Iş ve aile yaşamını uzlaştırma politikaları: emek piyasasında toplumsal cinsiyet eşitliğine doğru
Equal pay for equal work; women's rights; Turkey
17 Ergebnisse
Sortierung:
Equal pay for equal work; women's rights; Turkey
In: Türkiye İş Bankası kültür yayınları
In: Genel yayın 3162
In: Bilig, S. 1-22
This article examines the rationale behind the Turkish Cypriot position on the Two-State solution in Cyprus. The analysis consists of three interrelated parts. Initially, the question of whether Turkish Cypriots are entitled to 'peoplehood' that can exercise the right of self-determination according to international law is discussed. This is followed by evaluating the reasons driving the Turkish Cypriot side to exercise the right of self-determination and whether Turkish Republic of Northern Cyprus (TRNC) fulfills the criteria for statehood. In accordance with arguments carried out in the previous sections, the final part delves into the reasons for the Turkish Cypriot position on the Two-State solution in Cyprus in detail. It is argued that Turkish Cypriot people possess all of the attributes of statehood and are entitled to the same rights and status as the Greek Cypriot side currently exercises. Therefore, reinstating Turkish Cypriot people's rights by reaffirming their sovereign equality and equal international status is necessary for a just and sustainable settlement in Cyprus.
In: http://hdl.handle.net/11499/3060
Bu çalışmada; `Kürt Sorunu'nun, Türkiye'nin modernleştirilmesi sürecinde benimsenen jakoben vatandaşlık anlayışı ve radikal reform süreci ile bağlantılı olduğu ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Kendine özgü tarafları olsa da, Türkiye'nin modernleştirilmesi sürecinin Batı dünyasındaki felsefî ve siyasî düşünceler doğrultusunda şekillenmesi, `Kürt Sorunu'nun ele alınmasında Batılı demokrasilerdeki vatandaşlık anlayışının gelişiminin incelenmesini gerektirmektedir. Bu amaçla, Batı demokrasilerinde benimsenen jakoben vatandaşlık anlayışı, klasik liberal vatandaşlık anlayışı ve son olarak çokkültürlü vatandaşlık anlayışı ele alınmıştır. Etnokültürel problemlerin çözümünde, jakoben vatandaşlık anlayışı ve klasik liberal anlayışın yetersizliği ortaya koyulurken, âdil ve hakkaniyetli çözüm noktasında, farklılıkların eşit değerde tanınıp saygı göreceği çokkültürlü vatandaşlılığın iyi bir alternatif oluşturabileceğine dair argümanlar incelenmiştir. Çokkültürlü vatandaşlık ve grup hakları bağlamında, 1989 sonrasında `Kürt Sorunu'nun çözümü için siyasî partiler ve sivil toplum örgütleri tarafından kamuoyuna sunulan raporlar incelenmiştir. Gerek raporlarda gerekse çokkültürlülük savunucularının söylemlerinde ortaya konulduğu gibi, ulus-devletin homojen ulusal kimlik öngören ortak vatandaşlık anlayışı, günümüzde toplumsal birliği sağlamaktan uzaktır. Toplumsal birlik, soyut bir ortak vatandaşlık anlayışından ziyade ortak din ve kültürel değerlerin paylaşımı ile kültürel kimlik haklarının tanınıp saygı göreceği bir sosyopolitik yapı içerisinde sağlanabilir. Fakat, çokkültürlülük savunucularının ortaya koyduğu gibi, azınlıktaki grupların liberal ilkeleri benimsememesi durumunda özyönetim haklarının tanınması söz konusu olamaz. Bu kapsamda, tüm muhaliflerini şiddet yoluyla baskı altına alan P.K.K. çizgisindeki Kürt siyasî hareketinin özerklik taleplerinin kabul edilemeyeceği, grup haklarının tanınmasını savunan çokkültürcü düşünürler tarafından da ortaya konulmuştur. Özet olarak, bu çalışmada; Batının azınlık problemleriyle mücadeledeki tecrübeleri, çokkültürlülük savunucularının bu tecrübeler ışığında azınlık problemlerine yönelik çözüm önerileri ve 1990'dan itibaren siyasî partiler ve sivil toplum örgütlerinin `Kürt Sorunu'na ilişkin çözüm önerilerini içeren raporları, `Kürt Sorunu'nun çözümüne katkı amacıyla incelenmiştir. ; In this study, it is revealed that, `Kurdish Question? is deeply tied with the adoption of jacobin citizenship approach and of authotratic radical reform process in Turkey. Despite its own pecuilarities, the modernization process in Turkey was shaped by mainstream philosophical and political ideas in Western world. So that, the perception of citizenship in Turkey are needed to be extensively analysed in context of Western politics, when `Kurdish Question? is taken into consideration. In order to realize the roots of `Kurdish Question?; the jacobin citizenship approach, the classical liberal citizenship approach and lastly, the multicultural citizenship approach are thought to be analysed together. Within this scope, the deficiency of both jacobin approach and the classical liberal approach in solving ethnocultural problems are stated expressly. Then, for fair solutions, multicultural citizenship approach is analysed as a good alternative. Thereinafter, some declared reports about the solution of `Kurdish Question?, which are prepared by political parties and non-govermental organizations in Turkey after 1989, are analysed in context of multiculturalism. As it strongly shown that, both in declared reports about `Kurdish Question? and in arguments of multiculturalist thinkers, the imposition of homogeneous national identity by the nation-state is far from bringing the unity of nation. Rather than fictious common citizenship, national unity can be achieved by sharing common cultural values and religion in a sociopolitic environment where citizens get their cultural identity rights and get respect. Recognition of ethnocultural differences on equal basis, rather than opressing them, plays an important role in solving ethnocultural problems. But minority demands for authonomy don?t always provide fair solutions for ethnocultural problems. At that point, the defenders of multiculturalism claim, as long as the minority groups don?t adopt liberal principles, self-government rights can?t be allowed. Within this multicultural context, it is clear that authonomy claims of P.K.K. leading Kurdish nationalist movement, which opressed the opposition in Kurdish society by violence, can?t be allowed. To sum up; in this study, experiences of Western democracies about ethnocultural problems and multicultural approch?s solutions for these problems and the research reports prepared and declared for `Kurdish Question? in Turkey since 1990?s, are evaluated for the sake of contributing to the solution process.
BASE
Kapalı toplum yapısı ve kendine özgü geçmişi ile pek çok tartışma konusuna yol açan Alevilik, Cumhuriyetin kuruluşu ve modernleşme dönemi sonrasında farklı boyutlarda incelenmeye başlanmıştır. Belirtilen tartışma konuları arasında Aleviliğin tanımlanması, İslam dini içerisindeki konumu, sosyal ve kültürel değerleri ve siyasal açıdan otoritenin karşısında olan tutumları yer almaktadır. Güncel tartışmaların ise 90'lı yıllardan itibaren Türkiye'nin AB üyeliği süreci ile başladığı, siyasallaşma ve modernleşme ile birlikte zorunlu din dersleri, cemevleri gibi hususlarla devam ettiği görülmektedir. Türkiye'de göç ve kentleşmenin etkilerinin de yaşamın Alevlerin özel yaşamlarına ilişkin hayat tarzları ve ritüelleri üzerinde farklılaşmaya neden olduğu söylenebilir. Bu çalışmada, Türkiye'deki Alevilerin 1998 yılından itibaren Avrupa Komisyonu tarafından oluşturulan Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında nasıl değerlendirildiği ve bu değerlendirmeye karşın Alevilerin nasıl bir tutum sergilediklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda, çalışmanın teorik bir araştırma olması kapsamında öncelikle literatüre taraması tekniği kullanılarak veri tabanlarından elde edilen dergi ve makaleler, bildiriler, raporlar incelenmiş, Yüksek Öğrenim Kurumu resmi sitesi aracılığıyla da yüksek lisans ve doktora tezlerine ulaşılmıştır. Çalışma sonucunda Alevilerin AB İlerleme Raporlarında azınlık olarak görüldükleri, genellikle dini ve sosyal açıdan değerlendirildikleri, bu değerlendirmede ibadet yerleri, eğitim, eşit ve özgür haklar tanıma konuları ele alınmıştır. Raporlarda Alevi inancına ilişkin bilgiler de içeren yeni din kültürü ve ahlak bilgisi ders kitaplarının yayımlanması ve bazı illerde Alevi vatandaşların evlerinin işaretlenmesine yönelik adli soruşturmaların başlatılması olumlu gelişmeler olarak görülürken; kamu görevinde ayrımcılık ve ibadet yeri olarak cemevlerinin tanınmaması sorunlarının devam ettiği görülmektedir. Sonuç olarak Alevilerin talep ettikleri özgürlüklerine hâlâ kavuşamadıkları, bu durumun Türkiye'de bulunan çoğunluğun kültür farklılığı ve genel siyasi durum ile ters düşmesinden kaynaklandığı söylenebilir. ; After the foundation of the Turkish Republic and then modernization period, Alevism which led to many discussions with its encased society characteristics and own history, has begun to be studied in varying dimensions. The discussion topics include the definition of Alevism, its position in Islam, its social and cultural values, and its attitudes towards politics against the authority. It has been seen that the current debate is that from the 90's onwards, Turkey has started with EU membership process, politicization and modernization together with compulsory religious lessons and Cemevleri (temples). It is suggested that the influences of immigration and urbanization in Turkey cause differentiation in life styles and rituals related to the private lives of Alevis. In this study, it is aimed to determine how the statue of Alevis living in Turkey was seen as well as the attitudes Alevis have through the European Union Progress Reports prepared by the European Commission since 1998. For this purpose, in the scope of being a theoretical research of the study, primarily journals and articles, reports and reports obtained from the databases by using the literature search technique were examined and master and doctoral dissertations were obtained through the official site of the Higher Education Institution. In conclusion, the Alevis were treated as minorities in the EU Progress Reports, where religious, social, and worship places, education, and equal rights were generally assessed. The publication of new religious textbooks including information on Alawi belief and the initiation of judicial investigations on marking the homes of Alevi citizens in some cases were seen as positive developments; it is observed that the problems of discrimination and public worship in Cemevleri are not recognized. As a result, it can be argued that the freedom demands of Alevis are still unable to meet, and that the majority in Turkey is in conflict with the cultural diversity and general political situation of Alevis.
BASE
In: http://hdl.handle.net/20.500.11787/1037
Türkiye'de demokratikleşme sürecinde 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesi ve Kırşehir Basını isimli çalışmamda ilk olarak demokrasi, demokratikleşme, ihtilal gibi kavramların anlaşılması gerektiği düşüncesindeyim. Demokrasi, vatandaşların, devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Cumhuriyet halkın egemenliğine dayanan bir sistem, demokrasi ise cumhuriyetin uygulanış şekillerinden biridir. Demokrasiye uygun bir şekilde yaşama biçimine ise demokratikleşme denilmektedir. İhtilal, Bir ülkenin siyasal, sosyal ve ekonomik yapısını veya yönetim düzenini değiştirmek amacıyla kanunlara uymaksızın kuvvet kullanarak köklü bir değişiklik için yapılan militarist bir hareketidir. Ülkemizde yaşanan askeri müdahalelerin gerekçeleri; ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak olarak gösterilmiştir. Geçmişte çeşitli sebeplerle yaşanılanlar da göstermiştir ki demokrasinin işlemesi ve yürütülmesi için çalışan parlamento kapatılarak demokrasi ve demokratikleşme sağlanamaz. Müdahaleyi yapanların her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciye başvurulamazlığı sağlayan anayasa maddesi 2010 referandumu sonrası değiştirilmiş ve o dönemle ilgili yargılama 13 Eylül 2010 tarihinde başlamıştır. Şu da bir gerçektir ki hiçbir askeri müdahale ülkeyi rahata, huzura götürememiştir. Müdahale sonrası; ister sağ, ister sol kesimden olsun -Türkiye?nin yarınları, umutları belki de gelecekleri olan büyük çoğunluğu gençlerden oluşan ülkesini milletini seven- birçok insanın mağduriyetine herkes tanık olmuştur. 12 Eylül ülkenin geçmiş birikimini, deneyimini belki de en önemlisi yarınını ortadan kaldırmıştır. Türkiye, 27 Mayıs 1960,12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980?leri yaşayarak, demokrasisi çeşitli sebeplerle askıya alınarak bugünlere gelmiştir. Eğitim seviyesi yükseltilerek ülkenin varlığı ve birliği için çalışan sivil toplum kuruluşlarının daha da yaygınlaşması, temel haklarını bilen vatandaşların yetişmesi ve demokrasinin birlikte yaşama anlayışı olduğunun anlaşılması olarak kabul edilmesi rahat, mutlu, huzurlu ama kesintiye uğramayacak demokratik yarınların göstergesi olacaktır. Evrensel değerler bağlamında amaç birlik ve beraberlik içinde daha güzel, daha mutlu yarınlara ulaşmaktır. Anahtar Sözcükler: Demokrasi, Demokratikleşme, Askeri Müdahaleler ve Basın. ; In my study that named `September 12th, 1980 Military Intervention and the Kırşehir Press in the process of democratization in Turkey?, firstly it should be understood the terms such as democracy, democratization and revolution. Democracy is a form of government that all citizens have equal rights in shaping government policy. Republic is the system that based on the sovereignty of the people, democracy is on the other hand one of the forms of implementation of the republic. Living in accordance with democracy called as `democratization?. The revolution is a wide public movement for a radical change by using force in order to change a country?s political, social and economic structure or layout of the managament. The reasons for military intervention in our country are shown as to protect the integrity of the country, to ensure national unity and solidarity, to prevent a possible civil war and fratricidal quarrel, to re-establish the existence of state authority and to eliminate the raesons that prevent functioning of the democratic system. The events about past for various reasons have shown that by closing the parlament which functioning and executing for democracy, it is not possible to achieve democracy and democratization. Because of their all kind of decisions and possessions for the people who interfere it is not asserted the claim of criminal, financial and legal responsibility and for this purpose it may not be applied any judicial authority. The constitutional court were changed after the 2010 referandum and the trial about that period began 13th September 2010. But this is also a fact that no military intervention take the country to peace and comfort. After the intervention, whether right or left part supporter, many people were lost especially and vast majority of them youngs who are Turkey?s tomorrows, prospects and perhaps the future and this fact has witnessed by many people. September 12th eliminated the country? s past knowledge, experience and perhaps most importantly its future. Turkey has survived until today by living May 27th 1960, March 12th 1971, September 12th 1980 and by suspending its democracy for various reasons. It will be the indicator of comfortable, happy, peaceful but uninterrupted democratic future as the expansion of non-governmental organizations that are working for their country?s existense and cooperation by taking into account or even increasing the level of education,the growth of citizens who know their fundemantal rights and adoption of democracy as the understanding of living together. In the context of üniversal values the aim is to achieve happier and more beautiful future living unity and solidarity. Key words: Democracy, Democratization, military Interventions and Press
BASE
XIX. yy.'ın sonlarında, Rusya Müslümanları, Rusya'nın değişik yerleşim birimlerinde, farklı yasal ve idarî statülere tabi olarak yaşamaktaydılar. Aynı etnik köken ve aynı dine sahip olmalarına rağmen iletişimin çok kısıtlı olması nedeniyle birbirlerinden habersizdiler. Şiveleri farklı, eğitim seviyeleri oldukça düşüktü. Böyle bir ortamda İsmail Gaspıralı gazetesi Tercüman vasıtasıyla dil birliği ve temel eğitimde ilk adımları atarak koyu bir taassup, asimilasyon gibi engellere rağmen Rusya Müslümanlarının uyanmasında büyük rol oynadı. Rus-Japon savaşının sonuçları Rusya içindeki huzursuzluğu ziyadesiyle arttırmıştı. İmparator II. Nikola 1905 ihtilâlinin şiddetini azaltmak maksadıyla ödün vermeye başladı. Çeşitli hak ve hürriyetler tanınmasının yanı sıra rejim değişikliğine de gidildi. Bu değişim sürecinde Rusya Müslümanları yaptıkları üç büyük toplantı sırasında iyi ve kötü taraflarıyla birbirlerini tanıma fırsatını buldular ve Müslüman ittifakını tesis ederek siyaset platformunda seslerini duyurmaya başladılar. Rusya Müslümanlarının başta eşitlik ve hürriyet olmak üzere isteklerinin çoğuna olumlu cevap verildi. İnkılâbın ilk döneminde, Ruslar ile Müslümanlar arasında hukukî ayrımlar kalktı. Rusya Müslümanları, Ruslarla eşit haklara sahip Rusya vatandaşları olarak haklarını arama ve savunma çabası içine girdiler. Her üç Millet Meclisinde Müslüman Fraksiyonunu teşkil ederek dinî, iktisadî, kültürel ve siyasî istekleri tek elden takibe başladılar. Ancak vatandaş eşitliği, din ve eğitim sorunları dışındaki konularda Hükümetle anlaşmaları mümkün olmadı. Özellikle toprak meselesinde çözüm gerçekleşmediği için referandum bahane edilerek I. Millet Meclisi, solcuların inkılâp faaliyetleri bahane edilerek II. Millet Meclisi kapatıldı. Bundan sonraki siyasî hayatta, geriye dönüş başladı ve III. Millet Meclisinden itibaren sağ görüşlüler (Hükûmet yanlıları) siyasete hakim oldu. 1905-1907 sürecinde toprak ve göç konusunda başarı sağlanamamasına rağmen Rusya Müslümanları için en büyük kazanç, millî bir kimliğin kazanılması, yasal olarak vatandaş eşitliğine kavuşulması ve kısmen de olsa sosyo-kültürel avantajlara sahip olunmasıydı. At the end of the nineteenth century, the Muslims of Russia lived in various parts of Russia under different administrative status. Although they belonged to the same ethnic background and belief, they were aware of each other to a limited degree due to lack of effective means of communication and transportation. Their dialects differed from each other while in general they had a low degree of education. In such an environment, Ismail Gaspirali's newspaper Tercüman played a very important role in the awakening of the Muslims of Russia by taking primary steps in linguistic union and fundamental education although he confronted with the obstacles such as fanaticism and assimilation policies of the Czarist government. The results of Russo-Japanese War increased the existing dissatisfaction within the Russian Empire. Emperor Nicolas II felt to compromise with the requests in order to relieve the pressure of circumstances of the 1905 Revolution. He accepted to give some rights and freedoms while Constitution was introduced. In this process of change, the Muslims of Russia had a chance to know each other through three Congresses they organized. They also and began to express themselves in political platform by organizing the party called the Union of the Muslims of All-Russia. In the beginning, most of their requests for freedom of expression and equality found positive responses. The legal discrimination against the Muslims were removed to a certain degree and the Muslims of Russia continued to seek their rights further as equal citizens of Russia. In their meetings they organized the party of Muslim Fraction and collectively they pursued religious, economic, cultural and political rights. However, their requests were not accepted by the Czarist government, except the problems related with the equality, religion and education. Especially, the problems of territory remained unsolved, and therefore, the Czarist government closed the First National Assembly with the excuse of going to referendum and then cancelled the Second National Assembly because of the Leftist revolutionary activities. A reactionary movement was set in and pro-government Rightists dominated over politics in the Third National Assembly. Although Muslims of Russia did not gain much to solve the territorial and migration issues, they succeeded to form a national identity and equal status with Russians and, to a limited degree, gained socio-political advantages through their activities took place between 1905 and 1907.
BASE
Demokrasi, toplumsal ve ekonomi durumu gözetmeksizin tüm vatandaşların eşit sayıldığı, halkın özgür ve adil seçimler yoluyla temsilcilerini seçme hakkına sahip olduğu barışçıl bir yönetim sistemidir. Uluslararası İlişkiler literatürüne 1980'lerden itibaren giren Demokratik Barış teorisi de bir ülkenin yönetim sisteminin dış politikasındaki davranışlarını belirlediğini dolayısıyla yönetim sistemi demokrasi olan ülkelerin dış politikalarında barışçıl yaklaşımlarda bulunduklarını ve aralarındaki çıkan sorunları savaş ya da çatışma yöntemlerine başvurmadan çözmeye çalıştıklarını savunmaktadır. Tarihte çeşitli nedenlerden dolayı ülkelerarasında birçok anlaşmazlık yaşanmıştır. Ülkelerarasında yaşanan anlaşmazlıklardan biri de nükleer silahlanma yarışıdır. Tek bir hamleyle orduları, şehirleri hatta bölgeleri tamamıyla ortadan kaldırabilecek kapasitede olan nükleer silahlar, yok etme gücüyle tüm dünyanın korkulu bir rüyası haline gelirken diğer taraftan da askeri, siyasi, ekonomi, diplomasi gibi birçok alanda sağladığı avantajları elde etmek için ülkeleri peşinden sürüklemiştir. Nükleer silahların ülkeler arasında yayılması nükleer savaş tehlikesini arttıracağından dolayı uluslararası ortamda endişe oluşturmuştur. Bu noktada tez, bu endişelenmede demokrasinin rolünü, nükleer silahlar ile demokrasi arasındaki ilişkiyi İran nükleer programı üzerinden Demokratik Barış teorisi varsayımları çerçevesinde açıklamayı amaçlamıştır. ; Democracy is a peaceful government system in which all citizens are considered equal regardless of the social and economic situation, and the people have the right to elect their representatives through free and fair elections. The Democratic Peace approach, which has entered into the International Relations literature since the 1980s, also asserts that the administrative system of a country determines the behaviors in its foreign policy, therefore countries with democratic governance systems adopt a peaceful approach in their foreign policies and try to solve the problems between them without using war or conflict methods. There have been many conflicts between countries for various reasons in history. One of the disagreements between countries is the nuclear armament race. While nuclear weapons, which are capable of destroying armies, cities and even regions completely with a single move, have become a nightmare of the whole world with their destructive power, on the other hand, they have trailed countriesin order to gain advantages in many areas such as military, political, economy and diplomacy. The spread of nuclear weapons among countries has raised concerns in the international environment, as it will increase the danger of nuclear war. At this point, the thesis aims to explain the role of democracy in this concern and the relationship between nuclear weapons and democracy within the framework of the assumptions of democratic peace through the Iranian nuclear program.
BASE
In: http://hdl.handle.net/20.500.11787/596
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması küresel ve rekabetçi dünyada gelişmiş bir ülke olmak için gereken koşullarından biridir. Bu sebeple, toplumsal cinsiyet eşitliğinin uluslararası ve ulusal gündemlerde önemli bir yeri vardır. Toplumsal cinsiyet eşitliği, insan haklarını kullanmada ortaya çıkan cinsiyete dayalı eşitsizliğin ve ayrımcılığın giderilmesi için uluslararası politikaların bir parçası olmuştur. Ancak toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için konunun ayrıca ele alınmasına gerek duyulmuştur. Çalışma, bu durumdan hareketle uluslararası belgeler ışığında Türkiye ve Avrupa Birliği'nde toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik politikaları incelemiştir. Toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları, sosyal politikalar içinde değerlendirilmektedir. Çalışmada görüldüğü gibi, Avrupa Birliği ülkeleri için sosyal politikalar çerçevesinde toplumsal cinsiyet eşitliği önemli bir yere sahiptir. Bununla birlikte, Avrupa Birliği işbirliği içinde olduğu uluslararası kuruluşlarla beraber konuyla ilgili etki alanını genişletmiştir. Türkiye rekabet gücünü ve gelişmişlik düzeyini artırmak istemektedir. Bunun için Avrupa Birliği'ne aday ülke olarak üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye çalışmaktadır. Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması adına yasal mevzuatında önemli değişikliklere yer vermiştir. Çalışmanın amacı, bu süreçte yaşanan ilerlemeleri ve eksiklikleri görmeyi sağlamaktır. Çalışmanın kapsamı, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için Türkiye tarafından imzalanan uluslararası antlaşmalar, anayasal ve yasal değişiklikler ve Avrupa Birliği'ne aday ülke olarak Türkiye'deki gelişmelerdir. Çalışmada, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması adına atılan adımlar çok ve değerli olmakla beraber uygulamada yetersiz bulunmuştur. Türkiye cinsiyet eşitliğine dair politikaların çoğunu mevzuatına yerleştirmiş, hukuksal ve kurumsal düzenlemelerini yapmıştır. Buna karşın, ilerleme raporlarında eleştirilerin sürekliliğinden de görüldüğü gibi, uygulamada sorunlar devam etmektedir. Bu değerleri doğru bir şekilde benimseyen bir toplum yaratmak için imkânlara eşit erişim sağlanmalı ve kadınların çalışma hayatında ve siyasette daha çok yer alması sağlanmalıdır. ; Achieving gender equality is one of the conditions to become a developed country in a global and competitive world. Therefore, gender equality is an important issue in international and national agendas. Gender equality has become a part of international policies to address gender-based inequality and discrimination in the practice of human rights. However, the issue needs to be handled separately in order to ensure gender equality. The study examines the policies on gender equality in Turkey and the European Union by the international documents related to gender rights. Gender equality policies are evaluated within social policies. The study showed that gender equality has an important place within the framework of social policies for European Union countries. However, the European Union has expanded its scope of influence with the international organizations it cooperates with. Turkey desires to improve its competitiveness and level of development. Thus, Turkey works towards fulfilling its responsibilities as a candidate country to join the European Union. As a part of these efforts, Turkey has made significant changes in its legislation to enforce gender equality. The goal of this study is to assess the progress and the insufficiencies in this process. The scopes of the study are international agreements signed by Turkey, constitutional and legislative amendments and progress in Turkey as a candidate of European Union to provide gender equality. The study reveals that even though many and valuable steps have been taken to safeguard gender equality in Turkey. However, the implementation of these steps remains inadequate. Turkey has placed most of the policies on gender equality in legislation and has made related legal and institutional arrangement. However, as the progress reports continuously criticize, problems remain in practice. To create a society that truly embraces these values, equal access to opportunities should be established and women should be more involved in work life and politics.
BASE
Demokratik toplumlarda basın; siyasal süreçlerde kamuoyunu doğru bilgilendirmek, tartışma ortamı oluşturmak, toplumsal siyasal bilincin oluşmasına katkı sağlamak gibi çeşitli misyonları yerine getirmek zorundadır. Bu misyonun gerçekleştirilmesinde basın çalışanlarına birbirinden farklı görevler düşmektedir. Köşe yazarları da bu siyasal süreçlerde toplumu oluşturan bireylerin sadece haber ihtiyacını gidermekten öte onları aydınlatacak, onlara kılavuzluk yapacak ve doğru kararlar alarak siyasal tercihlerinin belirlenmesine katkı sağlayacaktır. Özellikle seçim dönemlerinde toplum kendi geleceğine yön verecek önemli kararları verme arifesindedir ve bu nedenle bu dönemde daha çok bilgilendirilmeye ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle köşe yazarları da haberleri yorumlayarak siyasal konuları detaylandırma, kamuoyunun gözden kaçırdığı ayrıntıları irdeleme, siyasal aktörlerin projeleri ve partilerin politikaları hakkında topluma doğru bilgileri aktarma gibi işlevleri yerine getirirken toplumun siyasal tutumlarına çeşitli şekillerde etki etmektedir. Bu siyasal süreçte köşe yazıları arasındaki en belirgin ayrım ise siyasal aktörler ve siyasal partilerin temsili aşamasında kullanılan dil ve söylemlerde ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada; özellikle seçim dönemlerinde basının önemini ortaya koymak amacıyla gazeteciliğin bir alt alanı olan köşe yazarlarının siyasal eğilimleri de dikkate alınarak siyasal aktörler ve siyasal partiler için yazılarında kullanmış oldukları dil, söylem ve temsillerden yola çıkarak toplumu oluşturan bireylerin siyasal tutumları üzerindeki etkisi incelenmiştir. Çalışma kapsamında içerik analizi yöntemi kullanılarak farklı siyasal eğilimlere sahip Cumhuriyet, Hürriyet, Ortadoğu, Sabah, Sözcü, Star, Yeniçağ ve Yeni Şafak gazetelerinin köşe yazarlarının yazmış oldukları köşe yazıları incelenmiştir. Çalışmanın örneklemini 16 Nisan 2017 Anayasa Referandumu kapsamında 1Nisan - 16Nisan 2017 tarihleri arasındaki 15 (on beş) günlük süre içinde yayınlanan ilgili köşe yazıları oluşturmuş ve kültürel çalışmalar yaklaşımı çerçevesinde irdelenmiştir. Elde edilen bulgular ışığında Türkiye özelinde siyasal süreçlerde köşe yazarlarının kamusal işlevlerinden uzak olduğu ve dolayısıyla toplumsal siyasal bilince yeterli katkıyı sağlayamadığı görülmüştür. Bununla birlikte farklı düşüncelerin seslerini kamuya duyurabilmesi için bir platform olan köşe yazılarında siyasal parti ve aktörlere eşit oranda yer verilmediği, siyasal parti ve siyasal aktörler için kullanılan dil, söylem ve temsillerin tartışma kültüründen yoksun, ayrıştırıcı ve ötekileştirici bir üslupla inşa edildiği, olumsuz davranışları pekiştirip normalleştirdiği tespit edilmiştir. ; In democratic societies, the press must perform various tasks such as informing the public throughout political processes, setting the stage for debate and contributing to the constitution of socio-political consciousness. All press employees have different parts to play while carrying out these tasks. During these political processes, columnists have an obligation to the individuals of the society which is beyond just satisfying their need of news and includes enlightening and guiding them, contributing to right decision making and determining their political choices. Especially during election periods, the society is about to make important decisions which will shape its future and thus needs to be informed more than ever. While the columnists carry out their duties such as interpreting the news and giving details about political issues, researching the details which the public has missed or conveying the right information about political actors' projects and party politics, they also influence the political attitudes of the society in various ways. The most obvious distinction between columns during this time of political process is seen in the language and expressions with reference to the representation of political actors and political parties. Throughout this study; in order to set forth the importance of journalism especially during election times and taking into consideration the political tendencies of the columnists who belong to a sub branch of journalism; the aim is to look into the influence of columnists' over the political attitudes of individuals based on language, expressions and representations used in their columns. Within the scope of this study, columns written by columnists of newspapers that represent different political tendencies such as Cumhuriyet, Hürriyet, Ortadoğu, Sabah, Sözcü, Star, Yeniçağ and Yenişafak were examined using content analysis method. Columns published during the 15 (fifteen) day period between 1st and 16th of April regarding the Constitutional Referendum on April 16th, 2017 constitute the sampling of the research and have been discussed with respect to cultural studies approach. In the light of these findings it is concluded that specifically in Turkey, columnists do not perform their public duties properly during political processes and so, cannot contribute enough to socio-political consciousness. In addition to this, political parties and actors are not allocated equal mention in newspaper columns which should in fact be the platform to voice different opinions for the public. Also it is determined that the language, expressions and representations intended for political parties and actors lack the politeness of a discussion atmosphere, are written in a discriminating and ailenating fashion and intensify and even normalize negative behaviors.
BASE
ABSTRACTFORCE PROJECTION IN INTERNATIONAL LAW AND SOVEREIGNTY BY MEANS OF UNITED NATIONS PEACE SUPPORT OPERATIONSIn the threshold of a new era, starting from early 1900's all nations began to appear dependent on each other in an ever-accelerating global world where the concept of classical total sovereignty transitions itself into a new understanding discribed as partial soverignty, especially by financial means.Threats, today are described mainly at economical level but yet not succesfully resolved without use of force projection. After devastating centuries of wars and conflict all around the globe, nations found themselves in a common urge to unite under the flag of International Organizations in the hope of ensuring a safe platform to negotiate over conflicting subjects and find solutions at political level , thus, preventing the painfull history repeat it self again. " United Nations" (U.N.) is inarguably the most widespread of all international organizations with the participation of almost evey country as amember.This dissertation aims to examine how U.N. finds legal grounds to interfere with governmental issues and under what circumstances U.N. resolutions affect national sovvereignty. Althought the unity is suppossed to be founded upon existence of equal members, U.N. unfortunately has acted more like an oligarchical club so far.This situation brings a lot of criticism especially about the special rights and authority of five permanant members of the Security Concil. It is a fact that thronghout decades, many conflicts have arisen in deffrent parts of the global map just because these privileged members used their authority in favour of their foreign policies. It is also this fact why U.N. today can be described anything but thrustworthy, apart from the motives of its foundation. In the recess period of its existence, reliability lost can only be attained by a well-performed renovation Project in the political structure and authority dispersal equally spread members of the union ÖZETULUSLARARASI HUKUKTA KUVVET KULLANMA VE BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BARIŞI KORUMA HAREKATLARI İLE EGEMENLİK20. Yüzyıl başlarından itibaren Klasik Egemenlik anlayışı artık yerini sınırlı egemenlik anlayışına bırakmıştır. Küreselleşme ile şekillenen yeni dünya düzeninde artık tüm devletler birbirlerine muhtaç duruma gelmişlerdir. Yeni dünya düzeninde tehditler daha çok ekonomik düzeydedir. Ancak devletlerin birbirlerine karşı kuvvet kullanmaları engellenememiştir. Muhtemelen bundan sonrada engellenemeyecektir. Dünyanın artık tek isteği barış ve huzur içinde yaşamaktır. Devletler barış ve huzur içinde yaşamak ve geçmişte yaşanan acıların tekrarını önlemek maksadıyla uluslararası örgütler kurma yoluna gitmişlerdir. Yüzyılımızın bu anlamda en etkin örgütü olarak Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Bu gün hemen hemen bütün devletler bu örgüte üye durumundadır.Bu çalışmamızda Birleşmiş Milletler Örgütünün devletin egemenliğine hangi nedenlerle müdahale edebildiği anlatılmıştır. Günümüzde özellikle Birleşmiş Milletler Örgütü devletin egemenliğine İnsani amaçlarla müdahale etmektedir. Kendisine ait bir askeri gücü olmayıp, üye devletlerin gönüllü yardımlarıyla oluşturulan Birleşmiş Milletler maalesef büyük devletlerin güdümü altındadır. Haklı olarak bugünkü yapısı eleştirilmektedir. Bu eleştirilerin büyük bir bölümü Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesinin statüsü ve bunların veto yetkileri ile ilgilidir. Bu devletler veto yetkilerini hep kendi ülkelerinin dış politikaları yönümde kullanmışlardır. Bu yönden de dünyanın birçok yerinde çatışmalar devam etmektedir. Bu durum Birleşmiş Milletlerin güvenirliğini zayıflatmıştır. Birleşmiş Milletler Örgütünü, devletlerin gerçek anlamda eşit olarak söz sahibi olduğu yapıya kavuşturmak zorunlu bir hal almıştır. Ancak bu durumda Birleşmiş Milletler güvenilir bir örgüt olabilir.
BASE
ÖZETSovyetlerden 15 bağımsız cumhuriyetin ayrılışından sonra Rusya Federasyonu içinde demokrasi ve milli özgürlük uğrunda mücadele devam etmiştir.Bu mücadelenin ayrılmaz parçası olan Azerbaycan Cumhuriyetinde gelişen demokratik olaylar sonucu bağımsızlık ilan edilmiş, çağdaş ülke için değişim yoluna girilmiştir. Tarih boyu demokrasi millet ve halkların, toplumsal kuvve ve grupların keskin mücadelelerinin esas çizgisi olmuş ve olmaktadır. Bu mücadele yolunda bir çok fikir ve yöntemler geliştirilmiştir. Ama Marksist teori demokrasinin mahiyetini yanlış ve hatalı açıklamış, onu sınıfsal bir anlayış olarak belirlemiştir. Tarihi tecrübe bu iddiaların gayri hayatiliğini , insan doğasına aykırı olduğunu kanıtlamıştır. Çünkü demokrasiye sınıfsal yaklaşım bu sınıfın iktidarına, bir partinin diktatörlüğüne , gittikçe bozulan bürokratik bir sistemin yaranmasına neden oldu. Oysa demokrasi genel bir kavramdı, ülkeye, sınıfa, millete has demokrasi olamazdı. Demokrasinin uluslar üstü değerleri, prensipleri, şartları ve uygulanacak aşamaları vardı ve demokrasi her şeyden önce millet ve halkların özgürlüğünü hayata geçirmek yöntemiydi. Sovyetler Birliği yukarıdan aşağıya doğru dikey ve yatay yönlerde her şeyi, tüm toplumu, onun tüm halkalarını, sinir hücrelerini kapsıyordu. Fakat iktidarın milyonları korku altında tutması her zaman mümkün olamaz bu yüzden değişik yöntemlere başvuruluyor, özellikle utopik bir ideoloji ile beyinler yıkanıyordu. Ülkede hem Anayasa hem seçim hem çok sayıda kamu kurumları vardı. Fakat bunların faaliyetleri merkezin karar ve direktifleri ile baştan sona kadar parti strüktürleri tarafından idare ediliyordu. Neticede toplum aşırı merkezileşmiş, otoriter karakter kazanmıştı. Sadece yerel organların değil, Anayasalı federe cumhuriyetlerin yasama, yürütme organlarının da hakları kısıtlı ve kontrole tabi idi. İnsanlar ekonomik yönden tamamen devletten asılı durumda, yaratıcılıktan yoksun yukarının emirlerini uygulayan birer pasif fertlere çevrilmişlerdi. Fakat insanlar durumun farkında olmadan yüzyıllarca yaşayamazlardı. Zengin doğal servetleri olan bir memlekette çok kötü durumda yaşamak insanların akıllarında soru işaretleri doğurmuyor değildi. İşte bu yüzden 70'li yıllarda Sovyetler Birliği çökmeye başlamıştı. Azerbaycan Cumhuriyeti açısından olaylara baktığımızda Sovyetlerin kuruluşunun Rusya için getirmiş bulunduğu artı değerlerin burada kesinlikle olmadığını görüyoruz. Çünkü SSCB'ye katılan ülkenin esas doğal zenginliği olan petrol dünya pazarlarında çok ucuz fiyata satılarak kazanılan değerler Moskova'ya akmış, Hazar denizi derin ekolojik problemleri olan göle çevrilmiş, 1920 işgalinden sonra 48 bin insan öldürülmüş 80 bin kişi Iran da kalan Azerbaycan topraklarına göç etmiş, 1948-1953 yıllarında 140 binden fazla kişi, 1988'den itibaren ise tüm Azeri nüfus Ermenistan'dan zorla kovulmuş , ülke ekonomisi merkezden gelen talimatlara uyulmak zorunda kalındığı için derin yaralar almış, 1930'lı yıllarda toplumun aydın kısmı öldürülmüş veya sürgün edilmiş ; ülke içinde bir bölgeye özerklik verilerek ve 70 yıl içinde nüfus dağılımı maksatlı olarak değiştirilerek bağımsızlık mücadelesi önünde bir engel haline getirilmiştir. Bunlara ülkenin Ruslaştırma politikası yüzünden alfabenin değiştirildiğini, tarihinin tamamen saptırıldığını, geleneklerini zorla unutturulmaya çalışıldığını eklersek manevi olarak de bir milleti yok etmek için yapılabilecek her şeyin gerçekleştirildiğini anlamış oluruz.Maalesef ki Sovyetler dağıldıktan sonra bu topraklarda kurulmuş bağımsız devletlerde ve aynı şekilde Azerbaycan'da totalitar düşünce ve idare sistemi halen devam etmektedir.Fakat bu ülkelerde devam eden değişimler her hangi bir kesin sistemden bahsetmenin erken olduğunu kanıtlıyor.SUMMARYAfter 15 republics separated from the Soviet Union, struggle had went on in Russian Federation to reach democracy and freedom. As a result of some democratic phenomenon assured in The Republic of Azerbaijan which was the most important part of the fight from the beginning, independence had been declared and this was the first step for a contemporary country .To reach liberation was important after that long period of slavery and dictatorship but also to understand the idea of democracy and take lessons from the history was essential and vital. Democracy had always been the base of the nations' contention in the history. But Marxism had explained democracy in a wrong way and showed it as the intelligence of the social groups. But history proved that this idea is against the nature of human being. Cause democracy was a general concept and would not have belonged to a country, a social group or a nation. USSR was dominating all nations in the Union. Any objection used to be removed even through against law actions. Also Federative Republics' rights were limited and controlled. But it was not always possible to dominate people with creating fear over them. And people had started to ask themselves the reason of their poor life's although they lived in a country which is very rich in terms of natural sources. As a result; Soviet Union had started to collapse in the years of 70.If we look at the reason of Union's collapse, we first face with the system of common prietorship which is the vital part of the economy. This system had prepared the base of the collapse causing people lose their idea of ownership and pushing them to stealing, lying and bribery.Single political party was protected by the military authoritarian police system. The gap between the government and the citizen was becoming biger and biger every day.In the social area; everybody was considered equal as the result of social equality which was ruining social justice principles In the field of ideology; Marxism and Leninism were accepted and taught as the sole theory representing community phenomenon.If we examine Azerbaijan's situation in the Union we can say that Soviet Union had not affected this country in a positive way. The basic natural source of Azerbaijan was petroleum which was sold in the world market very cheap and the profit was running to Moskow directly. After the occupation of Azerbaijan in 1920 ,48 thousand of people were killed, 80 thousand had migrated to the land of Azerbaijan which was left to Iran. After 1988 all Azerbaijani population was driven away from Armenia. In 70 years allocation of the population had been changed on purpose to prevent any possible independence fight against the Union.Unfortunately after the Union collapsed , totalitarian opinion and government system is still going on in the Republics that separated from the Union like being in Azerbaijan.During the Soviet period Human Rights was called as the bourgeois theory and never been taught in the Universities. Not until the end of 80's human rights were included in the socialist mechanism. As a result, in Azerbaijan , short past of country's independence is still being used as the reason of limiting people's rights. Although freedom of press was arranged by the constitution in 1995, there are still blank lines and pages in the newspapers.War and interruption of the economic relations as a result of Union's collapse are still used as the defence of the above examples of misrule.
BASE
Sivil toplum örgütlerinin örgütsel performansı ile ilgili çalışmalar; sivil toplum, kâr amacı gütmeyen, vakıf, hükümet dışı, dernek, üçüncü sektör ve devlet dışı terimleri kullanılarak yazınlar incelendiğinde, araştırma sayısının oldukça az olduğu görülmektedir. İlgili yazınlarda, sivil toplum örgütlerinin örgütsel performanslarının, organizasyonlar açısından oldukça önemli kurumsallaşma düzeyi ve kurumsal yönetişim uygulamaları ile aralarındaki ilişkiler yerine; başka faktörler ile ilişkilerini gösteren çalışmalar mevcuttur. Sivil toplum örgütlerinin, örgütsel performansları üzerinde kurumsallaşma düzeyi ve kurumsal yönetişim uygulamalarının ne kadar etkileri olduğunun anlaşılabilmesi için araştırma yapılması gerekliliği neticesinde; sivil toplum örgütlerinden kurumsallaşma düzeyi ve kurumsal yönetişim uygulamalarının boyutları arasında yer alan şeffaflık, etkin iletişim, her bireyin yönetime katılıma hakkına açık olma hallerini benimsemiş, kısacası topluma karşı duyarlı olduğunun ve toplumdaki bireyleri önemsediğinin göstergesi sayılabilecek günümüzün en yaygın ve erişilebilir iletişim araçlarından genel ağ sayfasına ve elektronik posta adresine sahip sivil toplum örgütleri üzerinde araştırma yapılabileceği düşüncesi üzerinde durulmuştur.Bu düşünceden hareketle, araştırmanın Türkiye'deki durumu gösterebilmesi için herhangi bir ayrım yapılmaksızın; Sivil Toplumla İlişkiler Genel Müdürlüğü ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından genel ağ sayfaları aracılığıyla faal oldukları toplumla paylaşılmakta olan dernekler ve vakıflar ile ilgili mevzuata tabi 126,531 sivil toplum örgütünden, faal genel ağ sayfasına ve elektronik posta adresine sahip olduğu belirlenen 6,988 sivil toplum örgütüne yönelik, genel ağ üzerinden anket uygulamasına dayalı araştırma gerçekleştirilmiş olup araştırmaya kısmen katılım gösterenler de dahil olmak üzere toplam 718 sivil toplum örgütü katılmıştır. Araştırma neticesinde, anketin tamamına katılım gösteren 287 sivil toplum örgütünün verileri değerlendirilmiş ve sivil toplum örgütlerinin performansları üzerinde kurumsallaşma düzeyinin ve kurumsal yönetişim uygulamalarının anlamlı ve pozitif etkileri olduğu sonucuna varılmıştır. --- Some studies have been carried out on the basis of civil society organizations; when all the literature involving civil society, non-profit, foundations, non-governmental, associations, the third sector, and non-state terms are analyzed, the number of researches appears to be quite low. In the literature concerned, the co-relations between the organizational performance of the civil society organizations and other factors are displayed; instead of its relation to institutionalization level and corporate governance practices which are very important when it comes down to an organization.In the framework of the research necessary for the understanding of just how much effect corporate governance has on the organizational performance of the civil society organizations; the transparency present between the dimensions of institutionalization level and corporate governance, practices the effective communication, the adoption of the idea that every individual is in an open state to the right of joining the management, in short, the key point of all this, is the conscience that studies can be conducted on all civil society organizations that possess the most common and accessible type of communication tools such as an internet website and an e-mail address, signs that such an organization is sensible to the society and caring towards each and every individual in that society.Based on this viewpoint, without any distinctions made so that the findings convey the current situation in Turkey, a study based on a survey app has been conducted through the internet: out of the 126,531 civil society organizations in accordance with the legislation released by the Directorate General for Relations with Civil Society and the Directorate General of Foundations through general network pages shared with the community they are acting in, the study was intended for the 6,988 civil society organizations that possess a functioning website. This equals to a participation total of 718 civil society organizations including the ones who have partly participated. As a result of the studies conducted, the data of all 287 civil society organizations that saw the survey to completion were evaluated; it was concluded that institutionalization level and corporate governance practices have quite the positive and significant effect on the performance of these nongovernmental organizations.
BASE
ÖZET 1999 HELSİNKİ ZİRVESİ SONRASI İLERLEME RAPORLARI IŞIĞINDA AB'NİN TÜRKİYE'NİN DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDEKİ ROLÜYarım asrı aşkındır demokrasi ile yönetilmesine ve AB ile adaylık bağlamında ilişkisi olmasına rağmen Türkiye, demokrasisini şekli veya biçimsel demokrasiler seviyesinden daha ileri taşıyamamıştır. 1999'da aday ülke statüsü verilmesiyle AB sürecinde hızlı ve kapsamlı bir demokratikleşme programı uygulamaya başlamıştır. 1999 öncesi dönemde Türkiye'nin demokratikleşmesinde etkisi zayıf olan Avrupa Birliği, Helsinki Zirvesinin hemen ardından aday ülke statüsü vererek Türkiye'nin üyelik ümidini canlandırmış ve ülkenin demokratikleşme sürecinde önemli bir uluslararası etken olmuştur. Bu süreçte AB tarafından üyelik önkoşulu olarak belirlenen Kopenhag siyasi kriterlerine uyum çerçevesinde Türkiye, önemli ve kapsamlı demokratik reformlar gerçekleştirmiştir. AB, aday ülkelerin demokratikleşmesinde koşulluluk stratejisi ile etkili olmaktadır. Fayda maliyet temelinde dayanan bu stratejiyle AB, üyelik karşılığında aday ülkelerden, belirlediği demokratik kriterlere uyum sağlamasını beklemektedir. Gerçekçi bir üyelik hedefi ile eşit, adil ve objektif bir AB koşulluluğunun varlığı Türkiye'nin demokratikleşmesinde ve demokrasisinin kurumsallaşmasında itici bir güç olmaktadır. Nitekim AB koşulluluğunun etkin ve iyi işlediği 1999-2005 arası dönemde Türkiye'de hızlı ve kapsamlı demokratik reformlar gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde, üyelik kriterlerini karşıladığı takdirde AB'ye tam üye olacağından şüphe duymayan bir Türkiye vardır. Ancak 2005 sonrası dönemde tam üyelik müzakerelerinin başlamasıyla üyeliği konusunda AB'nin tutarsız tavrından dolayı Türkiye'nin üyelik ümidinde azalma görülmüş ve AB'ye karşı Türkiye'de güvensizlik oluşmuştur. Bu durum ise AB koşulluluğunun etkisinin zayıflamasına ve Türkiye'nin demokratik reform sürecinin yavaşlamasına yol açmıştır. Ancak AB kural ve normlarının Türkiye'de tüm kesimlerin yararına olacağına dair toplumsal kabul dolayısıyla demokratikleşme süreci, hızı yavaşlasa da, devam etmiştir. Gerçekçi bir üyelik hedefi varlığı durumunda Türkiye'nin demokratikleşmesinde AB etkisi büyük olmaktadır. Tezin ana amacı Avrupalılaşma yaklaşımı çerçevesinde sosyal öğrenme ve dış teşvik modelinin varsayımları doğrultusunda AB koşulluluğunun Türkiye'nin demokratikleşmesindeki etkisini incelemektir. ABSTRACT Although it is being governed by democracy for half a century and have an intense relationship with the European Union (EU) in the context of the candidacy, Turkey has not been able to further its democracy beyond a formal or electoral democracy. Yet with the EU candidacy status in 1999, Turkey started to apply a comprehensive and fast democratization program. Though the effect of the EU on democratization of Turkey was poor before 1999, right after the Helsinki Summit with which the candidacy status was granted and membership hope was strengthened, the EU become an important international factor in democratization process of the country. Meanwhile, Turkey had succeeded comprehensive democratization reforms that are compatible with the Copenhagen political criteria, which are put forward by the EU as the membership preconditions. The EU is being an effective factor in democratization in the candidate countries with the 'conditionality strategy'. With this strategy - that is based on cost-benefit principle – the EU requests from the candidate countries to accommodate democratic criteria in response to the membership. The existence of a realistic, objective, just and equal conditionality strategy, will be a driving force for democratization and institutionalization of democracy in Turkey. For example, the fast and comprehensive democratic reforms which are realized between 1999-2005 in Turkey, illustrates effectiveness and functionality of the conditionality principle. At that time, there was a belief that there is no doubt Turkey would be a member if it fulfills the membership criteria. Yet, with the start of full membership negotiations after 2005, due to contradictory attitudes of the EU, the hope for full membership has decreased and distrust to the EU has emerged in Turkey. This circumstance led to decline in reform process and weakens the effectiveness of the conditionality in Turkey. Yet, democratization continued despite decline in the process, due to the social admission that the EU norms and principles are in the favor of all the social segments. In case of the existence of a realistic membership target, the effect of the EU in democratization of Turkey is quite considerable. The main aim of this thesis is to analyze, the effect of the EU conditionality on democratization of Turkey, in the context of the Europeanization approach that is based on social learning and external incentive models.
BASE
Ülkelerin diplomatik düzeyde güç sahibi olabilme çabalarına ilişkin tartışmalar Uluslararası İlişkiler alanında önemli bir yer tutmuştur. Güç, en temel anlamı ile bir devletin bir başka devlet üzerindeki etki durumu olarak elen alınmaktadır. Güçlü olan devletlerin bir diğeri üzerinde etkin olabilmesi, istediği neticeyi alabilmesi ve hatta uluslararası sistemi biçimlendirebilme durumu güç kazanmanın yol ve yöntemleri hakkında birtakım çalışmalar gerektirmiştir. Bu çalışmalar, hangi güç unsurları ile güç elde edebilmenin mümkün olduğuna dair tartışmaları ortaya çıkarmıştır. Askeri kapasite, ekonomik durum, enerji üretimi, diplomasi, çelik üretimi, coğrafya gibi konularda avantajların gücü ne derece etkilediğine dair çalışmalar yapılmış ve matematiksel denklemler aracılığı ile sayısal olarak ifade edilmiştir. Böylelikle birçok farklı güç denklemi ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada öncelikle güç kavramı detaylı bir biçimde incelenmiş, ardından bir siyasetçi olarak Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın hayatı ve savunduğu hak anlayışına dolayısıyla da kuruluşuna öncülük ettiği Kalkınan 8 Ülke (D-8)'e üye ülkelerin uluslararası düzeyde güç kazanabilmeleri ve uzun vadede uluslararası sistemi biçimlendirebilme gücünü elde edebilmelerine ilişkin düşünceleri ele alınmıştır. Mevcut dünya düzenini "ezen – ezilen" düzeni olarak tarif eden Erbakan, ekonomik işbirliği aracılığıyla kalkınma, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme, bağımlılığı azaltma ve neticede güç kazanımı ile bu düzenin değişmesi idealini ortaya koymuştur. Bu ideali İslam Birliği düşüncesi ve vizyonu ile İslam ülkelerinde bir fikri dönüşüme sebep olmuş ve sonuç olarak D-8 kurulmuştur. Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın büyük manalar yüklemiş olduğu D-8'e üye ülkelerin genel durumu ortaya koyularak Wilhelm Fucks'un "güçlü olmanın yolunun çelik üretiminden geçtiği" düşüncesi ile öne sürdüğü güç denklemi referans alınmış ve referans alınan güç denklemi ışığında D-8 ile dünya ekonomisinde ilk sıralarda yer alan muhtemel dört rakibi ile verileri karşılaştırmalı olarak hesaplanmış, ardından analiz edilmiştir. Çalışma kapsamında yapılan hesaplama ve analizler sonucunda denklemin değerleri olan çelik üretimi ve enerji tüketimindeki artışın güç denklemine yansımaları ve D-8'in güç denklemi sıralamasında öne geçmesi için çelik üretimine dair adımlar atması gerektiği görülmüştür. ; The endeavors of countries for gaining and holding diplomatic power have been widely discussed within the field of International Relations. The concept of power in its essence refers to the effect of one country over another country. The fact that a powerful country may become effective over another one, that it may acquire the desired results out of an event, and even that it may shape the international system have required studies on the methods and practices realized to gain power. These studies have brought out the discussions about which elements of power enables the countries to gain power in the international arena. Many studies have been carried out on how and to what extent the power is affected by military capacity, economic status, energy generation, diplomacy, steel production and geographical characteristics, and the results have been shown in quantitative data through mathematical equations. As a result of this, there are many different power equations utilized in the field. This study firstly analyzes the concept of power in detail, and then continues with the life story of Prof. Dr. Necmettin Erbakan, a political figure, whose sense of rights guided the foundation of the Developing Eight (D-8). In this regard, the study focuses on the ideas of Prof. Dr. Necmettin Erbakan regarding the power gains of the D-8 member countries, and thus their potential capacity to shape the international system in the long run. Erbakan, describing the current world order as consisting of "oppressor-oppressed", suggests the objective to change this order through development by economical cooperation, self-sufficiency, less dependency on other countries, and thus gaining power. This ideal, along with the Islam Union ideas and vision, has caused an ideological change for the Islam countries, as a result of which D-8 has been founded. After presenting the overall statement of D-8 member countries, highly appraised by Prof. Dr. Necmettin Erbakan, this study bases its discussions on the power equation by Wilhelm Fucks proposed on the grounds that "being powerful equals to steel production." In the light of this reference equation, the data acquired from D-8 and its four potential rivals, which are lead countries in terms of world economy, are comparatively calculated, and then analyzed. The calculations and analysis carried out within the framework of this study have demonstrated how the increase in steel production and energy consumption is reflected on power equation, reaching to the conclusion that D-8 is required to take further steps in steel production in order to move up in the power equation rankings.
BASE