Kadınların silahlı çatışmalardaki deneyimleri ve barış süreçlerine dahil edilmeleri, yirminci yüzyılın başından beri çeşitli kadın hareketleri tarafından dile getirilmektedir. Feminist yaklaşımlar, uluslararası güvenlik politikalarında toplumsal cinsiyete dayalı güç ilişkilerine ve militarist politikalara karşı duruş sergilemektedirler. Kadınların çatışma ve çatışma sonrası deneyimlerinin uluslararası politikada ele alınması ise Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin 2000 yılında Kadın, Barış ve Güvenlik (KBG) konulu 1325 sayılı kararı kabul etmesiyle başlamıştır. Bu makale, KBG Gündeminin oluşumuna giden süreçteki feminist hareketleri ve yaklaşımları incelemektedir. KBG kararları analiz edilerek, feminist yaklaşımların ve ideallerin BM'nin güvenlik söylemi içinde ne ölçüde ele alındığı da incelenmektedir. Bu makale, KBG Gündeminin önemini ve katkılarını vurgularken, kararları etkileyen siyasi dinamikleri ve feminist müdahalelerinin sınırlarını da irdeleyecektir. Metodolojik olarak, KBG Gündemi kararları ve ilgili akademik literatür incelenecektir. Bu çalışmayla KBG Gündemindeki en son gelişmeler de ele alınarak literatüre tamamlayıcı bir katkıda bulunulacaktır.
Modem devlet, birçok farklı işlevi bünyesinde toplayan, yurttaşlarının yaşamları üzerinde doğmdan tasarrufta bulanabilen, sosyal yaşama nüfuz edebilen; toplumu yönlendirme, düzenleme ve ona müdahale etme imkânına sahip bir iktidar örgütlenmesidir. Modem devletler, bu süreçlerin tümünü kitlesel olarak örgütlenmiş merkezi bürokrasiler aracılığıyla işletirler. Modem devletin zorunlu olarak bürokratik örgütlenmesi ile demokratik idealler arasında birtakım gerilimlerin ortaya çıktığı görülür. Bu gerilimlerin temelinde, araçsal aklın hâkimiyeti doğrultusundaki bürokrasinin, modem toplumun özellikleri açısından alternatifsiz kalması vardır. Mesleki uzmanlık bilgisi ve kurumsal ideoloji gibi iki güç kaynağı etrafında bir iktidar biçimine dönüşen bürokrasiyle, demokrasinin işleyebilmek için bu bürokrasiye mahkûm olması, birçok ikileme yol açmıştır. ; Modem States, with ali different functions, are able to have the right of disposition över the population, penetrate into social life and modem State is a power organization which has the opportunities of manipulating, regulating and interfering with the society. Modem States control ali the process by means of centralized massive bureaucratic organizations. While organizations of the States are necessarily bureaucratic, there emerge inevitable tensions between democratic ideals and bureaucratic requirements. The main source of the tensions is the incomparability of bureaucracy along with the domination of instrumental reason. Since democracy is in the need of bureaucracy to work and bureaucracy appeared as a form of power through know-how and corporate ideology, many dilemmas emerge.
Siyaset sahnesine çıkması 1990'lı yıllara rastlayan ve ağır-lıklı olarak Kürtlerin sorunlarını, etnik siyaseti ve kimlik prob-lemlerini ön plana çıkaran Kürt siyaseti; ana omurgasını Halkın Emek Partisi (HEP), Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP), Demokrasi Partisi (DEP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Demokratik Toplum Partisi (DTP), Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) ve Halkların Demokra-tik Partisi (HDP) gibi sol tandanslı partiler oluşturmaktadır. Sol söylemi benimseyen ve sosyal demokrat partilerle ittifak eden bu hareket, özellikle nüfusun yoğunluğunu Kürtlerin oluştur-duğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinden oy almakta-dır. Bu makalede; Kürt siyasal hareketinin dine, laikliğe, din eğitimine, Diyanet İşleri Başkanlığı'na, İmam Hatip Okullarına, Aleviliğe bakışı partinin resmi yayınlarına, parti sözcülerinin ve eş başkanların konuşmalarına müracaat edilerek analiz edile-cektir. HDP'nin din söylemi bütüncül bir perspektifle ortaya koymak için belirlenen metodoloji ise deskriptif yöntem ve kısmen söylem analizidir. Bunın içinde öncelikle Kürt siyasal hareketinin kısa tarihçesi ve ideolojik bagajı verilerek HDP'nin din söylemi, belli parametreler doğrultusunda incelenecektir. ; The Kurdish politics which go on political scene coin-cided with the 1990s and predominantly address Kurdish prob-lems, ethnic politics and identity problem; its main backbone is formed with left-handed parties such as The Peoples' Labor Party (HEP), Freedom and Democracy Party (ÖZDEP), Democ-racy Party (DEP), The People's Democracy Party (HADEP), Democratic Peoples Party (DEHAP), The Democratic Society Party (DTP), the Peace and Democracy Party (BDP) and the Pe-ople's Democratic Party (HDP). This movement which embra-ces the left-wing discourse and alliances with social democratic parties takes votes in the eastern and southeastern Anatolia re-gion where the population is especially consist of mostly by the Kurds. In this article, The Kurdish political movement will be analyzed by referring ...
* Ömer Çaha. Prof. Dr., İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, İstanbul, Türkiye. * Ömer Baykal. Dr., omrbaykal@gmail.com ; Milli Görüş hareketi, Necmettin Erbakan'ın Müstakiller Hareketi sonrasında 1970 yılında kurdukları Milli Nizam Partisi (MNP) ile başlayıp günümüze kadar Türk siyasal hayatı içerisinde iktidar mücadelesi veren ana akım İslamcı hareketin temsilcisidir. Milli Görüş partileri, ideoloji, insan kaynağı, örgüt ve politika açısından bir sürekliliği barındırmakla beraber, her biri müstakil, dönemin siyasi şartlarına ve politik düşüncesine koşut olarak değişiklikler ihtiva eden politik aktörlerdir. MNP, kurucu parti olması ve siyasi ömrünün kısalığı nedeniyle, mücadele ettiği sağ siyasetten kendisini yeterli düzeyde özerkleştirmeyi başaramamıştır. Buna karşın halefi konumunda olan Milli Selamet Partisi'ne (MSP) önemli bir politik miras devretmiştir. Çalışmamız temel düzeyde, Türk siyaseti ve Milli Görüş hareketi içerisinde MNP deneyimini incelemeyi hedeflemektedir. Öncelikle, Necmettin Erbakan'ı siyasal alana dahil eden politik mücadele ve Türk siyasal hayatı içerisinde MNP'nin kuruluş süreci tetkik edilecektir. MNP'nin ideolojik söyleminin yer aldığı bölümde, partinin kendisini konumlandırdığı siyasal pozisyon, ekonomi politikası ve siyasi söylemi incelenecektir. Son bölümde ise 12 Mart muhtırası ve devamında partini kapatılma süreci ortaya konulacaktır ; National Outlook movement is the representative of the mainstream Islamist movement that started with the National Order Party (NOP) which they established in 1970 after Necmettin Erbakan's Movement of Independent Movements and gave a power struggle in Turkish political life. National Outlook are political actors, each of which is independent, incorporating changes in the political conditions and political thought of the time, as well as a continuity in terms of ideology, human resources, organization and politics. Because NOP is a founding party and has a short political life, it has not succeeded in securing itself from the right politics that it has struggled with politically. On the other hand, the National Salvation Party, which is in the position of successor, has transferred an important political heritage. Our study aims to examine the NOP experience at the basic level in the Turkish politics. First, the political struggle that includes Necmettin Erbakan in the political sphere and the process of setting up NOP in the Turkish political life will be examined. In the section where NOP 's ideological discourse takes place, the political position that the party positions itself, political policy discourse will be examined. In the last part, the process of closing the party on 12 March will be revealed
Bu çalışmada acı, en öncelikle, Nietzsche'nin soykütüğü yöntemle soruşturduğu muhtevası istikametinde incelenecektir. Décadence ya da nihilizme götüren "ressentiment metafiziğinin" de ancak bireyin acıyı olumlaması sayesinde geriletilebileceğinin, üst-insanın kendini aşma serüveninin tam da bu bağlamda mühim addedildiğinin altı çizilecektir. Bunun akabinde, acı ve ressentiment'in Nietzsche felsefesindeki sair yansımalarının politik olduğu varsayımıyla Yahudi-Hristiyan ahlakı, modern ideolojiler ve devlet eleştirileri mercek altına alınacaktır. Son olarak, Nietzsche'nin "güç istenci", "bengi dönüş" ve "üst-insan" gibi meşhur kavramlarıyla acı ve ressentiment üzerindeki okumaları eşliğinde demokratik-çoğulculuğun mu yoksa "aristokratik bir radikalizm"in mi izini sürdüğünün tartışması yürütülecektir. Nihayetinde, hem bir his hem de Nietzsche'nin felsefesinin temel yapı taşlarından biri olan acının ressentiment ile irtibatının Nietzsche'de "politik-olanı" inşa ettiğine işaret edilecektir.
Türkiye'de sosyal bilimci olmanın ya da sosyal gerçekliğin analizini yapmanın maliyeti her şeyden evvel anlaşılması zor ve karmaşık bir yöntembilim öğrenme sürecine denk gelir. Ki bu süreç tam anlamıyla bir öğrenmeyi getirmemekle birlikte, hâlihazırda bu da bir idealdir, öğrenmeye çalışma çabalarını diğer ifadeyle "ideal olana" yaklaşma isteğini ihtiva eder. Tabii olarak ideal olamamanın göstergelerinden biri de Türk sosyal bilimcilerin akademik analizlerinde bir takım kronik yöntembilimsel ve kuramsal sorunların söz konusu olmasıdır ve bu tespit çeşitli argümanlarla desteklenebilir. Tanel Demirel'in 2019 yılında Liberte Yayınları'ndan çıkan "Türk Siyasetini Anlamak: Yaklaşımlar Hakkında Bir Deneme" adlı eseri, tam olarak bu argümanların araştırma evreni Türk siyasetini inceleyen sosyal bilim analizleriyle sınırlandırılmış kapsamlı bir literatürünü sunarak, bu analizlerin ithal ettiği Batı menşeili kuramsal ve yöntembilimsel yaklaşımlar üzerinde durmaktadır.
DergiPark: 371409 ; trakyasobed ; The aim of this paper is to analyze "the return to bosom of the nation"discourse voiced by the opposition parties in Turkish politics in certaincircumstances, which seems to be a project that had never been realized. It isa political strategy envisaged forovercoming a political crisesthrough mass resignation of theopposition party's representatives from the parliament. Within this framework,the subject was classified according to political periods and each specificcase was analyzed and compared with the other cases.Aiming to take the legal political activity out of the parliament and tomobilize people around the opposition, this political strategy intends to makeradical changes in the functioning of the political system. From thisperspective this work is set out to contribute to the literature throughdetermining under which political conditions this strategy voiced by theopposition appears and whether it is a realizable and successful politicalmaneuver or not ; Bu çalışma Türk siyasal hayatında muhalefetpartilerinin kimi durumlarda dile getirdikleri ancak hiçbir zamangerçekleştiremedikleri bir proje olarak kalan "sine-i millete dönüş" söyleminikonu edinmektedir. Sine-i millete dönüş, muhalefet partilerinin kriz anlarındabir çıkış noktası olarak düşündükleri parlamentodan toplu şekilde istifa etmestratejisidir Bu çerçevede sine-imillete dönüş söyleminin parti politikası olarak tartışıldığı dönemlerbelirlenmiş, her olay kendi özelinde değerlendirilerek dönemsel bazdatartışmaların ortak noktaları tespit edilmiştir. Meşru siyaseti, parlamentodançıkararak halk zeminine taşımayı amaçlayan ve muhalefete halkı da ortak etmeamacı güden bu politik strateji, bir meşruiyet sorunu yaratarak siyasalsistemin işleyişinde köklü değişiklikler yapmayı hedeflemektedir. Bu bağlamdaçalışmamız muhalefet tarafından zaman zaman dile getirilen bu stratejinin hangikoşullar altında gündeme geldiğini, uygulanabilirliğini ve başarılı bir siyasalmanevra olup olmayacağını belirlemeyi amaçlamaktadır.
Türkiye'de pek çok darbe ve antidemokratik sürece şahitlik eden asker-siyaset ilişkilerini, 1960'a kadar vesayet, 2007'ye kadar kurumsal çatışma, sonrasını ise normalleşme kavramlarıyla tanımlayan bu makale, öncelikle ordu ile siyasal iktidar arasında ilişki boyutundan iletişim boyutuna geçilmesini demokrasi lehine bir kazanç olarak kabul etmektedir. Devlet içi bürokratik kanallarla da hızlanan siyasal iletişim süreci hem bir normalleşme eğilimini başlatmış, hem de tarafların birbirini daha iyi anlayarak demokrasi, ekonomik refah, kalkınma, sivil toplum gibi ortak paydalarda buluşmasını hızlandırmıştır. 2003 yazında MGK Genel Sekreterliği'nin yapısında meydana gelen değişiklikler, Nisan 2007'deki e-muhtıraya hükümet tarafından verilen tepki, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi ve sonrasında Genelkurmay Başkanlığı'nın Millî Savunma Bakanlığı'na bağlanması sivil ve iyimser bir yaklaşımla, 'kurumsal çatışma' döneminin sonu-'normalleşme' sürecinin işaretleri olarak değerlendirilmektedir. Halen devam eden normalleşme eğiliminin medya, sivil toplum kuruluşları ve kamusal mekanizmalar üzerinden işlemeye başlayan siyasal iletişim süreçlerinin de etkisiyle demokratikleşme yönünde seyrettiği ileri sürülmektedir. ; This article, which defines the military-politics relations in Turkey, which have witnessed numerous coups and anti-democratic processes, as tutelage until 1960, as institutional conflict until 2007 and as normalization thereafter, acknowledges the transition from a relationship into communication between the military and the political power as a gain for democracy. The political communication process, which has gained momentum via bureaucratic channels within the state, has initiated a normalization trend while also accelerating the course in which the parties better understood each other and met on common grounds such as democracy, economic welfare, development and civilian society. The changes made in the structure of the Secretariat General of the National Security Council in 2003, the government's reaction to the ememorandum in April 2007, the attachment of the General Staff to the Ministry of National Defense following the July 15 coup attempt staged by the Fetullah Terrorist Organization (FETO) are, in a civilian and optimistic approach, viewed as signs indicating to the end of the "institutional conflict" era and to a "normalization" process. The article proposes that the ongoing normalization trend advances towards democratization as a result of the political communication processes which have begun to work via media, civilian society organizations and public mechanisms.
Danışman: Ragıp Kutay Karaca. ; Bu çalışmada, 1983-1989 yılları arasında Türk dış politikasında önemli bir yere sahip olan Orta Doğu politikası ele alınmıştır. Çalışmada, Türkiye'nin sınır komşuları olması dolayısıyla daha fazla etkileşimde bulunduğu Orta Doğu ülkelerinden İran, Irak ve Suriye ile geliştirilmeye başlanan ekonomik ve siyasal ilişkilerin incelenmesi amaçlanmıştır. Dış politika analizi düzeyleri arasında yer alan birey düzeyi analizi tercih edilmiş ve dış politika uygulamaları karar alıcılar üzerinden değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme sırasında ise, dış politika analizi araştırma yöntemleri arasında yer alan içerik analizi yöntemi kullanılmıştır. Ayrıca, Türkiye'nin Orta Doğu politikasının tarihsel süreç içerisindeki genel seyri üzerinde durulduktan sonra 1983-1989 arasındaki yılların Turgut Özal'ın Başbakanlık dönemlerini kapsamasından dolayı karar alıcı olarak Özal'ın liderlik profili analizi çıkarılmıştır. Ardından, Özal'ın Türk siyasal hayatındaki yerine değinilmiştir. Bu bağlamda devlete bakış açısı, iktisadi alanda uyguladığı reformlar ve dış politika anlayışı hakkında genel bilgilere yer verilmiştir. Çalışmanın ana konusunu, Özal liderliğindeki Türkiye'nin gerek ulusal gerekse uluslararası konjonktür göz önünde tutularak izlemiş olduğu İran, Irak ve Suriye politikası oluşturmuştur ; In the thesis, Middle East politics between 1983-1989 has been studied, which has a big importance in Turkish foreign politics. In the study, it is aimed to examine economical and political relations, that have been started to improve, with Middle East countries such as Iran, Iraq and Syria, whom are borders on Turkey and they have closer relations. Individual level of analysis is preferred to apply among foreign policy implementations and foreign policy implementations are evaluated throught the decision makers. During the evaluation, content analysis tecnique is used among foreign policy analysis research tecniques. Moreover, after studying general situation of Turkey on the historical frame of Middle East politics, the leader profiling analysis of Turgut Özal, as a decision maker, is studied since the years between 1983-1989 includes Özal's prime ministry period. Behind, Özal's place in Turkish political life was mentioned. So to say, it is referred to his government's point of view, the reforms on economical field implematations, and understanding of foreign policy. The main topic of the study is framed by Turkey's national and international state of mind, under the power of Özal, along with the politics followed in Iran, Iraq and Syria.
Haredi (ultra-orthodox) political parties in Israel, namely Yahadut HaTora and Shas, have been constantly affecting the domestic political agenda. Despite already flourished literature that covers the various roles these parties play; security dimension is yet to be addressed so far. This paper aims to analyse the Haredi politics in Israel in the identity-security nexus by questioning the political reflections of the Haredi parties' persistent attachments to the security language in four core topics which are the Haredi educational autonomy, the exemption of religious school (yeshiva) students from the army service, the conversion to Judaism process (giyur), and the nationwide Shabbat regulations. By analysing the coalition documents that Haredi parties took part in, campaign posters of the 2013 and the 2015 elections, individual and institutional Haredi responses to certain crises regarding these topics, this paper claims that Haredi politics is organized by the articulation of identity-security concerns at varied levels.
Batı Trakya Yunanistan'ın Kuzey Doğusunda bulunmaktadır. Evros (Meriç) ile Nestos (Karasu) nehirleri arasında kalan 8578 kilometre karelik bir alanı kapsamaktadır. Lozan Barış Konferansında Türkiye ile Yunanistan arasında varılan bir antlaşma gereği iki ülke arasında zorunlu ahali mübadelesi yapılmıştır.Ancak İstanbul'un Rum nüfusu ile Batı Trakya'nın Türk nüfusu zorunlu mübadelenin dışında tutulmuş ve bulundukları ülkedeki devletin güvencesi altında dinsel azınlık konumunda bırakılmıştır. Söz konusu azınlıkların azınlık ve yurttaşlık hakları tanınmıştır.Bununla beraber Yunanistan kendi vatandaşı olan bu insanları hiçbir gerekçeye dayanmaksızın ulusal bütünlüğü tehdit olarak görmekte ve bu insanlara karşı uluslararası ve ikili antlaşmalarla belirlenen sorumluluğu yerine getirmediği gibi azınlık üzerinde baskı ve asimilasyon politikasını devlet denetiminde planlı,kararlı ve sürekli bir şekilde uygulamaktadır. Avrupa Birliği'nin temel dayanağına baktığımızda;hukukun üstünlüğü,insan hakları,demokrasi kavramını görmekteyiz.Yunanistan 1981 yılında Avrupa Birliği'ne tam üye olmuştur. 1990'ların ikinci yarısına kadar Batı Trakya Türk azınlığının durumunda herhangi bir değişiklik görülmemekte,1990'ların sonunda azınlık haklarında kısmen iyileştirmeler yapılmıştır. Ancak hassas ve hayati konularda herhangi bir değişikliğe rastlamak mümkün değildir. Avrupa Birliği azınlık hakları konusunda Yunanistan'ı bir çok defa uyarmış ve kınama kararları vermiştir.Ancak sorunların giderilebilmesi için Avrupa Birliği'nin daha etkİli yaptırımlar uygulaması gerekmektedir.Yunanistan kendi vatandaşı olan Batı Trakya Türkleri'nin ikili antlaşmalardan doğan haklarını iade etmeli ve kendi taraf olduğu uluslararası antlaşmaların gereklerini yerine getirmelidir. Ancak bu sayede Batı Trakya Türkleri'nin sorunlarının çözümü mümkün görünmektedir. ; West Thrace is located in the northeast of Greece,moreover,it comprises 8578 square kilometre open space between the rivers Evros (Meriç) and Nestos (Karasu).As a result of Lozan Peace Pact an obligatory exchange agreement had done betweenthe two countries,Turkey and Greece.However, Istanbul's Greek population and WestThrace's Turk population had been kept out of this obligatory exchange,furthermore,Turk's and Greek's in the country where they existed they left in the position of religion minorityunder the name of government assurance.Also,to the minorities above mentioned had givencitizenship and minority rights.Neverthless,Greece sees Turks,who they are his own citizens,as a threat to thenational integrity without based on at any justification,what is more,not only doesGreececarry out the responsibility which was mentioned by the bilateral agreements,but alsocarries out a permanent,determinend,designed policy plan under the governments control overto the minorities,for to assimilate and press them.When we look for the basic mainstay of European Community we are confrontedwith the concepts the superiority of laws and the democracy of human rights. Greecebecame an entire member to European Community in 1981.We hadn't seen any changes at thesituation of West Thrace Turk's minority until 1990's second half but in the and of 90's Greece had partially done improvements.In spite of this,it is not possible to come across toany changes in vital and sensible matters.European Community has warned Greece manytimes for the minority rights,moreover,Greece has been given many disapproval resolutions.However European Community have to apply more effective sanctions to remove theproblems.Greece should return the rights of the people who are his own citizens West ThraceTurks had arisened from the bilateral agreements,moreover,Greece should carry out thenecessities of the international agreements that are from his own side.As a result of this, WestThrace Turks problems solution is seen possible.
Her ne kadar tüm devletler uluslararası sistemin egemen ve eşit birer aktörüyseler de; bunların sistemiçindeki etkinlikleri genellikle sahip oldukları güç nispetinde sınırlanmaktadır. Diğer bir ifade ile bir devlet nekadar güçsüzse o kadar sınırlandırılabilir, ne kadar güçlüyse o kadar sınırlandırılamaz olur. Ancak, çağımızdakibüyük güçler, örneğin ABD ve Rusya, kendilerine meydan okuyacak veya hesap sorabilecek bir güçbulunmamasına rağmen gerçekleştirdikleri uluslararası eylemlerde hep bir meşruiyet arayışı içerisindeoluyorlar. Bu çalışmanın temel amacı bu arayışın nedenini anlamaktır. Bunun için ABD'nin 2003 Irak veRusya'nın 2015 Suriye müdahaleleri örnek vakalar olarak ele alınmış. Bu vakalar Putnam'ın İki Aşamalı Oyunteorisine ara değişken olarak meşruiyet kavramının eklenmesi ile oluşturulan model ışığında anlaşılmayaçalışılmıştır. ; Although, all of the states are sovereign and equal actors of the international system, their influence in the system is limited with the power they possessed. In other words, the weaker a state is, the more likely it is to be limited in its actions; the powerful a state is, it is difficult to be limited in its actions. However, great powers of our era, such as USA and Russia, although there is no power who can challenge or call for an account against them, they are always in a search for legitimacy in their international actions. The main objective of this paper is to understand this search for legitimacy. Accordingly, 2003 USA's Iraq and Russia's 2015 Syria interventions have been chosen as the cases. These cases are analyzed through a model that is consisted of Putnam's Two Level Game and the concept of legitimacy
Bulgaristan, 1984-1985 kışında Türk azınlığa karşı yürüttüğü asimilasyon politikalarını had safhaya vardırır. Halterci Naim Süleymanoğlu'nun 1986 yılında Türkiye'ye iltica etmesi, Bulgaristan-Türkiye ilişkilerini iyice gerginleştirir. Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT), 1987 yılında Bulgaristan'ın asimilasyon politikalarını konu edinen Yeniden Doğmak dizisini yayınlamaya başlar. Kızlarını geride bırakarak Türkiye'ye göç eden parçalanmış bir ailenin hikâyesini ön plana çıkaran dizi, Türk halkının milliyetçi duygularını harekete geçirerek iki ülke arasında diplomatik bir krize yol açar. Bulgaristan'la yapılan pazarlıklar sonucu, hikâyenin ilham kaynağı olan Aysel Özgür'ün serbest bırakılması karşılığında dizi yayından kaldırılır. Yeniden Doğmak dizisi aracılığıyla yaratılan duygusal atmosfer, Bulgaristan'ın Türk azınlığa karşı yürüttüğü asimilasyon politikalarının hem ulusal hem de uluslararası ölçekte tartışılmasını sağlar. Televizyonun ve dramanın gücünden yararlanarak gerçekleştirilen bu proje, aslında kitlelerin duygularını manipüle eden politik bir etkinliktir. Dönemin Başbakanı Turgut Özal, tüm siyasi kariyeri boyunca iktidarını tıpkı çağdaşları Ronald Reagan ve Margaret Thatcher gibi duygu politikaları ile sürdürmeye çalışmıştır. Bu çalışmanın amacı, Özal'ın Bulgaristan'daki Türk azınlık konusunda yürüttüğü duygu politikasını Yeniden Doğmak dizisi ekseninde incelemektir. Nitel bir perspektifle yürütülen çalışmada, dizinin anlatı analizi gerçekleştirilmiştir. Bu çerçevede, duygulanımsal medya iktidarına ve duygunun ideolojiden çok daha önemli bir rolü olduğuna vurgu yapan Brian Massumi'nin argümanlarından yola çıkılmıştır.
Yeni Sağ siyasal anlayış ile birlikte devlet bir anlamda asli sınırlarına çekilmiş, temel görevleri olan kamusal hizmetler dışında kalan diğer hizmetleri piyasa koşullarına bırakmıştır. Devletin bu kararı sonrası boşalan alanlara piyasa koşullarında faaliyet gösteren finans sahipleri girmeye başlamıştır. Yeni dönemde oluşan bu yeni durum devlet toplum iç içe geçmesini de bir anlamda hızlandırmıştır. Toplumun devlete sirayet aracı demokrasi iken, devletin topluma sirayet aracı ise bürokrasidir. Karşılıklı ilişki sarmalında bir birini besleyen bu iki kutbun ilişkisinden modern bir kavram olan "Siyasetin Finansmanı " doğmuştur. Siyasetin Finansmanı, seçimleri kazanarak seçmeni temsil etmek isteyen parti ve adayların kampanyalarını sürdürmek için ihtiyaç duydukları nakdi ve nakdi olmayan bütün olanakları kapsayan geniş bir kavramdır. Günümüz koşullarında siyasal faaliyetlerin sürdürülebilmesi için olmazsa olmaz bir araç haline gelen finansman desteğinin elde ediliş biçimi konumuz açısından dikkate değerdir. Demokrasi ile yönetilen hemen hemen her ülkede parti ve adaylara kamusal finansman olanağı sunulmaktadır. Ancak bu kaynağın yetersiz kalması parti ve adayları özel bağışlara başvurmaya zorlamaktadır. Özel bağışların siyasal alana girişi düzenleme ve yaptırıma tabi tutulmaz ise demokrasi kurumuna ciddi zarar verme potansiyeli bulunmaktadır. Alınacak tedbirlerin başarılı olması için bütün paydaşların ortak sorumluluk alması gerekmektedir. Köklü bir demokrasi geleneğine sahip olan ve bu geleneği halen sürdürdüğüne inanılan ABD'de siyasi parti ve adayların özel kişiler tarafından finanse edilmesi artık yerleşik bir gelenek haline gelmiştir. Türkiye'de ise bu konu hakkındaki tartışmalar halen oturmuş sayılmaz ve olgunlaşarak kabul görmesi zaman alabilir. Alan araştırmasındandan elde edilen verilerin analiz edilmesi sonucunda da Türkiye'deki seçmenin bu konu hakkında nispeten olumsuz bir görüşe sahip olduğu görülmektedir. Yani araştırmaya katılan kişilere göre siyasetin özel kişiler tarafından finanse edilmesi katılım amacıyla yapılsa da çoğunlukla bir çıkara dayanabilmektedir. ; With the New Right political understanding, the state has, in a sense, withdrawn to its fundamental borders and left other services other than public services, which are its main duties, to market conditions. After this decision of the state, financial owners operating under market conditions started to enter the vacant areas. This new situation that occurred in the new period accelerated the intertwining of the state and society in a sense. While the means of influence of society on the state is democracy, the means of influence of the state on society is bureaucracy. The modern concept of "Financing of Politics" was born from the relationship of these two poles that feed each other in the spiral of mutual relationship. Political financing is a broad concept that covers all financial and non-cash opportunities that parties and candidates who want to represent the voter by winning the elections need to continue their campaigns. The way in which financial support is obtained, which has become an indispensable tool for the continuation of political activities in today's conditions is remarkable in terms of our subject. In almost every country governed by democracy, parties and candidates are offered public funding. However, the inadequacy of this resource forces parties and candidates to apply for private donations. If the entry of private donations into the political arena is not regulated and sanctioned, it has the potential to seriously damage the institution of democracy. In order for the measures to be taken to be successful, all stakeholders must take joint responsibility. In the USA, which has a deep-rooted tradition of democracy and is believed to continue this tradition, financing of political parties and candidates by private individuals has now become an established tradition. In Turkey, on the other hand, the debates on this issue are still not settled and it may take time for it to mature and be accepted. As a result of the analysis of the data we obtained from our field research, it is seen that the voters in Turkey have a relatively negative opinion on this issue. In other words, according to the people who participated in the research, the financing of politics by private individuals can mostly be based on an interest, even if it is for the purpose of participation.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avusturya'da, ırkçı partilerin ve sivil toplumkuruluşlarının faaliyet yürütmesi yasaklanmıştı. Günümüzde, aşırı sağın oylarını artırmasıve siyasette güç kazanmasıyla, faşizm ve Nazizm farklı şekilde tezahür etmektedir. İlkolarak 1999 seçimlerinde Avusturya Özgürlük Partisi'nin Nasyonal Sosyalist Parti'yedönüşmemesi için uluslararası toplum, baskı ve yaptırım tehdidi uygulamıştı. Neticede,baskılara dayanamayan aşırı sağ parti, hükümetten düşmek zorunda kalmıştı. Ekonomikkrizler, göç hareketleri ve terör olayları, korumacı eğilimlerin ve milliyetçi siyasidalganın yeniden yükselmesine neden olmaktadır. Avrupa'da aşırı sağın en güçlü olduğuülkelerden biri olan Avusturya'da aşırı sağ partileri zaman zaman iktidar ortağı olmaktave kademeli olarak oylarını artırmaktadır. Etki gücü artan aşırı sağın sadece popülistsöylemlerle yetinmediği, aynı zamanda, Avusturya'da ana akım siyaseti ve kurumlarıetkileyerek göçmenlerin haklarını kısıtlayıcı uygulamalara başladığı da görülmektedir.Başta hak ihlalleri olmak üzere göçmenlerin hayatını zorlaştırıcı uygulamalar artarakdevam etmekte, ancak ulusal ve uluslararası kamuoyunda bu duruma tepkiler cılızkalmaktadır. Bu çalışmada, Avusturya'da aşırı sağın popülist söylemlerinin yanında,göçmenlere yönelik hak ihlallerine ve kurumlara olan etkisi incelenecektir. Avusturya'daaşırı sağ ve merkez partilerin söylemleri, gündelik hayatta göçmenlerin yaşamlarınane derece yansımaktadır? Bu araştırma geçmişten bugüne göçmenlerin Avusturya'davarlığını sorgularken, diğer taraftan aşırı sağın yükselişi, tarihsel ve kuramsal perspektifle anlaşılmaya çalışılacaktır. Ayrıca, bu çalışmada, aşırı sağın yükselişindeki temelsebep-sonuç ilişkisini doğru biçimde anlayabilmek için dünyadaki sosyoekonomik gelişmelere bağlı olarak neo-liberalizm ve küreselleşme tartışmalarına da yer verilmiştir. ; After the Second World War, racist parties and non-governmental organizations were prohibited from operating in Austria. Today, fascism and Nazism are manifested differently, with the far-right increasing their vote and gaining power in politics. The international community first applied pressure and sanctions to prevent the Freedom Party of Austria from becoming the National Socialist Party in the 1999 elections. As a re-sult, the far-right party, unable to withstand the pressures, had to fall out of government. Economic crises, migratory movements and terrorist incidents lead to a resurgence of protectionist tendencies and the nationalist political wave. Far-right parties occasionally become partners in power and gradually increase their votes in Austria, which is one of the most powerful countries in Europe. It is argued that the far-right, whose influence is growing, is not only content with populist rhetoric, but has begun to restrict the freedoms of migrants by influencing mainstream politics and institutions in Austria. Practices that make the life of migrants difficult, especially the violations of rights, continue to increase, but reactions to this situation remain weak in the national and international public opinion. This study will examine the populist rhetoric of the far-right in Austria, as well as its impact on rights abuses against immigrants and institutions. To what extent do the rhetoric of far-right and centre parties in Austria reflect on the lives of migrants in everyday life? While this research questions the existence of immigrants from the past to the present in Austria, on the other hand, the rise of the far-right will be examined from a historical and theoretical perspective. In addition, this article discusses Neo-liberalism and globalization in relation to socioeconomic developments in the world in order to accurately understand the fundamental cause-and-effect relationship in the rise of the far-right.