Türkiye'de muhafazakar yaklaşımların kültür anlayışı: muhafazakar entelektüellerin kültür, popüler kültür ve kitle kültürü görüşleri
In: İletişim: Araştırmaları Dergisi, Band 11, Heft 1.2, S. 81-122
44 Ergebnisse
Sortierung:
In: İletişim: Araştırmaları Dergisi, Band 11, Heft 1.2, S. 81-122
In: İletişim: Araştırmaları Dergisi, Band 6, Heft 1, S. 99-102
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 39, Heft 1, S. 1
ISSN: 1309-1034
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 27, Heft 4, S. 1
ISSN: 1309-1034
In: İdealkent: kent araştırmaları dergisi
ISSN: 2602-2133
Sosyolojide olduğu gibi yönetim bilimleri de kültür ve sanatı farklı unsurlardan teşekkül etmiş bir olgu olarak kabul etmektedir. Organizasyonel yapısıyla, devlet erkinin ve otoritenin kentlerdeki varlığı vesayet denetimi adı altında yerel yönetimler eliyle devreye girmektedir. Araştırmanın içeriğinde yer alan çözümleyici ve analitik yöntemler kapsamına aldığı kentleri çoğunlukla yönetim bilimlerinin belirlediği temel kriterler üzerinden değerlendirmiş veya eleştirmiştir. Sosyal bilimlere terminolojik veri seti sağlayan genel kavram ve terimlerin yeterli olmadığı sanatsal kültürel temelli açıklamalarda ise estetik bilgisinin sunduğu kavramlarla ilerlemek tercih edilmiştir. Disiplinler arası yaklaşım, yazarın uzun zamana yayılan tüm çalışmalarında benimseyip açıklamaya çalıştığı ve her fırsatta toplumu oluşturan katmanların kent odaklı teori ve uygulamalarında var olmasını savunduğu bir yöntem olarak kabul edilmektedir. Değişen ve dönüşen dünyada hızla tüketilen kültür ve sanatın yeni kamu yönetimi anlayışı içerisinde artık sadece devlet eliyle değil serbest piyasa ekonomisinde kendisine bir yer arayan yerel yönetimlerin de katkısıyla bir hizmet unsuru olarak görülmesi araştırmanın temel varsayımıdır. Kapsam olarak yönetim bilimleri evreninde bulunan yerel bürokrasi ve onun iş görme biçimleri kültür ve sanat hizmeti özelinde ele alınıp değerlendirilmiştir. Türkiye genelinde otuz büyükşehir ve il kademesinde belediye başkanları, daire başkanları ve birim yöneticileri ile gerçekleştirilen görüşmelerden elde edilen bulgular veri analizlerinin yanı sıra gömülü teori ile açıklanmaya çalışılmıştır.
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 71, Heft 3, S. 941-959
ISSN: 1309-1034
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 51, Heft 1, S. 1
ISSN: 1309-1034
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 35, Heft 1, S. 1
ISSN: 1309-1034
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 55, Heft 4, S. 1
ISSN: 1309-1034
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 35, Heft 1, S. 1
ISSN: 1309-1034
In: Sosyoloji dergisi: Journal of sociology, Band 43, Heft 2, S. 323-349
ISSN: 2667-6931
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 78, Heft 4, S. 841-845
ISSN: 1309-1034
Türkiye'de tek parti dönemini ele alan çalışmalarıyla öne çıkan Cemil Koçak'ın 27 Mayıs'ın Kayıp Anayasası kitabı, Türk anayasacılık tarihinde saf dışı bırakılan, onun deyimiyle "unutulan" bir anayasal tecrübeyi tekrar hatırlatmaktadır. Koçak, 27 Mayıs 1960 askerî darbesinin hemen sonrasında Millî Birlik Komitesi tarafından görevlendirilen Sıddık Sami Onar başkanlığındaki bir ilim heyetinin hazırladığı anayasa tasarısını; muhteviyatı, tasarıdaki maddelere heyet içinden sunulan şerhler ve bu düzenlemelere sebep olan siyasal bağlamla birlikte ele almaktadır. Koçak'ın eseri münhasıran Onar'ın tasarısına, onun oluşum sürecine, heyet içerisindeki karşıt görüşlere yer vermesi ve bahse konu tasarının gözden düşme sebebini ele alması bakımından ilgili diğer çalışmalardan ayrılmaktadır.
In: Ortadoğu etütleri: siyaset ve uluslararası ilişkiler dergisi = Middle Eastern studies : journal of politics and international relations, Band 15, Heft 2, S. 117-145
Hitler'in 1934'te tam anlamıyla iktidara gelmesinden sonra, Almanya bir yaşam alanı (Lebensraum) yaratma ve yeniden bir Dünya Gücü (Weltmacht) olma politikasına geri dönmüştür. Bu politikalar çerçevesinde Almanya'nın kuruluşundan bu yana izlediği "doğuya doğru" politikası bağlamında bir kez daha dünya iletişiminde hayati öneme sahip stratejik bir bağlantı noktası olan Ortadoğu'ya yönelmiştir. Bu yönelimin en önemli nedeni, Adolf Hitler'in Almanya'nın Ortadoğu'da İngiltere ve Fransa'ya kıyasla ekonomik ve siyasi etki açısından çok geride olduğunu fark etmesidir. Dolayısıyla Hitler Hükümeti bu gerekliliği ve gerekliliği takdir etmiş, Almanya için de bir nüfuz bölgesi elde etmek için çalışmaya karar vermiştir. B bağlamda, zamanın gereklerine uygun bir şekilde nüfuz bölgesi Almanya'nın nüfuz bölgesi olarak; Avrupa'nın doğu ve güneydoğusu, Ön Asya ve Mısır olarak kararlaştırılmıştır. Almanya'nın Ortadoğu'ya yönelik nüfuz politikasında ekonomik propaganda ve araçların yetersiz kalacağının farkında olarak, kültürel propaganda ve kültürel genişleme ile birlikte ekonomik genişleme faaliyetleri yürütmesi gerektiği fark edilmiştir.
Bu çalışmada; Hitlerin iktidara gelmesinden sonra Almanya'nın II. Dünya Savaşı öncesinde Orta Doğu'ya yönelik "kültür politikası" konu edilmiştir. Bu bağlamda, Almanya'nın Ortadoğu ülkesi olarak kabul etmiş olduğu Türkiye, Mısır'a karşı takip edilmesi gereken kültür politikası ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu yapılırken, Alman bilim insanlarınca hazırlanılan ve Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde yer alan raporlar temel alınmıştır. Dr. Kurt Koehler (Deipzig), Dr. Oluf Kürkkmann (Jane) ve Dr. Wilhelm Eilers (Berlin) tarafından hazırlanılan raporlara göre Almanya'nın Türkiye'ye, Mısır'a yönelik kültür politikası açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda; konunun daha iyi anlaşılması için ilk olarak, Almanya'nın Orta Doğu'da takip etmek istediği "nüfuz mıntıkaları politikası" raporlar temel alınarak ortaya konulmuştur. Çalışmanın asıl kısmında; "Avrupaî Şarkın kapısı" olarak görülen Türkiye'ye karşı takip edilen kültür politikası üzerinde durulmuştur. Daha sonra ise "Müslüman Şark'a açılan kapı" şeklinde ifade edilen Mısır'a karşı yürütülen kültür politikası açıklığa kavuşturulmuştur. Çalışmanın sonuç kısmında ise varılan sonuçlara, değerlendirmelere, yorumlara yer verilmiş, bazı önerilerde bulunulmuştur.
In: Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
ISSN: 1309-9302
Duygu Odaklı Terapi duyguların psikolojik danışma sürecindeki önemine vurgu yapan post-modern bir yaklaşımdır. Özellikle klasik psikolojik danışma yaklaşımlarının sahip olduğu düşünceleri ve davranışları düzenleyerek duyguları kontrol altına almayı hedefleyen bakış açısından ziyade duyguları değişim ve dönüşüm için merkeze alan bir bakış açısı bulunmaktadır. 1980'li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nde çalışmalarını sürdüren Leslie Greenberg ve Susan Johnson tarafından geliştirilen Duygu Odaklı Terapi ilk zamanlarda çift terapilerinde kullanılırken ilerleyen zamanlarda aile terapilerinde ve bireysel terapilerde de kullanılmaya başlanmıştır. Ancak günümüzde Batılı psikolojik danışma yaklaşımlarının gelişmiş oldukları kültüre ait izler taşıdığına ve bu durumun o kültüre mensup insanlara ayrıcalık sağladığına yönelik tartışmalar hız kazanmıştır. Bu tartışmaların sonucunda da psikolojik danışma yaklaşımlarının farklı kültürler üzerinde ne kadar etkili olacağına ilişkin çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu doğrultuda Duygu Odaklı Terapinin Türk kültüründe uygulanabilirliğinin Türk kültür penceresinden değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu kapsamda Duygu Odaklı Terapinin temel felsefesi, insan doğasına bakış açısı ve kullanılan temel kavramları ele alınmıştır. Değerlendirmeler sonucu Duygu Odaklı Terapinin temel felsefesinin ve insan doğasına bakış açısının Türk kültüne uygunluğuna yönelik çeşitli eleştirilerde bulunulmuştur. Ayrıca duygu şemaları, duygusal farkındalık, duyguların sınıflandırılması, duygu koçluğu, vaka formülasyonu, empatik tepkiler, metafor kullanımı ve bitirilmemiş işler kavramlarının Türk toplumu gibi çok kültürlü bir popülasyonda danışanların kültürel özelliklerine dikkat edilerek kullanımının uygun olabileceği ifade edilmiştir.
In: İslâm araştırmaları dergisi: Turkish journal of Islamic studies
ISSN: 1301-3289
20 Kasım 2021'de Tübingen'de nevi şahsına münhasır bir bilim adamı, kendi deyişiyle bir "kültür bilimcisi" (Kulturwissenschaftler) olan Josef van Ess hayata gözlerini yumdu. Naziler'in iktidara gelişinden bir yıl sonra dünyaya gelen Josef van Ess hakkında konuşmak biraz da II. Dünya Harbi sonrası Alman oryantalizmi kadar Alman siyasî ve kültür tarihini de incelemek demektir. Zira Josef van Ess sadece dar anlamda "bilimsel konularda" yazmamış, aynı zamanda bu bilimin "yapılış şekli" ve "yapıldığı ortam" hakkında da önemli bilgiler vermiş, değerlendirmelerde bulunmuştur. XX. yüzyılın ikinci yarısında başladığı akademik hayatına ileri yaşlarında XXI. yüzyılda da devam etmesi ve çok sayıda eserin altına imza atması onu Alman oryantalizminin zirvesine taşıdı. Çalışmaları sadece Batı'da değil, kendine konu edindiği "Doğu"da da takdirle karşılandı ve en üst dereceden çeşitli ödüllerle taltif edildi. Josef van Ess'in çalışkanlığının yanı sıra dikkat çeken özelliği, içinden geldiği oryantalist geleneğe sıkı sıkıya bağlı olması ve İslam medeniyetinin "kurucu metinleri"ne bu bağlamda yaklaşmasıdır.