesi" kapsamında AB Müktesebatına uyum sürecinde muhasebe ve denetim alanında yapılan ve yapılması öngörülen düzenlemeleri incelemektir. Bu bağlamda "şirketler hukuku" başlıklı altıncı fasıl ile "mali kontrol" başlıklı otuz ikinci fasıl incelenmiş, muhasebe ve denetim alanındaki AB direktifleri değerlendirilmiştir. Türkiye Avrupa Birliği üyelik sürecinde muhasebe ve denetim alanında bazı birincil ve ikincil düzey mevzuat değişikliklerini gerçekleştirmiş, ulusal program ile ilerleme raporları çerçevesinde yeni kurum ve kadrolar ihdas etmiş olmasına karşın halen çeşitli mevzuat değişikliklerine ve uygulamaların yaygınlaştırılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. ; European Union candidacy process requires essential changes on social, political, economic and cultural fields. Full member negotiations were started in 2005 with Turkey which candidacy status was recognized in European Council Summit Meeting in 1999. In the context of negotiations implementation of European Union Acquis was accepted. In order to complete candidacy status Turkey has to constitute appropriate legal framework and practices. The purpose of this study is to analyze regulations made or will be carried out in the future on the fields of accounting and auditing for adopting Turkey legislation to the European Union Acquis. In this respect the sixth chapter titled "corporate law" and the thirty-second chapter titled "financial control" and Commission Directives on accounting and auditing are evaluated. Even though Turkey have constituted some primary and secondary level legislation and established new institutions and positions during the candidacy process still various legislation changes and practice generalizations are required
ABD, Birleşmiş Milletler'in onayı olamadan Irak'ı işgal etme gerekçesi olarak, Irak'ın zenginleştirilmiş uranyum elde etmeye çalıştığını; kitle imha silahları (KİS) projesini devam ettirdiğini ve El Kaide'yle işbirliği yaptığını, öne sürmüştür. Dolayısıyla Irak Hükümetini, hem ABD açısından ve hem de dünya barış ve güvenliğine karşı açık bir tehdit olarak nitelendirmiştir. Buradan hareketle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1991 Tarih ve 678 Sayılı Kararında Irak'a karşı kuvvet kullanmaya izin verildiği ve ayrıca 2002 Tarih ve 1441 Sayılı Kararın 13. Paragrafında, "Irak'ın ciddi sonuçlarla karşılaşacağı" ifadesinin, kuvvet kullanılacağını öngörüyor olduğu iddiasından yola çıkarak, ABD'nin Irak'a Müdahalesi için yeni bir karara gerek olmadığını öne sürmüştür. Binaenaleyh II. Bush Yönetiminin, 20 Mart 2003'te Irak'a başlattığı saldırının ardından gündeme gelen en önemli tartışmalardan biri, ABD hangi hukuksal nedenlere dayanarak Irak'ı işgal ettiği ve bu müdahalenin uluslararası hukuk bakımından nasıl değerlendirileceği hususu olmuştur. Güvenlik Konseyi'nin 1991 yılında aldığı 678 sayılı kararın amacı; Irak güçlerini Kuveyt'ten çıkarmaktı ve 2002 yılında çıkan 1441 sayılı kararın amacı da; Irak'ın silahsızlandırılmasını ve silahlarının denetlenmesini güvence altına almaktı. Ayrıca UNMOVIC'in (The United Nations Monitoring, Verification and Inspection Commission) başkanı Hans Blix'in 14 Şubat 2003'te sunduğu raporlar ve sonraki dönemde de Irak'ta herhangi bir KİS'in bulunamaması, ABD iddia ve tezlerinin doğru olmadığını açıkça göstermiştir. Birleşmiş Milletler Antlaşmasının kuvvet kullanma ve silahlı zorlama yollarının; uluslararası hukukta öngörülen mekanizmalar işletilmeksizin ve dünya kamuoyunun yoğun muhalefetine rağmen Irak'a karşı gerçekleştirilen bu savaş ve işgal, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının "kuvvet kullanma yasağı" çerçevesinde oldukça yoğun tartışmalara sebep olmuştur. Ayrıca işgal sonrası, ABD'nin Irak'ta izlediği politikalar ve işkence iddiaları, insan hakları ve savaş hukuku itibariyle de ABD'nin ağır uluslararası hukuk ihlalinde bulunduğu eleştiri ve tartışmalarını beraberinde getirmiştir. ; The USA claimed that Iraq tried to obtain enriched uranium, sustained the projects for mass destruction weapons (MDW) and ganged with El Kaide as the reason for occupying Iraq without the consent of the United Nations. Thus, it qualified the Iraq Government as a clear threat to both the USA and the peace and security of the world. Starting from this point of view, it was claimed that the USA didn't need a new decree to Interference to Iraq since necessary permission was given with the decree of the United Nations with the date of 1991 and number of 678, and the expression stating that "Iraq will have serious conclusions" in the decree dated 2002 and with the number of 1441, article 13 allowed using forces against Iraq. Consequently, one of the discussions which arose after the attack of the Administration of Bush the II on March 20, 2003 was the legal reasons for the USA's occupying Iraq and how this intervention would be evaluated from the point of international law codes. The purpose of the decree of Security Council dated 1991 and with the number of 678 was to take the Iraqi forces out of Kuwait and the purpose of the decree with the date of 2002 and number of 1441 was to unarm Iraq and control the weapons in Iraq. Moreover, the reports of Hans Blix, the Chairman of UNMOVIC (The United Nations Monitoring, Verification and Inspection Commission) dated February 14, 2003 and non-existence of MDW's in Iraq during the following periods has clearly shown that the claims and hypothesis of the USA weren't true. This war and occupation executed against Iraq despite the severe opposition of world public opinion and without trying the ways of the Charter of United Nations about using forces and armed forcing and the mechanisms prescribed in the international law caused dense discussions within the frame of "the prohibition of the use of force" by the Charter of the United Nations. Moreover, the policies that the USA pursue in Iraq after the occupation and allegations of torture and the claims that the USA executed severe violations of law from the points of human rights and laws of war brought the critics and discussions along.
Doktrinde anlaşmazlık ve uyuşmazlık terimlerini genellikle birbirinin yerine kullanılmasına rağmen, bu iki terim arasında önemli bir farklılık bulunmaktadır. Anlaşmazlık, birbirine zıt veya düşmanca bir durum ya da bir mücadele veya kavga olarak tanımlanır. Bir uyuşmazlık, dava konusu olabilen meseleler şeklinde ortaya çıkan bir anlaşmazlık çeşidi olarak görülebilir. Uyuşmazlık, müzakere, arabuluculuk veya üçüncü kişinin hüküm vermesi yoluyla çözülebilecek meseleler üzerinde anlaşmazlığa düşülmesini gerektirir. Uyuşmazlık karşı tarafa açıklanan, kişiler arası bir anlaşmazlıktır. Bir anlaşmazlık, birbirine uyumayan bir durumun anlaşılması veya çatışan bir talepte bulunulması şeklinde bir kişiye beyan edilmedikçe uyuşmazlığa dönüşmeyebilir. Alternatif uyuşmazlık çözümü (ADR), mahkemeler tarafından uygulanan şeklî mücadeleci usûllerden, şeklî olmayan usûllere doğru bir yönelişi temsil eder. ADR, dünya çapındaki adalete ulaşma hareketinin çatısı altında görülebilir. ADR nin doğuşu Birleşik Devletler de 1970 e kadar uzanır. Federal bölge mahkemelerinde uygulanan ilk arabuluculuk ve tahkim programı 1970 tarihlidir. Buna ek olarak ADR de diğer bir gelişme 1988?de Birleşik Devletler Kongresinin on adet bölge mahkemesinde zorunlu tahkim programı kurması ve diğer on adet bölge mahkemesini gönüllü tahkim programı oluşturması için yetkilendirmesiyle görülmüştür. ADR nin hızlı gelişimine katkıda bulunan büyük bir etken, 1976 da Amerika Barolar Birliğince düzenlenen Adalet Yönetimindeki Kamusal Tatminsizliklerin Nedenleri Hakkında Ulusal Konferans olmuştur. Bu konferansta, uyuşmazlık çözümündeki alternatif usûllerin, özellikle arabuluculuk ve tahkimin, tıkanmış halde bulunan mah-kemeleri rahatlatacağı, uyuşmazlıkların çözüm süresini kısaltacağı ve giderlerini asgariye indireceği sonucuna varılmıştır. Arabuluculuk hizmeti sunan mahalli adalet merkezlerinin ve çok seçenekli mahkeme teşkilatı programlarının kurulması teşvik edilmiştir. Çok seçenekli mahkeme teşkilatı terimi (ya da çok seçenekli ADR), bir dizi seçimlik uyuşmazlık çözüm usûlü sunan mahkemeleri ifade eder. Bu programlar, ihtilaflı tarafları, onlar için en uygun olan uyuşmazlık çözüm yöntemine yönlendirirler. Bunlar: Kolaylaştırma, arabuluculuk veya tahkimdir. Bazı çok seçenekli mahkeme teşkilatı prog-ramları belli türdeki bütün davaları belirli bir ADR programına havale et-mekteyken, diğer bazı programlar davacılara seçimlik bir liste sunmaktadırlar. ADR, uyuşmazlık çözümü için mahkemeler vasıtasıyla yürütülen davalarda alternatif olarak işleyen, genellikle tarafsız bir üçüncü kişinin aracılığı ve yardımını içeren bir dizi usûller olarak tanımlanır. Doktrine göre ADR usûlleri aşağıdaki yararları içerebilir: 1. Mahkemelerin iş yükünü ve giderlerini azaltmak, 2. tarafların yargılama için harcadıkları giderleri ve zamanı azaltmak, 3. topluluklara veya tarafların ailelerine zarar veren uyuşmazlıkların hızlı bir şekilde çözümünü sağlamak, 4. bireylerin adalet sisteminden daha iyi bir şekilde tatmin olmasını sağlamak, 5. tarafların ihtiyaçlarına uygun olan çözümleri teşvik etmek, 6. tarafların uyuşmazlık çözüm usûllerine gönüllü olarak uymalarını sağlamak, 7. komşuluk ve topluluk değerlerini ve toplulukların ilişkilerini onarmak, 8. ihtilaflı taraflarca ulaşılabilecek usûller oluşturmak, 9. halka, uyuşmazlıkların çözümünde ihlâl ya da dava yolu yerine daha etkili olan usûlleri denemelerini öğretmek, ADR tarafların bir araya getirilmesinde pek çok farklı yöntem gerektirir; bununla birlikte temel ADR usûlleri arabuluculuk ve müzakeredir. Arabuluculuk ve uzlaştırma terimleri eş anlamlı olarak kullanılırlar. Arabuluculuk (veya uzlaştırma), tarafların bir anlaşmayı müzakere etmeleri için onlara yardım eden tarafsız bir üçüncü kişice gerçekleştirilen bağlayıcı olmayan bir müdahaledir. Üç tür arabuluculuk vardır. Bunlar geleneksel arabuluculuk, yargısal arabuluculuk ve modern arabuluculuktur. Arabulucunun yapısı ve işlevi, arabuluculuk usûlünü diğer uyuşmazlık çözüm usûllerinden ayırmaktadır. Arabulucu bir kolaylaştırıcıdır. Arabulucu, ihtilaflı konular üzerindeki kendi kararını taraflara dikte etmemelidir. Arabulucululuk esnek yapısıyla şekillenerek farklı bir usûl haline bürünür. Arabulucunun yaklaşımı doğrudan veya dolaylı ya da bunların arasında bir usûlde kendini gösterebilir. Arabuluculukta bir ya da birden fazla oturum olabilir. Arabuluculuyla caucuses adında ayrı toplantılar yapılabilir. Arabuluculuk oturumları gizlidir ve tarafların iletişimine yadım etmek amacıyla gerçekleştirilir. Arabuluculuk geliştikçe, kolaylaştırma ve değerlendirme arabuluculuğu gibi farklı arabuluculuk türleri ortaya çıkmaktadır. Mahkeme veya arabulucu tarafından hangi arabuluculuk modelinin izlendiğine bakılmaksızın, arabuluculuk usûllerinin çoğu aşağıdaki aşamaları izler: Arabuluculuk öncesi aşama, arabuluculuk aşaması ve arabuluculuk sonrası aşama. Türk hukuk sisteminde Avukatlık Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, İş Kanunu, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Vergi Usûl Kanunu gibi kanunlarda ADR ile doğrudan ilgili düzenlemeler bulunmaktadır. Türk hukukunda, ADR ye ilişkin iki temel düzenleme mevcuttur. ADR yi destekleyen ilk yasal düzenleme Avukatlık Kanunundadır. Avukatlık Kanunu nun 35/A maddesine göre, müvekkilin talep etmesi halinde bir avukat, dava veya duruşma başlamadan önce ihtilaflı tarafları uzlaştırabilir. Kanun, tarafların uzlaştırma süreci sonunda bir anlaşmaya varmaları halinde, taraflar ve avukatların uyuşmazlığı çözen bir yazılı anlaşma yapmalarını hükme bağlamıştır. Uzlaşma tutanağı olarak adlandırılan bu anlaşma avukatlar ve müvekkillerince imzalanır. Uzlaşma tutanağı diğer mahkeme hü-kümleri gibi icra edilebilir. İkinci düzenleme, 1 Nisan 2005 te yürürlüğe giren yeni Ceza Muhake-mesi Kanunu ve Ceza Kanununda bulunmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununun 253. maddesi ve Ceza Kanununun 73. maddesi, savcının veya hâkimin kararına bağlı olarak, bir ceza davasında mağdur-fail uzlaştırmasına ilişkin hükümler içermektedir. Sadece takibi şikâyete bağlı suçlar uzlaştırmaya uygundur. Kanımca, ADR Türk yargı sisteminde medenî hukuk, ticaret hukuku ve ceza hukuku uyuşmazlıklarının çözümünde temel bir işleve sahip olacaktır; zira, yargılama üzerinde çalışan veya dava yolunda büyük güçlüklerle karşılan avukatlar, ADR nin, hukuk davalarının tamamına teşmil edilmesini be-lemektedirler. Hukuk Muhakemeleri Kanunu hâlen, ADR nin kullanılması için gereken yetkiyi vermemektedir. Ancak, ADR yollarının hukuk davalarının tamamında kullanılması için, Hukuk Muhakemeleri Kanunda geniş bir yetki verilmesi gereklidir. Yakın bir gelecekte, özel hukukun bütün alanlarında ADR nin daha önemli ve merkezî bir rol oynayacağı açıktır. There is an essential distinction between conflicts and disputes, though the literature often uses the two terms interchangeably. Conflict is defined as a stole of opposition or hostilities a fight or struggle. A dispute may be viewed as a class or kind of conflict which manifests itself in distinct, justiciable issues. It involves disagreement over issues capable of resolution by negotiation, mediation or third party adjudication. A dispute is an interpersonal conflict that is communicated or manifested. A conflict may not become a dispute if it is not communicated to someone in the form of a perceived incompatibility or a contested claim. Alternative dispute resolution (ADR) represents a movement, away from formal adversarial proceedings on the part of the courts, toward informal processes. ADR can be seen as lying within the framework of the world-wide access-to-justice movement. The beginning of ADR is usually traced to the 1970s in the United States. In the federal district courts, the first mediation and arbitration programs date from the 1970s. Additional expansion of ADR occurred in 1988 when the United States congress authorized ten district courts to implement mandatory arbitration programs and an additional ten to establish voluntary arbitration programs. A major impetus for ADR s rapid growth was a 1976 American Bar Association sponsored National Conference on the Causes of Popular Dissatisfaction with the Administration of Justice. The Conference concluded that alternative forms of dispute resolution, in particular mediation and arbitration, would ease congested courts, reduce settlement time, and minimize costs. The development of neighborhood justice centers (which practice mediation) and multi-door courthouse programs were encouraged. The terms of multi-door courthouse or multi-option ADR describe courts that offer an array of dispute resolution options. These programs direct disputants to the most appropriate dispute-resolving mechanism: facilitation, mediation or arbitration. Some multi-door courthouses refer all cases of certain types to particular ADR programs, while others offer litigants a menu of options. ADR is defined as a range of procedures that serve as alternatives to litigation through the courts for the resolution of disputes, generally involving the intercession and assistance of a neutral and impartial third party. Accordingly in literature the benefits provided by ADR processes may include: 1. lower court caseloads and expenses, 2. reduce the parties? expenses and time, 3. provide speedy settlement of those disputes that were disruptive of the community or the lives of the parties? families, 4. improve public satisfaction with the justice system, 5. encourage resolutions that were suited to the parties? needs, 6. increase voluntary compliance with resolutions, 7. restore the influence of neighborhood and community values and the cohesiveness of communities, 8. provide accessible forums to people with disputes, and 9. teach the public to try more effective processes than violence or litigant for settling disputes. ADR involves many different techniques of bringing parties together, however the main ADR processes are negotiation and mediation. The terms mediation and conciliation are used synonymously. Mediation (or conciliation) is the non-binding intervention by a neutral third party who helps the disputants negotiate an agreement. These are traditional mediation, judicial mediation and modern mediation. The nature and role of the mediator is what distinguishes the process of mediation from other dispute resolution processes. The mediator is a facilitator. The mediator should not impose his or her own judgment of the issues upon that of the parties. Mediation is characterized by its flexibility, taking shape in a variety of models. Mediator approach may manifest in either directive or non directive fashion, or somewhere in between. There may be only one session or several. There may or may not be separate meetings, called caucuses, with the mediator. Mediation sessions are confidential and structured to help parties communicate. As mediations develops, distinct mediation strategies such as facilitative and evaluate are emerging. Regardless of which mediation model a court or mediator follows, most mediations progress through the following stages: Pre-mediation phase, the mediation proper and post-mediation phase. There are direct interested provisions about ADR in the Turkish law system such as Code of Lawyer, Code of Criminal Procedure, Code of Labor, Code of Consumer Protection, and Code of Tax Procedure. There are two main provisions on ADR in the Turkish Law. The first statutory provision that supports ADR is in the Code of Lawyer. According to the article 35/A of the Code of Lawyer if the client claims for conciliation, an attorney may invite the opposite sides to conciliation when the case or the trial is not commenced. If the parties reach an agreement at the end of the conciliation, the statue provides that the parties and the attorneys will execute a written agreement disposing of the dispute. The agreement called conciliation minute? signed by clients and their attorneys. Conciliation minute is enforceable in the same manner as any other final judgment. The second provision is in the new Code of Criminal Procedure and in the Penal Code which came into force on June 1, 2005. Article 253 of the Code of Criminal Procedure and article 73 of the Penal Code, contain provisions about victim-offender mediation in a criminal case, depend on a decision by the prosecution or the judge. Only offenses which can be prosecuted by the public prosecutor only upon complaint of the injured party are suitable for mediation. In my view, ADR will be recognized in Turkish judicial system as having a fundamental role to play in the resolution of civil, commercial and criminal disputes. Because lawyers who work on trials or those who encounter enormous difficulties in litigation expect the ADR to be extended to all civil cases. Nowadays, the Code of Civil Procedure does not provide necessary authority to use ADR. However, a broad authority for using ADR process in all civil actions must be given in the Code of Civil Procedure. It is clear that in all fields of civil dispute resolution ADR will play a central and rather important role in the near future.
anemon ; Localization discourses coming to the fore after the eighties gained power with the demands of international organization and had coverage in the legal basis with European Charter of Local Self Government in the nineties. The agreement in which our country made reservation for some of its articles due to our unitary structure seems quite far away from realizing its objectives under the adopted form. Although it was attempted to make arrangements specific to autonomy with various local government reforms in 2000s, it resulted in cancellation by the judiciary. Special Provincial Administration Law No 5302 released in 2005; comprises similar localization cores in respect of followed judicial process and directions of changes made. Some changes in the relationship between provincial general council and governor body draw attention; the head of provincial general council, centralized control method that can be made against the decisions of the head, duration and frequency of assembly etc. evolving situation of provincial general council which is a body established after election will outline the scope of the study. As the origin of decision is based on a body elected its position in historical process of localization will be analyzed. ; Seksenli yıllardan sonra gündeme gelen yerelleşme söylemleri, uluslararası örgütlerin talepleriyle güç kazanmış, doksanlı yıllarda Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile yasal zeminde yer bulmuştur. Ülkemizin üniter yapısı itibariyle çeşitli maddelerine çekince koyduğu anlaşma, kabul edilen haliyle maksadını gerçekleştirmekten hayli uzak görülmektedir. İkibinli yıllarda ise çeşitli yerel yönetim reformlarıyla özerkliğe özgü düzenlemeler yapılmaya çalışılsada yargı tarafından iptaliyle sonuçlanmıştır. 2005 yılında çıkan 5302 Sayılı İl Özel İdaresi Kanunu; izlenilen yargı süreci ve yapılan değişikliklerin yönü itibariyle benzer yerelleşme nüveleri içermektedir. İl genel meclisi ile valilik organı arasındaki ilişkide bazı değişiklikler dikkat çekmektedir; il genel meclisi başkanının kim olduğu, kararlarına karşı yapılabilecek merkezi denetim şekli, toplanma süresi ve sıklığı gibi. Seçimle gelen bir organ olan il genel meclisinin evrilen durumu çalışmanın kapsamını çizecektir. Kararın menşeinin seçimle gelen bir organa dayanması itibariyle, yerelleşmenin tarihsel sürecindeki yeri analiz edilmeye çalışılacaktır. ; 22321
ÖZET10 Kasım 1938 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatını kaybetmesi ile bir-likte Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü ülke yönetiminde en yetkili kişi haline gelmiştir. İnönü'nün CHP ve ülke yönetimindeki adete tek kişilik hakimiyeti ( Milli Şef ) Celal Bayar başta olmak üzere dönemin CHP'li milletvekili ve yöneticilerinde tepkiye neden olmuştur. Bir şahsın parti ve ülke yönetimindeki hakimiyetine İkinci Dünya Savaşı'nın da etkisiyle halkın büyük çoğunluğunda oluşan ekonomik sıkıntının ve iktidarın halkın muhafazakarlığı ile çelişen eğitim ve sosyal alanlardaki uygulamaları CHP ve dışındaki siyasi çevrelerde ve halkın büyük bir bölümünde muhalif bir tutumun oluşmasına neden olmuştur. Bu süreç hükümetin birtakım radikal uygulamaları ile birlikte örgütlü bir mu-halif hareketin doğmasına neden olmuştur. Yukarıda belirtilen nedenlerden kaynaklanan ve açıktan açığa bir söylem ve ey-leme dönüşmeyen CHP milletvekillileri içindeki bireysel tavırlar ilk defa Çiftçiyi Top-raklandırma Kanunu teklifi sırasında ortaya çıkmıştır. CHP milletvekilleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan, 14 Mayıs 1945 tarihinde bu kanun teklifinin TBMM'de görüşülmeye başlaması ile birlikte hükümetin bu uygulamasına karşı tavırlarını yaptıkları konuşmalar ile ortaya koymuşlardır. Fakat esasen bu kanun tasarısının TBMM'ye sunulmasından önce CHP içinde muhalif bir grubun oluşması Tevfik Rüştü Aras'ın evinde yapılan perşembe toplantılarıyla başlamıştır. 1945 yılının Nisan ayından itibaren Tevfik Rüştü Aras'ın evinde bir araya gelen Emin Sazak, Adnan Menderes ve Fuat köprülü CHP'nin, İsmet İnönü'nün otoritesi altında olduğunu ifade etmişler ve bu durumu değiştirmek gerektiği üzerinde durmuşlardır. İkinci defa bir ara-ya gelen Adnan Menderes ve Fuat Köprülü demokratik bir merkez oluşturma konusun-da görüş birliğine varmışlardır. Daha sonraki toplantılara Refik Koraltan da katılmıştır. Adnan Menderes, partide ve toplum içinde etkili olan Celal Bayar'ı bu gruba katmak gerektiğini açıklamıştır. Celal Bayar ile yapılan toplantı sonunda o da gruba dahil ol-muştur. Grup üyeleri 18 Mayıs 1945 tarihinde yapılan toplantıda CHP Meclis Grubuna vermeyi düşündükleri Dörtlü Takriri hazırlamışlardır.Takrir verilmeden önce TBMM'de 1945 yılı devlet bütçesinin oylamasına katı-lan üç yüz yetmiş üç milletvekilinden İzmir Milletvekili Celal Bayar, Aydın Milletve-kili Adnan Menderes, İçel Milletvekili Refik Koraltan, Kars Milletvekili Fuat Köprülü ve Eskişehir Milletvekili Emin Sazak bütçeye karşı aleyhte oy kullanmışlardır. Cumhu-riyet Dönemi'nde ilk defa bir bütçeye karşı aleyhte oy kullanılmıştır. Böylece muhalif tavırlarını ikinci defa ortaya koymuşlardır. Grup üyeleri 7 Haziran 1945 tarihinde Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan'ın imzası ile Dörtlü Takrir'i CHP Meclis Grubu Başkanlığı-na vererek muhalif tutumlarını somutlaştırmışlardır. Takrirde CHP'nin işleyişinin de-mokratik ilkelere uygun hale getirilmesini ve TC. Anayasası'nda var olan vatandaş hak ve hürriyetlerinin tanınması talep etmişlerdir. Bu takrir 12 Haziran 1945 tarihinde CHP Meclis Grubu'nda görüşülmüş ve red-dedilmiştir. Takririn reddedilmesi ile birlikte devam eden süreçte bu kadronun CHP içinde siyaset yapma imkanı kalmadığı gibi takrirde talep edilen bir düzenin kurulma-sının CHP içinde mücadele edilerek olamayacağı ortaya çıkmıştır. Takririn, CHP Meclisi Grubuna verildiği günlerde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Rauf Orbay ile görüşmüş yeni parti kurulması fikrini ona açmıştır. Bu görüşmeden, İnönü'nün yaptığı diğer konuşmalardan cesaret alan grup üyelerine karşı CHP'li yöne-tici ve milletvekillerinin olumsuz tavrı, partinin yayın organı Ulus gazetesindeki ağır sözlerle dolu yazılar grup üyelerinin CHP'den ayrılmalarına neden olmuştur. Zaten Adnan Menderes ve Fuat Köprülü Vatan gazetesinde yayınlanan yazıları nedeniyle CHP Divanı tarafından 25 Eylül 1945 tarihinde CHP'den ihraç edilmişlerdir. Diğer isimlerde istifa etmişlerdir. Partisiz kalan grup üyeleri parti kurma çalışmalarına başla-mışlar ve Demokrat Parti 7 Ocak 1946 tarihinde resmen kurulmuştur. Demokrat Parti, Dörtlü Takrir'in imzacıları: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan tarafından kurulmuştur. Demokrat Parti'nin simgesi "DP", genel merkezi ise Antalya Milletvekili Cemal Tunca'nın Ankara Sümer Sokaktaki sekiz numaralı binası olmuştur. Demokrat Parti'nin kuruluş gerekçesinde ve programında Türkiye'de demok-ratik bir rejimin kurulacağı, TC Anayasası'nda demokrasiye aykırı kanunların kaldırı-lacağı, vatandaşların hak ve hürriyetlerinin anayasal teminat altına alınacağı dile geti-rilmiştir. Muhalefet yıllarında ise CHP ve iktidar demokratik olmayan tutum ve davra-nışlar sergilemekle itham edilmiştir. Muhalefet yıllılarında iki parti arasında demokra-siye aykırı birçok olay yaşanmıştır. Hatta 7 Ocak 1947 tarihinde gerçekleşen Demokrat Parti Birinci Genel Kongresi'nde kabul edilen Hürriyet Misakı'nda TC Anayasası'na aykırı olan kanunların kaldırılması ve demokrasiye uygun kanunların yapılması talep edilmiştir. Bu istekler yerine getirilmez ise Demokrat Parti Genel Yönetim Kurulu'na sine-i millet kararı ( TBMM'den çekilme ) hakkı verilmiştir. Demokrat Parti yönetici-leri iktidara gelmeleri halinde vatandaşlara hak ve hürriyetlerinin tanınacağı, demokra-siye aykırı kanunların kaldırılacağı ve TC Anayasası'nın demokrasiye uyumlu hale ge-tirileceği sözlerini vermişlerdir. 14 Mayıs 1950 seçim faaliyetlerinde aynı vaatler tekrarlanmıştır. Hatta 2 Nisan 1950 tarihinde Kasımpaşa'da konuşan Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar, grev hakkının demokratik hak olduğunu ve demokrasinin olduğu ülkelerdeki gibi toplumsal düzene ve ekonomiye zarar vermeyecek biçimde işçilere grev hakkının verileceğini ifa-de etmiştir. Seçimleri kazanan Demokrat Parti adına Adnan Menderes 22 Mayıs 1950 tarihinde hükümeti kurmuş ve 29 Mayıs 1950 tarihinde hükümet programı TBMM'de onaylanmıştır.Hükümet programında partinin seçim beyannamesinde olduğu gibi iktidar deği-şikliğinin ülkede maddi ve manevi hiçbir sarsıntıya yol açmasına imkan tanınmayacağı ve özellikle devri sabık yaratılmayacağı vurgulanmıştır. Programda, TC Anayasası'nda vatandaş hak ve hürriyetlerine ve millet iradesine dayanan kararlı bir devlet düzeninin gerçekleşmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılacağı ifade edilmiştir. Ayrıca CHP hükümetlerinden ( tek parti dönemi ) kalan, demokratik olmayan kanunların, alışkan-lıkların ve anlayışların değiştirileceği vurgulanmıştır. Programda, işçilere grev hakkının sosyal ve ekonomik düzeni bozmayacak şekilde tanınacağı açıklanmıştır. Demokrat Parti İktidarı Programı'nda sadece vatandaşlara tanınacak haklar yer almamıştır. Ayrıca o tarihlerde azınlıkta olsa da bazıları tarafından hak olarak görülen faaliyetlerin yasaklanacağı da yer almıştır. Cumhuriyet'in ve inkılapların korunması için aşırı sol akımlara ( komünizm ) izin verilmeyeceği ve bunlarla etkin bir biçimde müca-dele edileceği ifade edilmiştir. Bunlara karşı kanuni tedbirlerin alınacağı çünkü bu tür düşüncelerin günün şartlarında fikir ve vicdan hürriyeti olarak görülmediği vurgulan-mıştır. Bu fikir akımların hürriyet maskesi altında yayın yapmalarına izin verilmeyeceği çünkü bu düşünce akımlarının amacının özgürlükleri ortadan kaldırmak olduğu iddia edilmiştir. Komünizm fikir akımının yanı sıra irticai hareketlere de asla müsaade edil-meyeceği vurgulanmıştır. Demokrat Parti Dönemi'nde iktidarın sivil toplum kuruluşları ile ilişkilerine özetlemeden önce sivil toplumun örgütü tanımını yapmak yerinde olacaktır. Sivil top-lum kavramı farklı biçimlerde tanımlanan bir kavramdır. Özellikle devlet ile sivil top-lum arasındaki ilişki farklı tanımlamalara neden olmaktadır. Bu tanımlardan bazılarında sivil toplum, devletten tamamen bağımsız, devleti kontrol eden ve hatta devletin alter-natifi olan örgütlü bir güç olarak tarif edilmiştir. Diğer tanımlarda ise devlet ile sivil toplum arasında bu kadar keskin bir ayrılığın olmadığı, sivil toplumun devlete top-lumsal katılımı sağlama amacının var olduğu ileri sürülmüştür. Modern anlamda sivil toplum kavramı "Non Govern Mental Organizations" ( devletten bağımsız örgütlen-meler ) olarak tanımlamasının yanı sıra "gönüllü kuruluşlar", "kar amacı gütmeyen ku-ruluşlar" gibi ifadelerle de tanımlanmaktadır. Sivil toplum tanımını yaptıktan sonra Demokrat Parti iktidarları öncesi sivil toplum örgütlenmesine devletin müdahalesinin ne zaman kaldırıldığına kısaca yer verelim. Türkiye'de 28 Haziran 1938 tarihinde yürürlüğe giren 3512 sayılı Cemiyetler Kanunu ile Osmanlı Devleti döneminden kalma 1909 tarih ve 121 sayılı Cemiyetler Kanun'u ve bu kanunda yapılan 353 ve 387 sayılı kanunlar yürürlükten kalkmıştır. Bu kanunun dokuzuncu maddesinin h bendiyle "aile, sınıf, ırk, cins" esasına dayalı der-neklerin kurulması yasaklanmıştır. Bu madde ile sendika ve birçok derneğin kurulması yasaklanmıştır. Bu kanunun kabul gerekçesinde, o dönem de bazı ülkelerde var olan ko-münist ve faşist rejimlerin ülkenin yönetimin ele geçirmesini önlemek olduğu ileri sü-rülmüştür. İsmet İnönü'nün 10-11 Mayıs 1946 tarihinde CHP Kurultayı'nda yaptığı konuşmadan sonra 5 Haziran 1946 tarihinde 4919 sayılı Kanun ile dernek kurma işle-mindeki izin alma formalitesi kaldırılmıştır. Sınıf esasına dayalı dernek kurma yasağı da kalkmıştır. Bu kanunun kabulü sırasında Demokrat Parti adına bir konuşma yapan Adnan Menderes, kanunda yapılan değişikliği demokrasiye giden yolda önemli bir aşa-ma olarak adlandırmıştır. Sivil toplum örgütlenmesinin önündeki engeller Demokrat Parti İktidarı öncesinde kaldırılmıştır. Demokrat Parti İktidarı döneminde sivil toplum kuruluşları ile ilişkiler iki bölü-mde ele alınabilir. Birinci bölüm hükümetin sivil toplum alanında yaptığı düzenleme-lerden oluşur. İkinci bölüm ise iktidarın sivil toplum kuruluşlarına yaklaşımı yani onların faaliyetlerine karşı tutumu, ülke yönetimi ile ilgili alınan kararlara ilgili sivil toplum kuruluşlarının tepkileri ve sivil toplum kuruluşlarının kendi alanları ile ilgili alınan kararlarda bu kuruluşların isteklerinin ve itirazlarının dikkate alıp almamasından oluşur.Demokrat Parti İktidarı döneminde sivil toplum alanında birçok düzenleme yapılmıştır. Hükümetin yaptığı bu düzenlemelere günümüzün demokrasi düzeyi ile yaklaşmak zamanın koşullarını ve demokrasi kültürünün oluşum sürecini dikkate almamak anlamına gelir. Hükümetin sivil toplum alanında yaptığı ilk düzenleme 5680 sayılı Basın Kanunu'dur. Kanunun kabulü demokrasi ilkeleri ile bağdaşan bir uygulama olmuştur. Bu nedenle basın ve basın-yayın örgütleri bu yasayı doğru bir adım olarak görmüşlerdir. Hükümetin sivil toplum alanında yaptığı ikinci kanuni düzenleme 5844 sayılı Komünizm İle Mücadele Kanununu çıkarmasıdır. İktidarın programında komü-nizm fikir akımına ve komünist yayınlara karşı mücadele edileceği, bu fikir akımlarının faaliyetlerinin demokratik bir fikir ve vicdan hürriyeti olarak görülmediği aksine de-mokratik rejimi ortadan kaldırmaya yönelik bir tutum ve tavır olduğu vurgulanmıştır. Muhalefetin de bu konuda iktidarla aynı düşünceye sahip olması bu kanunun çıkarıl-masını kolaylaştırmıştır. Demokrat Parti İktidarı'nın bu tür düşünce akımlarına ve onların faaliyetlerine izin vermemesini değerlendirirken zamanın koşullarını ve demok-rasi kültürünün oluşum sürecini göz önünde tutmak yerinde olacaktır. İktidarın sivil toplum alanı ile ilgili yaptığı bir başka uygulama ise 5816 sayılı Atatürk Kanunu'nun çıkarılmasıdır. Atatürk'ün kişiliğine, ilke ve inkılaplarına saldırıların sonucunda kabul edilmiş olan bu kanun günümüzde de geçerlidir. Bu kanunun çıkarılmasına Atatürk'ün kurduğu parti olan CHP'li milletvekillerinin karşı çıkmış olmaları ise üzerinde durul-ması gereken önemli bir husustur. Hükümetin sivil toplum alanında gerçekleştirdiği bir başka düzenleme ise 6761 sayılı Vicdan ve Toplanma Hürriyetini Koruma Kanunu'nun kabul edilmesidir. Kanun, irticai hareketlerin artarak rejimi tehdit eder hale gelmesinin sonucu çıkarılmıştır. İrticai hareketlere izin verilmeyeceğini, demokratik rejimi koruya-cağını programında ilan eden hükümet bunun gereğini yerine getirmiştir. Dinin siyasi veya diğer çıkarlar için kullanılması ve bu tür örgütlenmelerin kurulmasını demokratik ilkelerle bağdaştırmak mümkün değildir. Hükümetin sivil toplum alanına bir başka müdahalesi Neşir Yolu ile veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkındaki Kanun'u çıkarması ile 6732 ve 6733 sayılı basın kanunlarının bazı maddelerini değiş-tirmesi ile olmuştur. Bu kanunlarda yer alan kişilerin şikayeti olmadan savcıların ya-yınlar ile ilgili kendiliğinden harekete geçebilmesi unsuru haber alma ve verme hür-riyetini engelleyen bir koşul oluşturmuştur. Yine gazetecilerin yaptıkları haberler ve köşe yazarlarının yazdıkları yazılar nedeniyle şikayet edilmeleri halinde kendilerini müdafaa edebilmeleri için ispat hakkının onlara verilmeyişi bazı konularda ( iktidar ve mülki amirler ile ilgili yolsuzluk vb) haber yapmalarına, yazı yazmalarına engel olacak ortamı oluşturmuştur. Ayrıca, halkın haber alma özgürlüğüne, gazetecilerin özgür ve bağımsız çalışmasına engel olmuştur. İspat hakkı verilmediği gibi bu tür yazı ve haberler için cezaların arttırılması basın hürriyetini ortadan kaldırmıştır. Bu nedenle bazı basın mensupları hareket içerikli haber ve yazıları nedeniyle ceza almış olsalar da hükümetin politikalarını eleştiren onlarca basın çalışanına hapis cezalarının verilmesi vatandaşlara hak ve hürriyetlerini vereceğini ve devri sabık yaratmayacağını söyleyen Demokrat Parti İktidarı'nın bu uygulamaları onun söylemleri ve adıyla çelişmesine ne-den olmuştur. Hükümetin sivil toplum alanında yaptığı bir başka kanuni düzenleme 6771 Sayılı Toplantılar ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nu çıkarmasıdır. Kanun, siyasi partilerin seçim varmış gibi çok fazla miting yaptığı ve bu mitinglerde konuşanların hükümeti ağır bir şekilde eleştirdiği ve hatta bazı hatiplerin hükümet üyelerine ağır sözler söylediği gerekçeleriyle kabul edilmiştir. Bu kanun ile partilerin miting ve kapalı alan toplantıları seçim zamanı ile sınırlandırılmıştır. Bu nedenle bu uygulama demokrasiye aykırı bir düzenleme olmuştur. Bir parti veya dernek kanunlara aykırı hareket etmediği sürece istediği zaman izin almak koşulu ile miting yapabilmelidir. Hükümetin sivil toplum kuruluşları ile ilişkilerine baktığımızda ise olumlu ve o-lumsuz tutum ve uygulamaların varlığından söz edebiliriz. İktidarın sivil toplum kuru-luşları ile ilişkileri dernekler, sendikalar ve basın teşkilatları ile olmak üzere üç ana bö-lüm halinde ele alınabilir. Derneklerle ilişkilere baktığımızda öğrenci dernekleri ile iliş-kilerin daha yoğun olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle TMTF ve MTTB gibi öğrenci dernek federasyonları yönetimleri ile ilişkiler öğrenci dernekleri ile ilişkilerin en önemli bölümünü oluşturur. Bu konuda partilerin bugünde devam eden derneklerin yönetimle-rini elde etme isteği Demokrat Parti İktidarı'nın da faaliyetlerinden birisini oluşmuştur. Muhalif olan yönetimleri değiştirmek için çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu doğrultuda Demokrat Partili dört milletvekili tarafından öğrenci derneklerine hükümetin verdiği ö-deneği dağıtma ve gençlik sorunlarını çözmek amacıyla kurulmuş olan Gençlik Bürosu' nun TMTF ve MTTB'nin yönetim kurulları seçimlerine müdahale etmesi ve sonrası yaşanan olaylar demokrasi ilkeleri ile bağdaşmamıştır. Ayrıca Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı adında bir gençlik derneği varken Türk Milli Birliği'nin kurulması ve böylece geçliği farklı cephelerde örgütleme isteği gençliğin birbiri ile kavgalı hale gelmesine ne-den olmuştur. Radyo Dinlemeyenler Cemiyeti'nin İstanbul Valisi Ethem Yetkiner tara-fından kanunsuz bir biçimde kapatılması, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Turhan Fevzioğlu'nun görevden alınması nedeniyle eylem yapan öğrencilerin gözaltına alınması ve mahkemeye verilmesi, İTÜTB'nin üniversitedeki yemek boykotu nedeniyle öğrencilerin gözaltına alınmaları, mahkemeye verilmeleri ve hükümet yetki-lilerinin bu konuda yaptıkları açıklamalar demokratik bir iktidar sivil toplum kuruluşu ilişki tarzına aykırı olmuştur. Tahkikat Komisyonu kararları ile örfi idarelerin kurulması ve öğrencilerin tepkilerinin engellenmesi de demokrasi açısında doğru olmayan uygula-malar olmuştur. Kiracılar Cemiyeti'nin istekleri dikkate alınarak Kira Kanunu'nun ka-bul edilmesi, tüccar, esnaf ve sanayicilerin derneklerinin talepleri dikkate alınarak Milli Korunma Kanunu'nda yapılan değişiklik ve kredi imkanlarının artırılması gibi karar-larda dernekler ile ilgili hükümetin olumlu yönde uygulamaları olmuştur. Ayrıca hükü-metin irtica ve komünizm ile mücadeleleri de dernekler tarafından olumlu karşılan-mıştır. Hükümetin sendikalar ile ilişkilerine baktığımızda ise grev hakkı tartışmalarının en önemli sorun olduğunu söyleyebiliriz. İktidarın seçim vaatlerinde ve programında olan grev hakkı ile ilgili sendikalar tarafından onlarca talep gelmiştir. 1951 yılında bir tasarı hazırlanmış olmasına ve ilgili bakanların bu hakkın verileceğini yıllarca söyleme-lerine karşın grev hakkı verilmemiştir. Çalışma bakanları grev hakkının verilmeme ne-denini, genellikle iktisadi ve sosyal düzenin bozulabileceğine dayandırmışlardır. Ayrıca, grev hakkı verildiğinde işverene lokavt hakkının da tanınması gerektiği için sendikala-rın mali gücünün bunu kaldıramayacağını ve işçilerin zor durumda kalacağını iddia et-mişlerdir. Bu nedenlerle grev hakkı için acele edilmemesini dile getirmişlerdir. İşçiye grev hakkının verilmemesinin yanında işçi mitinglerinin yasaklanması; kanunsuz grev nedeniyle bazı sendikaların kapatılması; işsizlik rakamları açıklamaları nedeniyle Çalışma Bakanlığı ile tartışmaya giren bazı sendika birliklerinin Sendikalar Kanunu'nun sekizinci maddesinde yer alan ayrı ayrı iş kolundaki sendikaların sendikal birlik olama-yacağı gerekçesiyle kapatılması; işçi seminerlerinin yasaklanması ve burada konferans verenlerin cahillikle, komünistlikle ve siyasi propaganda yapmakla ile itham edilmesi; Zonguldak Maden İşçileri Sendikası ikinci başkanının muhalif açıklamaları nedeniyle görevden alınması ve sendikanın kongresine müdahale edilmesi gibi olaylar demokratik olmayan tutumlar olmuştur. Kolektif İş Akdi tasarısının TBMM'ye getirilmesi, işçiler için ev yapılması, yıllık ücretli iznin verilmesi, tatil yapamayanlara çalıştıkları gün için yevmiye ödenmesi, sendikal faaliyet nedeniyle işten çıkarılmaların kanunla yasaklan-ması, işçi sigortalarındaki düzenlemelerde işçilerin ve sendikaların lehine olan demok-ratik uygulamalar olmuştur. Basın ve onun teşkilatları ile ilişkilerine baktığımızda Demokrat Parti, muhalefet yıllarında ve iktidarının ilk üç, dört yılında basının büyük bir bölümü tarafından destek- lenmiştir. Fakat hükümet politikalarındaki değişmeler ve ekonomideki kötü gidiş bası-nın büyük bir bölümünün hükümete muhalif olmasına neden olmuştur. Bu nedenle bası-nının muhalif partilerin eylem ve söylemlerini sayfalarına taşıması; hükümet politikala-rını eleştiren yazılar yayınlaması hükümetin yukarıda aktardığımız kanuni önlemleri al-masına neden olmuştur. Bu kanunların kabulüne bazı gazetecilerin hükümet üyeleri ile ilgili eleştirinin boyutunu aşarak hakaret içeren yazıları kaleme almaları da etkili olmuş-tur. Özellikle 1958 yılından sonra basın kuruluşları ile hükümet üyeleri arasında ilişkiler gerginleşmiştir. Basın sanki bir muhalefet partisi gibi muhalefeti hükümete karşı tek cephede birleşmeye çağırırken hükümette basını reklam ödeneklerinin azalması nede-niyle bu yönde hareket etme ve meşru hükümete karşı halkı ayaklanmaya teşvik etmek-le itham etmiştir. İsmet İnönü'nün ve CHP'lilerin yurt gezileri ile Osman Bölükbaşı'nın Kırşehir'i ziyareti ve tutuklanması sırasında bazı gazetecilerin polis tarafından tartak-lanması, fotoğraf makinelerinin ellerinden alınması, gözaltına alınmaları, yargılanma-ları, bu olayların yayının yasaklanması hükümet ile basının ilişkilerini daha da gergin-leştirmiştir. Bu olaylar nedeniyle basın örgütlerinin tebliğler yayınlamaları ve bu tebliğ-lerden birisi nedeniyle İstanbul Gazeteciler Sendikası'nın siyaset yaptığı gerekçesiyle kapatılması ve Beynelmilel Basın Enstitüsü'nün Türkiye'deki basın hürriyeti ile ilgili açıklamasının yayınının yasaklanması basınla iktidarı karşı karşıya getirmiştir. Bu olay-lar bazı gazeteci örgütlerinden istifa edenlerin Demokrat Parti'ye yakın gazeteciler ile radyo ve Anadolu Ajansı'nda çalışan gazetecilerden oluşan Matbuat Kulübü'nün kurul-ması ile sonuçlanmıştır. CHP'nin son olaylar nedeniyle halkı iktidara karşı isyana teşvik ettiği ve silahlı hücreler kurduğu gerekçesiyle Tahkikat Komisyonu'nun kurulması ve bu olay sonucunda örfi idarelerin ilan edilmesi bazı örfi idare kararlarına uymadığı ne-deniyle bazı gazetelerin kapatılmasına neden olmuştur. Tabi ki sadece hükümetin basın-la olumsuz yönde ilişkileri olmamıştır. Başbakan Adnan Menderes birçok kez bazı ga-zetecilere ziyafet vermiş, onların teşekküllerini ziyaret etmiş ve istek ve sorunlarını din-lemiştir. Özetle Demokrat Parti İktidarı Türkiye'de demokrasi kültürünün oluşmadığı ve Cumhuriyet'in ilanının üzerinden çok fazla zamanın geçmediği bir dönemde işbaşına gelen bir iktidardır. Bu nedenle devri sabık yaratılmayacağı ve demokratik hak ve hürriyetlerin tanınacağı, TC Anayasası'nın demokrasi ilkelerine uygun biçimde tanzim edileceği sözleri tutulamamıştır.ABSTRACTOn November 10, 1938 with the death of Mustafa Kemal Ataturk, Ismet Inonu country, the management of which the President has become the most authoritative person. İnönü, CHP and the state administration dominated by single units (National Chief), especially the period of Celal Bayar reaction caused CHP deputies and managers. Direction of the party and the country is a party to the Second World War due to the domination of the majority of the people and the power of the economic distress of the people in conflict with conservative political circles and outside the CHP applications in educational and social fields, and a large part of the population has led to the formation of an oppositional stance. In conjunction with this process, the government organized a number of radical opposition movement has led to applications.Due to the reasons stated above, and openly turned into a discourse and actions of individual behavior within the CHP has emerged during the bid for the first time legislation for land reform. CHP deputies Celal Bayar and Adnan Menderes, Fuat Koprulu, and Refik Koraltan, May 14, 1945 with the start of the discussion in Parliament on the proposal of this law the government's attitude towards the application put forward by their speeches. However, prior to the submission to Parliament of the draft of this law is essentially a dissident group within the CHP meetings began Thursday in the home of the formation of Tevfik Rüştü Aras. Aras Tevfik Rüştü since April of 1945 came together at home Emin Sazak sure, Adnan Menderes and Fuat Koprulu CHP reported that they were under the authority of Ismet Inonu and focused on the need to change this situation. Fuat Koprulu Adnan Menderes coming together for the second time and agreed on establishing a democratic center. Refik Koraltan later participated in the meetings. Adnan Menderes, the party and in the community should join this group Celal Bayar has announced that effective. The meeting with the group at the end of Celal Bayar, it has been included. Group members at the meeting held on May 18, Calm before the Turkish Grand National Assembly without a vote of the state budget of 1945 three hundred and seventy-three deputies involved in İzmir deputy Celal Bayar,Deputy Aydin Adnan Menderes, Mersin deputy Refik Koraltan, Kars deputy Fuat Koprulu and Eskişehir deputy Emin Sazak used negative vote against the budget. Against the budget vote against the Republican period was used for the first time. Thus, the attitudes of the opposition put forward a second time. 1945 was prepared by the CHP Parliamentary Group Quartet Motion to think.Group members on June 7, 1945 at Celal Bayar and Adnan Menderes, Fuat Koprulu and the CHP Parliamentary Group of the motion hazard with the signature of President Rafik Koraltan'ın attitudes explicitly put forward by the opposition. The operation of the CHP's proposal to be brought into line with democratic principles and the TC. Recognition of citizens' rights and freedoms of the Constitution claimed that exists.CHP Parliamentary Group on June 12, 1945 This resolution was discussed and rejected. Calm in the ongoing process of this staff within the CHP with the rejection of the possibility of politics as no event requested a proposal to establish an order could not be fighting in the CHP has emerged.The proposals given in the CHP parliamentary group, recently President Ismet Inonu, the idea of establishing a new party he has met with Rauf Orbay. This meeting, the group ventured İnönü his other speeches negative attitude against members of the CHP managers and members of parliament, the party organ of the Nation newspaper articles full of heavy words to leave the group members has led to the CHP. Already published in Homeland Adnan Menderes and Fuat Koprulu writings were expelled from the CHP CHP by the Court on September 25, 1945.Other names resigned. The remaining members of the group began the work of establishing party-Party and the Democratic Party was formally established on January 7, 1946. The Democratic Party, Four signatories to the motion: Celal Bayar and Adnan Menderes, was founded by Fuat Koprulu, and Refik Koraltan. Symbol of the Democratic Party, "DP", is headquartered in Ankara Antalya Deputy Cemal Tunca Sumerian has been building street number eight.The justification of the Democratic Party establishment of a democratic regime in Turkey to install and program, contrary to the laws of democracy, the Constitution of the Republic of Turkey removed, will be guaranteed by the constitutional rights and freedoms of citizens are expressed. In opposition to the CHP, and the government has been accused of exhibiting non-democratic attitudes and behaviors. The opposition between the two parties yıllılarında many events occurred against democracy. Even the Democratic Party, which took place on January 7, 1947 the First General Congress of the abolition of laws which are contrary to the Constitution of the Republic of Turkey adopted the Convention on Freedom and democracy has been requested to the appropriate law. These requests are not adhered to given the right to withdraw from the Parliament of the Board of Directors of the Democratic Party. If the Democratic Party came to power managers to recognize the rights and freedoms of citizens, democracy, contrary to the laws of the Republic to remove the words of the Constitution gave making them compatible with democracy.May 14, 1950 election activities, the same promise was repeated. Even speaking Kasımpaşa on April 2, 1950 Democratic Party Chairman Celal Bayar, that democratic rights and democracy in countries where the right to strike as the social order and stated that the economy will not harm the workers the right to strike. On behalf of the Democratic Party won the elections on May 22, 1950 the government of Adnan Menderes set up and on May 29, 1950 the Parliament approved the government's program.The government program as well as the party's electoral declaration is no shock of the moral and material change of government in the country the possibility to open the account will not be recognized, and in particular sorulmayacağı previous government was emphasized. In the program, the Constitution of the Republic of Turkey is based on the will of the citizens' rights and freedoms and the nation are expressed in stable arrangements shall be made to ensure the realization of a state order. In addition, the governments of the CHP (single-party period) and the remaining non-democratic laws, habits, and understandings change is emphasized. In the program, the workers explained to recognize the right to strike will not disrupt the social and economic order.Programme of the Government of the Democratic Party would get only the rights of citizens were not included. In addition, even though at that time by some of the minority rights in the banned activities took place. Reforms for the protection of the Republic and the extreme left movements (communism) and will not be allowed to deal with them effectively unless otherwise indicated. Legal action will be taken against them because such conditions, the ideas and thoughts of the day is not seen as freedom of conscience is emphasized. This idea will not be allowed to broadcast under the guise of freedom of currents currents of thought because it has been claimed that the purpose of eliminating freedoms. The idea of communism would not be allowed to flow as well as the reactionary movements never be emphasized.Democratic Party Period Before summarizing the power of civil society in its relations with non-governmental organizations would be appropriate to define the organization. The concept of civil society is a concept defined in different ways. In particular the relationship between the state and civil society leads to different definitions. Some of these definitions, civil society, completely independent of the government, which controls the state and even the organized power of the state, which has been described as an alternative. Other definitions of the state and civil society is not so much a sharp separation, has the purpose of ensuring the participation of civil society, the state has been suggested that social. The concept of civil society in the modern sense "Non Govern mental Organizations" (independent of the state organizations), as well as the definition of "voluntary organizations", "nonprofit organizations" as well as the terms are defined. After the definition of civil society non-governmental organization prior to the governments of the Democratic Party has been removed briefly when you let the government's interference.Turkey Associations law no. 3512 came into force on June 28, 1938 and 1909 by the Ottoman Empire era and societies act no. 121 and no. 387 to the law and the law was abolished 353. This is the ninth article of the law bendiyle h "family, class, race, gender" on the basis of the establishment of associations is prohibited. This material association with the trade unions and the establishment of many prohibited. Accept the justification for this law, existing at the time of communist and fascist regimes in some countries to avoid taking over the administration of the country suggested that.Ismet Inonu, 10 to 11 May 1946, after his speech to the CHP congress of the law no. 4919 on June 5, 1946 permitting process and formalities to freedom of association has been removed. Class on the basis of the ban on freedom of association disappeared. Time of the adoption of this law, gave a speech on behalf of the Democratic Party of Adnan Menderes, the change in the law is an important step on the road to democracy, termed. Removed the obstacles to the organization of civil society ahead of the Democratic Party Government.Relations with non-governmental organizations in the Government of the Democratic Party can be considered in two parts. The first part consists of the Regulation in the field of government, civil society. The second part of power approach to civil society organizations, that is, their attitude towards the activities of the country, on the decisions taken on the management of non-governmental organizations and civil society responses in decisions related to their field consists of absence from these organizations to take into account requests and objections.The Governments of the Democratic Party made many regulations in the field of civil society. The government's approach to his time with the level of democracy in today's terms of these regulations and take no account of the formation process of a culture of democracy means. The government's first regulation in the field of civil society Press Act no. 5680. The adoption of the Law has been a practice incompatible with the principles of democracy. Therefore, the press and media organizations saw this as a step towards the law. The second legal regulation in the field of civil society, the government's Struggle Against Communism Act 5844 to issue no. The idea of communism and communist publications program flow of power to fight against the idea of a democratic currents of ideas and activities seen as contrary to freedom of conscience to abolish the democratic regime is emphasized as an attitude and demeanor. Opposition to have the same thought on this subject, power and facilitated the removal of this law. İktidarı'nın Democratic Party not to allow this kind of thought currents and their activities in terms of assessing the time and would be wise to keep in mind that the process of the formation of a culture of democracy. Another application is related to the field of civil society that the government is the removal of the law no. 5816 of Atatürk. Atatürk's personality, principles and reforms of this law which has been adopted as a result of the attacks also applies today. This law established by Ataturk party, the CHP deputies opposed the removal of the need to focus on to be an important consideration. If the regulation is carried out by the Government in the field of non-governmental No. 6761 is the adoption of the Law on Protection of conscience and the right to freedom of assembly. The law was a result of the arrival of fundamentalist movements become increasingly threaten the regime. Harekelere reactionary allowed the democratic regime of government that proclaimed the need to protect the program fulfilled. The use of religion for political or other interests is not possible to reconcile democratic principles and the establishment of such organizations. Another area of civil society through the intervention of the government or the Radio Broadcasting to be covered by the Act on Certain Felonies by extraction with replacement of some provisions of the laws of 6732 and 6733 has been no press. Without these laws, prosecutors publications related to the complaints of the people pass the element of self-motivation has created a condition that prevents the freedom to receive and impart news. Again, journalists, columnists wrote articles for their news and to be able to prove that the right to defend themselves if they are complaining verilmeyişi them on some issues (related to power and corruption, governors, etc.) make news, the media has created to prevent writing to write. In addition, the public freedom of information, has been hampered by journalists to operate freely and independently. Proof is not given the right to increase the penalties for press articles and news like this kind of freedom is eliminated. For this reason, some members of the media even if they are convicted of moving content, news and articles critical of the government's policies, press the dozens of employees and the transfer of prison sentences would be given rights and freedoms of citizens who have no former Democratic Party İktidarı'nın these practices conflict with the name of his discourses, and from what has been . Any other legal regulation in the field of civil society that the Government No. 6771 Law on Meetings and Demonstrations landing. The law of political parties and election rallies like there's a lot of rally speakers heavily criticized the government and even some harsh words said to the members of the government on grounds of orators were adopted. With this law, meetings, parties, rally and off the field is limited to election time. Therefore, this application has an arrangement undemocratic. Act contrary to the laws of association, unless a party or get permission at any time be able to rally with the condition.If we look at the government's relations with civil society organizations can talk about the existence of positive and negative attitudes and practices. Power relations with non-governmental organizations, associations, trade unions and the press offices of three main parts: can be handled. When we look at the relations of relations with associations, student associations say that more intense. Student associations and federations, such as TMTF MTTB especially relations with governments creates the most important part of relations with student associations. Management of associations in this regard the parties desire to achieve, which continues today İktidarı'nın Democratic Party, one of the activities occurred. Various studies the management of the opposition to change. In this respect the government of the Democratic Party the benefit of four deputies student associations established to solve the problems of deploying and youth, the Youth Bureau's board of directors MTTB'nin TMTF and after the elections and the events in the intervention was not consistent with democratic principles. In addition, while Turkey's National Youth Organization is a youth association, and thus the establishment of the Turkish National Union geçliği different fronts at loggerheads with each other to become the youth organization has led to the request. Radio unlawfully by not obeying the closure of the League of the Governor of Istanbul Ethem Yetkiner, Dean of the Faculty of Political Sciences, Ankara University, Turhan Fevzioğlu'nun dismissal of the action because of the detention and court-students who, due to the boycott of food İTÜTB'nin university students detention, without trial and government officials and their explanations in this regard the relationship of a democratic style of government, non-governmental organizations has been inconsistent. Research Commission decisions and the establishment of the legal authorities and the students' reactions have been prevented by applications that are not correct in terms of democracy. Requests, taking into account the adoption of the Law on Lease Tenants Association, merchants, tradesmen, and taking into account the demands of the industrialists' associations, and credit facilities amendment to the Law on Protection of National Associations of decisions, such as increasing the government has applications in a positive way. In addition, the government struggles with fundamentalism and communism was welcomed by the associations.If we look at the government's relations with the trade unions the right to strike is the most important problem söyleyebiliriz.Hükümetin election promises and program discussions with the trade unions on the right to strike has been requested by the dozens. In 1951, a bill has been prepared and the relevant ministers would say that for many years, but the right to strike were not given this right. The right to strike or not to study the cause of ministers, generally relied on the economic and social order can go wrong. In addition, the employer is given the right to strike or lock-out should be recognized the right of the workers to handle this difficult situation will remain the financial power of the trade unions have claimed. For these reasons expressed not to rush to the right to strike. An employee is not given the right to strike of workers rallies next to the prohibition of certain trade unions due to the closure of illegal strikes, unemployment figures into the discussion with the Ministry of Labour for comments eighth article of the Law on Trade Unions located in some of the trade union trade union trade union unity can not be separate business line on the ground, working seminars ban and ignorance of those who lecture here, to be accused of being a communist and political propaganda; Zonguldak Mine Workers' Union and the second president of the union congress to intervene in the dismissal of the opposition, such as descriptions of events were non-democratic attitudes. The introduction to Parliament of the draft collective employment contract for workers to home, paid annual granting of a permit, work groups not on the payment of per diem for the day, because of the dismissal law, the prohibition of trade union activity, labor regulations, workers and trade unions in favor of insurances has been democratic practices.Look at the Democratic Party's relations with the press and its agencies, the opposition and the government die in the first three, four, supported by a large part of the press in. However, changes in government policies and the economy is going bad, the opposition to the government has led to a large part of the media. For this reason, the actions and rhetoric of media sheets to carry the opposition parties and the government to publish articles critical of the government's policies have quoted above, has led to take legal measures. The adoption of this law, the size of some of the criticism of journalists, members of the government to submit written papers has been effective in overcoming-round insulting. Especially in 1958, after the tense relations between members of the press and the government. Press it as an opposition party, the opposition to unite against the government calling a single front to move in this direction due to the decline in government appropriations media advertising and the people to revolt against the legitimate government has been accused. . Ismet Inonu and CHP foreign trips and a visit to Kirşehir Osman Bölükbaşı some journalists during his arrest by the police, beaten, deprived cameras, detention, trial, media relations with the government banning the publication of these events gerginleştirmiştir. This is due to the events of press organizations publish papers and one of the papers due to the closure of Istanbul, on the grounds that the political Union of Journalists and the international Press Institute press freedom in Turkey, the prohibition of publication of the statement on the power of the press has faced. These events are close to the Democratic Party, who resigned some journalist organizations, journalists and radio and printed documents of journalists working in the Anatolian Agency resulted in the establishment Club. Due to recent events in the CHP encourages people to revolt against the government and the armed cells, and this event as a result of the establishment of the Commission of Inquiry on the grounds established by customary authorities declared martial law in some of the decisions of the breach has led to the closure of some newspapers. Of course, only the government's relationship with the press has been negative. Some reporters several times Prime Minister Adnan Menderes feast, I have visited their formations and listened to requests and problems.In summary declaration of the Democratic Party Government of the Republic of Turkey, the culture of democracy are generated does not exceed too much time in power, which came to power at a time. For this reason, touched and democratic rights and freedoms recognized representatives of the previous government, the Constitution of the Republic of Turkey promises to be devised in accordance with the principles of democracy has not been realized.
Devlet bir kurumlar bütünüdür. Devlet, içeride milli topluma bakmak, dışarıda da içinde var olmak zorunda olduğu daha geniş toplumlarla ilgilenmek zorundadır. Devlet, sınırları içinde yönetimi kendi tekeline alır. Bu durum tüm vatandaşlarca paylaşılan ortak bir politik kültürün yaratılması eğilimidir.Ulus-devlet; sınırları belirlenmiş bir toprak parçası içinde, yasal güç kullanma hakkına sahip ve yönetimi altındaki halkı türdeşleştirecek ortak kültür, simgeler, değerler yaratarak gelenekler ile köken mitini canlandıracak birleşmeyi amaçlayan devlet olarak tanımlanabilir. Ulus-devletin yapmak istediği; devleti ya da siyasal iktidarı merkezîleştirmek, kültürü standartlaştırmak, hukukta eşitliği ve ekonomide bütünleşmeyi sağlamaktır.Bugünün dünyasındaki egemenlik anlayışı, genel olarak, bir devletin ülke toprakları üzerinde yönetme yetkisini kullanma hakkı olarak tanımlanmaktadır. Bu kavramın hukuksal bir anlamı olduğu kadar siyasî bir anlamı da mevcuttur ve bu iki anlam iç içe geçmiş durumdadır. Egemenlik devletin gücünü temsil etmektedir. Uluslar işbirliğine girdikçe egemenlik gündeme gelmektedir.Küreselleşme; ülkeler arasındaki iktisâdi, sosyal ve siyasal ilişkilerin gelişmesi, farklı toplum ve kültürlerin inanç ve beklentilerinin daha iyi tanınması, uluslar arası ilişkilerin yoğunlaşması gibi birbirleriyle bağlantılı konuları içeren bir kavramdır. Küreselleşme süreci, ulus devlet yapısı içindeki hükümetlerin gücünü ve etkinliğini azaltmakta, hükümetler; ekonomik nesnelerin, teknolojik yeniliklerin, bilgi, haber ve fikirlerin akışını kontrol etmekte güçlük çekmekte, ulus devletlerin millî ekonomik politika izleme imkânı giderek azalmakta, ekonomik sınırların aşınması millî siyasî sınırların da aşınmasına yol açmaktadır. Küreselleşme olgusu, bir yandan ülkelerin ulus-üstü düzeyde ortak çıkarlarını gözeten ve koruyan örgütlenmelere katılımlarını ön plâna çıkarırken, diğer yandan ulusal ve ulus- altı düzeylerde yeni yönetişim modellerini zorunlu kılmaktadır.Dünyada devlet egemenliğinin kurulu modelleri ve uygulamalarına meydan okuyan pek çok güç vardır. Bu güçler, küreselleşeme ve uluslararasıcılıktır. Avrupa Birliği, gerek hedefleri gerekse bu hedeflere ulaşma doğrultusunda oluşturulan teşkilâtlanma yapısıyla diğer hiçbir uluslar arası örgütlenmede görülmeyecek sui generis bir uluslar arası yapılanmadır. AT'yi sui generis yapan ve diğer örgütlenmelerden ayıran en önemli özellik, belirlenen hedeflere ulaşırken hükümetler arası girişimler yerine, oluşturulan yapısal (anayasal) ve sürekli organlar vasıtasıyla bu amaçlara ulaşmasıdır.Avrupa Birliği'nin kurumlarının görev, yetki ve sorumlulukları kurucu antlaşmalarca belirlenmiştir. Antlaşmaların uluslar üstü düzenleme, uygulama ve yargılama yapma yetkisi vermiş olduğu kurumlar (Konsey, Komisyon, ATAD), Avrupa Birliği ulusları arasında uluslar üstü otorite olarak da değerlendirebilmektedir. Aynı şekilde gerek bu kurumları oluşturan antlaşmalar hukuku, gerekse yaptığı hukuk, üye devletlerde aynı etkiye sahip olup, üye devletler tarafından tek taraflı olarak değiştirilemez ve ortadan kaldırılamaz nitelikte olması da Avrupa Birliği hukukunun uluslar üstü (supranational) olduğu yaklaşımını geliştirmiştir.AB tam anlamıyla devletin ana öğelerini bünyesinde bire bir barındırmamakla beraber, devlete, özellikle federal devlet biçimine çok benzer yetkiler kullanmakta, AB Anayasal Antlaşması ile bir anayasal yurttaşlık oluşturmaya çabalamaktadır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde yasama, yürütme ve yargı yetkilerini birbirinden ayrıştırmış ve her biri için ayrı organlar yaratmış ve bunların işleyişini de kurucu antlaşmalara ve nihayetinde anayasa ile hukuk ilkelerine bağlamıştır. . Bireylerine AB Temel Haklar Şartı ile temel hak ve özgürlüklerin kullanımı ve hak arama özgürlüğünü tanımaktadır. Üyesi bulunan devletler ile yetki paylaşımı yaparak bunu anayasa metnine dâhil etmiştir. ; The State is an entire of the institutions. The State should be interested in looking after the national society inside its own borders as well as in the larger societies existing outside wherein it should be sustainable its existence. The State takes the administration within its borders into its own monopoly. Such a situtation is a trend to create a common political culture being shared by all the citizens.The nation-state can be defined as a State having the right of employing any legal power inside a piece of o the land the borders of which have been demarcated and aiming to the integration to enliven the radical myth through the traditions by creating the common culture, symbols and values, all of which will homogenize the people under its administration. What the nation ? state is to centralize the state or poltical power , and standardize the culture, and provide the equality in law and the integration in economy.The understanding of sovereignity today in the world is defined, in general, as the right of any State for employing its powers of administration upon the country?s lands. This concept has a lawful meaning as well as a political meaning; and these two meanings are interchangeable with each other. Sovereignity represents the power of the State. As long as the nations enter into collaboration with each other, the sovereignity comes into question.Globalization is a concept containing the issues being connected with each other such as the development of economic, social and political relationships among the countries, and the better understanding the beliefs and expectations of the nations? cultures, and the intensification of international relationships. The process of globalization diminishes the power and efficiency of the governments being within the structure of nation-state; so such governments have difficulty in controlling the flow of economic objects, technological innovations, informaton, news and ideas, and the possibility of the nation-states for following up their national economic policies decrease gradually. The phenomenon of globalization puts the fact that the countries participate in the organizations guarding and protecting their common intersets and benefits at a supranational level into foreground in one hand, and makes new models of governance compulsory at both national and also supranational levels in the other hand.Today in the world, there are many forces challenging to the established models and practices of the state dominance. Such forces are globalization and internationalism. The European Union is a sui generis ınternational restructuring with its organizational structure being formed in line with both its goals and also with reaching such goals, which cannot be observed in any international organization. The most important feature making the European Community sui generis and distinguishing from other organizatons is to try to reach the goals thus determined through the formed structural (constitutional) and permanent bodies instead of the inter-governmental attempts.The tasks, authorizations, powers and responsibilities of the institutions of the European Union have been determined within the scope of the constitutive treaties. The institutions which such treaties give the authorization of making the supranational arrangement, application and judgement (such as Council, Commission, Committee, the European Community Court of Justice) can be also evaluated as the supranational authorities among the nations being included in the European countries Likewise, in the same way, both the law of treaties constituting such institutions and also the law which it has made have the same effect in the member states, and the fact that such laws cannot be changed and do away with unitalerally by the member states has developed the approach that the law of the European Union is supranational.Despite the European Union does not duly shelter the main elements of a state one to one within its own structure, it has been employing some powers similar to the ones being applied by any state state, and particularly by any federal state, and trying to form a constitutional citizenship. It has separated the powers of legislation, execution and judgment from each other within the framework of the division of powers, and created the separate bodies for each of such powers, and tied the functionality and operation of the same to the constituent treaties and law principles with the constitution. It gives its individuals the freedom of using the fundamental rights as well as of seeking such rights within the context of the Condition of the European Union Fundamental Rights. It has made the share of powers and authorizations with its member states, and included the same in the text of the constitution.