JOHN STUART MILL ON JUSTICE IN PROPERTY
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 64, Heft 3, S. 149-165
ISSN: 1309-1034
31 Ergebnisse
Sortierung:
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 64, Heft 3, S. 149-165
ISSN: 1309-1034
In: Milletlerarası münasebetler türk yıllığı: The Turkish yearbook of international relations, S. 001-008
In: Liberal Düşünce Dergisi, Heft 111, S. 39-62
Bu makale özel mülkiyetin yasal teorisi hakkındadır. Özel mülkiyet varlıklar üzerinde meşru yasal otorite veya devlet tarafından onaylanmış bir dizi haktır ve bu yönü ile varlıklar üzerindeki kontrol anlamına gelen sahiplikten farklılaşmaktadır. Mülkiyetin gücünü devlet tarafından desteklenen ve uygulanan yasal sistemden alması onun yasal olarak inşa edildiği anlamına gelmektedir. Özel mülkiyetin yasal olarak
inşasının iktisadi olarak iki önemli sonucu vardır. Birinci sonuç sermaye oluşumuna etkisidir. Bu etki özel mülkiyetin teminat rolünden veya hukukun bazı varlıklara tanıdığı ayrıcalıklardan kaynaklanabilmektedir. İkincisi ise çeşitli kanallarla gelir ve servet eşitsizliğine neden olmasıdır. Sermaye oluşumu yoluyla iktisadi gelişmeye katkı sağlarken, aynı zamanda eşitsizliğe de neden olması ikincisini azaltmaya yönelik farklı politika gereksinimlerini ortaya çıkarmaktadır.
In: Liberal Düşünce Dergisi, Band 0, Heft 109, S. 127-154
Kurumsal yapı içerisinde yer alan mülkiyet hakları konusu, kişisel refah ve ekonomik kalkınma için her geçen gün artan bir önem kazanmaktadır. Ancak birçok ülkede yasal ve resmi mülkiyet haklarını elde edebilmek için önemli engeller var olmaya devam etmektedir. Acaba gerçekten mülkiyet haklarının bir ülkenin ekonomik kalkınmayı başarma yeteneği üzerinde etkisi var mıdır? Şu ana kadar mevcut araştırmaların ortaya çıkan bu ihtiyaca ne kadar iyi cevap verdiği bilinmemektedir. Bu durum, mülkiyet hakları araştırmalarına duyulan ihtiyacın artmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, bu çalışma, literatürde mülkiyet hakları araştırmalarının nasıl geliştiğini ortaya çıkarmakta ve mevcut eğilimleri belirlemektedir. Sonuçlar, mülkiyet haklarının hızla büyüyen bir araştırma alanı olduğunu, ancak araştırmanın teorik temelini güçlendirecek tutarlı ampirik çalışmalar geliştirmeye ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Araştırmaların çoğunluğu güvenli mülkiyet haklarına ve kurumsal
bir ortama sahip olan ülkelerin, insan refahının çeşitli ölçütlerinde daha yüksek düzeylere ulaştığını apaçık göstermektedir.
In: ViraVerita: disiplinlerarası karşılaşmalar, Heft 16, S. 7-29
ISSN: 2149-3081
Eşit gözetim ilkesi, bir eylemin ahlaki anlamda doğruluğuna karar verirken eylemden etkilenenlerin benzer çıkarlarını gözetmeyi gerektirir. İnsan harici hayvanların da hissedebilir varlıklar olması sebebiyle bu değerlendirmeye dahil edilmesi hayvan etiğinin temellerinden biridir. Ancak bazı kuramcılar insan harici hayvanların gerek yasal anlamda gerekse halihazırdaki toplumsal normlar bağlamında mülk olarak konumlandırılmalarının hayvanların ahlaki bakımdan kayda değer bir biçimde gözetilmelerine engel teşkil ettiğini öne sürmektedir. Buradan yola çıkarak, eşit gözetimin mümkün olabilmesi için insan harici hayvanların mülk statülerinin kaldırılmasını ve "başkasının mülkü olmama hakkı" olarak tanımladıkları hakkın tüm hissedebilir varlıklar için bir temel hak olarak tanınmasını önermektedirler. Bu makalede, insan harici hayvanların mülk statüsünün kaldırılması yönündeki argümanlar ve bu argümanlara getirilen eleştiriler detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
In: Turkish journal of Middle Eastern studies: Türkiye ortadoğu çalışmaları dergisi, Band 9, Heft 1, S. 217-256
ISSN: 2147-7523
Son zamanlarda İranlılar Türkiye'ye hatırı sayılır bir biçimde ilgi göstermişler ve bunların bir bölümü de bu ilgiyi konut alımıyla bir göç sürecine dönüştürmüşlerdir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye'ye konut alımıyla göç eden İranlı göçmenlerin itme-çekme ve ilişkiler ağı teorileri başta olmak üzere, göç teorileri ışığında göç etme nedenlerini analiz etmektir. Bu nedenle, göç süreçlerinde İran'ın itici faktörleri ve Türkiye'nin çekici faktörlerine odaklanılmış ve ilişkiler ağının önemi anlaşılmaya çalışılmıştır. Çalışmanın konusuna uygun olarak 22 katılımcıyla yarı yapılandırılmış görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Katılımcılara kartopu örnekleme yöntemiyle ulaşılmış, COVID-19 salgını nedeniyle görüşme formları kendilerine dijital yollarla iletilmiştir. Yapılan görüşmeler göstermiştir ki İranlı göçmenler için İran'ın yarı açık bir toplum özelliği sergilemesi, dengesiz ekonomik koşullar sunması ve eğitim sisteminde gözlemlenen aksaklıklar birer itici faktör olarak göçü tetikleyen etmenler olmuştur. Buna karşın Türkiye'nin açık toplum olarak nitelendirilmesi, daha dengeli ekonomi, taleplere daha çok cevap veren eğitim sistemi ve medyanın yumuşak güç işlevi gibi faktörler İranlılar için çekici etmenler olmuştur.
In: Liberal Düşünce Dergisi, Heft 107, S. 35-64
İbn Haldun'un Mukaddime adlı eseri tarih, tarih felsefesi, sosyoloji, siyaset, yönetim, vd. ilim sahalarının yanı sıra hem iktisada hem de politik iktisada ilişkin de zengin bir muhteva sunmaktadır. İbn Haldun'a göre bir uygarlığın kalkınmasını ve gelişmesini sağlayacak unsurlardan bazıları serbest piyasa ve dışa açık bir uluslararası ticaret yapısı, optimal vergi oranları, istikrarlı ve bağımsız bir para otoritesi, adalet ve mülkiyet haklarının temini, toplumun yenilikçi yapısı, bağımsız düşünmeye dayalı eğitim sistemidir. İbn Haldun'un iktisadi düşüncesinin hareket noktası üretim ve istihdam artışını sağlayacak mekanizmaların devreye konulmasıdır. İbn Haldun, üretimi engelleyen her türlü formel ve informel yapıya, hükümetlerin fiyatlara müdahalesine, monopol bir piyasa yapısının oluşturulma çabalarına şiddetle karşı çıkmaktadır. İbn Haldun, bir devletin kurulması için asabiyet ve mal/para gibi iki unsurun zorunlu olduğunu ifade eder. İbn Haldun'a göre devletin bozulmasına ve çöküşüne neden olan esaslar bu iki unsurun zayıflığından ileri gelir. Yapılan çalışmada, bir diğer kurucusu unsur olan, mal/para konusu ele alınmıştır.
Tarih boyunca Devletlerin varlık ve siyasal güçlerinin, hükmettiği toprakların büyüklüğü ve stratejik önemi ile ilişkili olduğu görülmüştür. Bu yüzden toprak, hemen her devirde ekonomik gücün temel kaynağı ve bağımsızlığın sembolü olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte, son yıllarda bütün dünyada etkisini göstermekte olan küreselleşme; toprağın bir kısmının yabancılara satışı suretiyle serbest dolaşımını gündeme getirmiştir. Bu uygulamalar, ulus devletler için toprak üzerindeki hâkimiyetin gayri millî unsurların ve sermayenin eline geçmek suretiyle, egemenlik gücünün zayıflaması endişelerini beraberinde getirmektedir. Bu endişeler, Avrupa Birliği'ne geçiş süreci içerisinde bulunan ülkemiz için de mevcuttur. Öte yandan, hızla artan nüfusun getirdiği geçim sıkıntıları, toprağın çoğaltılamaz olması ve doğal kaynakların tükenmesi gibi tehditler de mevcuttur. Dolayısıyla iyi bir arazi yönetim politikasının oluşturulması ve uygulanması gerekmektedir. Bu çalışmada, Avrupa Birliği (AB) yolunda siyasi ve stratejik açıdan oldukça önemli bir konuma gelmiş bulunan ülkemizin, yabancıların taşınmaz edinimi konusunda nasıl bir politika izlemesi gerektiği hususu ele alınarak bazı önerilerde bulunulmuştur. ; During the history, it is seen that big sticks and presence of the states are related to magnitude and strategic importance of land in which these states dominate. Therefore, in every period, land has been accepted as the main source of economical power and the symbol of independence. However, in recent years, globalization affecting the entire world puts free movement of land in selling partly to foreigners down on the agenda. These applications have disconcerted nation-states that its sovereignty power will get weak while the authority on the land passes into the hands of non-domestic factors and capital. These fears exist for Turkey as well, which is process of transition to the EU. On the other hand, threats such as living difficulties because of fast mounting population, non- reproduction of land and consuming of natural resources also exist. Accordingly, application and constituting of a well-working land administration policy has been required. In this study, some suggestions have been made concerning how the policy of our country, which arrive at an important location in the terms of political and strategic on the way to the EU, should be with regard to foreigners' real estate acquisition.
BASE
Tez ÖzetiBu tez çalışmasında ilaç sektörü özelinde fikri mülkiyet haklarının küresel ölçekte yükselişi ve bu yükselişe paralel olarak farklılaşan devlet stratejileri analiz edilmiştir. Çalışmanın temel amacı temel "ilaçta fikri mülkiyet haklarının global ölçekte sıkılaştırılmasına bazı gelişmekte olan ülkeler direnç gösterirken diğerleri neden göstermemiştir?" sorusuna cevap bulmaktır. Bu soruya cevap bulabilmek için, John M. Hobson'un İkinci Dalga Neo-Weberyan Devlet Yaklaşımı'ndan yararlanılmış ve uyarlanan bu yaklaşım karşılaştırmalı ülke örneklerine dayanılarak incelenmiştir. Bu amaçla Hindistan, Brezilya, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Türkiye örnek ülkeler olarak seçilmiştir. Elde edilen bulgulara göre, devletlerin kendi politik önceliklerinde ortaya çıkan farklılıklar, altyapısal gücünde ve yoğunlaşma derecesindeki farklılıklar ve ulusal/uluslararası devlet dışı aktörlerle kurulan ilişkilerde farklılıklar –Bu çalışmada ulusal/uluslar arası devlet dışı aktörler olarak yerli ilaç firmaları, yabancı ilaç firmaları, yabancı devletler, iktisadi entegrasyonlar ve Sivil toplum örgütleri ile tüketiciler seçilmiştir.- farklılaşan devlet stratejilerinin kaynakları olarak görülmüştür. Bahsedilen teorik kurgu çerçevesinde Hindistan ile Brezilya yüksek direnç gösteren, Güney Afrika Cumhuriyeti orta seviyede direnç gösteren ve Türkiye direnç göstermeyen (uyum gösteren) ülkeler kategorisinde değerlendirilmiştir. Thesis Summary In this thesis study, the global increase of intellectual property rights in particular pharma sector, and state strategies varying according to this increase are analyzed. The aim of this study is to find an answer to the question of "Why did some of the developing countries resist to the tightening up of global intellectual property rights while some other ones didn't?" John M. Hobson's second wave Neo-Weberian State Approach is followed and analyzed according to the comperative country examples in the study. India, Brazil, South African Republic and Turkey is chosen as example countries. According to the findings of the research, differences in the political priorities, substructural power and concentration level are the sources of differeces in countries' strategies. Local and foreign pharmaceutial companies, economic integrations, non-governmental organizations, and consumers are chosen for this study as national and international non-state actors. In the frame of above mentioned theory, India and Brazil are classified as highly resistant, South Africa is classified as medium resistant and Turkey is classified as a non-resistant (compatible) country.
BASE
Birleşmiş Milletler kuruluşundan bu yana özellikle 90'lı yıllardan sonra aktif olarak uluslararasası barış ve güveniği koruma kapsamında etkin kararlar almaya başladı. Özellikle Yugoslavya kriziyle birlikte uluslararası toplumda uluslararası barış için bir umut doğdu. Artık soğuk savaş sona ermiş her iki bloğa ait devletler bir araya gelerek uluslararası barış için birlikte karar alabilir duruma gelmiştir. Hatta BM Güvenlik Konseyi uygulamalarında uluslararası ilişkilerde esaslı bir kural olan "iç işlerine karışma yasağı" (BM Sözleşmesi'nin 2/7. md) sebebiyle devletler arasında çatışma yokluğuna dayanan barışın "negatif barış" olarak anlaşılmasından yanında, bir devletin içinde de barış içinde birlikte yaşamayı ifade eden "pozitif barış" anlamıyla da uygulanması düşüncesi doğmaya başladı. Fakat bu umut uzun sürmedi. Rusya'nın kısa sürede kendini toparlamasıyla birlikte yine uluslararası toplumda çıkarlara dayalı kararlar alınmaya başlandı. Mali krizi bu alanda alınan son ortak kararlardan birisidir. Bu çalışmada Mali krizi çerçevesinde BM Güvenlik Konseyinin uluslararası barışın negatif anlamının yanında positif anlamı da kararında esas almış mıdır, sorusunun cevabı aranmaktadır. ; The United Nations (UN) has adopted effective resolutions since its foundation, particularly during 1990's, for the sake of promotion and protection of global peace and security. Especially following the UN's firm stance for the Yugoslavia crisis, the hopes for global peace have remarkably raised. The Cold Was had come to the end and the states from the opposite alliance blocks of the Cold War were enabled to make decisions altogether in order to protect global peace. In the UN Security Council's practice, even the idea that the concept of "positive peace," which regards the internal peace of states as a matter to be addressed by international community, could substitute the concept of "negative peace," which implies the peace situation only among states and does not regard internal peace of states because of the main principle of non-intervention enacted in Article 2/7 of the UN Charter.Nevertheless, these hopes could not last long. As Russia could gather its strength after a short while, the decision-making mechanism of the international community became solely interest-based once again. In this article, the author is trying to examine the question whether the UN Security Council has endorsed the concept of "positive peace" or "negative peace" while its approach to Mali case, which is a remarkable international crisis occurred in 2000's.
BASE
In: Politics
The Science of Wealth was written by Münif Pasha, who features large in our history of science and philosophy. The work was used as a textbook by the Ottoman Law School, and took its place among the texts that carried modern economic knowledge to the Ottoman world of thought. The period that started in the second half of the 19th century and continued up until the foundation of the Republic was a time of remarkable contributions to economic literature. The fact that The Science of Wealth remains an important part of this body of literature and reflects the economic knowledge of period in its discussions served as the basis for In The Science of Wealth, Münif Pasha defends the idea of a liberal economy, although his criticisms of some of the views of Adam Smith and Malthus differentiate his work from other books in the economics field at the time. Issues, such as private property, the division of labour, freedom of industry and trade, fixed pricing, customs and interest, all of which are highly important in the creation of a liberal transformation to an economic, political, administrative, legal, religious and social structure, are among the headings in the Science of Wealth. The original, translated and simplified texts allow the work to reach a broader audience. It is hoped that the study will increase the level of interest in our economics and science history literature
In: Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
ISSN: 1309-9302
In this study, it is aimed to address the problems that arise with the development of the digital economy thanks to the digital transformation experienced with the Fourth Industrial Revolution (Industry 4.0), and to explain what needs to be done by suggesting solutions in order to support the digital economy with a sustainable development model. Since 1996, when the concept of digital economy was first introduced in the literature, the concept of digital economy has been used as a keyword in studies (more than 130) published in the database (ScienceDirect, Wiley, Taylor&Francis, Springer, SSRN, DergiPark) and in many scientific papers. Due to the Covid-19 epidemic, which emerged in 2019 and was effective on a global scale, the fact that individuals meet their basic needs and many needs through digital platforms has led to the acceleration of digital transformation and entrepreneurship, the development of new production models, and the diversification of digital marketing and digital economy tools. With the acceleration of the digital transformation process, positive developments have been experienced in the context of the digital economy. However, this situation has brought along some problems such as unemployment concerns, digital security problems, tax, audit and financial reporting problems, problems in the supply of qualified personnel, difficulties in protecting intellectual property rights, and selling low quality or counterfeit products. In addition to the benefits provided by the digital economy that develops with digital entrepreneurship, it makes the work unique by addressing the problems that will arise in social and economic terms and offering solutions for them.