Türkiye'de demokratikleşme sürecinde 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi ve Kırşehir Basını isimli çalışmamda ilk olarak demokrasi, demokratikleşme, ihtilal gibi kavramların anlaşılması gerektiği düşüncesindeyim. Demokrasi, vatandaşların, devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Cumhuriyet halkın egemenliğine dayanan bir sistem, demokrasi ise cumhuriyetin uygulanış şekillerinden biridir. Demokrasiye uygun bir şekilde yaşama biçimine ise demokratikleşme denilmektedir. İhtilal, Bir ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla kanunlara uymaksızın kuvvet kullanarak köklü bir değişiklik için yapılan militarist bir hareketidir. Ülkemizde yaşanan askeri müdahalelerin gerekçeleri; ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak olarak gösterilmiştir. Geçmişte çeşitli sebeplerle yaşanılanlar da göstermiştir ki demokrasinin işlemesi ve yürütülmesi için çalışan parlamento kapatılarak demokrasi ve demokratikleşme sağlanamaz. Müdahaleyi yapanların her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciye başvurulamazlığı sağlayan anayasa maddesi 2010 referandumu sonrası değiştirilmiş ve o dönemle ilgili yargılama 13 Eylül 2010 tarihinde başlamıştır. Şu da bir gerçektir ki hiçbir askeri müdahale ülkeyi rahata, huzura götürememiştir. Müdahale sonrası; ister sağ, ister sol kesimden olsun -Türkiye?nin yarınları, umutları belki de gelecekleri olan büyük çoğunluğu gençlerden oluşan ülkesini milletini seven- birçok insanın mağduriyetine herkes tanık olmuştur. 12 Eylül ülkenin geçmiş birikimini, deneyimini belki de en önemlisi yarınını ortadan kaldırmıştır. Türkiye, 27 Mayıs 1960,12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980?leri yaşayarak, demokrasisi çeşitli sebeplerle askıya alınarak bugünlere gelmiştir. Eğitim seviyesi yükseltilerek ülkenin varlığı ve birliği için çalışan sivil toplum kuruluşlarının daha da yaygınlaşması, temel haklarını bilen vatandaşların yetişmesi ve demokrasinin birlikte yaşama anlayışı olduğunun anlaşılması olarak kabul edilmesi rahat, mutlu, huzurlu ama kesintiye uğramayacak demokratik yarınların göstergesi olacaktır. Evrensel değerler bağlamında amaç birlik ve beraberlik içinde daha güzel, daha mutlu yarınlara ulaşmaktır. Anahtar Sözcükler: Demokrasi, Demokratikleşme, Askeri Müdahaleler ve Basın. ; In my study that named `September 12th, 1980 Military Intervention and the Kırşehir Press in the process of democratization in Turkey?, firstly it should be understood the terms such as democracy, democratization and revolution. Democracy is a form of government that all citizens have equal rights in shaping government policy. Republic is the system that based on the sovereignty of the people, democracy is on the other hand one of the forms of implementation of the republic. Living in accordance with democracy called as `democratization?. The revolution is a wide public movement for a radical change by using force in order to change a country?s political, social and economic structure or layout of the managament. The reasons for military intervention in our country are shown as to protect the integrity of the country, to ensure national unity and solidarity, to prevent a possible civil war and fratricidal quarrel, to re-establish the existence of state authority and to eliminate the raesons that prevent functioning of the democratic system. The events about past for various reasons have shown that by closing the parlament which functioning and executing for democracy, it is not possible to achieve democracy and democratization. Because of their all kind of decisions and possessions for the people who interfere it is not asserted the claim of criminal, financial and legal responsibility and for this purpose it may not be applied any judicial authority. The constitutional court were changed after the 2010 referandum and the trial about that period began 13th September 2010. But this is also a fact that no military intervention take the country to peace and comfort. After the intervention, whether right or left part supporter, many people were lost especially and vast majority of them youngs who are Turkey?s tomorrows, prospects and perhaps the future and this fact has witnessed by many people. September 12th eliminated the country? s past knowledge, experience and perhaps most importantly its future. Turkey has survived until today by living May 27th 1960, March 12th 1971, September 12th 1980 and by suspending its democracy for various reasons. It will be the indicator of comfortable, happy, peaceful but uninterrupted democratic future as the expansion of non-governmental organizations that are working for their country?s existense and cooperation by taking into account or even increasing the level of education,the growth of citizens who know their fundemantal rights and adoption of democracy as the understanding of living together. In the context of üniversal values the aim is to achieve happier and more beautiful future living unity and solidarity. Key words: Democracy, Democratization, military Interventions and Press
ÖZETII. Dünya Savaşı'ndan sonra çok sayıda işbirliği hareketinin meydana geldiği görülmektedir. Bu hareketlerin gelişmesinde, Avrupa Topluluğu'nun başarısı ve 1980'li yıllardaki büyük değişimler etkili olmuştur. Sovyet Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerinde ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanlardaki köklü değişmeler, gelişmiş ülkelerin sanayi ve teknoloji toplumundan bilgi toplumuna yönelmeleri, savaştan sonraki dengeleri değiştirmiş ve dünyada yeniden yapılanma süreci başlamıştır. Değişen dünya düzenindeki yeni oluşumların dışında kalmamak için Türkiye, kendi girişimi ile 1990 yılı Ocak ayında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi Projesi'ni ortaya atmıştır. 3 Şubat 1992 tarihinde Türkiye, Romanya, Bulgaristan, Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan, Moldova, Ukrayna ve Rusya Federasyonu olmak üzere dokuz ülkenin katılımı ile parafe edilen KEİB Anlaşması, 25 Haziran 1992'de Yunanistan ve Arnavutluk'unda kurucu üye olarak katılımlarıyla on bir ülkenin devlet ve hükümet başkanları düzeyinde imzalanarak yürürlüğe girmiştir. Uluslararası bir ekonomik bütünleşme girişimi olan KEİB, Türkiye'yi bölgede önemli bir konuma getirmiş ve özel bir sorumluluk yüklemiştir. KEİB Projesi ile üye ülkelerin coğrafi yakınlıklarından ve ekonomilerinin birbirlerini tamamlayıcı özelliğinden yararlanarak, aralarındaki ticari, ekonomik, bilimsel ve teknolojik işbirliğini geliştirmeleri ve bölgenin barış ve refah bölgesi haline gelmesi öngörülmektedir. Bu temel ilke doğrultusunda KEİB'nin amacı; kısa dönemde bölge ülkelerinin işbirliğine gidebilmeleri için uygun ortamın yaratılması ve taraflar arasında mal ve hizmet ticaretinin arttırılması, uzun dönemde ise, üye ülkeler arasında ekonomik ilişkileri daha fazla geliştirebilmek maksadıyla kişilerin, malların, sermayenin ve hizmetlerin serbestçe dolaşımını sağlayarak, aşamalı olarak bir serbest ticaret bölgesi kurulmasıdır. KEİB Projesi'nin, üye ülkelerin üretim, tüketim, istihdam ve yatırım düzeylerinin olumlu yönde değişmesine ve kalkınma çabalarına büyük katkısı olacaktır. Bölgedeki ekonomik potansiyelin harekete geçirilmesiyle, ülkeler arasındaki ticari ve ekonomik işbirliği artabileceği gibi, Batı açısından da önemli bir pazar ortaya çıkacaktır. Ayrıca, bölgede ekonomik ve sosyal patlamaları önleyerek barış ve güvenliğin oluşturulmasına katkı sağlayabilir. Ancak, üye ülkelerin içinde bulundukları koşullar itibarı ile kısa zamanda giderilmesi gereken birçok sorunlarla karşı karşıya bulunulduğu unutulmamalıdır. KEİB'nin gelişmesi ve başarılı bir bütünleşme modeli oluşturulması her şeyden önce üye ülkelerin girişime inanmaları, geçici olarak bakmamaları ve mevcut sorunların çözümlenmesine bağlıdır. Sonuç olarak, KEİB'nin sadece Türkiye için değil tüm üye ülkeler için yeni bir ufuk açarak dünya ülkeleriyle entegrasyonu kolaylaştırıcı nitelikte bölgesel bir işbirliği hareketi olduğu söylenebilir. ABSTRACTIt can be observed that numerous cooperation movements occured after the World War II. In the development of such movements the success of the European Community and the big changes in the 1980's played an important role. Radical changes in economical, political, social and cultural areas in the Soviet Union and Eastern Europe, and the trend of developed countries from an industrial and technological community towards an information community changed the post-war balances; thus a re¬structuring process launched on the World. Turkey introduced the Black Sea Economical Cooperation Project, in January 1990 with its own efforts, in order to catch the new changes in the changing world order. The BSEC Agreement was initialed by nine participant countries including Turkey, Romania, Bulgaria, Azerbaijan, Georgia, Armenia, Moldavia, Ukraine and Russian Federation in 3 February 1992, and was signed by Presidents and Prime-ministers of eleven member countries, with the participation of Greece and Albania as founding members, and came into force in 25 June 1992. BSEC, as an international integration enterprise, brought Turkey to an important situation in the Area, and gave it a special responsibility. It is planned by the BSEC Project, to develop the commercial, economical, scientific and technological cooperation between member states and to create a region of wealth in the Area, by making use of their geographical relationship and the integrational feature of their economies. The main objective of BSEC, considering this essential principle is; in short term to create an appropriate climate for cooperation among member states and to increase the volume of goods and service trade among them, and in long term to build a free trade region, by providing free circulation of people, goods, capital and services, in order to develop the economical relation among these countries. The BSEC Project will play an important role in development efforts and provide a positive change in the production, consumption, employment and investment levels of the member states. By stimulating the economical potential of the region, an important market will come into existence for the West, as well as an increase in the commercial and economical cooperation among countries. The BSEC can also contribute the peace and security in the region, by preventing economical and social explosions. However, it has to be taken into consideration that the member states are faced with many problems, which have to be solved in the shortest time, because of the conditions. The development of BSEC and the creation of an integration model depends first on the belief of the states in this subject, on consideration of the project as a long term project and solving the present problems. As a result, the BSEC can be observed as a regional cooperation movement, facilitating the integration with other countries, by creating a new horizon for all members, including Turkey.
ÖZETOrtadoğu, ortak din, ortak tarih ve kültüre sahip olduğumuz, köklü bir medeniyetin beşiğidir. Osmanlı bakiyesi olan Türkiye Orta Doğu politikalarında edilgen bir strateji uygulamakla tarihi, kültürel ve dini geleneğinden doğan ağırlığını hissetirememektedir. Kuşkusuz Orta Doğu'yu konu alacak bir çalışmanın her şeyden önce önüne açılan geniş alan ve sayısız yollardan birini tercih etmesi, alanını özelleştirmesi gerekiyor. Orta Doğu hakkında, tarihsel bir yaklaşımla çalışmaya karar verirken, genel bir çalışmadan veya dokümantasyondan ziyade Orta Doğu ile Türkiye arasındaki ilişkilere yön vermiş olan belli bir dönem üzerinde yoğunlaşmanın daha doğru olacağını düşündüm.Bu bağlamda, hem Türkiye'de önemli değişimlerin yaşanmasının işaretlerini vermesi açısından hem de 12 Eylül askeri yönetiminin hakim olması bakımından bu dönem tez çalışması yapmak için bana oldukça uygun gelmiştir. . Tabii bu dönem üzerinde çalışmak bu dönemden önceki uluslararası konjonktürün Türkiye'nin Orta Doğu ülkeleriyle ilişkilerine etkilerini de değerlendirmeye dahil etmeyi gerektiriyordu. Çünkü şu bir gerçek ki, her iki tarafın ilişkileri dünya sisteminin güçlü temsilcilerinden bağımsız gelişmemektedir. Arapları birleştirici bir rol oynadığı görüntüsü veren İsrail sorunu ise bölge ülkelerinin ilişkilerini daha da karmaşıklaştırmaktadır. 1980-1983 dönemi özellikle kendisinden sonraki dönemlerin dış politika araç ve parametrelerini belirlemesi açısından ne kadar önemli olduğu günümüzdeki gelişmelerden de anlaşılmaktadır. Örneğin bu dönemde İKÖ'yle girilen yakın ilişkiler ve bölge devletleriyle olan yakınlaşmalar 80'ler boyunca Türk Dış Politikasına yön verdiği gibi 90'ların iç politik ortam ve tartışmalarını hazırlamıştır. Kısaca belirtmek gerekirse Camp David barış antlaşması ve İsrail ile Arap ülkelerinin ilişkileri bu evrede yeni bir sürece girmiştir. S.S.C.B' nin Afganistan'ı işgali bu dönemde meydana geldi. Bu da Orta Doğu ülkelerinin S.S.C.B.'ye bakışlarını etkiledi. İran'daki İslam Devrimi, Orta Doğu ülkelerinin hakim rejimlerini korku ve tedirginliğe sevketmiş; bu dönemde başlatılan İran-Irak savaşı da bölge ülkelerinde farklı kaygı ve beklentiler doğurmuştur. Gene bu dönemde İsrail, Kudüs'ün Arap kesimini ilhak edecek ve bu da yeni bir gerginliğe neden olacaktır. Türkiye'de bir darbe olması, Enver Sedat'ın öldürülmesi gibi ilk elde sayabileceğimiz pek çok önemli olay meydana gelmiştir. Bütün bu saymaya çalıştığımız olaylar hem Türkiye'nin hem de bölge ülkelerinin dış ve iç politikalarını etkilemiştir. Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi o dönemi hem dış politika hem de iç politikaya etkileri açısından değerlendirmeye çalışırken; aynı zamanda bu etkilerin sonraki dönemlere uzanan sonuçlarını da değerlendirmeye çalışacağım. Bu bağlamda, devlet politikası olarak o döneme ne tür eleştirel yaklaşımlar sergilenmiş olduğunu da tahlil etmeye çalışacağım.ABSTRACTTURKEY'S FOREIGN POLICY AND THE MIDDLE EAST BETWEEN 1980 AND 1983Middle East is a kind of cradle which shares and accommodates common cultural and historical values with Turkey. Turkey, unfortunately, carry out more passive political strategies in the region whereas it is a country with a past of Ottoman Empire which was the central political, cultural and social actor of the region along centuries. But Turkey can not take the advantage of his rich experiences.In this thesis, the concentration point is the coup of September 12th in 1980. This military intervention is, at the same time, a turning point of Turkey's social and political life. Working on this period necessitates developing a different perspective through the near past of this area and the multilateral relations of regional actors. Indeed, it is a fact that Turkey and his regional partners' acts and operations in the region can not be independent from the real actors and representatives of world system. Even some critical events, like the problem of Israel, seemingly lead to the convergence of Arab countries, but in reality, confuse the relations of related countries in the region. Especially the period of 1980-1983 is a very important phase in terms of defining the political preferences and the directions of following years. For example, in that period, Turkey developed close relations with Organization of Islamic Conference and the countries of the region. These relations also affected the intra-political agenda of Turkey. On the one side, Turkish foreign policy (along 1980s), and the on the other side, intra-political agenda and discussions (specifically after1990s) have been shaped by these interactions with other Middle Eastern countries. If it is mentioned briefly, in this period, the process the Peace of Camp David and the relations between Arab countries and Israel have evolved towards new dimensions. The occupation of Afghanistan by USSR has happened at the same time and this new situation reshaped the views of Arab countries over the communist regime and USSR. Another radical event in the region was Iran-Islamic Revolution and this development also leads the regional countries to alarm and anxiety about the future of their prosperities. Additionally, at the same time again, Israel has occupied the Arabian side of the Jerusalem and caused a new international and regional tension. These years have also witnessed the assassination of Enver Sedat, the president of Egypt and military intervention in Turkey. All of these developments have influenced both of foreign and domestic policies of Turkey and other countries in the region. This thesis tries to analysis the state policies of Turkey through this chaotic term between 1980 and 1983.
Bu Tez, Türkiye Cumhuriyeti 'nin takip ettiği dış Türkler politikası konusunda yürütülen bir araştırma çalışmasını rapor etmektedir. Araştırma kapsamında temin edilen kaynaklardan faydalanılarak belirli bölgelere göre tasnif edillen dış Türklerin, genel durumları ve problemleri tarihi seyri içinde incelendikten sonra buralara yönelik Türk dış politikası analiz edilmiştir. Coğrafî ve siyasi yakınlık, tarihi ilişki ve dış politika ilişkileri gibi faktörler dikkate alınarak ve önemine göre sıralanarak dünya Türklüğünün incelendiği bu tez, giriş hariç yedi bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölümde, Kıbrıs ve Yunanistan'da yaşayan Türkler incelenmiştir. Kıbrıs Türkleri; Lozan sonrası İngiliz koloni yönetimi, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti 'nin oluşturulması ve sonrası dönem, Temmuz 1974 darbesi, Türk Banş Harekatları ile adanın taksimi ve sonrası dönemleri içermektedir. Yunanistan - Batı Trakya - Türkleri; II. Dünya Savaşı sonrası, Kıbrıs'ın taksimi, 1982 İnhanlı olayları ve sonrası dönemler olarak ele alınmaktadır. Balkanların incelendiği İkinci Bölümde, Bulgaristan ile Yugoslavya, Makedonya ve Romanya Türkleri yer almaktadır. Bulgaristan Türkleri; Osmanlı dönemi, Neuilly Antlaşması sonrası (Çiftçi Partisi, Faşist, Birinci ve İkinci sosyalist dönemler) ve 1989 sonrası demokratik dönemler olarak incelenmektedir. Ayrıca burada Yugoslavya (Kosova), Makedonya ve Romanya Türklerinin genel durumu ve karşılaştıkları sorunlar da tanıtılmaktadır. Irak ve Suriye'de yaşayan Türkmenler, bir sonraki bölümde ele alınmaktadır. Irak Türkleri; I. Dünya Savaşı sonrası bölgenin Türkiye'den koparılması ve İngiliz koloni yönetimi, yapay Irak devletinin oluşturulması ve bölgede yaşayan Türklerin bu devrelerde maruz kaldıkları olaylar şeklinde düzenlenmiştir. Suriye Türkleri; I. Dünya Savaşı akabinde buranm da Türkiye'den ayrılması ve Fransız koloni yönetimi, bağımsızlık, Hatay'ın Türkiye'ye yeniden katılması ve sonrası dönemleri içermektedir. Dördüncü Bölümde; Sovyetler Birliği'nin 1991 'de dağılması sonrası bağımsız olan beş Orta Asya Türk Cumhuriyeti: Azebaycan, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Kırgızistan ile Türkiye ve bu ülkeler arası ilişkiler incelenmektedir. Rusya Federasyonu içi ve etrafinda bulunan otonom Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları, beşinci Bölümde tanıtılmaktadır. Altıncı Bölümde ise, diğer Türkistan Türkleri; Çin esareti altında yaşayan Doğu Türkistan Türkleri ve Güney Türkistan - Afganistan - Türkleri tanıtılmakta ve bunlara yönelik "olmayan" Türk dış politikası vurgulanmıştır. ; This thesis reports a research work conducted on the field of Turkish foreign policies upon Turks living apart from the Republic of Turkey. Considering the literature, that are collected during the research work, Turkish groups are classified into some regions. Their general situations and problems have been examined with respect to important historical affairs. Then, Turkish foreign policies upon them have been analyzed. This thesis includes seven chapters, excluding the Introduction chapter. The thesis covers all Turkish communities living over the world, by giving special attention to the factors of geographical and political closeness, historical and foreign political relations and by ordering based on importance. Chapter One deals with Turks living in Cyprus Island and Greece. The section devoted for Cyprus Turks contains the periods of: the administration of English colony following the Treaty of Laussanne, the establishment of the Republic of Cyprus and affairs occurred in the Island during the administration of Cyprus state, the 1974 Greek military coup, Turkish military peace actions and division of the Island between two communities as well as affairs occurred in the following years. The Greece - Western Thrace - Turks section includes subsections or periods of: the situation after the Second World War, the division of Cyprus Ireland between Turk and Greek communities, the 1982 Inhanli affairs and the other affairs occurred in the region in recent years. Second Chapter investigates the situations and general problems of Turkish people living in Balkans, that are existing in the borders of Bulgaria, Yugoslavia, Macedonia and Romania. The section of Bulgarian Turks consists of three main ? subsections which are: the period of Ottomans, the period after the Treaty of Neuilly (the administrations of Farmer Party, Fascist, First Socialist and Second Socialist) and the period of democratization after 1989. Additionally, within the context of this chapter, the general conditions of Turks living in Yugoslavia (Kosova), Macedonia and Romania are being presented. IV The following chapter involves Turkish communities that are in Iraq and Syria. The organization of Iraqian Turks section are in the order of: the separation of this district from Turkey and administration of English colony, the establishment of an artificial Iraq state in the region and the situations of Turkish community living in the region during that periods and following years. The section of Syria Turks includes: ' the separation of this district from Turkey after the First World War too and administration of French colony, gaining independence (Syria), the reunification of Turkey and Hatay province as well as affairs occurred in the region after that. Chapter Four examines five Turkish Republics of Middle Asia that, are Azerbaijan, Uzbekistan, Kazakhstan, Turkmenistan and Kyrgystan, were gained independence following to collapse of Soviet Union in 1991. This chapter also investigates various relationships between Turkey and those republics. Turks living in Russian Federation and neighboring regions as autonomous republics or communities are presented in the Fifth Chapter. The other Turkestan Turks that are: living in the Eastern.Turkestan, their homeland invaded by China, and in the Southern Turkestan, Afghanistan, are being covered in Chapter Six. The chapter also states that there has been no any Turkish foreign policy towards those Turks. Finally, Chapter Seven evaluates the work and findings of the research conducted in this thesis and makes suggestions for further research directions.
Danışman: DR. ÖĞR. ÜYESİ ALİHAN LİMONCUOĞLU Yer Bilgisi: İstanbul Gelişim Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı / Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bilim Dalı Konu: Uluslararası İlişkiler = International Relations Dizin: 1 Mart 2003 Tezkeresi = 1 March 2003 Note ; 11 Eylül 2001 olayı = Event of September 11th ; 1980 sonrası = After 1980 ; 1990 sonrası = After 1990 ; Bağımlılık = Dependency ; Ham petrol = Crude oil ; TBMM Hükümeti = TBMM Government ; 11 Eylül saldırısından sonra ki döneme bakıldığında ABD yönetimi geniş Ortadoğu Projesini ileri sürerek bütün dikkatini bu bölgeye yoğunlaştırmıştır. George Bush, Ortadoğu'ya demokrasi getirme eğiliminde bulunurken diğer bir taraftan da bu projeye muhalefet olan hükümetleri zorla bu demokratikleşme projesine dahil etmeye çalışmıştır. Fakat ABD'nin asıl üzerinde durduğu konu Ortadoğu bölgesi demokratikleşmediği müddetçe batı düşmanlığı bu bölgede sona ermeyecek ve istikrar sağlanamayacaktı. Fakat unutulmamalıdır ki mevcut olan düzen içerisinde Ortadoğu'nun demokratikleşmesi olası değildi. Bundan dolayı da başvurulan yöntem rejimlerin zorla ortadan kaldırılmasıydı. Bu anlamda ABD'nin müttefiklerine dayattığı tek seçenek savaş seçeneğiydi. ABD, Irak'a askeri işgalde bulunurken birçok neden öne sürmüştür. Bunlardan en önemlisi ise bölgede yer alan kitle imha silahları olmuştur. Fakat Irak'a bakıldığında böyle bir durum söz konusu değildi. Dikkat edilmesi gerekilen aslında bu askeri müdahalenin altında yatan gizli nedenlerdi. İşte gizli neden olarak karşımıza ulusların ekonomik çıkarları çıkmaktaydı. Bununda asıl nedeni Ortadoğu bölgesinin Jeopolitik konumu olmuştur. İşgal yapılırken ABD, BM'den ya da önemli uluslararası kuruluşlardan destek görmeye çalışmıştır. Fakat destek görmeyip aksine uluslararası kurumlar ve toplumlar tarafından çok eleştirilmiştir. Irak'a askeri müdahale de bulunulmasının nedeni ABD'nin ulusal çıkarlarıydı. Bu durumdan dolayı da başta Almanya ve Fransa bu gerçekleşecek olan savaşa karşı çıkmıştır. Bu iki ülke başta olmak üzere birçok ülkenin ABD ile aralarında çatışma başlamıştır. Bu iki ülkenin düşüncesine göre savaş olan bir ülke varsa başarısız devlet vardır. Yeni bir başarısız devletin ortaya çıkması istikrarsızlığın ve tehdidin ortaya çıkması demektir. Bunlara ek olarak BM'ni prensiplerine bakacak olursak; uluslararası bir sistemde devletler güce ve güç kullanma tehdidine başvurmaktan kaçınmalıdırlar. BM anlaşması gereğince kuvvet kullanma yasağı söz konusudur. Eğer herhangi bir devlet uluslararası barışa ve güvenliğe zarar verirse BM Güvenlik Konseyi devreye girerek tehdit olan hükümeti tespit ederek önlemini alır. BM, belirli koşullarda ülkelere kuvvet kullanımını uygun görmüştür. Bu müdahale meşru müdafaa kapsamı içerisinde yer almaktadır. Fakat unutulmamalıdır ki Irak savaşının birinci ve en önemli nedeni ulusal çıkarların işin içerisinde olmasıydı. Bundan dolayı hiçbir şekilde Irak savaşı konusunda ABD'nin meşru müdafaa hakkı yoktur. Irak savaşı uluslararası hukuk açısından eleştirilen bir savaştı. Irak savaşı liberal dünyanın güvenliği konusunda bir ikilik oluşturmuştur. ABD'nin askeri gücüne dayalı tek yancılık politikası vardı. Avrupa ise uluslararası kurumlara ve hukuka dikkat çekerek çok taraflı politikaya sahipti. Soğuk savaş bittikten sonra ABD'nin tek yancılık düşüncesi büyük tepki görmüştür. ; Looking at the period after the September 11 attack, the US administration has focused on the Middle East Project and concentrated all of its attention in this region. While George Bush tended to bring democracy to the Middle East, on the other hand he tried to force the governments that were opposed to this project into the project of democratization. The main issue was that unless the Middle East region was democratized, the enmity of the West would not end and stability would not be achieved. But it should not be forgotten that it was not possible to democratize the Middle East in the existing order. Therefore, the thought applied is the forced elimination of regimes. The United States has put forward several reasons in the military occupation of Iraq. The most important of these was the mass destruction weapons in the region. But this was not the case. The fact that it was important to note that this was the secret cause of the military intervention. This is the hidden cause of the nations of our own interests. The main reason was the Geopolitical position of the Middle East region. In the occupation, the United States has sought support from the UN or important international institutions. But it has not received support but has been criticized by international institutions and societies. The reason for the military intervention in Iraq is national interests. Because of this situation, Germany and France opposed this war. The conflict between the two countries, particularly the United States, has begun. In the opinion of these two countries, if there is a country with war, there is a failed state. The emergence of a new failed state means the emergence of instability and threat. If we look at the principles of the UN, states should avoid resorting to power and the threat of using force in an international system. The use of force is prohibited in accordance with the UN agreement. If any state harms international peace and security, the UN Security Council will take action to identify the threatening government. The UN considers the use of force in countries under certain conditions. This intervention is included in the scope of self-defense. But it should not be forgotten that the most important reason for the Iraq war in 2003 was that national interests were involved. Therefore, the US has no right of self-defense in the Iraq war. The 2003 Iraq war was the most criticized and punishable war in terms of international law. The Iraq war has created a duality in the security of the liberal world. The US had a single policy based on military power. Europe had a multilateral policy by drawing attention to international institutions and law. After the end of the Cold War, the US's only idea of a supreme attitude was seen.
ÖZETÖzellikle 1958 yılından itibaren Irak'ta, sürekli olarak hükümet darbeleri gerçekleştirilmiştir. Yabancı devletlerin Irak'ın içişlerine karışması (özellikle zengin petrol kaynaklarına kavuşabilmek için), bu darbelerin en önemli sebeplerinden biri olmuştur. Bu nokta da ülke üzerinde Nâsır'ın uygulamaya çalıştığı politikanın her zaman yön değiştirmesi (bir dönem dostu olan bir ülkeyle kısa süre sonra düşman haline gelmesi), Irak'ta kendisine olan sempatiyi ve güveni sarsmıştır. Ülke halkı huzur içinde yaşamak istemiştir, ancak Irak'ta zaten var olan karışıklıklar Nâsır nedeniyle daha da artırmıştır. İlerleyen süreçte Irak'ta bir diğer ülkenin yani Rusya'nın söz sahibi olması ve ülkeye askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel olarak yerleşmesi, ülkeyi daha da karıştırmıştır. Irak yetkilileri tarafından her ne kadar kabul edilmemiş olsa da, Irak'ın bir Rus peyki haline geldiği açıkça görülmüştür. Irak-Rusya yakınlaşmasının en olumsuz etkisi, bir zamanlar Nuri Sait Paşa ve arkadaşlarının baskılarından kaçan komünist Kürtlerin Rus gemilere binerek ülkeye giriş yaptığı zaman anlaşılmıştır. Ülkedeki Kürtler ile geri dönen komünist Kürtler arasında yaşanan mücadeleden en çok etkilenen ülke Türkiye olmuştur. Sınırlarımızı aşarak ülkemize iltica eden ve buradan ayrılmak istemeyen (Barzaniler Irak'ı terk etmedikçe geri dönmeyeceklerini söylemişlerdir) Kürtler, Türkiye'yi hem iç siyaset hem de dış siyaset açısından zor durumda bırakmıştır. Darbeleri yakından takip eden Türkiye, bu dönemde hep dostluk mesajları vermiştir. Ancak, Kıbrıs meselesinde takındığı iddialı tavrı, birçok baskı ve zulümle karşılaşan Iraklı Türkler için tam anlamıyla gösterememiştir. İhtilallerin önemli olan diğer bir nedeni de darbe yaparak başa gelenlerin beceriksiz ve idareci yeteneğinden yoksun olmasıdır. İhtilalci liderler tarafından Irak halkına verilen sözler (huzur, refah, zenginleşme), eski hükümetler için yapılan eleştiriler unutulmuştur. Eski hatalar, yeni ihtilalci liderler tarafında tekrarlanmıştır ve böylece Irak'ta kısa aralıklarla birçok darbe gerçekleştirilmiştir. Yaşanan bu kaos ortamında Iraklı Türkler, belirttiğim gibi baskı ve zulümlerle karşılaşmıştır. Bir dönem komünist olmaya bile zorlanan Türkler, ölmeyi tercih ederek canları pahasına savaşmıştır. 1958-1979 yılları arasında Irak'ta yaşanan olaylar, akla hayale sığmaz bir hal almıştır. Bu olaylar nedeniyle Dış İşleri Bakanlığımız tarafından gerekli açıklamalar yapılmıştır ve özellikle sınırlarımızda askeri tedbirler alınmıştır. Türk gençlik dernekleri ve MTTB'nin gösterdiği tepki, takdir edilecek şekilde olmuştur. Birleşmiş Milletlere kadar başvuran bu dernekler, ne pahasına olursa olsun yurttaşlarımızın ezilmesine izin vermeyeceklerini açıklamıştır. 1979 yılında Irak'ta çatışmasız bir şekilde başa gelen Saddam Hüseyin ise, verdiği idam kararlarıyla tam bir diktatörlük sistemi uygulamıştır. Saddam Hüseyin'in başa gelmesi diğer ülkeleri tarafından olağan karşılanmıştır, çünkü Saddam arka planda olduğu dönemde de (Hassan el-Bekr dönemi) ülkeyi sessizce yönetmiştir. İhtilaller konusunda çok deneyimli olan Saddam, kendi mevkiini sağlamlaştırmak ve ülke halkını korkutarak bastırmak için birçok idam kararı almıştır. Böylece Irak, tarihte hep çatışmaların odak noktası olmuştur. ABD tarafından başlatılan Irak'taki son iç karışıklık, günümüzde de devam etmektedir. Akıllardaki asıl soru Irak'ta bulunan Türklerin geleceğinin ne olacağıdır. İşte buna kimse cevap verememektedir. SUMMARYCoup d'états (revolutions) have been realized continuously in Iraq, especially since 1958. The main reason of these revolutions was foreign interventions in the internal affairs of Iraq (the cause of the interventions was especially in order to gain rich oil sources of the country). Public sympathy and trust to Nâsır lost due to his floating policies. For example; Iraq was a friendly country but she became an enemy for Egypt in a short time. People of the country wanted to live in a peace. However, domestic chaos, which prevailed in the Country, was increased because of Nâsır. In the following years, another country (Russia) gained a considerable influence on Iraq. For example in military, political, economic and cultural issues. So this caused to new chaoses in Iraq. Although it was not accepted by Iraqi authorities, it was clearly seen that Iraq had been a Soviet satellite. The worst side of the convergence between Iraq-Russia was seen when communist Kurds escaped from pressures of General Nuri Sait and his friends. Turkey was the most affected country because of conflict between Iraqi Kurds and communist Kurds who had returned to their country. Problems related to Turkey's national and international policies arisen when Kurds sought refuge in. Turkey, who follows the revolutions very closely, sent friendship messages every time. Whereas Turkey adopted direct and systematic approach to Cyprus problem, she couldn't employ the same policy for Iraqi Turks who suffer oppression. Incapable and week leaders were another contributory factors in the coup d'états. Revolutionist leaders had given a wealth of promises to people who live in Iraq, about making the country rich and peaceful place. Nevertheless, promises were broken. New revolutionist leaders made repeated same mistakes which had made by their predecessors. So a lot of revolutions were serially realized in Iraq. Iraqi Turks faced oppression in this chaos. Once Turks had been forced to accepted communism. But they rejected and fought at the expense of their life. Between 1958-1979 dramatic and tragic events had took place in Iraq. Foreign Ministery of Turkey released necessary official statements about the events and the government took military measures along the border. Turks youth associations' reaction was laudable. These associations stated that they did not accept any pressures that exerted on our citizens and applied to United Nations. Saddam Hussein became leader of the Iraq with the help of a bloodless coup in 1979. He established a military dictatorship and ordered several executions. Becoming leader of Saddam was not a surprise for other countries as he had been the driving force behind Hassan el-Bekr. Saddam was an experienced person about revolutions. He ordered several executions in order to strengthen his position. So Iraq had always been the focus of conflicts during history. Unrest period that caused by USA intervention is still lasting today. A question mark hangs over the future of Turks living in Iraq. No one can answer to this question.
Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşına Almanya'nın yanında katılmıştı. Ağır ve yorucu savaşlardan çıkmış Osmanlılar savaş sırasında kahramanca çarpışmalarına rağmen, düşman kuvvetlerinin tüm yurdu işgal etmelerine engel olamamışlardı. Bu sıralarda imzalanan Mondros ateşkes Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu'nu tamamen yok etmeye ve Türk yurdunu parçalamaya yönelik hazırlanmıştı. Bu antlaşmanın 7. maddesi, galip devletlere istedikleri her yeri istedikleri zaman işgal etme hakkını tanıyordu. Böylelikle işgaller bu antlaşmanın arkasına sığınılarak yapılabilecekti. İşgallere ilk tepki işgale uğrayan bölgelerde yaşayan halktan gelmiştir. İzmir'de Hasan Tahsin işgale karşı ilk kurşunu atarak halkın bu haksız işgallere sessiz kalmayacağını göstermişti. Mustafa Kemal Paşa ise İstanbul'daki kurtuluş çarelerinin hiçbirine itibar etmeyerek 19 Mayıs 1919'da Anadolu'ya geçmiş ve topyekûn bir kurtuluşun ateşini yakmıştır. Düzenlenen Amasya, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile tam bağımsız Türkiye idealinin temelleri atılmış, halkta milli bilinç uyandırılmıştır. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının çalışmaları sonucunda İstanbul Hükümeti, Anadolu hareketine yakınlaşmış ve Amasya Görüşmeleri ile de Mebus 'an Meclisinin açılması kararlaştırılmıştır. 2 Ocak 1920'de Osmanlı Meclis-i Mebus 'an son kez toplanır. Bu meclisin verdiği en önemli karar, taslağı Mustafa Kemal tarafından mebuslara Ankara'da verilen ve sonraları Misak-i Milli olarak adlandırılacak olan Ulusal And'ın 28 Ocak 1920'de kabul edilmesi olmuştur. Meclisin ve İstanbul Hükümeti'nin çalışmalarından ve Anadolu'da artan direniş hareketlerinden rahatsızlık duyan İtilaf Devletleri 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal ettiler. İstanbul'un işgaliyle beraber Meclis-i Mebusan'ında basılması ve birçok mebusun tutuklanması ve sürgüne gönderilmesi üzerine Heyet-i Temsiliye 19 Mart 1920 tarihinde bir beyanname yayımlayarak, Meclisin Ankara'da tekrar toplanabilmesi için seçimlerin yapılmasını istemiştir. Yapılan seçimler sonucunda Ankara'da TBMM açılır. 23 Nisan 1920'de açılan Meclis, Osmanlı Devleti'nin elinden bir takım yetkileri alarak Anadolu'nun kaderine el koymuştur. Bundan sonra milletin ne şekilde yasayacağına, milletin kendi seçtiği mebuslar karar verecektir. İtilaf Devletleri mütareke sonrası Mersin ve Tarsus'u işgal etmiştir. İçel Vilayeti işgal edilmese de, Silifke ve Silifke'den Mersin'e kadar İçel'e bağlı kasaba ve köyler Fransızların Anadolu'dan çekilmesine kadar işgal tehdidi ile karşı karşıya kalmıştır. İçel'de kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve bunlara bağlı müfrezeler, İçel'i işgalden korumaktan öteye düşman işgalindeki Mersin ve Tarsus'u kurtarmak amacıyla da faaliyette bulunmuşlardır. Mustafa Kemal'in 19 Mart 1920 tarihli genelgesi doğrultusunda İçel'de 29 Mart 1920 Pazartesi günü, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti İdare Heyeti'nin, mutasarrıfın ve halkın iştirakiyle hükümet konağında seçimler yapılmıştır. Bu seçimlerde yirmi bir aday arasından Ahmet Şevki Bey, Naim Efendi, Hacı Ali Efendi, Haydar Lütfi ve Sami Bey milletvekili seçilmişlerdir. Meclis-i Mebusan'a seçilen Ali Rıza Efendi'nin de Ankara'ya gelmesi ile İçel vilayetinin milletvekili sayısı altıya çıkacaktır. Birinci dönem İçel milletvekillerinden Sami Bey, Haydar Lütfi Bey ve Ali Sabri Efendi( Hacı Ali) mecliste II. Grupta yer almışlardır. Yukarıda ismi zikredilen altı milletvekilinden beş tanesi bir daha meclise giremezken sadece Haydar Lütfi Bey VIII. Dönemde Demokrat Parti'den Meclise girebilmiştir. ; Ottoman Empire joined The First World War with Germany.Despite struggling and fighting bravely during the battle , The Ottomans, having lived through severe wars, couldn't stop the enemy forces to occupy the whole country.The peace armistice of Moudros signed on in the meantime was prepared with a wiew to completely terminating the Ottoman Empire and comminuting the Turkish homeland. The 7th clause of this armistice gave the victorious states the right to occupy any place any time.The occupations hereby were suppose to be realised on the grounds of this clause. The first reaction to the occupations aroused from the residents of the occupied regions.Hasan Tahsin in Izmir who fired the first bullet to the enemy proved that the Turkish people wouldn't keep silent against the unjust occupations.Mustafa Kemal Pasha ,in the meantime,ignored all the propositions of salvation in Istanbul and went down to Anatolia on May 19, then lit the fire of an overall salvation of the nation.With the congresses held in Amasya,Erzurum and Sivas cities , the fundamentals of fully independent Turkey ideal was set up and the national consciousness was awakened among the people .As a result of Mustafa Kemal's and his fellows' efforts , The Government of Istanbul came closer to the Anatolian movement ; and with the negotiations in Amasya, it is agreed to open a national assembly. On October 2, 1920, The Ottoman Parliament gathered last time.The most important decision of this parliament was to accept The National Oath on January 28 ,1920 whose drafts had been given to the members of the parliament in Ankara by Mustafa Kemal ,and which would later be called as the National Treaty.The Allied Powers , upon getting annoyed by the operations of the Parliament and the Istanbul Government and by the increasing resistance movements in Anatolia,occupied Istanbul on March 16,1920.With the occupation of Istanbul , when the Parliament was assaulted and a number of members of Parliament were arrested and forced to exile, the representative committee,issuing a declaration on March 19,1920, requested to hold new elections for the parliament to gather again in Ankara After the elections, The Turkish grand national Assembly opened in Ankara.The Parliament ,starting on April 23 ,1920 , took over a number of competences from the Ottoman State and took the initiative on behalf of the Anatolia .Henceforth, it would be the members of the Parliement elected by the people themselves to decide the way of life that the people would live. The Allied Powers occupied Mersin and Tarsus cities after the armistice.Much though İçel province was not occupied , Silifke, the villages and towns between Silifke and Mersin faced the threat of occupation until the withdrawal of the French from Anatolia. Associations for the Defence of The National Rights and the battalions dependent on these associations ,beyond saving İçel from enemy occupation,had operations with the aim of rescuing Mersin and Tarsus which were under the occupation of enemies. Based on Mustafa Kemal's notice dated March 19,1920, the elections were held in the government Office with the participation of executive board of Association for the Defence of The National Rights ,the governor and the people.Among 21 candidates, Mr Ahmet Şevki, Mr Naim, Mr Hacı Ali,Mr Haydar Lütfi and Mr Sami were elected as the members of the parliament. With the election of Mr Ali Rıza to the Parliament , the number of the memers of İcel in the parliament would increase to six. The first term members of the Parliament Mr Sami,Mr Haydar Lutfi, and Mr Ali Sabri (Haci Ali) took place in the second group.While five of the above mentioned members of the parliament couldn't be elected again,only Mr Haydar Lutfi was re-elected from the Democrat Party in the eight legislation term. …
Türkiye'de son yıllarda tartışılan hatta tartışılmaya devam eden en önemli konuların başında kuşkusuz "Türkiye-İsrail İlişkileri" gelmektedir. Türkiye'nin özellikle 1990'lı yıllardan sonra İsrail'le yakınlaşması Türkiye'nin Orta Doğu denkleminde farklı açılımlara girdiğini göstermektedir. Türkiye'nin güney komşularıyla kökleri eskiye uzanan bir güvenlik sorunu bulunmaktadır. 1970'li yıllarda PKK terör örgütünün de ortaya çıkmasıyla, bu güven sorunu iyice belirginleşmeye başlamıştır.Türkiye, bölgedeki jeopolitik konumu nedeniyle, komşuları tarafından âdeta ateş çemberine alınmış durumdadır. Kuzey'de Rusya'nın yakın tarihe kadar Türkiye üzerindeki yayılmacı emelleri, batıda Yunanistan ile yaşanan Ege ve Kıbrıs sorunları, Türkiye'yi en çok zora sokan ve uğraştıran sorunlardır. Rusya'daki rejim değişikliği ile birlikte ikili ilişkiler normal seyrine dönmüşse de, tarihî Rus yayılmacı plânlarının sona erdiği söylenemez. Yunanistan ile özellikle Ağustos 1999 depremiyle birlikte iyi ilişkiler sürecine girilmiş, ama Kıbrıs sorunu ve Avrupa Birliği gibi çözülemeyen konular nedeniyle hâlâ özlenen, arzulanan ilişkiler sağlanamamıştır.Türkiye için hayatî önem taşıyan güvenlik sorunlarından biri de kuşkusuz güney komşularıyla ilgili olanıdır. Türkiye'nin güney komşularıyla her dönemde sorunları olmuş ve bir türlü Türkiye'nin bu komşularıyla ilişkileri normalleşememiştir.Türkiye 1970'li yıllarla birlikte en büyük darbeyi terör nedeniyle güney bölgesinden almıştır ve doğal olarak savunma ve iş birliği konusunda kendini güvende hissetmek ve güney bölgesini saldırgan ve yayılmacı düşüncelerden arındırıp garantiye almak amacıyla farklı arayışlara girmiştir. Bölgede, Müslüman olmayan ve kurulduğundan bu yana komşularıyla sorunlar yaşayan İsrail de, tıpkı Türkiye gibi bölgede kendini yalnız hisseden bir ülke konumundadır. Bu nedenle Türkiye ve İsrail, hemen hemen aynı çekinceler nedeniyle yakınlaşmış ve özellikle 1990'ların başında Arap-İsrail barışının sağlandığı dönemlerde ilişkilerini geliştirmişlerdir. İki ülke arasındaki ilişkiler, 1994 yılından itibaren gözle görülür biçimde artmıştır. Bu dönemde iki ülke arasında hemen hemen her alanda yoğun trafik yaşanmış, savunma sanayii ve askerî alanlarda iş birliği yapılmıştır. İki ülke arasında gerçekleşen yoğun diplomatik ilişkiler ve temaslar bu iş birliğini iyice pekiştirmiştir.Orta Doğu'da bu iki ülkenin yakınlaşması, bölgenin Arap-Müslüman kesiminde büyük bir tedirginlik meydana getirmiştir. Türkiye'nin bölgeyle olan tarihî yakınlığı, o bölgeye uzun yıllar hükmetmesi ve daha da önemlisi Türkiye'nin Müslüman oluşu gibi nedenler, bölge ülkelerinin tepkilerini -yapılan iş birliği nedeniyle- Türkiye'nin üzerine çevirmesine neden oldu. İkili iş birliği bölge ülkeleri tarafından stratejik ittifak -yani kendi güvenlikleri için bir tehdit unsuru- olarak algılanmış ve bu durum, söz konusu ülkelerin Türkiye'yi eleştirmelerine neden olmuştur.İki ülke arasındaki ilişkilerin dışarıda olduğu gibi içeride de sürekli tartışma konusu olduğu görülür. Türk basınında ikili ilişkiler, anlaşmaların imzalandığı yıllardan itibaren tartışılmaya başlanmış ve güncel bir mesele olması nedeniyle bu konudaki tartışmalar hâlen de sürmektedir. Bu çalışmamızın amacı, Türkiye-İsrail ilişkilerinin Türk yazılı basını tarafından nasıl karşılandığı ve bu ikili ilişkiyi basının kamuoyuna hangi argümanlarla duyurduğudur. Bu bağlamda Türk basın camiasının fikrî plânda bölünmüşlüğü ve de olaylara farklı bakış açıları gibi nedenlerden dolayı sadece bir gazeteyi değil, farklı düşünceleri ve politik yaklaşımları temsil eden dört gazeteyi inceledik: Cumhuriyet, Milliyet, Sabah ve Yeni Şafak.'The relationship between Turkey and Israel' has been certainly one of the most important issues which have been discussed and even gone on to be discussed in last a few years in Turkey. Turkey and Israel have got closer especially after 1990s and it shows that Turkey has been dealing with different expansions in the Middle East equation. Turkey has got a security problem with its southern neighbours that its origin lies in the old times. With arising of the terror organisation PKK in 1970s, this security problem completely has begun to become clear.As its geopolitical position, Turkey has been taken into nearly a fire circle by its neighbours. In the north Russia's aims of spreading in Turkey until the near times and in the west the problems with Greece about the Aegean and Cyprus are the most difficult matters which make Turkey struggle. Although the dual relationships got normal with the change of regime in Russia, it can not be said that their old plans of spreading ended. There has been occurred a good relationship between Turkey and Greece after 1999 August earthquake. Nevertheless the relations that are demanded and missed have not realised yet because of the problems which can not be solved about Cyprus and the European Community.One of the most important security problems of Turkey is surely with the southern neighbours. Turkey has have problems with them all the time and the relations with these neighbours can not get better. Turkey was damaged by the southern region because of the terror in 1970s. As a result Turkey has begun to find different solutions to feel secure about defence and collaboration and also to protect the southern region by purifying it from the thoughts of spreading and attacking. In that area just like Turkey, Israel is a country which is not muslim and has have problems with its neighbours since the foundation and feels itself alone. So because of the same menaces Turkey and Israel have become closer and improved their relationships especially in the beginning of the 1990s - the time of the peace between Arabian countries and Israel. The relations between the two countries have been improved clearly since 1994. In this term the two countries got in touch about almost every subject and collaborated in the area of military and industry of defence. These intensive diplomatic relations and contacts between the two countries highly consolidated the collaboration. Getting closer of these two countries in the Middle East created a disturbance in the Muslim-Arabian part of the region. Turkey had managed this region for a long time and has got a historical nearness to that area. Moreover It is a muslim country. Because of these reasons Turkey was reacted by these countries about -the collaboration-. This dual collaboration was considered as a strategic agreement - in other words a menace reason -, hence Turkey was criticised by these countries.It is obviously seen that the relations between the two countries are also discussed inside like the outside of Turkey. These dual connections have begun to be discussed by the Turkish Press since the agreements were signed and as this is a current issue, the discussions are going on. The aim of this study is to state how the relation between Turkey and Israel was reacted by the Press and how they announced this dual connection to the public opinion. In this concept there are various points of view and a separation in the thoughts of The Turkish Press. Because of that we studied not only one but four newspapers which represent different ideas and political attitudes : Cumhuriyet, Milliyet, Sabah and Yeni Şafak.
ÖZETMısır Arap Cumhuriyeti, Afrika'nın Kuzey Doğusunda 997,739 km2 alanı, 68,5 milyon nüfusu vardır. Yıllık nüfus artışı % 2,3 tür ve nüfus yoğunluğu 58,2 kişi/km2 dir. Erkler ayrılığı ilkesine dayanan başkanlık sitemi ve çok partili demokratik sistem ile yönetilmektedir. Mısır Arap Cumhuriyeti 1922 yılında bağımsızlığına kavuşmuştur. Ülke bulunduğu bölge nedeniyle dünyanın başlıca güçlerinin çekişme alanı olmuş ve bu yüzden yıllarca istikrara kavuşamamıştır. Mısır Arap Cumhuriyeti' de bağımsızlığından sonra İsrail ile savaşa girmiştir. 1978 yılında İsrail ile Camp Davit barış anlaşmasını imzalamıştır. İmzalanan anlaşma ile Arap Dünyasının tepkisini almasına rağmen ABD' nin tam desteğini arkasına almıştır. Batı Dünyası ile iyi ilişkiler kurarak ve ılımlı politikalar izleyerek istikrarlı bir dönem sürdürmektedir. Mısır Arap Cumhuriyeti'nin 2000 yılında 92,6 milyar Dolar Gayri Safi Milli Hasılası ile 3,4 reel büyüme gerçekleştirmiştir. Yıllık enflasyon 2000 yılında 2,7 olmuştur. Toplam dış borcu 29,5 milyar Dolardır. Bir Mısır Poundu 3,47 ABD Dolarına eşittir.Ülke 1990 yılından sonra kalkınma programlarına önem vermektedir ve bunun için çeşitli reformlar uygulamaktadır. Uygulamış olduğu mali politikalarda harcamaları kısıtlama, ithalatı azaltma ve ihracatı artırmak için çaba sarf etmektedir. Özelleştirme bütün kalkınmakta olan ülkelerin temel sorunu olduğu gibi beklenen hızın altında devam etmektedir. Fiyatlar serbest ekonomi kurallarına uygun olarak belirlenmektedir. 14 milyar dolar döviz rezervi bulunmaktadır. Üç aylık bono faiz oranları % 10 civarında seyretmektedir. Borsa 2000 yılını düşük bir trendle geçirmiştir. Çalışma hayatında nüfusun çoğunluğu tarımla uğraşmaktadır. İşsizlik oranı oldukça yüksektir. Tarım alanlarının yetersizliği nedeniyle Nis nehrinin sularıyla sulama alanları için projeler geliştirilmektedir. Ülkenin en önemli tarım ürünü pamuktur. İhracatta pamuk ve pirinç en önemli tarım ürünüdür.madencilikte petrol üretimi ve doğal gaz üretimi mevcuttur. Büyük miktarda doğal gaz rezervlerine sahiptir. Turizm sektörü ülkenin en önemli gelir kaynaklarındandır. Ülke turizminin en önemlisi ünlü Mısır piramitleridir. Turizm için önemli yatırımlarda bulunulmaktadır. Ulaşımda Nil nehri önemli bir yere ve gelire sahiptir. Nil nehrinde üzerinden büyük gemilerin geçişi için genişletme çalışmaları devam etmektedir. Sanayide, otomotiv sanayi başı çekmektedir. Uluslar arası büyük otomotiv üreticisi firmaların üretim ve montaj üssü olarak görülebilir. İmalat sanayiinde tekstil ürünleri üretimi yapılmaktadır. İnşaat sektöründe yeni yerleşim bölgeleri, otoyollar ve çimento fabrikaları ilk baştaki yatırımlarıdır. Mısır Arap Cumhuriyetinin 2000 yılında 4,689 milyon Dolar ihracatı, 14,010 milyon Dolar ithalatı vardır. İhracatında başlıca ürünleri, petrol ürünleri, tekstil ürünleri ve tarım ürünleri yer almaktadır. Başlıca ihracat yaptığı ülkelerin başında ABD. İtalya ve Hollanda gelmektedir. İthalatında ihracatının üç katına yakındır. İthalatta en önemli payı makineler, elektrikli aletler, taşıt araçları, gıda maddeleri ve petrol mamulü ürünler almaktadır. Ayrıca ithalatta sınai ve yatırım malları önemli yer tutmaktadır. Başlıca ithalat yaptığı ülkeler ABD, Almanya, İtalya'dır. Türkiye ile Mısır Arap Cumhuriyeti arasında ticari ilişkiler en son olarak Türkiye'nin 1/95 sayılı protokolde kendisin bağlayan anlaşmalar arasında olan, Mısır ile Avrupa Topluluğu arasında imzalanmış olan "Avrupa - Akdeniz ortaklık anlaşmasına" istinaden yürütülmektedir. İki ülke arasında ticaret hacmi 517,427 bin dolara ulaşmıştır. Türkiye' nin 2000 yılında Mısır Arap Cumhuriyetine ihracatı 376,7 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye'nin Mısır Arap Cumhuriyetine ihraç ettiği ürünlerin başında motorlu kara taşıtları ve bunların parçaları, örülmemiş giyim eşyaları, demir ve çelik ürünleri ilk sıraları alır. Türkiye'nin Mısır Arap Cumhuriyetinden ithalatı 2000 yılında 140,7 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye'nin Mısır Arap Cumhuriyetinden ithal ettiği ürünlerin bayında: petrol ürünleri, doğal gaz, pamuk ve pirinç ilk sıraları almaktadır. Türkiye ve Mısır Arap Cumhuriyetinin 1990 yılından itibaren artan miktarlarda bir ticaret hacmi gerçekleşmektedir. Bu artış her iki ülkenin faydasınadır. ABSTRACTARABIAN REPUCLIC OF EGYPT'S ECONOMY AND TURKEY - EGPYT ECONOMIC RELATIONSHIPSArabian republic of Egypt is located at the northeast of Africa covering 997,739 km2 with a population of 68,5 million. Annual population increase is % 2,3 and its density is 58,2 people per km2 . The country has been ruled by presidential system, based on principles of powers separations, and a democratic parliamentary. Arabian republic of Egypt had won her independence in 1922 due to her strategical importance, great powers of the world tried to dominate the region so the county became unsuccessfull to balance her economical and politikal stability for years. After her idebendence, Arabian republic of Egypt declared war on Israel. In 1978 the wor en ded with Camp David peace negotion signature for the sides. Although Arabic world's reactions against. This negotiation, Egypt is now continuing a normal period by establishing good relationships and following friendly political strategies with west. Arabian republic of Egypt obtained 92,6 milyard USD national income beside 3,4 percent real growthy in the year of 2000. statistics show that yearly infilation was % 2,7 in 2000. Total external debt is 29,5 milliard USD. An Egyption pound equals to 3,47 USD.Arabian republic of Egypt has been giving priority to development programmes and adapting various reforms since 1990. It is strived to restrict the spendings, to increase exportation but to decrease importation by means of practised financial politics. Privatization is the main similar problem of all developing countries like in Egypt; therefore it is going along under estimated speed. Prices are determined according to free economics rules. There is 14 milliard USD foreign exchange reserve 3 monthly bond interest rates are about % 10. Stock exchance closed the year of 2000 with a low trend.Majority population of working class are busy with agriculture. Unemployment rate is pretty high. It is tried to improve irrigation projects by using Nile River's water because of unsufficient agricultural gields cotton is the most important agricultural produce. Cotton and rice are the important items for exportation. Petroleum and natural gas production take place in the mining sector. The country has a huge natural gas rezerves. Tourism sector is one of the most essential income resorces of the Egypt. Egypt pyramids are among the famous touristic places. It's made big investments for transportation of large ships are continuing. Automotiv is the leader sector in country' industry. The country can be seen as an assembly and production base of international automotive manifacturers.Textille is produced for production industry.Hiyways,new centres of population and cement factories are the privileyed investment areas in construction industry.Figures show that Eygpt's exportation was 4,689 million USD while her impoctation was 14,010 million USD in 2000. petroleum, textile and agriculturel products can be calculated as country's main exportation goods. Holland, USA and Italy are Egypt's chiefly economical partners for her export. Importation has approximately tripled of exportation. The lion's share of importation are machines, electrical tools, vehicles, food staffs and made of petroleum products. In addition above, investment and industrial goods are playing important role for the country's importation. USA, Germany and Italy are her main importation partners.Turkey- Arabian republic of Egypt's economic relation are based on " European - mediterranen ded of partnership" signed between egypt and European union. This agreement is binding Turkey with a protocol number of 1/95 signed between Turkey and EU. And Turkey - Egypt relations are countinuing in this frame. Trading volume between Turkey and Egypt has reached 517 million USD. Turkey's exportation to Egypt was 376,7 million USD in 2000, Essetial exportation of Turkey to Egypt are vehicles and their spare parts, not knitted garments and iron-steel products. Turkey's importation from Egypt was 140,7 million USD in 2000. Turkey imports petroloum products, naturel gas, cotton and rice from Egypt.Turkey and Egypt economic relations has been tending to increase since 1990. It is benifical for both country.
TANİN'DEKİ YAZILARI ÇERÇEVESİNDE BABANZÂDE İSMAİL HAKKI'NIN MEŞRUTİYET DÜŞÜNCESİÖZETBabanzâde İsmail Hakkı Bey; etkili bir aydın, politikacı, gazeteci ve yazar olarak II. Meşrutiyet döneminin önemli isimlerinden biri olmuştur. Kökü 16. yüzyıla uzanan, Süleymaniye şehrinin kurucusu ünlü Kürt aşireti Baban ailesine mensuptur. İslamcılık düşüncesinin güçlü temsilcilerinden Babanzâde Ahmed Naim'in kardeşidir. Hukuk Mektebi'ni bitirdikten sonra Mülkiye ve Mühendis Mektepleri'nde hocalık; İkdam, Tanin, Şura-yı Ümmet gibi gazetelerde köşe yazarlığı yapmıştır. Hukukla ilgili eserlerinin yanı sıra Bismarc biyografisi ve Dreyfus Meselesini anlattığı kitapları da bulunmaktadır.Meclis-i Mebusan'da Bağdat (1908) ve Divaniye (1912) mebusu olarak yer almış, İbrahim Hakkı Paşa Kabinesi'nde Maarif Vekilliği (1911) siyasi kariyerinin en üst noktası olmuştur. 26 Aralık 1913'te, henüz 37 yaşında iken ders verdiği sırada vefat etmiştir.Meşrutiyet düşüncesini resmetmeye çalıştığım bu tezde onu tanımlayabilecek temel kavramlar; itidal, tedrici tekâmül, meşruiyet,parlamenter sisteme bağlılık, teamül , uzlaşma kültürüdür.Babanzâde, Meşrutiyet'i demokrasi ile eşanlamlı bir yönetim olarak gördüğü için yazılarını, demokrasiyi oluşturan temel unsurları (çoğunluk, çoğulculuk, yasama, yürütme, yargı, güçler ayrılığı, basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğü vb.) esas alarak sınıflandırdım.Nitekim 1909 Ağustos'unda yayınlanan Şeyhülislamlık Beyannamesi'ni değerlendirdiği yazılarında; hâkimiyet-i milliye, iktidarın denetlenmesi, güçler ayrılığı, müsavat kavramlarını vurguladığı görülmektedir.Yaşanan olaylara sosyolojik izahlar getirmesi, akademik kimliğinin yazılarına akseden önemli bir parçasıdır. Etki-tepki kanunu, değişimin kaçınılmazlığı, parça-bütün ilişkisi, evrimci yaklaşım, bazı sorunların ancak toplumsal olgunlaşma ile çözülebileceği, yeniliklerin somut ihtiyaçlardan başlaması gerektiği bunlardan birkaçıdır. İttihad ve Terakki Partisi'nin güçlü olduğu dönemde, siyasi rakiplerinin kürsü dokunulmazlığı ve emeklilik haklarını savunması demokrasiye olan bağlılığındaki samimiyeti gösterir.Sultan Reşad'ın cülus yıldönümlerinde kaleme aldığı yazılar, Meclis'te hanedanın damatlarının -onurlarının korunabilmesi için- ödeneklerinin artırılması teklifini desteklemesi onun saltanata karşı olduğu iddiasını çürütmektedir. Ancak sistem içerisinde padişaha biçtiği rol de oldukça sınırlıdır: Milletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü temsil eden, siyasi yetkileri azaltılmış sembolik bir makam.Ona göre; halk Meşrutiyet yönetimiyle beraber iktidara ortak olmuştur. Ancak sınırsız bir özgürlük elde etmemiştir. Hakkını kurallar içerisinde aramalıdır. Rüşvet, tembellik, düzensizlik gibi toplumsal hastalıkların tedavisi için siyasi ve medeni terbiyenin yükselmesi gereklidir.Çoğulculuk kavramına çok erken sayılabilecek bir dönemde vurgu yapması onun demokrasi çıtasının yüksekliğini göstermektedir. Ona göre azınlıkta kalan siyasi hareketler ancak sağlam ve tutarlı fikirlerle hayatta kalabilirler.Karmaşık seçim sisteminde en iyi sonucu alabilmek için İttihad ve Terakki'nin hem seçmenlerine hem adaylarına hem de parti yöneticilerine tavsiyelerde bulunur. Bu tavsiyeler günümüzde dahi yerleşmemiş olan parti içi demokrasi anlayışı açısından oldukça önemlidir.Dini inançların seçim malzemesi yapılmasına karşı çıkar. Siyasi cinayetlere şiddetle karşıdır. Partisinin seçim başarısını açıklarken güçlü bir analizci olduğu görülmektedir.Basının halkın sesi olduğuna dair iyimserliği siyasi rekabetin labirentlerinde kaybolur. Bu alandaki düzensizliğin önlenmesi için bir Matbuat Cemiyeti kurulmasını ve bir Matbuat Nizamnamesi hazırlanmasını önemsemiştir. Yabancı basının iç politikada taraf olmasına karşı çıkar.Osmanlı Devleti'nin azınlıkları Türkleştirmeye çalıştığı ithamını bir iftira olarak görür. Ancak herkesi ortak vatan ve ortak vatandaşlık çatısı altında bir araya getirecek Osmanlıcılık politikasının da gerekli olduğunu savunur. Eşitlik talep eden azınlıkların eski ayrıcalıklarının devam etmesini istemelerini ise bir çelişki olarak görür. Kültürel amaçla kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti'ne (1908) üye olması ve bu Cemiyet'in gazetesinde yazı yazması, azınlıkları Türkleştirmenin yanlış olacağını savunması kendisinin Türkleşmiş Kürt olduğu iddiasını çürütür; Osmanlıcılık idealine samimiyetle bağlı Kürt kökenli bir aydın olduğunu gösterir.Arnavutluk'un Osmanlı Devleti'nden ayrılış süreci tam bir travma etkisi doğurur. Çünkü bu ayrılış "ümmet" anlayışına vurulan ilk darbedir. Arap siyasi hareketlerine, bu süreçte yaşananları bir ibret olarak hatırlatır.Devleti oluşturan unsurlardan başta yasamayı (Meclis) öne çıkarırken daha sonra yürütmeyi ilk sıraya geçirmiştir. Bir hükümet kurulurken padişah-sadrazam-Meclis arasında güvenoyu alınmasını sağlayacak bir işbirliğini gerekli görür. Bugünkü tabirle teknokrat bir koalisyon hükümeti kurulmasına, yürütmeyi zayıflatacağı için karşı çıkar.Örfi İdarenin hatalarının üstünü örtme çabası ve muhalefetin sesini daha gür duyurabileceği açık alan mitinglerine karşı çıkması onun demokrasi anlayışında tespit edebildiğimiz nadir kırılmalardır. Halaskarân Zabitan tehdidi karşısındaki dik duruşu ise takdire şayandır.Ona göre, yasama organının diğer parçası olan Ayan Meclisi'nin varlığı -aristokratik bir geçmişe dayanmadığı için- sadece bir sebeple anlamlıdır: Kanunların hazırlanması sürecinde ihtiyaç duyulan teenniyi sağlaması. Buna rağmen zaten Meclis'in feshinde onay hakkına sahip olan Ayan Meclisi'nin bir de hükümeti düşürebilecek istizah (gensoru), kendi üyelerini seçme gibi haklara sahip olursa sistemdeki tek güç olacağı uyarısını yapar. Meclis müzakerelerinin uzamaması için yaptığı teklifler tam bir uzman görüşüdür. Muhalefet milletvekillerinin iktidarın istediği kanunları engellemek için başvurduğu obstrüksiyon (engelleme) yöntemlerini demokrasi dışı uygulamalar olarak tanımlar.Ocak 1912'de Meclis'in ilk feshinin ardından aynı yıl Ahmet Muhtar Paşa Kabinesi döneminde yeniden feshedilmesi çabasına şiddetle karşı çıkar. Bu amaçla dile getirilen Meclis'in ömrüne dair fikirleri ustaca çürütür.Güçler dengesi bağlamında Meclis'in istizah hakkına karşılık hükümetin cevabın ertelenmesi hakkının hangi dengede olması gerektiğini izah eder. İstizah, güven oylaması ile sonuçlanan bir yöntem olarak kullanıldığı için iktidarın denetlenmesinde daha hafif bir yöntem olarak sual yöntemini teklif eder. Meclis'in adem-i itimad oyuna karşılık Hükümet'in Meclis'i feshetme hakkını düzenleyen 35. maddenin değiştirilmesi meselesi, güçler dengesi başlığının en önemli konusudur. Anayasa'da yapılan 1909 tadilatıyla bu denge İttihad ve Terakki tarafından Meclis lehine bozulmuştur. 1912'de dengenin yeniden kurulması için yapılan teklifin de İttihadçılardan gelmesi muhalifler tarafından şiddetle eleştirilmiştir.Babanzâde, yargı alanında reform ihtiyacını kabul etmektedir. Ancak bunun da tedrici bir şekilde olması gerektiğini savunur. Mahkemelerin tekliği esas olmasına rağmen bir süre daha memurların yargılanması için idari mahkemelerin varlığını sürdürmesi gereklidir. Gezici sulh mahkemelerinin kurulması adi suçların çözümünü hızlandıracaktır. Hâkimlerin ilmi yeterliliklerini artırmak için hukuk mekteplerinin sayısı artırılmalı, gayret eksikliğini gidermek için görevde yükselme şartlarını belirleyen objektif kriterler getirilmelidir.Ordu ve adliye mensubu memurların politikadan uzak durması şarttır. Ancak bu sayede saygınlıklarını koruyabilirler. Küçük düzeydeki memurların halkı bilgilendirmek amacıyla politikayla ilgilenmesi yanlış olmaz, aksi takdirde siyasi güç kısa zamanda yerel zorbaların eline geçer. Memurların sendikal haklara sahip olmaması fikri ise bugün geçerliliğini yitirmiştir.BABANZÂDE İSMAİL HAKKI'S CONSTİTUTİONALİZM İDEA İN THE VİEW OF HİS WRİTİNGS İN TANİNBabanzâde İsmail Hakkı Bey: He is one of the important names of II. Constitutionalizm as an effective intellectual, politician, journalist and an auther.He is a member of Baban Family which is a famous Kurdish tribe in 16. Cc. The founder of Suleymaniye city. He is the brother of Babanzâde Ahmet Naim who is the most powerful represantative of Pan-İslam. After graduation from law school,he worked at Mülkiye and Engineering Schools and wrote articles to İkdam, Tanin, Şura-yı Ümmet newspapers. In addition to his Works about law, he wrote Bismarc biography and the book which he told about Dreyfus matter.He worked as a representative of Bağdat and Divaniye in Grand National Assembly (Mebusan Meclisi). He worked as an Education Minister with İbrahim Hakkı's Goverment. This position was his top career. While he was teaching ,26 th December 1913 at 37 years old he died.When I want to describe his constitutionalism with this thesis, I can say these terms: moderate, improving step by step, legitimacy, devotion on the system of parliament, customs, culture of reconcile.As Babanzâde has seen constitutinalism and democracy the same, I classified his writings as the basic items: majority, pluralism, legislation, propulsion, judgement the diversity of powers, the freedom of press and dominiant of law.In his writings which criticized Şeyhülislam Declaration in 1909 August, it is seen that he focused on soverignity, inspecting the power goverment, the diversity of power and equality.His sociological way of describing the events is important part of his career. Effect and cause, inevitable change, the relation of part and whole, evolutionist approach, the thing that some problems can only be solved by the maturity of the society and the necessity that the innovation must started by the concrete need are some of them.When İttihad and Terakki Party was powerful, his defensing the rivals seat untouchable position of its and the rights of being retired shows his dependancy on democracy.In Sultan Reşat's ascending the throne anniversary writings his supporting increasing the subsidy of sons in law on the behalf of protecting their honour in the assembly refutes the idea of opposition against the throne. But the role of the Sultan is very limited in his system it is a symbolic stage which represents the unity of the nation and the unity of whole country.According to him the people participated in the political power with constitutinaolism. However,they couldn't get endless freedom. They have to look for their right according to the rules and law. The social disorders like bribery, laziness, untidiness can be solved by increasing the level of political and civilized understanding of society.His focusing the concept of pluralism at early period shows his improving the idea of democracy for him weak political movements can only stay alive by strong and coherent ideas.He has some suggestions both to the candidates and voters of İttihad and Terakki in order to be succesful on the complicated voting system. These suggestions are very important for the today's changeable party and democracy understanding.He is opposed to misusing of religious beliefs. He is strongly object to political murders. While he is describing his party's voting success, he is seen to be a strong analisist.The optimism of the press about being the voice of the nation disappears in the labyrinth of political competition. He gave importance to the foundation of press and to the event of preparing a press declaration in order to prevent the disorders in this field. He opposes to foreign press's side in inside policy.The minorities of Ottoman Empire sees the accusation of making them Turkish as a slander. On the other hand,he thinks that the Ottoman policy which will make all the natives and non-natives United is a most that the minorities who demands equality and also demanding their old privilages is seen as a contradiction by him. The event of being a member of the Kurdish Teavün and Terakki Association founded with the aim of culture (1908) and writing many articles in this association's newspaper and defending that it would be wrong to make Kurdish people Turkish refutes that he is a Kurdish. It shows that he is a Kurdish-rooted, intellectual person who is strongly devoted himself to Ottoman idealism.The period in which Albania seperated from Ottoman Empaire reveals a real travma. Because this parting is a real blow for the Muslim Community. He sees it as a sample for the Arabic political movements.He gives importance to legislation but then he finds carrying a law more important than legislation. He thinks a cooperation providing with winning a vote of confidence among Sultan-Grand Vizier and Assembly is necessary. He objects to today's technocrat coalition goverment, because of its dangerous effects on carrying out the law.His effors to conceal the faults of cencorship and his objections to opposition party's demonstrations are his defects of his democracy understanding. However,his standing upwright against the threat of Halaskarân is worth to appreciating.In his opinion, existing Ayan Assembly another part of legislation is only meaningful -because of not depending on the aristocratic past- while laws being pirepared the needed calmness is because provided. Neverthless he warns that if Ayan Assembly has the right to select its own members and to give interpellation in Parliment, it will be the unique power.His suggestions not to last the parliment discussions are totally expert ideas. He identifies the methods which the opposition party's members applied for preventing the power's laws are out of democracy.He is strongly against to the efforts of repealing during Ahmet Muhtar Paşa Kabinet period again after the first repealing of parliment in January 1912. He eliminates the ideas of the life-span of the Assembly.He explains the necessary balance between assembly's interpellation right and goverments delaying right to answer. As interpellation is a method used for voting for trust he proposes as a light method "questioning method" to inspect the goverment.The problem which is about the changing of the 35. Matter the right of repealing the goverment is the most important subject of the power balance. The change in 1909 constitution ,this balance was ruined against the Parliment by İttihad and Terakki. In 1912 the proposal by İttihad and Terakki to rebuild this balance was strongly criticized by the opponents.Babanzâde accepts the need for a change in judgement. But he defends that is should be step by step. Although the courts are the only way to judge, managerial courts must exist to judge the officers for a while. Founding portable peace courts will make the solution the vulgar crimes faster. The number of law schools should be more in order to develop the judge's careers and there should be some objective criteria to improve on their careers and to prevent the effort deficiency.It is a condition for army and judge staff to be away from the policy. Providing that they can protect their esteem. Low-level officers' dealing with the policy is not wrong, otherwise political-power can be subsituted with local tyrants. The officer's union rights have disappeared today.