Bir devletin, siyasi sınırları içinde işlenen suçları soruşturabilmesi ve kovuşturabilmesi, egemenlik hakkının bir sonucu kabul edilmektedir. Ancak bir ülkenin başka bir ülkede işlenen suçlarla ilgili yargı yetkisi kullanabilmesi ancak istisnai hallerde söz konusu olabilmektedir. Türk Ceza Kanunu'na göre esas itibariyle ülkesellik ilkesi kabul edilmiş olmakla birlikte evrensellik, şahsilik, ikame yargı ilkesi çerçevesinde vatandaşların hatta yabancıların bir başka ülkede işlediği bir kısım suçlarda Türk mahkemelerinin yargı yetkisine ve Türk kanunlarının uygulanabilirliğine imkân tanınmıştır. Bu çalışmada Türk Ceza Kanunu'nun yer bakımından uygulanması açısından kabul ettiği temel ilkelere değindikten sonra yabancı ülkede işlenen suçlarda Türk kanunlarının uygulanabilirliğinin koşulları ve Türk mahke melerinin yargı yetkisi üzerinde durulmuştur. ; A state can investigate and prosecute crimes that are committed within its political borders and it considered as a result of right of independence. However, exercising the judicial power for the crimes that are committed in other country can be possible in the exceptional circumstances only. According to Turkish Criminal Code, as well as the fundamental principal is the principal of territoriality, within the scope of the universality, personality, the principal of substitution jurisdiction, authority of Turkish Courts and the applicability of Turkish laws has been allowed in some crimes committed by citizens and even foreigners in a foreign country. In this study, primarily the fundamental principles of Turkish Criminal Code have been mentioned from the point of the application of Turkish Criminal Code in regard to the authority and then the applicability of Turkish Laws and the authority of Turkish Courts for the crimes that committed in foreign country has been emphasized.
Gelişen dünyada uluslararası ilişkiler ve etkileşimler artmıştır. Bunun bir sonucu da yabancılık unsuru içeren uyuşmazlıkların ortaya çıkması olmuştur. Kural olarak yerel bir uyuşmazlık, uyuşmazlığın çıktığı ülkenin yargı organlarınca çözüme kavuşturulur. Ancak yabancılık unsuru içeren bir uyuşmazlık ulusal bir yargı organınca çözülse bile yargılama sonucu tesis edilen hükmün uyuşmazlığın tarafı olan kişilerin ülkelerinde de etki doğurması artık zorunlu bir hal almıştır. Yabancı yargı organlarınca tesis edilen kararların başka bir ülkede hukuki sonuç doğurması ise ancak o ülke makamlarınca tanıma ve tenfiz prosedürü işletildikten sonra mümkün olmaktadır. Bu tanıma ve tenfiz prosedürünün şartlarını ise kararın etki doğuracağı ülkelerin kendileri belirlemektedir ; In the developing world, international relationships and interactions have increased. As a consequence, disputes including foreign element arise between nations. As a rule, a domestic dispute has to be resolved by national courts. Despite, it is solved nationally, the solution also needs to result in parties countries. A foreign judgment can be effect as a "judgment" in another country, only after a process of recognition and enforcement and conditions of the recognition and enforcement of a foreign judgment can only be determined by the law of this country
Modern devletin vazgeçilmez unsurlarından biri olan egemenlik anlayışı önemli bir dönüşüme uğramıştır. Bugün Jean Bodin'in kurumsallaştırdığı; mutlak, bölünemez ve sürekli olarak nitelendirilen klasik egemenlik anlayışından bahsetmemiz mümkün değildir. Klasik egemenlik anlayışının geçirdiği dönüşümün çeşitli sebepleri bulunmaktadır. Bu sebepleri hukuk devleti, insan hakları, kuvvetler ayrılığı prensibi ve uluslararası kuruluşlar olarak ifade etmemiz mümkündür. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan uluslararası kuruluşlar devletlerin egemenliğine müdahale konusunda oldukça dikkat çekicidir. Egemenlik anlayışının geçirdiği bu dönüşüm sırasında dünya birçok katliama ve savaşlara tanıklık etmiştir. Bu doğrultuda da önce ad hoc mahkemeler kurulmuş ardından da Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kuruluşuna giden süreç başlamıştır. 17 Temmuz 1998 tarihinde kabul edilip, 1 Temmuz 2002'de yürürlüğe giren Roma Statüsü ile de Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuştur. Devlet egemenliğine önemli bir müdahale anlamına gelen Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin yargılama yetkisi konusunda tamamlayıcılık ilkesinin kabul edilmesiyle, devlet egemenliğine yapılan müdahalenin daha aza indirgenmesi amaçlanmıştır. Aynı zamanda da Statü'ye taraf olacak devlet sayısını arttırmak amaçlanmıştır. ; Our understanding of sovereignty, which is one of the essential factors of modern state, has undergone a significant transformation in time. Today, it is impossible to mention a classical understanding of sovereignty which was institutionalized by Jean Bodin as; absolute, indivisible and perdurable. There are various reasons that caused the transformation of classical sovereignty; it can be said that these reasons are constitutional state, human rights, principle of separation of powers and international organizations. The international organizations, especially established after the First and Second World Wars, are quite significant instruments in the process of intervening to the sovereignty of states. During the transformation of understanding of sovereignty, the world had witnessed numerous massacres and wars. In this respect, firstly ad hoc tribunals had been established, after that the process towards the establishment of International Criminal Court started. International Criminal Court was established with Rome Statute which was acknowledged on July, 17, 1988 and inured on July, 1, 2002. Through the acceptance of complementarity principle in terms of International Criminal Court's jurisdiction, it is intended to minimize the intervention to the sovereignty of states. Also, it is aimed to increase the number of states parties to the Statute.
Avrupa Birliği Ortaklık Mevzuatı'nda gerçek kişilere tanınan serbest dolaşım özgürlüğü, Kurucu Andlaşma'da yer alan hükümler gereğince tüzel kişilere de uygulanabilir niteliktedir. Bu durumun sonucu olarak herhangi bir Birlik üyesi devlette kurulan bir ticari şirket, Birlik'e üye diğer devletlerde, herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmaksızın ticari faaliyette bulunabilecektir. Serbest dolaşım ve yerleşme özgürlüğü tüzel kişilerde, şirket merkezinin bir ülkeden diğerine taşınması; ya da diğer ülkelerde şube veya bağlı şirket açılması yoluyla sağlanmaktadır. Üye devletler, serbest dolaşım ve yerleşme özgürlüğü ilkesi uyarınca yabancı şirketlerin, ülkelerinde ticari faaliyette bulunmasına kısıtlama getiren iç hukuk hükümlerinden kaçınmak durumundadır. Tüzel kişilere tanınan bu iki hakkın altında yatan temel gaye ise yerli-yabancı şirket ayrımının ortadan kaldırılması suretiyle sermaye akışının hızlandırılması ve ortak pazar ekonomisinin sağlanmasıdır. Ancak üye devletlerin iç hukuk hükümleri ve kanunlar ihtilafı mevzuatlarındaki farklılıklar, uygulamada büyük sorunlara yol açmaktadır. Çalışmanın konusunu da; uygulamada karşılaşılan bu sorunların Ortaklık Mevzuatı ve Avrupa Birliği Adalet Divanı kararları ışığında incelenmesi oluşturmaktadır. ; The freedom of mobility granted to natural persons in the European Union Association Legislation is also applicable to the member state legal persons as per the provisions in the Founding Treaty. As a result, a commercial established in an EU member state can conduct commercial activities without any limitations in other EU member states. Freedom of mobility and establishment in legal persons is realized through the relocation of the corporation headquarters from one country to the other or through establishment of branches or affiliated corporations in other countries. Member states are obliged to refrain from legislating national legal provisions which restrict the commercial operations of foreign corporations in their country pursuant to the principle of freedom of movement and establishment. The main purpose of these two rights granted to the legal persons is to increase capital flow and promote common market economy through the ablosihment of foreign – domestic corporation distinction. However, the differences between member states' national legislation and the legislation regarding the conflict of laws lead to crucial problems in practice. This study focuses on the examination of these problems in the light of Association Legislation and the decisions of the European Union Court of Justice.
Anayasa Mahkemesi kurulduğu 1962 yılından bu yana, sadece TBMM kararlarını iptal etmekle kalmayıp, aynı zamanda en tartışmalı siyasi konularda da konum alan önemli bir aktör olarak ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, Mahkeme'nin rolünü ve diğer siyasi aktörlerle ilişkilerini açıklayan geniş bir literatür oluşmuştur. Bu makalenin iki temel amacı vardır: (i) 1962-1980 yılları arasında Mahkeme ile diğer siyasi aktörler arasındaki ilişkileri analiz etmek ve (ii) bu ilişkinin gelişimini ve doğasını açıklayan alternatif bir teorik çerçeve önermek. Makalede Ran Hirschl'ün Hegemonik Koruma Tezi aracılığıyla Anayasa Mahkemesinin rolünü açıklayan baskın görüş eleştirilecek ve Joel Migdal'ın Toplum-içinde-Devlet yaklaşımına dayanarak alternatif ve daha nüanslı bir açıklama önerilecektir.
Çalışmaya konu olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararında, tanık ile taraf arasında söz konusu olan menfaat ilişkisinin tanığın beyanının güvenilirliğini ortadan kaldıracağı ifade edilmiştir. Tanık, tanığı olduğu olaylara ilişkin bilgilerini aktarırken aslında hâkimin zihninde olayı yeniden canlandırmakta ve olaya ilişkin bir kanaate ulaşmasına zemin hazırlamaktadır. Aksi yönde ciddi ve inandırıcı deliller ortaya konulmadıkça tanığın doğru söylediği kabul edilmektedir. Tanığın beyanının güvenilirliğinden kuşku duyulmasını gerektirecek bir husus var ise, taraflara bunu iddia ve ispat etme imkânı tanınmalı, hâkim de bu durumu göz önünde bulundurmalıdır. Bu açıdan tanığın davanın taraflarıyla iş ilişkisi içerisinde bulunması beyanının geçersizliği sonucunu doğurmamalıdır. Bir yandan tanık beyanının hukuk hayatında arz ettiği önem ve aynı işyerinde çalışmanın tanıklık bakımından kanuni bir engel sayılmaması, diğer yandan aksi yönde ciddi ve inandırıcı deliller olmadıkça tanığın doğruyu söylediğinin kabulü, çalışmanın konusunu teşkil eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının bu hususlar çerçevesinde incelenmesini gerekli kılmıştır. ; The study is related to the evaluation of the General Assembly of the Supreme Court desicion which is about the witness of one of the parties made in the case of a business relationship. The witness actually reenact the event in the mind of the judge regarding the events when transferring information and the judge will provide the basis for reaching a conclusion regarding the incident. In this context that is accepted that, unless there is another evidence to the contrary, the witnesses being told the truth and also only a business relationship does not make the witness statement invalid. However, at this point the testimony of the witness is enough to raise doubt as to where the relationship is located, in that case, both parties to prove this claim and both judges considering these elements has authority to make the assessment. For this reason, the significance of the evidence and a witness that can be used in practical life and by lawing there is the lack of limitation about business relationship and also unlike both the serious and the adoption of the witness telling the truth unless there is convincing evidence necessitated reassessing the decision within the framework of the examination.
Genel idari yargı Danıştay, bölge idare mahkemesi, idare ve vergi mahkemesinden oluşmaktadır. İdare ve vergi mahkemeleri ilk derece mahkemeleridir. Bölge idare mahkemesi istinaf mahkemesi iken, Danıştay hem ilk derece mahkemesi hem de temyiz merci, idare ve vergi mahkemeleri ise ilk derece mercileridir. Bu mahkemeler arasında görev uyuşmazlığı, olumlu görev uyuşmazlığı ve olumsuz görev uyuşmazlığı olarak görülebilmektedir. İlk derece mahkemeleri olan Danıştay, idare ve vergi mahkemeleri arasında, istinaf merci olan bölge idare mahkemesi ile temyiz merci olan Danıştay arasında, Danıştay daireleri arasında ve bölge idare mahkemesi daireleri arasında görev uyuşmazlıkları çıkabilmektedir. İdari yargıda çıkan bu görev uyuşmazlıklarının çözümü ve çözümünde yetkili olan makamların tespiti önem arz etmektedir. ; The general administrative judiciary consists of the Council of State, the district administrative court, the administrative and tax courts. Administrative and tax courts are first-instance courts. While the district administrative court is the appeal court, the Council of State is both the first-instance court and the appellate court, and the administrative and tax courts are the first-instance courts. These courts can be seen as a dispute of duty, a dispute of positive duty and a dispute of negative duty. The Council of State, the first instance courts, may have disputes between the administration and tax courts, between the regional administrative court, which is the referral authority, and the Council of State, the appeals body, between the Council of State offices and the district administrative court offices. The resolution of these disputes in the administrative judiciary and the determination of the authorities that are competent in the solution are important.
Demokratik sistemlerin vazgeçilmez ve hayati unsuru olan siyasi partiler, temsili demokrasinin yerine getirilmesinin yanı sıra, çağdaş demokrasinin temel niteliği olan "çoğulculuk" ilkesinin hayata geçirilmesinde de önemli rol üstlenmiştir. Türkiye'de Anayasa ve kanunlarda birtakım yasaklarla sınırlandırılan siyasi partiler, söz konusu sınırların ihlali nedeniyle kapatma davaları ile karşı karşıya kalmış ve bu davaların sonucunda ilgili partilere pek çok kez kapatma yaptırımı uygulanmıştır. Hukukumuzda siyasi parti kapatma nedenlerine Anayasamızda açıkça yer verilmiştir. Bunlardan "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" ilkesi nedeniyle verilen siyasi parti kapatma kararlarında Anayasa Mahkemesinin anılan ilkeyi çok katı uyguladığına ilişkin çeşitli eleştireler bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kapatma kararlarıyla ilgili olarak çeşitli ihlal kararları vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarında bir taraftan bölümez bütünlük ilkesinin korunmasına özen gösterirken, diğer taraftan da demokratik ilkelerin hayata geçirilmesini de gözetmelidir. Bu kapsamda ifade hürriyeti ve örgütlenme özgürlüğü hem 1982 Anayasası hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında korunan en önemli temel haklardın ikisidir. ; Political parties, which are indispensable and vital elements of democratic systems, have played an important role in the implementation of the principle of "pluralism", which is the basic feature of contemporary democracy, as well as the fulfillment of representative democracy. The limited number of political parties prohibited in the Constitution and law in Turkey, said that faced with due to the border closure cases of violations and closure many times the parties concerned as a result of this case was applied. The reasons for closing political parties in our law are clearly stated in our Constitution. There are various criticisms that the Constitutional Court applied the principle very strictly in the political party closure decisions made due to the principle of "indivisible integrity of the state with its country and nation". The European Court of Human Rights has also issued several violation orders in relation to closure decisions by the Constitutional Court. In the Constitutional Court decisions, while paying attention to the protection of the principle of indivisible integrity, on the other hand, it should also consider the realization of democratic principles. In this context, freedom of expression and freedom of association are two of the most important fundamental rights protected under both the 1982 Constitution and the European Convention on Human Rights.
Bu çalışmada, anayasacılık düşüncesinin gelişimi, özelde de politik anayasacılık anlayışının mahiyetinin 1961 Anayasası üzerinden değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Anayasacılık akımı doğal hukuk, toplum sözleşmesi ve kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde geliştirilmiştir. Anayasacılık temelde siyasal iktidarın keyfi yönetimine karşı temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alınmasıyla birlikte bu iktidarın denge-fren mekanizmasıyla kontrol altında tutulmasını amaçlamaktadır. Politik anayasacılık, anayasanın toplumla olan bağlarına dikkat çeker. Anayasanın asıl sahibini kurucu iktidar olarak görmez; toplum iradesinin bizzat sahibi olan halkı esas alır. Politik anayasacılık anlayışı, özünde politik bir metin olan anayasaların, siyasal iktidar ile toplum arasında imzalanan bir sözleşme niteliğinde olması gerektiğini ve bu durumun da anayasaların sosyo-politik meşruiyetini arttırıcı bir unsur olduğuna vurgu yapmaktadır. 1961 Anayasası yapım sürecinde uygulanan "kurucu meclis" sistemi anayasanın toplum sözleşmesi niteliğinde oluşu açısından önemli olmakla birlikte, meclisin oluşumu ve halkı temsil niteliğinin eksikliği yönünden demokratik bir şekilde gerçekleşmemiştir. 1961 Anayasası, çoğulcu demokratik düzeni gerçekleştirebilmek için bir dizi hüküm kabul etmiştir. Bunlardan belki de en önemlisi Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşudur. Anayasanın üstünlüğü ilkesi teorik düzeyde ifade edilmekle yetinilmemiş, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi yoluyla gerçek güvence ve müeyyidesi sağlanmıştır. Çift meclis sistemi ile parlâmentonun çoğunluk gücüne dayanarak keyfi uygulamaları engellenmek istenmiştir. Hak ve özgürlükler alanında ise sistemli ve ayrıntılı düzenlemeler yoluna gidilmiştir. Ancak bütün bu düzenlemelerin yanında özellikle 1971 ve 1973 yıllarında yapılan değişiklikler ile askerî otoritenin sivil otorite karşısında ayrıcalıklar elde edeceği düzenlemeler getirilmiştir. ; In this study, it is aimed to evaluate the development of constitutional thought, in particular the nature of political constitutionalism through the 1961 Constitution. Constitutionalism has been developed within the framework of natural law, social contract and the principle of separation of powers. Constitutionalism mainly aims to guarantee fundamental rights and freedoms against the arbitrary administration of political power and to keep this power under control by the checkbalance mechanism. Political constitutionalism draws attention to the bonds of constitution with society. It does not consider the real owner of the Constitution as constitutive power; it considers the people who are the owners of the will of society. The concept of political constitutionalism emphasizes that constitutions, essentially political texts, must have the characteristics of a contract signed between political power and society, which in turn increases the socio-political legitimacy of constitutions. Although it is important in terms of being a constitution of society, the "constituent assembly" system applied in the 1961 Constitution was not democratic in terms of the constitution of the assembly and the lack of representation of the people. The 1961 Constitution adopted a number of provisions to achieve a pluralistic democratic regime. Perhaps the most important of these is the establishment of the Constitutional Court. The principle of the supremacy of the Constitution was not satisfied by being expressed at the theoretical level, but by the judicial review of the conformity of the laws to the constitution, real assurance and sanctions were provided. With the dual-parliamentary system, it is desired to prevent arbitrary applications based on the majority power of parliament. As to the field of rights and freedoms, systematic and detailed regulations have been made. However, amendments made in 1971 and 1973, along with all of these regulations, introduced regulations for the military authority to obtain privileges in the face of civilian authority.