"Türkiye'de Özelleştirme Uygulamalarında Uluslararası Doğrudan Yatırımların Yeri ve Etkileri" Hüseyin YILDIRIM Dünyada özellikle 1980"li yıllarda, ülkemizde ise 24 Ocak 1980 reform program ile beraber başlayıp günümüze kadar uzanan liberalleşme sürecinde önemli sonuçlarından birisi özelleştirme olmuştur. Özelleştirme ile de küreselleşme sürecinin en hızlı gelişme kaydeden doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından daha fazla pay almak amaçlanmıştır. Bu çalışmanın amacı, Türkiye'de doğrudan yabancı sermaye ve özelleştirme arasındaki ilişkileri araştırmaktır. Bu araştırma, 1986-2013 arasındaki zaman dilimi için gerçekleştirilmektedir. Yapılan çalışmalar sonucunda, özelleştirmenin tarihçesi ile özelleştirme uygulamaları sonucu ülkemize gelen yabancı sermayenin bölgeleri, sektörleri ve miktarı üzerine değerlendirmeler yapılmıştır. ; During the Privatizatıon Process in Turkey Location of International Direct Investment and Effects Hüseyin YILDIRIM In the 1980s, especially in the world, our country, starting with the January 24, 1980 to present the reform program extending liberalization, privatization has been one of the important results. Customizing with the rapid development of the globalization process that saves a greater share of foreign direct investment was intended to take. The aim of this study in Turkey to investigate the relationship between foreign direct investment and privatization is. This research is carried out for the period between 1986-2013. As a result of the study, the results of privatization privatization practices with history of foreign investment in our country's regions, sectors and evaluations are made on the amount of
YÖK Tez No: 530893 ; Terörizm, geçmişten günümüze kadar varlığını sürdürerek devam etmiştir. Terör örgütleri kendi ideolojilerini ve varlıklarını kabul ettirmek için bir mücadele içerisine girmişler ve devletleşme amacı gütmüşlerdir. Dünya'nın kuruluşundan bu yana terör örgütleri farklı ülkelerde, farklı isimler altında terör eylemlerini günümüze kadar sürdürmelerine rağmen, 11 Eylül 2001'de ABD'de ki ikiz kulelere yapılan saldırılardan sonra uluslararası terörizme bakış açısı farklı boyutlara ulaşmıştır. Dünya üzerinde ki teknolojik gelişmelerin sürekli ilerleyerek devam etmesi, terörizm ile mücadele etmenin ve işbirliği olmadan bir ülkenin bu konuda başarıya ulaşmasının zorluklarını gözler önüne sermiştir. Terör örgütleri gelişen teknolojik ilerlemeler ekseninde kendilerini yenilemişler ve daha farklı ve daha etkili terör saldırıları düzenlemeye başlamışlardır. Bu ve daha birçok nedenlerden dolayı,terörizm ile mücadele de uluslararası işbirliğinin zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Türkiye, otuz yıldan uzun bir süredir çeşitli terör örgütlerinin saldırılarına uğramış ve bu saldırılar günümüze kadar devam ederek gelmiştir. Türkiye üzerine terör saldırıları düzenleyen örgütlerinin başında PKK gelmektedir. Türkiye'nin konumu itibari ile dünya üzerinde stratejik bir noktada bulunması, bu saldırıların temel kaynağını oluşturmuştur. Türkiye gelişen teknolojisi ve ekonomisi çerçevesinde, terörizmle yapılan mücadele de daha güçlü bir duruma gelmiştir. Son zamanlarda teröre karşı daha etkili sonuçlar alınmaya başlanmış ve PKK terör örgütüne akan finansın önü büyük ölçüde kesilmeye başlanmış ve aynı zamanda askeri önemli operasyonlarda etkisini göstermeye başlamıştır. Çalışma, ulusal ve uluslararası bir sorun olan terörizm kavramını, terör örgütlerinin yapısını, finans kaynaklarını, devletleşme çalışma ve girişimlerini, PKK terör örgütünün Türkiye'de yaptığı terör eylemlerini, terörizm ile mücadelede neler yapılabileceğini değerlendirmektedir. ; Terrorism has continued its existence from past to present day. Terrorist organizations have entered into a struggle to impose their own ideologies and assets, and they have sought to achieve nationalism. Since the foundation of the world, terrorist organizations have maintained different levels of international terrorism after the attacks on twin towers in the United States on September 11, 2001, despite the fact that terrorist organizations continue their terrorist activities under different names under different names. Continued progress in technological developments around the world reveals the difficulties of struggling with terrorism and the success of an individual country with out cooperation. Terrorist organizations have renewed themselves in the direction of technological advances and started to organize different and more effective terrorist attacks. Because of this and many other reasons, international cooperation in combating terrorism has become a necessity. Turkey is a long thirty years suffered attacks by various terrorist attacks and this has continued until today. The PKK is one of the organization from the terrorist attacks on Turkey. Turkey's position on the world with a nominal presence in a strategic position, is the main source of these attacks. Turkey in the framework of developing technology and economy, the fight against terrorism has become a stronger case. Recently, more effective results have been received against terrorism, and the financing flowing in to the PKK terrorist organization has started to cutto a large extent, and at the same time, it has begun to show its influence in military important operations. The study national and international problems that terrorism concept, the structure of the terrorist organization, financial resources, nationalization studies and initiatives, the PKK terrorist organization of the terrorist activities in Turkey, is assessing what can be done in the fight against terrorism.
İkinci dünya savaşından sonra dünyaya yön veren Avrupa çok yıpranmış ve bu savaşlardan güçlenerek çıkan Sovyet tehdidi karşısında güçsüz kalmışlardır. Avrupalılar Sovyet tehdidine karşı askeri ortaklıklarla karşı koymaya çalışsalar da ekonomilerinin iyi olmaması nedeniyle bunu başaramamışlardır. Sovyetler Birliği tehdidinin mutlaka önlenmesi gerektiğini düşünen Avrupalılar dünya savaşlarının diğer galibi olan ABD ile yakın bir iş bilirliği yaparak NATO'yu kurmuşlardır. Soğuk Savaş boyunca dünyadaki güvenlik, ABD'nin liderliğini yaptığı NATO ve Sovyetlerin öncülüğünü yaptığı Varşova Paktı askeri örgütleri tarafından yönlendirilmiştir. Ancak Berlin duvarının yıkılması ve Soğuk Savaşın sona ermesiyle Varşova Paktı dağılmış, NATO ise değişen ve gelişen uluslararası güvenlik ortamına göre stratejik konseptlerini sürekli yenileyerek günümüze kadar gelmeyi başarabilmiştir. Bu kapsamda NATO, Soğuk Savaş süresince Sovyet tehdidine karşı Kuzey Atlantik ve Avrupa bölgesini kolektif bir şekilde savunmayı misyon edinmiştir. Soğuk Savaş sonrasında ise kolektif savunmanın yanında çatışmaların önlenmesi, kriz yönetimi ve işbirliğine dayalı güvenlik misyonlarını üstlenerek görev alanlarını genişletmiştir. NATO hâlihazırda kullandığı stratejik konseptini 2010 yılında yapılan Lizbon Zirvesi ile yenilemiş ve bu konseptte füze savunma sisteminin konuşlandırılması benimseyerek kolektif savunma anlayışının temeline resmi olarak yerleştirmiştir. Bu çerçevede NATO, İran'ın balistik tehdidine karşı hem Avrupa bölgesini hem de harekât alanındaki kuvvetlerini korumaya yönelik balistik füze savunma sistemi kurmaya çalışmakta ve bu konuda başarılı gelişmeler kaydetmektedir. ; After the Second World War, the world-leading European states were very worn and they remained powerless in the face of the Soviet threat that the war strengthened. Europeans tried to fight against Soviet threat military by way of military partnerships but failed because of poor economic resources they have. Europeans, who thought that Soviet threat should have been absolutely prevented, established NATO with US. They closely cooperated with this country as another ally and winner of the World War II. During the Cold War, global security issues were generally handled by both NATO, which was dominated by US military power, and Warsaw Pact which was pioneered by USSR. However, after the end of Warsaw Pact and by implication end of cold war, NATO was alone and unrivaled. It was able to survive with continuous renewing of strategic concepts according to the changing and evolving international security environment. In this context, before the end of the cold war NATO's mission was mainly collective defense of North Atlantic and Europe region against the Soviet threat. But, after the end of cold war, allied countries' collective defense mission was expanded with other missions like conflict prevention, crisis management and cooperative security initiatives with Non-NATO Nations. NATO renewed its valid strategic concept in 2010 at the Lisbon Summit and it has placed officially 'the deployment of the missile defense system' issue at the center of collective defense concept. In this context, NATO is trying to build a ballistic missile defense system to protect both Europe region and deployed forces in theatre against Iran's ballistic missiles and it has accomplished a lot as of today.
Avrupa Senedi ile telaffuz edilmeye baslayan Avrupa Birligi içinde ortak bir dıs politika gelistirme iradesi, 1990'lı yıllarda hem uluslararası sistemde hem de Avrupa Birligi sisteminde ortaya çıkan yeni olgular temelinde hızlanarak, Maastricht Antlasması'nın imzalanmasının ardından Ortak Dıs Politika ve Güvenlik Politikasının olusturulmasının kabul edilmesiyle, somut bir görünüm kazanmıstır. Avrupa Birligi, Ortak Dıs Politika ve Güvenlik Politikası'nın dogal bir uzantısı olarak, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının gelistirilmesini de burada kabul etmislerdir. Bu dogrultuda, çalısmalar hızlandırılmıs, Amsterdam ve Nice Antlasmaları ile AGSP'na iliskin sistemin gerekli araç ve yeteneklere kavusturulması saglanmaya çalısılmıstır. Bu süreç devam ederken Avrupa Birligi içerisinde, Türkiye'nin 1987'de tam üyelik basvurusuyla yeni bir görünüme kavusan iliskiler, 1990'lı ve 2000'li yıllarda ortaya çıkan gelismeler ısıgında Avrupa Birligi'nin Genisleme Politikası, ODGP ve AGSP ile de baglantılı hale gelmistir. Son dönemde Türkiye ve Avrupa Birligi arasındaki iliskileri etkileyen en önemli konulardan birisi olan AGSP, kültür ve kimlik açılımları da içermektedir. Türkiye'nin gelistirilmeye çalısılan AGSP'na olan yaklasımı, kaygıları ve bu politikaya getirecegi açılımlar, hem uluslararası etkenler hem bölgesel dinamikler hem de tarafların dıs politik çıkarları ve güvenlik algılamaları dogrultusunda islenecektir. Ulusüstü bir deger dagıtım sistemi olarak, siyasal bütünlesme sürecini tamamlama yolundaki Avrupa Birligi'nin, ortak yarar temelinde, ortak degerler ve normlar dogrultusunda gelistirmeye çalıstıgı AGSP'nın, bölgesel ve küresel etkileri ile Türkiye'nin buradaki konumu, kamuoyu destegi, siyasi irade ve dıs politika gelismeleri ele alınarak incelenecektir. ; Development of a common foreign and security policy in the EU, was emphasized with the Single European Act in1986. Process of development a common foreign policy accelerated in 1990's. In this era, some radical changes occurred in international system, such as declining Soviet power and communist system, existing new independent states, transformation process of Central European countries. The EU, as a supranational system and as a global actor, affected from all these developments and started improving its strategic interests and security aims. With signing Maastricht Treaty, Europeans began to work on design a Common Foreign and Security Policy (CFSP) and also, they took responsibilities of creating a credible European Security and Defense Policy (ESDP). ESDP is being created as a dimension of the Union's Common Foreign and Security Policy. Relevant with these developments, the EU began strengthening its identity and own statue at global and regional level. Arrangements of Amsterdam and Nice Treaties are known as important developments because of aiming to provide assets and capabilities which are necessary to development a credible Foreign and Security policy in the EU. The EU is eager to be part of the picture whenever security problems arise in Europe. Since the Turkish full membership application to the EC in 1987, relations between two parties gained a new phase. Turkey and the European Union relations were affected by European Union Enlargement Policy, CFSP and ESDP. These there policy areas of the EU have strong cultural roots and identity dimensions. So, the Turkish concerns and opinions according to integration, enlargement process of EU and its position according to ESDP were examined in the basis of international effects, regional dynamics, political interests and security perceptions.
Modern devletin vazgeçilmez unsurlarından biri olan egemenlik anlayışı önemli bir dönüşüme uğramıştır. Bugün Jean Bodin'in kurumsallaştırdığı; mutlak, bölünemez ve sürekli olarak nitelendirilen klasik egemenlik anlayışından bahsetmemiz mümkün değildir. Klasik egemenlik anlayışının geçirdiği dönüşümün çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Bu sebepleri hukuk devleti, insan hakları, kuvvetler ayrılığı prensibi ve uluslararası kuruluşlar olarak ifade etmemiz mümkündür. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan uluslararası kuruluşlar devletlerin egemenliğine müdahale konusunda oldukça dikkat çekicidir. Egemenlik anlayışının geçirdiği bu dönüşüm sırasında dünya birçok katliama ve savaşlara tanıklık etmiştir. Bu doğrultuda da önce ad hoc mahkemeler kurulmuş ardından da Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kuruluşuna giden süreç başlamıştır. 17 Temmuz 1998 tarihinde kabul edilip, 1 Temmuz 2002'de yürürlüğe giren Roma Statüsü ile de Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuştur. Devlet egemenliğine önemli bir müdahale anlamına gelen Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yargılama yetkisi konusunda tamamlayıcılık ilkesinin kabul edilmesiyle, devlet egemenliğine yapılan müdahalenin daha aza indirgenmesi amaçlanmıştır. Aynı zamanda da Statü'ye taraf olacak devlet sayısını arttırmak amaçlanmıştır. ; Our understanding of sovereignty, which is one of the essential factors of modern state, has undergone a significant transformation in time. Today, it is impossible to mention a classical understanding of sovereignty which was institutionalized by Jean Bodin as; absolute, indivisible and perdurable. There are various reasons that caused the transformation of classical sovereignty; it can be said that these reasons are constitutional state, human rights, principle of separation of powers and international organizations. The international organizations, especially established after the First and Second World Wars, are quite significant instruments in the process of intervening to the sovereignty of states. During the transformation of understanding of sovereignty, the world had witnessed numerous massacres and wars. In this respect, firstly ad hoc tribunals had been established, after that the process towards the establishment of International Criminal Court started. International Criminal Court was established with Rome Statute which was acknowledged on July, 17, 1988 and inured on July, 1, 2002. Through the acceptance of complementarity principle in terms of International Criminal Court's jurisdiction, it is intended to minimize the intervention to the sovereignty of states. Also, it is aimed to increase the number of states parties to the Statute.
Westfalya Barış Antlaşmaları ile başlayan modern uluslararası ilişkilerde uluslararası sistemin yapısında, temel özelliklerinde ve aktör sayısında çeşitli dönemlerde farklı değişimler yaşanmıştır. Özellikle Post Westfalyan dönemin başlarında uluslararası sistemde ABD'nin siyasi, askeri ve ekonomik anlamda hegemon olduğu bir döneme şahit olmaktayız. Bu dönemde uluslararası sistemde yeni risk ve tehditleri içeren birtakım dinamikler görülmekte ve değişen güvenlik algısına paralel olarak da çeşitli dönüşümler yaşanmaktadır. Aynı şekilde diplomasi anlamında da farklı uygulamaların yaşandığı bir döneme girilmektedir. Çalışmada, Richard Rosecrance'nin uluslararası sistem tanımlamasında siyasi elitlerin ve yöneticilerin iç politikada karar alma mekanizmasındaki rolünden hareketle, Soğuk Savaş'ın hemen sonrasındaki dönemde uluslararası sistemin yapısı ve özelliklerine değinilmiştir. Bunun yanında devletlerin iç politikadaki ekonomik yapısının uluslararası sistemdeki politikalar üzerindeki rolü incelenmiştir. Ayrıca ABD'ye karşı gerçekleştirilen 11 Eylül 2001 Saldırıları sonrası yaşanan Post Westfalyan dönemde ABD önderliğinde diğer aktörlerin de katılımıyla oluşan uluslararası sistemin yapısında ve özelliklerinde ne gibi değişim ve dönüşümlerin yaşandığı ve bu durumun 2000'li yıllara nasıl yansıdığı analiz edilmiştir. ; In the modern international relations starting with Westphalian Peace Treaties, the different changes occured in the structure main features and actor number of international system in different period. Particularly, in the early of Post Westphalian era, we have witnessed the period that in the international system USA has been hegemonic in the military, politic and economic sense. In this phase in the international system several dynamic faced involving new risks, threats and several transformations occured correspondingly changing security perception. Similarly, different practices occured in the meaning of diplomacy in this phase. At this study, act on role decision making mechanism in the internal politics of the political elites and managers in the Richard Rosecrance's international system definition has touched upon the structure and characteristics of the international system in the post-Cold War era. In addition, the role of states's internal economic policy on policies in the international system has been examined. It was analyzed what sort change and transformation in the structure and features of international system has experienced with the participation of other actors in the leadership of USA and how this situation was reflected in 2000s.
Bu çalışma; uluslararası ilişkilerde çevre gündemi, çevre bilincinin gelişimi ve çevre rejimlerinin başarısını tartışmakta ve büyük oranda durum tespit edici bir analiz sunmaktadır. Bu bağlamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır: Birinci bölümde, uluslararası ilişkilerin çevresel gündemi ele alınmaktadır. "Çevre" sepeti içine atılan güvenlikten biyoçeşitliliğe kadar birçok alt başlığın çevresel gündemin gelişmesine katkıda bulunduğu değerlendirilmektedir. İkinci bölümde, çevresel bilincin gelişimi bağlamında 1972 Stockholm ile başlayan ve 2015 Paris İklim Anlaşması'na kadar olan süreçte çevreyi korumaya yönelik uluslararası girişimler/sözleşmeler tartışılmaktadır. Üçüncü bölümde ise, uluslararası ilişkilerin önemli bir sorunu/konusu haline gelen çevreye ilişkin uluslararası rejimlerin başarısı değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, bazı konularda başarılı şekilde kurulan ve işleyen rejimlerin çevre konusunda aynı şekilde kurulamamış olduğu görülmektedir. Bu başarısızlıktaki en büyük etmen ise çevreyi en çok kirleten veya çevreye en fazla zararı veren aktörlerin korumaya dönük düzenlemelere taraf olsa bile aynı zamanda sorumluluk almaktan kaçan temel aktörler olmasıdır. Çevresel/doğal kaynaklara sahip olma ve onları aşırı kullanarak çevreye zarar verme noktasında aktörlerin aynı kapasitede olmaması da rejimlerin başarısını etkilemektedir. Karşılıklı bağımlılığın oranı da bu anlamda önemlidir. Karşılıklı bağımlılığın çok derin olduğu çevre konusunda da kolektif eylemlerde sorumluluktan kaçma davranışının zararları fazlası ile gözlenmektedir. Bu çalışmanın uluslararası ilişkilerde çevresel gündemin inşası, çevre bilincinin gelişimi ve uluslararası çevre rejiminin birlikte değerlendirilerek özellikle Türkçe literatüre katkı sağlaması umulmaktadır ; This study argues the environmental agenda, the development of environmental awareness, and the success of environmental regimes in international relations. In this context, the study consists of three parts. In the first chapter, the environmental agenda of international relations is discussed. It is evaluated that many sub-topics from environmental security to biodiversity contribute to the development of environmental agenda. In the second chapter, international initiatives/conventions for environmental protection are discussed in the context of the development of environmental awareness, in the process from Stockholm in 1972 and up to the Paris Climate Agreement in 2015. In the third chapter, the success of the international regimes related to the environment, which has become an important issue of international relations, is evaluated. In this respect, it appears that in some cases regimes have been successfully established and functioned but in issue of environment have not been established in the same way. The biggest factor in this failure is that the actors who the most polluter the environment, or the ones that cause the most damage to the environment, are the main actors to escape from taking responsibility at the same time, even if they are shareholders to the protective regulations. The fact that actors are also not at the same capacity at the point of having environmental/natural resources and overusing them, is affecting the success of the regimes. It is observed harms of buck-passing behaviors in collective actions in issue of environment in which interdependence is so profound. It is hoped that this study will provide significant contributions to Turkish literature
YÖK Tez No: 606092 ; Ortadoğu bölgesi; siyasal, ekonomik ve kültürel yapısı sebebiyle uluslararası ilişkilerde çok önemli bir yere sahiptir. Enerji kaynakları açısından dünyanın en zengin bölgelerinden biridir. Bölge, Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte ciddi bir değişime sahne olmuştur. Soğuk Savaş sonrası Türkiye'nin bölge devletleriyle olan ilişkileri de değişime uğramıştır. 2010 yılı sonlarında Tunus'ta başlayan Arap Baharı, Ortadoğu'da yeni bir değişim dalgası yaratmıştır. Bölgede yaşanan gelişmeler ve akabinde Suriye'de ortaya çıkan iç savaş, Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit eder hale gelmiştir. Ulusal çıkarlarını korumak isteyen Türkiye'nin Ortadoğu politikasına yeni boyutlar eklenmiştir. Bu çalışmada; Arap Baharı sonrası Ortadoğu'da yaşanan uluslararası gelişmeler bağlamında Türkiye'nin izlediği bölgesel politikalar analiz edilmektedir. Ortadoğu coğrafyasında Arap Baharı sürecinden etkilenen devletler incelenmiş, bölgede yaşanan gelişmelerin Türk Dış Politikası'na yansımaları değerlendirilmiştir. ; Middle East region; due to its political, economic and cultural structure, has a very important place in international relations. It is one of the richest regions in the world in terms of energy resources. The region has undergone a serious change with the end of the Cold War. After the Cold War, Turkey's relations with regional states has also undergone many changes. The Arab Spring, which began in Tunisia in late 2010, has created a new wave of change in the Middle East. Developments in the region and the internal war in Syria, created new threats to Turkey's national security. New dimensions were added to the foreign policy of Turkey, who wants to protect its national interests. In this study; Turkey's regional policy in the Middle East is analyzed within the context of theinternational developments that Arab Spring created. The states affected by the Arab Spring process in the Middle East were examined and the reflections of the developments in the region on the Turkish Foreign Policy were evaluated.
Özet: İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Birleşmiş Milletler (BM), kurulduğu andan bugüne değin hiç olmadığı kadar derin bir kriz ile yüz yüze kalmış du-rumdadır. BM'nin varlık ve etkinlik sorununu oldukça etkileyen bu kriz; meşruiyet krizidir. BM'nin bu krizden hasıl çıkacağı, hayata geçireceği reformlara ve kaybettiği siyasi kararlılığı yeniden kazanıp kazanamayacağına bağlıdır. Öncelikle üyelerin reform çalışmaları konusunda samimi olmaları ve Genel Ku- rul'daki görece demokratik ortamın başta Güvenlik Konseyi olmak üzere BM'nin diğer tüm organ ve kuruluşları için de sağlanması gerekiyor. Örgütün kurulduğu ilk yıllardan beri gelen reform ihtiyacı karşılanamadığı, Konsey'deki veto ve temsil adaletsizliği giderilemediği sürece BM'nin meşruiyeti büyük yara almaya devam edecektir. Anakronik yapı, orantısız temsil sorunu, veto yetkisinin sınırlı sayıda üyeye verilmiş olması, fin ansal sorunlar, siyasi kararlılık eksikliği, kolektif güvenlik mekanizmasının işlevsiz hale gelmesi, bölgesel entegrasyon ve yapılanmaların giderek daha etkili olması, uluslararası toplumun BM'ye olan güveninin sarsılması vb. gibi bir dizi sorun içinde BM meşruiyet krizini en azından öngörülebilir bir gelecekte aşabilecek gibi görünmüyor. Ayrıca, kriz aşılmadığı sürece BM Antlaşması ile tesis edilmiş ve büyük ölçüde kabul görmüş normlar bütünü de özünden sarsılabilir. Bu bağlamda, meşruiyet sorunu sadece bir etkinlik değil aynı zamanda bir varlık sorunu olarak da değerlendirilmelidir. ; Abstract: The United Nations (UN), having founded following the World War II, is face to face with a deep crisis that never experienced before. This is the legitimacy crisis heavily affecting the raison d'etat and the UN's question of efficiency. The way how the UN will break through this crisis is conditional upon its reforms and will to regain its political determination. Before all else, the member states have to be sincere about the reform endeavors and there is a certain need to settle the relatively democratic medium of the General Assembly in all bodies of the UN. The legitimacy crisis of the UN will continue to bleed unless the needs for the reforms since the early years is fulfilled and the injustice of veto and representation in the Security Council are removed. Yet, the UN does not seem to overcome the legitimacy crisis in the foreseeable future due to problems such as anachronic structure, disproportionate representation, very limited veto authority, financial difficulties, lack of political determination, malfunctionality of collective security, the rising effectiveness of regional integrations and such organizations and convulsion of international trust towards the UN. Moreover, as much as this crisis continues the norms founded with the UN Charter and adopted on a large scale could wither away substantially. In this context, legitimacy crisis should be evaluated not as a matter of strength but also a question of existence.
TEZ11407 ; Tez (Yüksek Lisans) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2015. ; Kaynakça (s. 75-94) var. ; xiv, 97 s. : res. (bzs. rnk.), tablo ; 29 cm. ; Bilginin güce eşit olduğu çağımızda bilginin saniyeler içerisinde tek bir tuşla paylaşıldığı siber uzay, ulusal ve uluslararası güvenlik algısında radikal değişimlere yol açmıştır. Bu yüksek lisans tez çalışması siber uzayın yarattığı algı değişiminin devletlerin ulusal güvenlik stratejilerini nasıl etkilediğini araştırmaktadır. Çalışmada siber uzayla ilgili kavramsal ve kuramsal çerçevenin incelenmesinin ardından, siber uzayda ulus devletlerin birbirleriyle ve devlet dışı aktörlerle ilişkileri tepkisel, stratejik ve diplomatik olarak gruplandırılmıştır. Buna ek olarak, siber güvenliğin sağlanmasındaki kısıtlı uluslararası işbirliği çabaları, Rusya-Ukrayna Krizi'nde Siber Berkut'un eylemleri ile sosyal medyada siber korsan ve terör gruplarının meydan okumaları incelenmiştir. Ayrıca, Türkiye'nin ulusal güvenlik stratejisi siber yeterlilikleri gelişmiş olan devletlerle kıyaslanmış ve Türkiye için bir siber güvenlik modeli ortaya konulmuştur. 'Beşinci Boyut' olarak adlandırılan siber uzayın güvenlik algısında yarattığı değişimler, ulus devletin kara, hava, deniz ve uzayın yanı sıra siber alanda da tavizsiz güç yarışını sürdüreceğini göstermektedir. Bununla birlikte, devletlerin siber diplomasiyi yabancı devletlerin halklarını etkilemede etkin bir araç olarak kullandıkları, siber istihbarat faaliyetlerine önem verdikleri ve siber ordular kurdukları görülmektedir. Siber güvenlik stratejilerinde devletlerin ulusal yazılımlarını geliştirmeye öncelik vermeleri ulusal güvenlik kaygılarının uluslararası işbirliğinin önüne geçebileceğine işaret etmektedir. Çalışmada uluslararası siber güvenliğin sağlanması için siber terör gruplarıyla olan mücadelede uluslararası işbirliğinin sağlanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. ; In our era, when knowledge is equal to power, cyber space – where information is shared with one click – has led to radical changes in the national and international perception of security. This master's thesis researches how the perception change that cyber space has created affects the national security strategies of states. After the analysis of the conceptual and theoretical frameworks, we have defined the relations among nation states and the relations between nation states and non-state actors as reactional, strategic and diplomatic. In addition, we have examined the limited attempts of international cooperation, the acts of Cyber Berkut in the Russia-Ukraine Crisis and some challenges raised by hacktivist and terror groups in cyber space. Furthermore, we compared Turkey's national cyber security strategy to the states with developed cyber capabilities, and a cyber security model for Turkey has been put forward. The changes cyber space or 'The 5th Domain' has led to in the perception of cyber security demonstrates that the fierce power struggle among nation states will continue not only in land, air, sea and space but also in cyber space. Along with this, it has been observed that states use cyber diplomacy as a powerful means of influencing the people of foreign countries, they give importance to cyber intelligence activities and they establish cyber armies. The fact that nation states give priority to developing their national software suggests that concerns about national security will surpass the efforts of international cooperation in cyber space. In order to ensure international cyber security and to cope with cyber terror, it has been concluded in the thesis that international cooperation is a must.
Bu tez sosyolojik muhayyilenin sınırları dahilinde STK'lara ve onlar üzerindeki yapısal ve işlevsel olarak göçmen etkilerine dair bir şeyler söyleme çabasının ürünüdür. Sivil toplum kuruluşları gönüllülük esasına dayanan bir, bir araya geliş ve ortak amaçlar doğrultusunda, toplum yararı gözetilerek hareket eden vakıf ve derneklerdir. Bu toplum yararı gerek beslenme, gerek eğitim, gerek güvenlik ve sağlık bağlamında olsun her zaman insani boyutlarda işlerlik gösterir. Bundan ötürü metafor olarak bir devleti, sınırları ve koruyuculuğu ile o milletin babası kabul edersek; sivil toplum kuruluşları da hiç kuşkusuz anne metaforu olacak ve daha detaycı, daha duygusal ve daha somut bir anlayışla savaş, kıtlık, yokluk ve daha bir çok doğal afette ve daima toplumun yakınında insani yardım sağlayan girişimde bulunacaklardır. Tüm bu detaylar doğrultusunda sivil toplum kuruluşlarının topluma kattıkları işleyiş ve farkındalık göz ardı edilemez boyutlara ulaşmaktadır. Bundan ötürü bu tür kuruluşların işleyişleri, değişimleri, sınırlılıkları ve sorunları, sosyal bilimciler tarafından yakinen incelenmeli ve böylece içinde bulunulan topluma bu köprüler vasıtasıyla daha yakın olunmalıdır. Araştırmanın amacı, uluslararası göçlerin bir şehri ve içinde varlık bulmuş STK'ları, işleyişlerini ve göz önünde bulundurdukları temel prensipleri ne yönde ve ne derece değiştirdiğini gözlemlemek ve bu gözlemler sonucu sivil toplum kuruluşlarının geçirdikleri dönemsel farklılaşmaları çeşitli verilerle göz önüne sunmaktır. Bu amaç doğrultusunda tezimizde Konya bağlamında 4 sivil toplum kuruluşu (Dosteli, Ribat, Ravza, Elbir) baz alınacak; değişimler 2000-2019 yılları daha çok değerlendirilerek bir söz söyleme gayretinde olunacaktır. ; This thesis is the product of an attempt to talk about the civil society organizations and the structural and functional effects of migration on them within the boundaries of sociological imagination. Non-governmental organizations are foundations and associations that act on a voluntary basis and act in accordance with the common good for the purpose of meeting and common purposes. The benefit of this society is always humanitarian, whether in the context of nutrition, education, security and health. Therefore, if we accept a government, metaphorically, as the father of that nation with its borders and protection; non-governmental organizations will undoubtedly be the metaphor of the mother, and with a more elaborate, more emotional and more concrete understanding, they will attempt to provide humanitarian assistance to the people in the time of war, famine, poverty and many other natural disasters. In line with all these details, the functioning and awareness of non-governmental organizations in the society cannot be underestimated. Therefore, the functioning, changes, limitations and problems of such organizations should be closely examined by social scientists, so that they could be closer to the society through these bridges. The purpose of the study is to observe in what way and in what degree international immigrations affect a city and its civil society organizations' functioning and the main principles that are taken into consideration, as a result of these observations, to present the periodical differentiations of civil society organizations with various data. For this purpose, 4 non-governmental organizations (Dosteli, Ribat, Ravza, Elbir) will be used in our thesis. The 2000-2019 years will be evaluated more and more.
II. Dünya Savaşı'nın ardından kurulan Birleşmiş Milletlerde, savaşın galibi beş devletin daimî üye olarak yer aldığı Güvenlik Konseyi oldukça güçlü ve geniş yetkiler- le donatılmış, buna mukabil tüm üye devletlerin eşit bir şekilde temsil edildiği Genel Kurul bir müzakere organı olarak şekillendirilmiştir. Ancak Güvenlik Konseyinin be- lirleyici ve hükmedici bir konuma sahip kılındığı bu sistemin, temel amaç olan ulus- lararası barış ve güvenliğin sağlanması açısından başarısız olduğu ortaya çıkmıştır. Özellikle daimî üyelerin Birleşmiş Milletler Andlaşması ile kendilerine tanınan veto yetkilerini sıkça kullanmaları sebebiyle, Güvenlik Konseyinden karar almak neredey- se imkânsız hâle gelmiştir. Uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden veya ihlâl eden olaylar karşısında Güvenlik Konseyinin etkin bir şekilde harekete geçememesi, Gü- venlik Konseyi özelinde Birleşmiş Milletleri haklı eleştirilerin hedefi haline getirmek- tedir. Birleşmiş Milletler sisteminin yaşanan bu tür sorunlar ve günümüz ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi yönündeki çabaların sonuç vermediği dikkate alındığında, daimî üyelerin sahip oldukları veto yetkilerini kötüye kullanmaları karşı- sında, Genel Kurulun 1950 tarihli Barış İçin Birlik Kararı kapsamında harekete geç- mesinin en uygun ve elverişli seçenek olduğu görülmektedir. ; The Security Council, being one of the main bodies of the United Nations es- tablished after the Second World War, is composed of five permanent members and empowered with large and strong powers, in contrast with General Assembly desig- ned just as negotiation organ although all member states are represented only in this body. However, it is obvious that the Security Council dominant UN system aiming international peace and security has not been successful. Especially due to frequent use of veto power by permanent members has blocked decision making. The inability and immobility of Security Council against the actions creating threats to international peace and security has made the UN system a target of rightful criticism. Taking into consideration these problems and futile reform efforts for restructuring the UN sys- tem, the most appropriate and convenient option to prevent abuses of veto powers by permanent members is to act according to Uniting for Peace Resolution of the General Assembly dated 1950.
Bu tezin temel amacı uluslararası sistemde meydana gelen yapısal değişime eşlik eden normatif değişimi mümkün kılan koşulları ortaya çıkarmak ve bu süreçte hangi faktörlerin belirleyici olduğunu incelemektir. Çin'in uluslararası sistemde devam eden değişimi yönetebilme yeteneği, akıllı güç kombinasyonuna dayanan stratejik tercihleriyle yeni bir düzen inşa edebilmesine bağlıdır. Bu çalışmada analitik eklektisizm yöntemine başvurularak, güç geçişi ve güç yayılımı modelleri teorik bir inşa olarak birleştirilmiştir. Bu perspektiften bakıldığında uluslararası sistemdeki değişim, yükselen güçlerin ABD hegemonik düzenine karşı direniş stratejileri geliştirmelerine imkan sağlamaktadır. Gücün normatif yayılımı maliyet dayatan stratejiler izleme iradesini pekiştirirken, gücün materyal dağılımı bunun yapılabilirliğini belirlemektedir. Bununla beraber Çin'in akıllı gücü, diğer yükselen güçler arasında ayrıcalıklı bir konum edinmesine yol açmaktadır. Uluslararası kurumlarda artan etkinliğiyle sağladığı Dışsal Bağdaşım; düşünsel, ekonomik ve askeri güç unsurlarını birleştiren Kapsamlı Ulusal Güç projeksiyonu ve kendine duyduğu özgüvenle geliştirdiği Stratejik Kimlik, Çin akıllı güç kombinasyonunu doğrudan yansıtmaktadır. Öte yandan, Çin, yeni düzen arayışında öncelikle bölgesel düzeyde ulusal çıkarlarına uygun düşecek jeopolitik norm ve pratikler üretmeyi amaçlamaktadır. Barışçıl kalkınma stratejisi, bir yandan Çin'in yükselişi karşısında diğer devletlerin duydukları endişeleri gidermeye yararken, diğer yandan ileride uluslararası sistemi kendi lehine şekillendirecek koşulları hazırlamasına imkan vermektedir. Neticede, Çin'in uluslararası tutumunu belirleyen temel faktör barış içinde bir arada yaşama ilkelerine dayanan diplomatik etkinliği ve üstlendiği düzen inşa edici rol olmuştur. Çin'in diplomatik etkinliğinde çok rollü bir stratejik tutum ortaya çıkmasına rağmen, sergilediği ilkesel duruş başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere diğer aktörler nazarında da meşruiyet kazanmasına yol açmıştır. ; The main aim of this study is to analyze how the ongoing structural change of material distrubution of power is mutually reinforced by the normative change and which factors mainly determine those processes. China's capability to manage the proceeding change in the international system basically depends on its ability to construct a new order by its own strategic preferences which are derived from the combination of Chinese smart power. By applying to the analytical eclecticism as a methodological perspective, both power transition and power diffusion models are combined as a theoretical construction. Whereas the normative diffusion of power ensures the will to follow the cost-imposing strategies, the material distribution of power confirms the practicability of them. Besides, the Chinese smart power leads to have an exceptional status among the other new rising powers. The combination of Chinese smart power, directly reflects three elements: its Foreign Coherence provided by the increasing influence in the international institutions, Comprehensive National Power projection combined as the ideational, economic, and military power dynamics, and Strategic Identity improved largely with its increasing self-confidence. Furthermore, China's search for a new order aims to create its own jeopolitical norms and practices expedient to its national interests by primarily at regional level. Peaceful development strategy, on the one hand serves to counteract the doubts and concerns of other states about the rise of China, but it provides also on the other to make installations that shape the future conditions of international system. Thus China's contemporary international posture is identified by both its diplomatic influence based on the five principles of peaceful coexistence and by the order making role expediently undertaken. Although the multiple lines of strategic action take place within its diplomatic influence, the fixed principle stance recently displayed by China provides to gain legitimacy in the eyes of developing countries as well as other actors.
Bu çalışma, Türkiye'de Uluslararası İlişkiler alanında mevcut lisans, yüksek lisans ve doktora programlarının müfredatlarında diğer derslere oranla daha sıklıkla yer verilen ders ve ders grupları olup olmadığını belirlemeyi ve lisans ile lisansüstü düzeyde bu alandaki temel benzerlik ve farklılıkları karşılaştırmalı bir perspektifle açıklamayı amaç edinmektedir. Çalışma kapsamında, ilgili Uluslararası İlişkiler programlarının müfredatlarında yer alan derslerin içeriklerinin ayrıntısına girmeden, sadece ders başlıklarının ve statülerinin (zorunlu veya seçmeli ders olma durumu) baz alındığı bir inceleme yapılmıştır. Çalışmanın temel bulgusu, Uluslararası İlişkiler alanında lisans ve lisansüstü programlarda yer verilen bazı temel ders grupları bulunmakta olduğu ve bu derslerle ilgili olarak, gerek lisans gerekse lisansüstü ders programlarında, lisans düzeyinde daha belirgin bir şekilde gözlemlenen bir standardizasyonun mevcut olduğudur. Uluslararası İlişkiler bölümlerinde müfredatların standardizasyondan kısmen saptığı derslerin ise alan/ bölge ve ikinci yabancı dil derslerinin olduğu saptanmıştır. ; The main aim of this study has been to specify the courses and the course groups most frequently off ered at undergraduate and graduate levels in International Relations programs in Turkey, and explain main similarities and diff erences in the relevant curricula with a comparative perspective. in this context, the research has been conducted with a focus on the titles and status (i.e. compulsory or elective) of the courses without analyzing their content. the primary fi nding of the study is that there are some major course groups prevalent in most undergraduate and graduate programs in International Relations and there is, also, a standardization in the related curricula especially at the undergraduate level. the only signifi cant exception to this wide standardization in the curricula across several departments is on the courses on area studies or second foreign language.
İngiliz kolonyal yönetiminin Güney Asya'dan çekilmesinde sonra ortaya çıkan devletlerden biri olan Pakistan bağımsızlığının ilk yıllarında, ülkeyi yönetecek idari bir altyapıya, temel kamu hizmetlerini sağlayacak kurumsal bir yapıya ve nitelikli idari personele sahip değildi. Üstelik, söz konusu dönemde Pakistan'ı oluşturan halkın, Müslüman olmaları dışında çok az ortak noktaları vardı. Bu zorluklar nedeniyle, Pakistan'ın uzun süre bağımsızlığını koruyamayacağı ve kısa sürede çökeceği, başta Hindistanlı yöneticiler olmak üzere, beklenen bir durumdu. Ancak, Pakistan hayatta kalmayı başardı. Hatta, General Ayub Khan döneminde gelişmekte olan ülkelere bir kalkınma modeli olarak sunuldu. 1950'lilerde olduğu gibi, 11 Eylül saldırılarından sonra da Pakistan hakkında pejoratif sıfatlar kullanılmaya başlandı. Komşusu Afganistan'dan kaynaklı sınır aşan terörizm ve mülteci akınlarıyla boğuşan Pakistan'ın, Sünni ve Şiiler arasında 1970'lerden beri devam eden mezhep çatışmaları; kamu hizmetlerinin görece yetersiz sağlanması; ordunun siyasete olan müdahaleleri gibi pek çok kronik sorunu vardır. Bu sorunlar nedeniyle, Pakistan'a yönelik olarak "başarısız devlet" (failed state) tabiri, Batılılar tarafından sıklıkla kullanılmaktadır. Bu çalışmada, Pakistan devletini tanımlamak için kullanılan "başarısız" sıfatının, Pakistan için uygun bir niteleme olmadığı, Pakistan'ın sosyo-ekonomik ve siyasi yapısı kuruluşundan günümüze gelen süreçte yaşananları ele alarak ifade edilmeye çalışılacaktır. Başarısız devlet söylemine ilişkin literatürde, farklı sorunları olan devletlerin aynı sıfatla nitelendiği dikkati çekmektedir. Örnek vermek gerekirse, 1990'larda iç savaşla boğuşan ve hiçbir kamu hizmetinin verilemediği Afganistan ve Somali ile; Kuzey kore ve Pakistan gibi, otoriter yönetimlerin olduğu, kamu hizmetlerinin sağlanmasında yapısal sorunları olan ülkeler başarısız sıfatı ile nitelenmektedir. Başarısız devlet söylemine ilişkin eleştirilerde en fazla üzerinde durulan husus da bu olmuştur. Bu nedenle, bu çalışmada başarısız devlet söylemi yerine ikili bir ayrıma gidilmesi ihtiyacı doğmuştur. Hiçbir kamu hizmetinin verilemediği ve devlet otoritesinin tamamen ortadan kaybolduğu ülkeler için, William Zartman'ın "çökmüş devlet" (collapsed state) kavramı kullanılmıştır. Devlet otoritesinin var olduğu, ama kamu hizmetlerinin sağlanmasında ciddi problemleri olan, demokratik bir yönetim ve insan haklarına saygı bağlamında yetersiz bir performans sergileyen devletler için ise "kırılgan devlet" (fragile state) kavramının kullanılması tercih edilmiştir. Bu çalışmada, söz konusu bağlamda Pakistan'ın kırılgan bir devlet olduğu, Pakistan'ın sosyo-ekonomik ve siyasi yapısı ele alınarak ifade edilmeye çalışılacaktır. ; Pakistan, one of the states which came into existence after the British colonial rule withdrew from South Asia, didn't have any administrative structure to rule the country; any institutional structure to provide public services and qualified bureaucratic personnel. Furthermore, during the aforementioned period Pakistan composed of people who had few thing in common with the exception of being Muslim. Due to these hardships, it was expected, especially by the then Indian rulers, that Pakistan could not preserve its independence and would collapse in a short time. However, Pakistan succeeded to survive. Even, in General Ayub Khan era it was demonstrated as a model for developing countries. Like 1950s, pejorative adjactives have used to describe Pakistani state after September 11 attacks. Pakistan has many chronic problems such as; cross border terrorism and influx of refugees based on its neighbour Afganistan; sectarian violence between Sunnis and Shias which continues since 1970s; relatively insufficent public services; army's interference to politics, military coup d'etats. Because of these problems, failed state discourse was used frequently towards Pakistan by Westerners. In this project, by handling it's socio-economic and political progress since independence it will try to articulate that the adjective "failed" which is used to describe to Pakistan, is not a proper attribution for Pakistan. In the literature about failed state discourse, it attracts notice that many countries facing different problems are labelled as the same adjective. To give an example, on the one hand there are countries like Afganistan and Somalia, in 1990s both of them struggled with civil war and no public services were given to people. On the other hand, there are countries like North Korea and Pakistan, which have structural problems providing public services and authoritarin regimes. All these countries are labeled as failed, and this situation is one of the main critics of failed state discourse. That's way, in this project it is needed to make a dual classification subtituted for failed state. For countries whose state authority completely vanished and not providing any public services, are described with William Zartman's definition, as "collapsed state". For countries which have state authority but have difficulties in providing basic public services; performs poorly in the context of democracy and respect to human rights, are prefered to be described as "fragile state". Accordingly, in this project, Pakistan is going to be handled wtih its socio-ekonomic and political structure and it is going to be argued that Pakistan is a fragile state.