Aristoteles'in siyasetle ilgili düşüncelerinin, Politika, Nikomakhos'a Etik, Eudemos'a Etik, Atinalıların Devleti ve Retorik adlı eserlerinde yer aldığı söylenebilir. Politika'nın ikinci kitabında sözlerine "sırada devletin biçimini tartışmak ve hangisinin daha iyi olduğunu anlayabilecek durumda olduğumuzu varsayarak bunu anlamaya çalışmak var" diyerek başlayan Aristoteles, bunun için iyi yönetilen bazı devletlerin anayasalarına bakmaya ve, hiç kuşkusuz Platon'u kast ederek, bazı yazarların ütopyalarına bakmaya ihtiyaç duyulacağına işaret eder. Platon'da olduğu gibi, devletten hep site devletini anlayan Aristoteles'e göre, devlet adamıyla devlet, kralla uyrukları, aile reisiyle ev halkı, efendiyle köleleri arasındaki ilişkilerin hep aynı türden ilişkiler olduğunu sanmak yanlıştır. Aristoteles, ne zengin azınlığın ne de yoksul çoğunluğun değil de, ancak ortak çıkarın gözetilmesiyle oluşabilecek orta tabakanın güçlü olduğu ve adaletin kendisiyle tecelli ettiği bir yönetim biçimi olan politeianın oligarşi ile demokrasinin uzlaştırılması sonucunda ortaya çıkabileceğini öne sürer. Demokratik anayasanın oligarşik anayasaya göre isyana ve devrime daha az açık olması nedeniyle ötekine göre daha sürdürülebilir bir nitelik taşıdığı kanısında olan Aristoteles, hem etik hem siyaset anlayışının merkezinde yer alan altın orta ilkesi gereği, güçlü bir orta tabakaya yaslanan anayasanın en güvenli ve en sürdürülebilir bir anayasa olacağından kuşku duymamaktadır. ; It can be said that the thought of Aristotle regarding politics takes place in his works: Politika, Nikomakhos'a Etik, Eudemos'a Etik, Atinalıların Devleti and Retorik. At the outset of his second book of Politika, he argues that "our purpose is to consider what form of political community is best of all for those who are the most competent to realize their ideal of life." To be able to accomplish this, he indicates that we have to examine not only the constitutions of "well-governed states" but also "any theoretical forms", held in esteem. Aristotle undoubtedly refers to Platon and argues that it is a necessity to understand some author's book related with Utopia. As is the case with Plato and Aristotle who always understands a state as the "site," considers that it is wrong to think that the relationship between statesman and state, households and householder, slaves and master are the same kind of it. Aristotle argues that neither rich minority nor poor majority, but the common interest of the middle layer constituted with observance is robust and the politeia, a form of government manifested its own justice, can occur as a result of reconciling democracy with oligarchy. Aristotle, who is of the opinion that democratic constitution is a more sustainable constitution compared to oligarchic constitution due to its less obviousness to rebellion and revolution, in keeping with the principle of the "Golden Middle," located in the heart of both ethics and politics, has no doubt about that constitution leaned on a strong middle class will be the safest and most sustainable constitution.
Özgürlük, mutluluk ve demokrasi Mill'i bir siyaset felsefecisi olarak değerlendirirken üzerinde durulması gereken anahtar kavramlardır. Mill, geleceğin en büyük sorunu olarak gördüğü özgürlüğü düşünce özgürlüğü, eylem özgürlüğü ve bir araya gelme özgürlüğü olmak üzere üç aşamada değerlendirmektedir. Düşünce özgürlüğü için hiçbir sınır koymayan Mill'e göre hiçbir düşünce susturulmamalıdır; zira her düşünce potansiyel olarak bir hakikat barındırmaktadır. Bireylerin her türlü eylem ve bir araya gelme özgürlükleri ise başkalarının refah ve huzuruna zarar verilmediği sürece bakidir. Mill yaşamın amacını mutluluk olarak görürken, mutluluğu birbiri ardına yaşanan hazlar şeklinde tanımlamaktan kaçınmaktadır. Onun ima ettiği mutluluk yalnızca bireyin kendi mutluluğu değil, eylemle ilgili olan herkesin mutluluğudur. Mill'e göre bir toplumun nasıl yönetileceği o toplumun karakteri ile doğrudan ilintilidir. Dolayısıyla Mill ideal bir yönetim şekli iddiasından ziyade toplumun yapısıyla uyumlu bir yönetim şeklinin aranması taraftarıdır. Mill'in siyaset felsefesinde toplumun tüm zorunlu ihtiyaçlarını bütünüyle karşılayacak tek yönetim tüm halkın katıldığı yönetimdir. Toplumun gelişim düzeyi ne kadar yüksekse demokratik yönetimin o toplum için uygunluğu da o derece yüksek olacaktır. Mill demokrasinin çoğunluğun tiranlığına dönüşmesinin engellenmesi gerektiğini savunurken doğru ve yanlış demokrasi arasında ayrım yapmaktadır. Eşit oy hakkı Mill'e göre yanlış bir demokrasi uygulamasıdır. Onun doğru demokrasisinde çoğunluk değil nitelik öncelenmekte ve bu yolla sistemin topluma ahlâkî ve entelektüel açıdan faydalı olması hedeflenmektedir. ; Liberty, happiness and democracy are the key terms of John Stuart Mill's political philosophy. Mill evaluates liberty, he accepts as the most important problem of the future, in three stages as freedom of thought, freedom of action and freedom of aggregation. According to Mill, any restriction of freedom of thought could not be accepted in any case because all kinds of thought include truth as potential. Freedom of action and freedom of aggregation could be restricted just by relying on harm principle that means someone is free in his action as soon as he does not harm other people. Mill, while accepting the aim of life as happiness, avoids describing happiness as the sum of pleasures. Happiness, according to Mill, is not the happiness of individuals but the happiness of everyone related with the action. The regime of a society is directly related with the character of society. Hence, Mill is in favor of searching for a regime compatible with the society rather than ideal regime for all societies. In political philosophy of Mill, the mere administration fulfils the necessary needs of society is the administration whole community participated. The higher developmental degree a society has, the compatibility of the democracy for the related society is higher, as well. Mill discriminates between true and false democracy. In true democracy of Mill, the important factor is not the selection of majority but the property. By this way, he aims to increase the moral and intellectual capacity of the society.
Küresel anlamda yaşanan savaş, çatışma ve ayrımcılık gibi durumlar insanlığın geleceği adına kaygı verici boyutlardadır. Gelecek nesillere barışçıl bir dünya emanet edebilmenin yolu barış eğitiminin önemsenmesinden geçmektedir. Ancak barış eğitiminin okul müfredatlarında yer almasından önce dersin teorik yapısı hususunda belirsizliklerin olduğu dikkat çekmektedir. Söz konusu belirsizliğe istinaden bu çalışmada, barış eğitiminin teorik yapısının oluşumunda felsefeden hangi kazanımların sağlanabileceği tartışılmaktadır. Bu çerçevede öncelikle insani anlamda barış eğitiminin niçin önemsenmesi gerektiği ele alınmaktadır; ikinci adım da ise filozofların barışın sağlanması hususunda ileri sürdükleri bazı teorilerine yer verilmektedir. Üçüncü adımda ise bu düşüncelerden barış eğitimi adına hangi kazanımların elde edilebileceği irdelenmektedir. Özellikle akıl-barış ilişkisi, insan hakları ve barışın mutlak bir değer olarak görülmesi anlayışı söz konusu eğitimin teorik yapısının teşekkülünde başvurulacak değerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Son tahlilde ise mevcut analizler üzerinden bazı tespit ve önerilere ulaşılmaya çalışılmaktadır. ; The problems of war, conflict, discrimination which were suffered globally are in the level of concern for the future of the humanity. The way of leaving a legacy of peaceful world to the following generations may be possible to attache importance to peace education. The ambiguities about theoretical background of peace education draw attention before it is placed on the schools' curriculums as a lesson. This work discuss how philosohpy contribute to establish the theoretical body of peace education against the said ambiguities. In this framework, firstly, it is addressed why it is necessary to give importance to peace education; Secondly, some theories which were argued by philosophers for peacebuilding are articulated. Thirthly, it is analysed what sort of acquisitions from those thoughts on behalf of peace education. Particularly the relationship of intelligence-peace, human rights and the understanding of adoption of peace as an absolute value come out as values so as to establish the theoretical body of the mentioned education. In conclusion, it is tried to provide some deductions and suggestions through the current analyses.
Bu tezde, İran-Türkiye ilişkilerinin, iç politik mücadelelerden ve iki devletin dış politika yöneliminden nasıl etkilendiğinin saptanması amaçlanmış ve bu iki devlet arasındaki ikili ilişkiler Neo-Gramşici Kuram çerçevesinde çözümlenmiştir. Neo-Gramçici Kuram'ın tarihsel blok kavramı ve siyasal toplum-sivil toplum, zorlama-rıza, hegemonya-diktatörlük gibi kavram ikilileri tezin temel kavramsal çerçevesini oluşturmuştur. Çözümlemeler yapılırken, İran-Türkiye ilişkilerindeki "organik" ve konjonktürel dinamiklerin; değişim ve sürekliliklerin saptanması hedeflenmiştir. Kuramsal çerçevenin oluşturulmasından ve İran ile Türkiye'nin iç politik dinamikleri ve dünya düzenine yaklaşımları ana hatlarıyla tartışıldıktan sonra, belirlenen temalardan hareketle ikili ilişkiler çözümlenmiştir. Yapılan çözümlemeler sonucunda tarihsel olarak, iki ülkedeki iktidarların iç tehdit algılarının ve dış politika yönelimlerinin ortaklaştığı durumlarda işbirliğine dayalı, farklılaştığı durumlarda ise rekabete ya da çelişmeye dayalı ilişkiler kurdukları saptanmıştır. İran İslam Devrimi sonrasında Türkiye'nin hegemonik tarihsel blok içerisindeki konumunun özellikle İran'daki Radikaller açısından sorun oluşturduğu ve ikili ilişkileri olumsuz etkilediği görülmüştür. Ayrıca, Türkiye'nin hegemonik/baskın tarihsel blok içerisindeki konumu, yönetici seçkinler ikili ilişkileri geliştirmeyi talep ettiğinde dahi kısıtlayıcı bir etki yapmıştır. Türkiye'nin hegemonik/baskın tarihsel blok içerisindeki aktörlerle arasında bir uzlaşı dengesi oluştuğunda ya da bu aktörlerle ilişkileri olumsuz olduğunda işbirliğinin daha kolay kurulabildiği saptanmıştır. İran'ın karşı-hegemonik aktörlerle işbirliğini arttırmasının özellikle bölgesel sorunlar çerçevesinde İran-Türkiye ilişkilerinin tarihsel bloklar arasındaki mücadeleden olumsuz etkilenmesine neden olduğu görülmüştür. --- The aim of this thesis is to evaluate how Iran-Turkey relations are influenced by domestic political struggles and foreign policy orientations of these two countries. Bilateral relations between these two are analyzed through Neo-Gramscian Theory. Dual concepts of Neo-Gramscian Theory such as historic bloc, political society-civil society, coercion-consent, hegemony-dictatorship constituted the basic conceptual framework of the thesis. Throughout the analysis, to identify the changes and continuities of the "organic" and conjonctural dynamics of Iran-Turkey relations is set as an objective. After setting the theoretical framework and discussing, in a general manner, the domestic political dynamics of Iran and Turkey and their attitude towards the World Order, departing from predetermined themes, the bilateral relations are analyzed. As a result of the analyses, it identified that, historically stating, when the perceptions of internal threat and the foreign policy orientations of the Powers in these two countries are in tune, they build a collaborative relationship; when these become dissimilar, they build a conflicting relationship. It is observed that following the Iranian Islamic Revolution Turkey's position within the hegemonic historical bloc pose a problem, especially for the radicals in Iran, and affects the bilateral relations negatively. Besides, Turkey's position within the hegemonic/dominant historical bloc, even when the ruling elites demanded to improve the bilateral relations, had an inhibitive effect on the relations. It is identified that when a balance for consensus between Turkey and the actors within the hegemonic/dominant historical bloc or when Turkey's relations with these actors are negative, the collaboration between Iran and Turkey can be established more easily. It is observed that the increase in the collaboration between Iran and the counter-hegemonic actors, especially within the framework of regional problems, leads to the result that the struggle between the historical blocs affects the Iran-Turkey relations adversely.
Türkiye?nin ana dış politika yönelimi, ideolojisi ve araçları, ABD ve NATO merkezli olmaya her dönem devam etmiştir. Bazı siyasiler ve entelektüeller, bazı dönemlerde Türkiye?nin farklı bir dış politika eğilimi içine girdiğini iddia ederler. Onlara göre, Türkiye, Batı merkezli bir dış politika yerine Avrasya ya da başka merkezli bir dış politika izlemiştir. Ancak Türkiye?nin bu politikaları da, ABD ve NATO stratejilerinden bağımsız bir şekilde gelişmemiştir.2002 döneminde Adalet ve Kalkınma Parti?sinin iktidara gelmesiyle, dış politikada değişim ve dönüşüm amacıyla ciddi girişimler ve gelişmeler yaşandı. Şüphesiz, bu dış politikada yaşanan bu gelişim ve dönüşümün mimarı Ahmet DAVUTOĞLU ve Davudizm diye ifade edilen dış politika felsefesidir. Türkiye, yeni dış politika ilkeleri istikametinde daha önce ihmal ettiği özelliklede bölgesel güç olma hedefinde Ortadoğu bölgesine dair aktif bir dış politika izlemeye başlamıştır. Ortadoğu?ya dair aktif ve çok yönlü politikalar geliştirirken, Batı ile ilişkilerinde de bir zayıflık söz konusu olmamıştır. Bu da çok yönlü ve alternatifli dış politika yürütmenin sonucudur. Yirmi birinci yüzyıl Türk dış politikasında Davutoğlu algısının ne denli bir başarı sağladığını kestirmek günümüz itibariyle zor. Ancak, uygulanan dış politika felsefesinin Türkiye?nin özelde bölgede genelde ise Dünya?da sözü dinlenir bir aktör konumuna getirdiği açıktır. ; Turkey?s primary foreign policy orientation has continued to be USA and NATO centred throughout all periods. Some politicians and intellectuals put forward that Turkey was in tendecy to a different foreign policy during some periods. They think that Turkey has pursued an Eurasian or another centered foreign policy. Still, these policies have not developed independent of USA and NATO. Upon Justice and Development Party?s coming to power in 2002, remarkable developments were with purpose of change and devlopment in the field of foreign policy. Unquestionably, Ahmet DAVUTOĞLU is the architect of that success concerning change and development in field of the foreign policy, and this success is based on the philosophy of foreign policy that is named as Davudism. Turkey has begun to pursue an active policy in accordance with the new foreign policy principles with the the purpose of being a regional power in the Middle East which was neglected previously. On the one hand, Turkey has developed active and multilateral policies, on the other hand, there has not been any negativity concerning its relations with the West, and this is a result of pursuing a multilateral and multialternative foreign policy. At present, it is difficult to make out how the perception of the Davutoglu has had success within scope of the Turkish foreign policy of twentieth first century. However, it is apparent that the philosophy of foreign policy which has been carried out made Turkey a leading country in the middle east and worldwide.
Tez No: 608388 ; Yüksek Lisans ; Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişle birlikte, toplumsal sorunlara bir cevap olarak ortaya çıkan sosyal demokrasinin yaşadığı gelişim ve yayılma sürecine, Türk siyasi hayatı CHP üzerinden dahil olmuştur. Avrupa'da sanayi devrimini büyük ölçüde tamamlamış olan ülkelerde, ezilen işçi sınıfının haklarını koruma amacıyla dayanışma merkezli ortaya çıkan sosyal demokrasinin Türkiye'de ortaya çıkışının, tabandan yukarıya doğru bir baskıyla oluşmadığı görülmektedir. Çok partili düzene geçişle birlikte Türk siyasi hayatına katılan yeni partilerin kendilerini ideolojik bir düzlemde tanımlama ihtiyacı doğmuştur. 1960 ihtilali sonrası ortaya çıkan yeni siyasi ortam, sol fikir kulüplerinin ve sol söyleme sahip partilerin kurulmasına imkân vermiştir. Özellikle üniversite öğrencilerinin ve aydınların sol düşünceler etrafında toplanmasıyla birlikte, CHP kendisi için aradığı ideolojik söylemi ortanın soluyla yakalamaya çalışmıştır. Başlangıçta, CHP "halka rağmen halk için" felsefesini, sosyal demokrasiyi geniş halk kitlelerine kabul ettirmek için devam ettirmiştir. 12 Mart 1971 askeri müdahalesiyle hız kazanan parti içi mücadele "halk için halkla beraber" felsefesine geçiş yaparak, yeni bir dil kullanmaya başlamıştır. 1965 – 1977 arasında iki farklı sosyal demokrasi yorumunu ortaya koyarak, halktan onay bekleyen CHP, beklediği başarıyı lider kadrolarında ve ortanın solu söyleminde yapmış olduğu değişiklikle yakalamıştır. Bu başarının yakalanmasında, parti programının sosyal demokrat ilkeler doğrultusunda değiştirilmesinin etkisi vardır. ; With the transition from agricultural society to industrial society, it was through CHP that the Turkish political life became part of the development and spread of social democracy that emerged as an answer to social problems. While, in the European countries that considerably completed the Industrial Revolution, solidarity-based social democracy emerged with the purpose of protecting the rights of the oppressed working class, in Turkey, it didn't emerge through a bottom-up pressure. With the transition to the multi-party order, new parties that recently participated in Turkish political life had the need to define themselves on an ideological level. The new political environment that emerged after the 1960 coup allowed the establishment of left-wing clubs and left-discourse parties. Especially with university students and intellectuals gathering around left-wing thoughts, CHP tried to get hold of the ideological discourse that it was seeking, through the left of the center. Initially, CHP continued its "despite the people, for the people" philosophy to impose social democracy on large masses of people. The within-the-party-struggle which accelerated with the military intervention on March 12, 1971 started to use a new discourse by switching to the philosophy of "with the people for the people". While awaiting public approval by putting forward two different interpretations of social democracy between 1965 and 1977, CHP achieved its long-awaited success by changing its leading staff and changing its discourse in the left of the center. Changing the party program in line with social democratic principles has an effect on this success.
Çin Halk Cumhuriyeti 1980'li yıllardan itibaren her alanda (ekonomik, siyasi, askeri) istikrarlı bir kalkınma sürecine girmiştir ve 21. yüzyılda küresel bir aktör olarak dünya siyasetinde yerini almıştır. Yükselen Çin, ABD ve Batılı ülkeleri endişelendirmiş ve bir tehdit olarak algılanmıştır. Çin ise barışçıl bir şekilde kalkındığını iddia etmektedir. Barışçıl kalkınma Konfüçyüs öğretisi/felsefesi temel alınarak oluşturulmuş bir kavramdır. Çalışmada, Konfüçyüs öğretisi ve Çin'in bu öğretiyi temel alarak oluşturduğu dış politika davranışları incelenmiştir. Bu kapsamda, Çin'in yumuşak güç unsurlarını kullanması, uluslararası örgütlere verdiği önem, üçüncü dünya ülkeleri ile ilişkileri ve Modern İpek Yolu projesi (Bir Kuşak Bir Yol) barışçıl bir kalkınma/dış politika izlediğinin temel göstergeleridir. ; The People's Republic of China has entered a stable development process in all fields (economic, political, military) since the 1980s and has taken its place in world politics as a global actor in the 21st century. Rising China worried the USA and Western states and was perceived as a threat. However China claims that it developed peacefully. Peaceful development is a concept based on the Confucian doctrine/philosophy. In the study, the Confucian doctrine and the foreign policy behavior of China based on this doctrine were examined. In this context, China's use of soft power elements, the importance it attaches to international organizations, its relations with third world countries and the Modern Silk Road project (One Belt One Road) are the main indicators that it pursues a peaceful development/foreign policy.
Amerika'nın izlemiş olduğu dış politikalar akademik ortamda sıkça çalışma konusu olmuştur. Bu akademik çalışmada ise Amerika'nın Makyavelist dış politika anlayışı Afganistan üzerinden örnek alınarak incelenmiştir. Machiavelli siyaset biliminin en önemli düşünürlerinden birisidir. Machiavelli, pragmatizm ve realizm konusunda önemli bir düşünce sistemi ortaya koymuştur. Bu anlamda Amerikan dış politikası ile örtüşen Makyavelist siyaset felsefesi, bu akademik çalışma için önemli bir referans noktası olmuştur. Bu çalışmada Amerika Birleşik Devletleri'nin dış politikadaki Makyavelist tarzı, tarihten örnekleri referans alınarak ortaya konmuştur. Amerika'nın Soğuk Savaş öncesi ve sonrasında nasıl bir dış politikaya yer verdiği incelenmiştir ve Makyavelist felsefe ile örtüşen yönleri ortaya konmuştur. Machiavelli'nin devlet anlayışının nasıl olduğu ve gücün nasıl elde edileceği çalışmada incelenmiştir. Diğer yandan Machiavelli'nin prens yani hükümdara yönelik tavsiyelerinin neler olduğuna da yer verilmiştir. Amerika'nın uluslararası sistemde Makyavelizm ile örtüşen dış politika anlayışı çalışmada yer almıştır. Bu anlamda Amerika'nın, Afganistan üzerinde nasıl bir gelişim gösterdiği incelenmiştir. Ayrıca 11 Eylül saldırıları ve gösterdiği reaksiyonlar da ele alınmıştır. Amerika'nın terör saldırıları neticesinde kendi çıkarlarına uygun bir şekilde nasıl bir savunma ortaya koyduğu irdelenmiştir. Bu anlamda Amerika'nın, 11 Eylül Saldırıları sonrasında kendi çıkarlarını Birlemiş Milletler ve NATO nezdinde nasıl koruduğu uluslararası hukuk ve antlaşmalar çerçevesinde incelenmiştir. 11 Eylül Saldırılarına karşılık olarak Amerika'nın Afganistan'ı işgal etmesinin, Amerika için ne gibi bölgesel ve stratejik kazanımlar sağladığı ortaya konmuştur. Bu bağlamda Afganistan işgalinde, Amerika'nın stratejik kazanımları ve uluslararası ilişkilerdeki çıkarcı yani pragmatist tutum şekli, Makyavelist siyaset anlayışı üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır. ; Foreign policies pursued by the United States have been the subject of frequent study in an academic environment. In this academic study, America's understanding of Machiavellian foreign policy has been studied by taking an example from Afghanistan. Machiavelli is one of the most important thinkers of political science. Machiavelli has put forward an important system of thought on pragmatism and realism. In this sense, Machiavellian political philosophy, which overlaps with American foreign policy, has been an important reference point for this academic study. In this study, the Machiavellian style of the United States in foreign policy has been revealed by taking the examples from history. What kind of foreign policy America has included before and after the Cold War has been examined and its aspects overlapping with Machiavellian philosophy have been revealed. How Machiavelli's understanding of the state and how to obtain power is examined in the study. On the other hand, the recommendations of Machiavelli for the prince, the ruler, are also included. America's understanding of foreign policy, which coincides with Machiavelism in the international system, was included in the study. In this sense, how America has developed over Afghanistan has been examined. In addition, the September 11 attacks and their reactions were also discussed. As a result of the terrorist attacks of the United States, it was examined what kind of defense they put forward in accordance with their own interests. In this sense, how America protects its interests before United Nations and NATO after the September 11 attacks has been examined within the framework of international law and treaties. It is revealed what kind of regional and strategic gains the America's invasion of Afghanistan in response to the September 11 attacks. In this context, in the invasion of Afghanistan, the strategic achievements of America and the manner of pragmatist attitude in international relations are tried to be explained through the Machiavellian politics.
ÖZETYENİÇAĞ'DA TOPLUM SÖZLEŞMESİNİN FELSEFÎ TEMELLERİ VE NAMIK KEMAL'E ETKİSİModern dönemle birlikte Batı siyasî düşüncesinde ortaya çıkan toplum sözleşmesi kuramı, insan aklına dayalı siyasal bir örgütlenme biçimi ortaya koymakta ve siyaset alanını tanrısal değerlerden bağımsız bir alan olarak tanımlamaktadır. Buna göre sözleşme kuramı, devletin varlık nedenini ortaya koymakla birlikte, onun nasıl ortaya çıktığına dair de açıklama sunmakta ve yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkiyi sözleşme temelinde izah etmektedir. Sözleşmeyle meydana gelen egemen gücün ötesinde, siyasî mekanizmayı kontrol eden aşkın bir varlık fikrini de reddeden sözleşme kuramı, siyaset alanında gayelilik fikrini ortadan kaldırmıştır. Modern siyaset felsefesinde yaşanan bu köklü değişim, devlet ve devletle ilgili diğer mefhumlar üzerinde ciddi tartışmaların yaşanmasına ve geleneksel kurumların sorgulanmasına zemin hazırlamıştır. Batı dünyasında yaşanan ve yeni bir kurumsal yapılanmayı da beraberinde getiren bu dönüşüm, Avrupa dışındaki devletlerde de etkili olmuştur. Bu etkilerin belki de en çok hissedildiği 19. yüzyılın Osmanlı'sında, modern siyaset felsefesinin temel tezleri dönemin aydınlarınca tartılmıştır. Bu dönemde, siyaset alanında sözleşme benzeri düşünceler öne süren Namık Kemal, hâkimiyeti, tepeden oturtulmuş bir otorite olarak değil de, bireyin tabii haklarının siyaset düzlemine çekilmesine imkân tanıyacak şekilde açıklamıştır. Modern felsefe temelinde siyasî bir teori inşa etmekten ziyade, çökmekte olan imparatorluk için çözüm yolları üzerinde duran Kemal, 19. yüzyıl Batı siyasî kurumlarının, imparatorluk için en uygun model olduğunu düşünmekte ve Batı dünyasında sözleşme kuramının etkisi altında gelişen anayasa, parlamento ve meclis gibi unsurları, İslâm-Osmanlı düşünce ve devlet geleneği üzerinde meşrulaştırmaktadır. Sözleşme kuramını, felsefî temelleri bağlamında değil de, sonuçları itibariyle ele alan Namık Kemal, İslâm-Osmanlı siyasî düşünce geleneğine ait kavramlar ile Batı siyasî felsefesine ait kavramlar arasında senteze gitmeye çalışmıştır. ABSTRACTPHILOSOPHICAL BASIS OF THE SOCIAL CONTRACT IN THE NEW ERA AND ITS INFLUENCE ON NAMIK KEMALSocial contract theory, which appears in Western political thought with Modern ages, puts forward a political organisation based on human mind and defines politics as a field totally independent from calestial values. According to this idea, while introducing the reason of existance of the state, contractarian theory displays how the state arised and explains the relation between the ruler and the ruled in the basis of the contract. In addition to the ruling power, that was formed by the contract, the contractarian theory also refuses the idea of a transcendent being, controlling political mechanism and brought away the concept of intentionality in the field of politics. This dramatic change in modern political philosophy gave way to some serious discussions on state and related issues, and the questioning of traditional institutions. This convertion, that took place in the Western world and brought about a new kind of institutional structure, also affected the countries beyond the continent. The basic thesis of modern political philosophy was discussed by the scholars in the 19th century Ottoman land, where the effects of this convertion were most striking. In this period, Namık Kemal, who offered quasi contractarian ideas in the field of politics, defined sovereignity as a concept that enables the presentation of individual's natural right in politics, rather than explaining it as an externally given authority. Instead of constructing a political theory in modern philisophy, Namık Kemal asserted some solutions for the falling empire, considered Western political institutions as the most suitable model for the empire and legitimated the concepts such as constitution, parliament and congress that developed under the influence of contractarian theory, on the Islamic-Ottoman thought and state tradition. Handling the contractarian theory in terms of its consequences, rather than handling it on philosophical basis, Namık Kemal tries to make a synthesis between the concepts of Islamic and Otoman tradition and Western thought.
Ekonomik, siyasal, teknolojik, konjonktürel, sosyal, uluslararası vb. birçok alandaki gelişimler zaman zaman devlet mekanizmasında da kısmi veya kapsamlı değişimleri zorunlu hale getirebilmekte ve kendini yeni şartlara uyarlama ve dönüşüm ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Ancak köklü ve gelenekselleşmiş yapılarda bu dönüşüm kolay olmamaktadır. Bu çalışma, öncelikle devlette dönüşümün meşruiyet kaynağını tartışmakta, daha sonra yerel yönetimlerde dönüşümün kaynakları üzerinden hareketle yerel yönetimlerde – ve özellikle de hizmet sunumundaki- değişim anlayışını tartışmakta; nihayet yerel yönetimlerdeki anlayış değişiklikleri bağlamında 'hizmet sunumunda, pazarlama yaklaşımı' konusunu tartışmaktadır. Çalışma, yerel yönetimlerdeki hizmet sunumunda pazarlamadaki 'kar amaçsız kuruluşlar için pazarlama' ve 'müşteri odaklılık' çerçevesinde yaklaşmanın, belediye hizmetlerine yeni bir anlayış ve yaklaşım getireceğini ve yaklaşımın modern yerel yönetim felsefesine daha uygun olacağını iddia etmektedir. ; The developments in the areas such as economic, political, technologic, social and international make it necessary the – partial or comprehensive- changes in the government structure time to time and necessitate the adaptation and transformation of the government to the new conditions. However, that transformation is not easy for long-established and traditional structures. This study firstly discusses the basis of legality of transformation in the government, and then discusses the understanding of the change – especially in the services delivery- in local governments with respect to the bases of the transformation in local administrations. It finally discusses the 'marketing approach in services delivery' in the frame of changes in local government understanding. The study claims that the 'marketing for non-profit organizations' and 'customer based marketing' approaches would develop new understanding and open new dimensions in the delivery of public services in local governments and that approach would suit better to the modern local administration philosophy.
Türkiye'de liberaller arası bölünmeyi ele alan bu çalışma, yaklaşık elli yıl arayla kurulan ve benzer süreçleri yaşayan, iki önemli liberal sivil toplum kuruluşunun ayrışmalarını konu edinmektedir. Bu sivil toplum kuruluşları; 1947 yılında Ahmet Emin Yalman ve Ali Fuat Başgil tarafından kurulan Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti ve Atilla Yayla ile Mustafa Erdoğan'ın 1992 yılında kuruculuğunu yaptıkları Liberal Düşünce Topluluğu'dur. Ülkede, tek parti yönetimine karşı, 'liberal değerler' üst söylemiyle mücadele veren Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti, çok partili hayata geçiş ile birlikte, kimlikler üzerinden 'liberal kavrayış farklılıkların' açığa çıkması sonucunda dağılmıştır. Yalman'ın liberalizme bakışı Batılılaşma, serbest girişim, ilerleme, basın özgürlüğü ve yabancı sermaye gibi unsurlar etrafında şekillenirken, Başgil liberalizmi, daha çok muhafazakâr kesimin, düşünce, din ve ibadet özgürlüğü olarak algılamaktadır. Başgil'in görüşlerindeki baskın muhafazakâr içerik, Yalman tarafından aydınlanma ürünü olan liberal felsefeye tamamen zıttır. Cemiyet, Başgil ve Yalman'ın ortak hedefi olan Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinin ardından, liberal öz ile muhafazakâr eğilimler arasındaki sınır noktasında sorun yaşayarak bölünmüştür. Dünyada kabul gören liberalizm kavrayışı ile Türkiye'de algılanan liberalizm pratiğinde açığa çıkan benzer bir paradoks, Liberal Düşünce Topluluğu'nun iki önemli ismi Mustafa Erdoğan ile Atilla Yayla arasında yaşanan fikirsel ayrışmanın da temelini oluşturmuştur. Liberal düşüncenin merkezi olan Batıda, liberalizmin evrensel ilkeleri: bireycilik, özgürlükler, hukukun üstünlüğü, rekabete dayalı piyasa düzeni, demokrasi ve sınırlı devlet gibi sayısını çoğaltabileceğimiz unsurlardır. Bu ilkelerle birlikte, bugün liberalizmden bahsederken salt bir kavram ya da ideolojiden değil, dünya genelinde mutlak kabul gören genel bir siyasi ve uluslararası düzenden bahsetmekteyiz. Türkiye'de ise daha çok liberal fikirlerle muhafazakârlık vii içiçe geçmiş görünmektedir. Türkiye'de "sağ-liberal" geleneği temsil eden Liberal Düşünce Topluluğu (buradaki "sağ" kelimesi, liberal yelpazedeki tercihleri değil, kökenini ifade etmektedir) sağ muhafazakâr çevreden gelip liberal fikirleri temelde kabul eden fakat geçmişte sahip olduğu muhafazakâr refleksleri koruyan bir grubu işaret eder. Liberal Düşünce Topluluğu içinde ağırlıklı olan, Anadolu kökenli, orta-alt sosyo-ekonomik sınıftan beslenen bu damar, topluluğun muhafazakârlar ile kentli, sekülerle dindar arasında bir köprü görevi görebilmesi gibi ülkeye has bir işleve de sahiptir. Ancak Gezi Olayları ile birlikte muhafazakâr iktidar ile modernist milliyetçi kesimler arasında beliren derin fikir ayrılıkları, Liberal Düşünce Topluluğu'nun geçmişteki rolünü sorgulamasına ve nihayetinde topluluğun bölünmesine yol açmıştır. Benzer diyalektiklere sahip Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti ile Liberal Düşünce Topluluğu'nu karşılaştırarak Türkiye'de liberalizmin kapsamlı bir fotoğrafını da çekmeye çabalayan bu çalışma, ülkede liberal ilkeleri savunma iddiasında bulunan entelektüel kesimin, egemen ideolojiye mensup; liberal hoşgörü ve otonom birey ilkelerine sahip birer cemiyet üyesi olmaktan çok, siyasi tutum arayışında birer cemaat mensubuna dönüşerek, ideolojilerini salt bir doktrin olmaktan ziyade iktidar ekseninde (yakınlık/karşıtlık) konumlandırmalarını göstermesi bakımından ilginçtir. ; This thesis compares two non-governmental organizations, Association for Liberal Thinking (ALT) and Society for the Propagation of the Free Ideas (SPFI), who have adopted liberal ideas but dissented with an interval of 50 years. To compare these two historically similar cases allows us to make a dynamic and real analysis of liberalism in Turkey. The concept of liberalism in the Western world which creates modernity, liberal philosophy, liberal ideologies and transfers it to societies like us in the form of "modernization", contain universal principles adopted by the whole world today. The whole international order has shaped on liberal principles. Therefore, when talking about liberalism, we should not ignore that we are talking about common denominators of people, life, political order and international system, which adopted as a common denominator and dominant in the world today, not from ideologies, concepts or structures of philosophy. Liberal debates in Turkey along with the dichotomy within the community of Association for Liberal Thinking should be assessed by taking into account the overall hegemony. ALT is a group of people predominantly from right conservative circles who have met with liberalism thereafter and could not completely get rid of their old habits. With these features, they have served as a bridge between conservatives and urban, secular-modern segments. When there was a clear opposition between the conservative power and modern segments due to the Gezi events, the ALT had difficulty playing this role within itself and was divided into two groups that criticize each other fiercely. When the Democratic Party came to power in 1950, Başgil and Yalman, who founded the SPLT, opposed the Single Party administration, but later they differentiated just like ALT. ix ALT in Turkey represents "right-liberal" tradition. However, the word "right" here expresses the origin, not the preferences in the liberal spectrum. The dissociation in ALT, according to the origin criteria, is not a principled but a right-left conjunctural purification. In 1950, a strong despute on liberalism took place between Yalman and Başgil. The Single Party Period was over, and the multi-party life started. In the struggle of liberalism. Yalman and Başgil lost their common enemy. While Yalman sees liberalism as a necessary element for westernization, free enterprise, progress, freedom of press and foreign capital; Başgil views liberalism as the worship freedom of the conservative segment. However, according to Yalman, Başgil's views were not compatible with the liberal view, which is the product of western philosophy and enlightenment. That's why, measures taken against religion were suitable and appropriate. The separation between Mustafa Erdogan and Atilla Yayla triggered by the Gezi events was a conjunctural rather than a principled one which is related to the attitude towards the government. The dynamics of this decomposition showed that, there is a huge gap between liberalism in the world and liberalism in Turkey.
ÖZETAVRUPA BİRLİĞİ MALİ YARDIM POLİTİKASI VE TÜRKİYE – AB MALİ YARDIMLARININ İÇERİĞİİkinci Dünya Savaşı sonrası birleşme hareketlerinden biri olan Avrupa Birliği, kuruluş felsefesi olan "dayanışma" ilkesini uygulamaya koyarak kendi içinde ekonomik ve sosyal dengesizlikleri ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Avrupa Birliği bu amaçla kendi üyelerine yapmakta olduğu mali yardımları, aday ülkelere ve aday olmayan diğer ülkelere de yaparak mali yardımların önemi ve çeşitliliği artmıştır. Hibe veya kredi şeklinde yapılan bu mali yardımlardan ülkemiz de, aday ülke olarak yararlanmaktadır. Bu çalışma ile Avrupa Birliği mali yardım politikası ve ülkemizin bu doğrultuda mali yardımlardan yararlanma süreci anlatılmaya çalışılmıştır. Avrupa Birliği mali yardımlarından en çok yararlanan üye ülkeler; Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İrlanda gibi az gelişmiş ülkeler olup, bu ülkeler yapılan mali yardımlar sonucu kayda değer ekonomik gelişmeler göstermiştir. Türkiye ise aday ülke statüsüyle yapılan mali yardımlardan yeterli ölçüde yararlanamamıştır.ABSTRACTEUROPEAN UNION FINANCIAL ASSISTANCE POLICY AND THE CONTENT TURKEY – EUROPEAN UNION FINANCIAL ASSISTANCEEU is the unificiation movement after World War II that aimed to disappear inequalities regarding economical and social imbalances as practicing "solidarity" principle which is the main philosophy of the establishment. With this purpose, EU expanded it's contributions and contribution types not only towards the members but also the candidate and non-candidate countries .In this case, the importance of the contribution has been increased. As the candidate, our country has also been granted with these financial supports as donation or credit With this work, EU Financial assistance policy and process of benefiting from this financial assistance have been tried to explained. The candidate countries which have been benefiting from EU Financial assistances mostly are the underdeveloped countries Greece, Spain, Portugal and Ireland. The above mentioned countries have been remarkably developed as the result of having these financial assistances. However, Turkey could not have been benefited sufficiently from the financial assistance with the candidate country status.
Bu çalışma, sınırlı bir ekonomik işbirliği örgütü olarak ortaya çıkan Avrupa Birliği'nin kendisine atfedilen ?Ekonomik Dev, Siyasi Cüce? kimliğini değiştirmek için ortaya koyduğu politikaları içermektedir. Ayrıca, Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenliğine yönelik tehlikelerden olan yasadışı göç ve küresel terörizm, özellikle Akdeniz ve Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere Avrupa Birliği için ciddi tehlikeler oluşturmaktadır. İşte bu yüzden Avrupa Birliği özellikle Akdeniz ve Ortadoğu ülkelerinden gelen bu tehlikelere karşı Karl Deutsch'un ortaya attığı ?Güvenlik Toplum Modeli?ni bu ülkelerde uygulamaya çalışmaktadır. Bu siyasi teorinin ana felsefesi Avrupa kıtası ve çevresinde bir barış ve istikrar düzeni yaratmaktır. İşte bu yüzden Akdeniz ve Ortadoğu Bölgesi, başta ekonomik yönden olmak üzere siyasi ve sosyal açılardan AB'nin kendi güvenliğini sağlaması ve demokratik istikrarın sağlanabilmesi AB için hayati bir önem taşımaktadır. İşte bu çalışmada tüm bu soruların cevapları bulunmaya çalışılmıştır. ; This study includes that policies EU which is emerged as a limited economical organization of cooperation put forward to change his identity referred to him as ?economical giant, political midget? Moreover after the World War II, illegal migration and global terrorism which are dangerous against security of Europe causes serious dangerous especially first Mediterranean and Middle East countries and European Union Therefore EU tries to carry out ?Model of Security Community? which Karl Deutsch set forth in these countries against the dangers stemming from especially Mediterranean and Middle East countries. The main philosophy of this political theory is to create a peaceful and steady order in the continent of Europe and its around. Henceforth, Mediterranean and district of Middle East is of serious importance for Europe to provide its security and democratic steadiness in the sense of firstly economic political and social. In this study it is aimed to find answers to all these questions.
ÖZET Tez çalışmamızın birinci bölümünde, genel anlamda muhafazakarlık kavramı ele alınmıştır. Bu bağlamda siyaset felsefesi açısından muhafazakarlık kavramının tarihsel gelişimi incelenmiştir. 20.yüzyılda muhafazakar felsefenin değişimi ele alınarak, Anglo Saxon ve Amerikan Muhafazakarlığı'na yer verilmiş, muhafazakarlık kavramının demokrasi ve ekonomi kavramları ile olan ilişkisi irdelenmiştir. Birinci bölümün son kısmında ise; günümüz Türk Siyaseti'nde gündem oluşturmakta olan muhafazakarlık ve modernite ilişkisi, Türk sağının felsefi manada muhafazakarlık kavramının neresinde olduğu ve muhafazakar demokrasi ve İslamcılık arasındaki farklar üzerinde durulmuştur.Çalışmamızın ikinci bölümü olan Türk Siyasi Hayatı'nda Muhafazakarlık Yaklaşımı bölümünde ise; Osmanlı'nın son döneminden başlayarak tarihsel süreç dahilinde muhafazakarlık kavramının siyasi hayatımızdaki yeri konu edilmiştir. İncelememizin diğer bölümünde ise; Türk Basını'ndaki muhafazakar kimlik olgusu başlığı altında basınımızdaki teknolojik yenileşme ve holdingleşme sürecinin başlangıcına değinilmiştir. Buna bağlı olarak holdingleşme süreci ve bu süreçte flulaşan medya-siyaset-ticaret üçgenindeki ilişkiler ağına vurgu yapılmıştır. Dönemin muhafazakarlıkla ilgili haber başlıkları seçilmiş örnekler yardımıyla, Hürriyet ve Yeni Şafak Gazeteleri'nin bakış farklılığı belirtilerek aktarılmıştır.1980'li yıllardan itibaren Türkiye Kapitalizmi'nin yeni stratejik tercihleriyle paralel biçimde basın endüstrisinin basın dışı sektörle bütünleşerek, yapısal bir dönüşüm sürecine girdiği gözlenmiştir. Bu dönüşümün sonucunda basın büyük sermaye gruplarının eline geçmiş ve geleneksel işlevlerini neredeyse tamamen yitirmiştir. Araştırmamızın son bölümü olan analiz bölümünde ise; Hürriyet ve Yeni Şafak Gazeteleri'nin 2001-2011 döneminde Ocak-Nisan-Ağustos-Aralık aylarının ilk haftalarındaki sayılarının incelemesi sonucu elde edilen bulgular içerik analizi yöntemi ile değerlendirilmiştir.Analiz sürecinde yapılan detaylı çalışmada döneme ait haberler; haber sayısı, haberlerin yer alış biçimleri, konuları ve haber değer kuramı açısından incelenmiştir.ABSTRACTIn the first chapter of our thesis study, the concept conservation has been considered in the general sense. Within this context, the historical development of the concept conservation has been studied in terms of political philosophy. By taking account of the change of conservative philosophy in the 20th century, the Anglo Saxon and American Conservatism has been considered, and the relationship of the concept conversation with the concepts democracy and economy has been studied in-depth. And in the last section of the first chapter, the relationship of conservatism and modernity which presently sets the agenda in the Turkish Policy, and the matter of that the Turkish rightist wing take place in which part of the concept conservatism in philosophical sense as well as the differences between conservative democracy and Islamism have been considered. And in our study's second chapter which is titled the Approach of Conservatism of the Turkish Political Life, the place of the concept conservatism in our political life within the framework of historical process starting as from the last period of the Ottomans has been considered. And in the other chapters of our study, under the title of the conservative identity phenomenon in the Turkish Press, the beginning period of the technological innovation and conglomerating (becoming a holding) process has been reconsidered. In line with this, the conglomerating process as well as the network of the relationships within the triangle of media-policy-trade have been emphasized. The news headlines relating to the conservationism of the mentioned period have been transmitted with the help of the selected examples by particularly emphasizing the diversity of views of Turkish Hurriyet Daily and Yeni Safak Daily. It has been observed as of 1980's that Turkey has entered a structural process of transformation in such a way that the press industry has integrated the out-of-the press sectors in line with the new strategically preferences of the Capitalism. At the end of such transformation, the press has fallen into the hands of the big capital groups, and almost fully lost its traditional functions. And in the our study's last section titled the analysis, the findings obtained at the end of the studying the figures of the first weeks of the months of January-April-August-December of the 2001-2011 periods of the Turkish Daily Hurriyet and Yeni Safak have been evaluated through the analytical method of contents. In the study so made in details during the period of analysis, the news relating to relevant period as stated herein have been studied in-depth in terms of the number of news, and the replacing the distributing of such news, and the subjects serving and distributing to any third parties.
ÖZETKOOPERATİFÇİLİK EĞİTİMİNİN ÜLKEMİZDEKİ DURUMU VE KOOPERATİF TARZI YAPILANMAMIN ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARINDA UYGULANMASI, BURSA ÇAĞDAŞ EĞİTİM KOOPERATİFİ ÖRNEĞİ Başarılı kooperatifçiliğin yolu, kooperatif ortakları ve çalışanlarının kooperatifçilik konusunda eğitiminden ve gençliğin bilinçlendirilmesinden geçmektedir. Kooperatifçilik hakkındaki ön yargıların ve olumsuz imajın ortadan kaldırılabilmesi için kamuoyunun kooperatifçilik ilkeleri ve felsefesi hakkında doğru bilgilendirilmesi gerekir. Avrupa da ve dünyada okulların özelleşmesi giderek yaygınlaşmaktadır. Avrupa da özelleşme yolu ile okullaşma oranı -30'lar seviyesindedir. Maalesef bu oran ülkemizde % 2 seviyesindedir. İşte burada ülkemizde eğitim kooperatifçiliğimizin geliştirilerek özel okul, yurt, üniversite vb. kurumları faaliyete geçirebilmek için bazı kolaylıkların ve teşviklerin ilgililere sağlanması gerekmektedir. Kooperatifleşme suretiyle kurulacak olan öğretim kurumlarının şartlarının, diğer öğretim kurumlarından avantajlı olması durumunda eğitim kooperatifleri ülkemizin her yöresinde ve bölgesinde açılabilecek ve böylelikle de fırsat ve imkan eşitliğinin sağlanmasına katkı sağlanabilecektir. ABSTRACTSTYLE AND COOPERATIVE EDUCATION STATUS OF COOPERATİVES İN OUR COUNTRY TO THE PRİVATE EDUCATİON INSTİTUTİONS İN THE İMPLEMENTATİON, OF THE SAMPLE BURSA MODERN EDUCATION COOPERATIVE.The way to the successful Cooperative System is to train the partners of the Cooperative and the employees on Cooperative System and is to raise the awareness of the youth on Cooperative System. In order to eliminate the prejudices and the negative attitudes about the Cooperative System, public must be informed truly about the Cooperative principles and the philosophy. It is widespread that, both in Europe and in the world, the schools are privatized. The proportion between the privatization and the schooling in Europe is about 20- 30 %. Unfortunately, this proportion in our country is about 2 %. In order to improve the educational Cooperative in our country, and to activate institutions like private school, dormitory and university, etc., some incentives and facilities must be given to the people who deal with these institutions. When/if the conditions of these institutions founded by way of Cooperative are better than the other educational institutions, educational Cooperatives will be able to be founded in each part and region of our country, and, thus, it will contribute to providing the facility equality .