I. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, uluslararası savaşlardan daha yaygın hale gelmesine karşın, akademik çevre 1990'lı yılların sonlarına kadar silahlı iç çatışma sorununa ilişkin çalışmalara ağırlık vermemiştir. Bu tarihten itibaren yapılan pek çok çalışma doğal kaynaklar ile silahlı iç çatışma veya iç savaş başlangıcı, süresi ve şiddeti arasında bir ilişki olduğunu ileri sürmektedir. Literatürde doğal kaynaklar ile silahlı iç çatışma başlangıcı arasındaki ilişki altı farklı mekanizmayla açıklanmaktadır. Bunlar; açgözlü ayaklanma, dışarıdan müdahale, kindarlık, elverişlilik, zayıf devlet ve seyrek ticaret ağıdır. Mekanizmaların farklı önermeler üzerine inşa edilmiş olması hem terminolojik hem de kuramsal bir altyapının oluşturulmasını zorlaştırmaktadır Bazı kaynaklarda geçen teorilere diğer bazı kaynaklarda hiç yer verilmemesi ya da benzer teorilerin daha farklı, hatta bazen de çelişir şekilde kullanılması mevcut sorunu daha da büyütmektedir. Benzer şekilde farklı teorilerin sıralandığı iddia edilen kaynaklarda da sıralanan teorilerin birbiriyle iç içe oldukları, kullanılan teorilerin birbirinin tekrarından öteye geçemedikleri ya da tamamlayıcı oldukları görülmektedir. Mevcut literatürdeki bu eksiklik ve zorluklar bu çalışmanın hazırlanmasındaki ana etkendir. Bu etken bağlamında bu çalışmanın iki amacı vardır. Bunun ilki, mevcut çalışmalar ışığında doğal kaynaklar ile iç çatışma başlangıcı arasındaki ilişkiyi iç çatışma mekanizmaları yardımıyla iktisadi olarak tanımlamaktır. İkinci amaç ise bu tanımlamalarla terminolojik eşgüdümün oluşturulmasına ve kuramsal altyapının şekillenmesine katkıda bulunmaktır. ; Scholars did not place any emphasis on the studies regarding the issue of armed civil conflicts or wars from the ending of World War II to the late 1990s, though they appeared to be more common than the international wars. A high number of studies from then on, however, have suggested that there is a relationship between the natural resources and the onset, duration and severity of the armed civil conflicts or wars. In literature, the relationship between the natural resources and armed civil conflicts is accounted for with six different mechanisms. These are greedy the rebels mechanism, the greedy outsiders mechanism, the grievance mechanism, the feasibility mechanism, the weak states mechanism and the sparse network mechanism. That these mechanisms are based on different propositions makes it difficult to form a terminological and theoretical substructure. The current problem is intensified by the fact that the theories in some sources are not mentioned at all in other sources or that similar theories are used in a more different and even conflicting way. Likewise, it is seen in the sources in which different theories are claimed to be listed that these theories concentric with each other and that the theories used are no more than the repetition of or just complementary to one another. It is these deficiencies or difficulties in the current literature that make the primary factor for the preparation of this study. In the sense of this factor, this study is intended for two purposes. The first purpose of the study is to make an economic definition of the relationship between the natural resources and the commencement of the civil conflict with the help of civil conflict mechanisms in the light of the existing studies. The second purpose of the study is to contribute to the formation of terminological coordination and the shaping of the theoretical substructure with these definitions.
Sporun son yüzyıllık serüveninde devlet hayatında ve ülke imajının oluşturulmasında önemli bir kurumsallık sergilediği göz ardı edilemez. Bireysel bir fenomen olarak sporun değerlendirilmesinden ziyade, toplumsal bir olgu olarak spor, sosyo-kültürel yapının şekillenmesinde etkilidir. Bu anlamda birçok modern toplumda, bu dönemde, spor kurumundan devlet politikası olarak istifade edebilmek hedeflenmiştir. Kuşkusuz bu süreçte Sovyet toplumlarında spora yüklenen sosyolojik anlam toplumsal değişim adına göz ardı edilmeyecek bir öneme sahiptir. Çalışmada Sovyet toplumunda spor kültürünün kitlesel olarak geliştirilmesinde ve uluslararası arenada var olmada, spora yüklenen anlam üç aşamada incelenmiş, Spartakiada ve Moskova Olimpiyatları sosyo-politik olarak çözümlenmeye çalışılmıştır ; It can not be overlooked that sports, in its journey in the last century, exhibits an important institutionalism in the creation of country's image and the state of life. Sport as a social phenomenon, is effective in shaping the socio-cultural structure rather than being evaluated as an individual phenomenon. In this sense, in many of the modern societies, in this period, the sports institutions were aimed to be able to benefit from state policy. Undoubtedly, within this period, the sociological meaning assigned to sports in Soviet societies has an importance that cannot be ignored in the name of change. In the study; the meaning assigned to sports has been examined in three stages both in the collective development of sports culture and its existence in the international arena in Soviet society; in addition, Spartakiada and Moscow Olympics have been analyzed socio-politically
Libya'nın İstikrara Kavuşmasında Ekonomik Kalkınmanın Rolü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2019 Tarihsel süreç içerisinde Antik Yunan, Kartaca, Roma, Arap, Osmanlı ve Avrupalı devletlerin etkisinde kalan Libya; İngiltere, ABD, Rusya, Fransa ve İtalya gibi devletlerin bölgeye yönelik planlarının olmasından dolayı bağımsızlığı Birleşmiş Milletler tarafından verilen bir ülke olmuştur. Diğer devletlerin bölgeye yönelik ilgileri neticesinde Fizan-Berka ve Trablusgarp olacak şekilde üç federasyona ayrılarak Libya İdris Senusi krallığı altında yönetilmiştir. Daha sonra federasyon sistemi kaldırılmış ve Libya tek çatı altında yönetilmeye başlanmıştır. Komşu ülke olan Mısır'ın başına Abdulnasır'ın gelmesi ve Nasırcılık hareketinin de Libya'da etkili olması İdris Senusi krallığının kansız bir devrimle son bulmasına neden olmuştur. Nasırcılık hareketinden etkilenen Kaddafi, bu devrimi gerçekleştiren komitenin başında yer almıştır. 42 yıl boyunca Kaddafi yönetiminde olan Libya, siyasi ve ekonomik baskılarının yanı sıra dış ilişkilerinde de gerginlikler gözlemlenmiştir. Bu süreç içerisinde Kaddafi birçok kez kendisine karşı olan darbe girişimlerini bertaraf etmiştir. Ancak Tunus'ta başlayan Arap Baharı'ndan etkilenmiş ve 2011'de Bingazi'de ilk olaylar patlak vermiştir. Başta sakin bir şekilde başlayan olaylar zaman içerisinde bir iç savaşa dönüşmüştür. Bu iç savaş sonrasında ülkenin yönetimine Genel Ulusal Kongre geçmiş; ancak 2014'te Hafter'in darbe girişimi ile ülke tekrar bir krize saplanmıştır. Bu krizde ülkenin iç dinamikleri etkili olduğu kadar dış dinamiklerde etkili rol oynamaktadırlar. Bu dinamiklerin etkili rol oynamalarında siyasi ve iktisadi nedenler yatmakla beraber iktisadi nedenlerin bir adım önde olduğu tespit edilmiştir. Bu tez çalışması ile günümüz Libya'sında istikrarın sağlanabilmesi için siyasetin mi ekonomiyi etkilediği yoksa ekonominin mi siyaseti etkilediği sorusuna cevap verilmeye çalışılarak Libya'daki durumların anlaşılması hedeflenmiştir. Yaşanan hadiselerde, Libya'nın sahip olduğu doğal kaynakların Libya'daki durumları da tetiklediği incelenmiştir. Ayrıca bu çalışmada nitel ve nicel araştırma yöntemleri kullanılarak veriler toplanmıştır. ; The Role of Economic Development in Stabilising Libya, Master's Thesis, Ankara, 2019. Libya, which has been under the influence of Ancient Greece, Carthage, Rome, Arab, Ottoman and European states in the historical process; Their independence was granted by United Nations states such as England, USA, Russia, France and Italy, as they have plans for the region. As a result of the interest of other states in the region, Fizan-Berka and Tripoli were divided into three federations under the rule of Libya Idris Senusi kingdom. Later, the federation system was abolished and Libya began to be managed under a single roof. The fact that Abdul Nasser came to the head of the neighboring Egypt and the influence of the Nasirism movement in Libya caused Idris Senusi kingdom to end with a bloodless revolution. Gaddafi, who was influenced by the Nasserism movement, was at the head of the committee that realized this revolution. Libya, which was ruled by Gaddafi for 42 years, experienced tensions in foreign relations as well as political and economic pressures. During this period, Gaddafi eliminated the coup attempts against him many times. However, Libya was affected by the Arab Spring that began in Tunisia and the first events erupted in Benghazi in 2011. The events, which started in a calm way at first, turned into a civil war over time. After this civil war the General National Congress passed to the country's administration; However, in 2014, Hafter's coup attempt led to a crisis in the country. In this crisis, the internal dynamics of the country play an effective role in the external dynamics as well. While political and economic reasons lie in the effective role of these dynamics, it is determined that economic reasons are one step ahead. With this thesis, it is aimed to understand the situation in Libya by trying to answer the question of whether politics affects the economy or whether the economy affects politics in order to ensure stability in present-day Libya. In the events, it was examined that the natural resources of Libya triggered the situations in Libya. In addition, qualitative and quantitative research methods were used to collect data.
Bu çalışmada, demokrasinin işleyişinde yargının rolü ve meşruiyeti tartışılmaktadır. Demokrasinin tarihi her ne kadar iki bin beş yüz yıl öncesine dayanıyorsa da, demokrasinin neyi ifade ettiği hususu bugün dahi tartışmalıdır. Bu durum, demokrasi üzerine yapılacak çalışmaların her dönemde güncel bir ihtiyaca cevap vereceği anlamına gelmektedir. İşte günümüzdeki demokrasi tartışmalarına güncellik katan en önemli unsur, demokrasi ve yargı ilişkisi olmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, yargının demokrasilerdeki rolü değişime uğramıştır. Bu dönemle birlikte, siyasi iktidarları sınırlama ihtiyacına cevap verebilecek en uygun çözümün, yargı yoluyla denetim olduğu fikri kabul görmeye başlamıştır. Böylece Anayasa Mahkemeleri aracılığıyla, yargıya siyasi rolün biçildiği bir döneme girilmiş olmaktadır. Demokrasi-yargı ilişkisini incelemeye değer kılan tek unsur elbette Anayasa Mahkemelerinin varlığı değildir. Yargıda yaşanan bütün sorunların bir şekilde demokratik sisteme zarar verdiği söylenebilir. Aynı şekilde, sağlıklı işleyen bir yargı düzeninin varlığı da, demokrasinin sağlıklı biçimde işlemesi için zorunlu olmaktadır. Bu durum, yargıya ilişkin kurumsal düzenlemelerin ve uygulamadan kaynaklanan sorunların incelenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu incelemeler ışığında, demokrasilerde yaşanan yargı kaynaklı sorunların önüne geçilmesi mümkün olabilir. Öte yandan, yargı kaynaklı sorunların gerçekten yargı kaynaklı olup-olmadığının anlaşılması için de yargının geniş biçimde incelenmesi gerekmektedir. Çünkü yargı kaynaklı olduğu düşünülen bazı sorunların aslında, siyasi iktidarlardan veya ilgili ülkedeki siyasi kültürden kaynaklanması söz konusu olmaktadır. ; This study discusses the role and legitimism of jurisdiction in democracy. Although the history of democracy dates back to as early as two thousand five hundred years ago, it is not understood fully even today. This means that studies on democracy are to respond to a current need. Thereby the most significant component that makes democracy discussions up-to-date is the relation between democracy and jurisdiction. Especially after the World War II, the role of jurisdiction in democracies has changed. With the beginning of this period, the contemplation that the most appropriate way to meet the need to limit political powers is to use jurisdiction has become popular. Therefore, an era in which jurisdiction is casted a political role via Constitutional Courts has began. The existence of Constitutional Courts is not the only factor that makes the relation between democracy-jurisdiction worthy of studying. It can be argued that all problems in jurisdiction somehow give harm to proper operation of democracy. Similarly, a robust jurisdiction entails a sound democracy. This case entails the examination of the problems resulting from institutional regulations and applications in jurisdiction. In the light of these examinations, it can be possible to prevent jurisdiction related problems in democracy. On the other hand, jurisdiction is to be examined comprehensively so as to decide whether problems are really jurisdiction related or not because it is possible that some problems which are considered to be jurisdiction related can stem from political power or the political culture in the country.
Bu araştırmanın amacı, öğretmen görüşlerine göre örgütsel saygınlık ile örgütsel özdeşleşme arasındaki ilişkide sosyal rol kimliği ve örgütsel tinselliğin aracılık ilişkisi incelenmektir.Araştırmanın diğer bir amacı örgütsel saygınlık kavramını ve Örgütsel Saygınlık Ölçeği'ni eğitim yönetimi alan yazınına kazandırmaktır. Çalışmada nicel yöntemlerden ilişkisel tarama modeli kullanılmıştır. Araştırmanın örneklemini İzmir İli merkez ilçelerinde devlet ve özel ortaöğretim kurumlarında görev yapan ve tabakalı örneklem yolu ile seçilen 526 öğretmen oluşturmaktadır. Araştırmanın verileri; Örgütsel Saygınlık, Örgütsel Özdeşleşme, Sosyal Rol Kimliği ve İşyerinde Maneviyat ölçekleri ile toplanmıştır. Araştırmanın alt problemlerinde yer alan demografik değişkenlerin analizinde betimsel testler; örgütsel saygınlık ve örgütsel özdeşleşme arasındaki ilişkide sosyal rol kimliğinin ve örgütsel tinselliğin aracı ilişkisini test etmek için yapısal eşitlik modeli kullanılmıştır. Araştırmanın bulgularına göre; örgütsel saygınlığın örgütsel özdeşleşme üzerinde doğrudan ve dolaylı olarak etkisinin olduğu görülmektedir. Görev yaptıkları okulların saygın olduğunu düşünen öğretmenlerin özdeşleşme seviyeleri yüksektir. Sosyal rol kimliğinin ve örgütsel tinsellik aracılık etkisi ile öğretmenlerin özdeşleşme seviyelerini arttırmaktadır. Sonuç olarak öğretmenlerin görüşlerine göre örgütsel saygınlık ile örgütsel özdeşleşme arasındaki ilişkide sosyal rol kimliğinin ve örgütsel tinselliğin aracılık ilişkisi olduğu araştırma sonucunda doğrulanmıştır. ; This study aims to examine the mediation relationship between social role identity and organizational spirituality in the relationship between organizational prestige and organizational identification, according to teachers' views. Another aim of the research is to clarify the theoretical complexes on the frame of the organizational prestige and to develop the "Organizational Prestige Scale". Being the prestige of educational institutions is thought to be effective in identifying teachers with their institutions. Correlational survey model and quantitative methods were used in the study. The sample of the research consists of 526 teachers working in public and private secondary education institutions in the central districts of İzmir and was selected by stratified sampling. The data was collected by Organizational Prestige,Organizational Identification, Social Role Identity and Workplace Spirituality scales. Descriptive tests to analyze the demographic variables in the sub-problems and structural equation modelling to test the mediating relationship between social role identity and organizational spirituality in the relationship between organizational prestige and organizational identification were used. As findings, it was observed that organizational prestige has a direct and indirect effect on organizational identification. It was effective in increasing the level of identification of teachers with the mediating effect of social role identity and organizational spirituality. As a result, according to the opinions of the teachers, the mediation relationship between social role identity and organizational spirituality in the relationship between organizational prestige and organizational identification was confirmed.
Halk desteği siyasal iktidarlar açısından en önemli meşruiyet unsurlarından birisidir. Ancak bir siyasal iktidar için halk desteğinin varlığı kadar iktidarın konumuna ve kamu politikalarına yaptığı katkı da önemlidir. Başka bir ifade ile iktidarın bu desteği siyasa üretimine ve planladığı reformlara yansıtabilme becerisi siyasal iktidarın pragmatik yönünü belirleyecektir. Türkiye'de 2002 yılında iş başına gelen siyasal iktidarın, üst üste elde ettiği ve uzun yıllar görülmemiş olan seçim başarıları bu süreçte toplumda önemli bir desteğe sahip olduğunu göstermektedir. Hedefleri arasında "bürokratik vesayetin kaldırılması" ve "bürokratik devletten hizmet devletine dönüşüm" ün önemli yer tuttuğu siyasal iktidar, yeni yönetim anlayışına paralel olarak başta demokratikleşme, temel hak ve özgürlükler ile kamu yönetimi alanında olmak üzere çok önemli reformlar gerçekleştirmiştir. Bu reformlar bürokrasinin, siyasetçiler yanında artık halka karşı da eskisinden çok daha sorumlu, verimli, etkin, toplumun beklentilerini karşılayan bir anlayışa sahip olmasını zorunlu kılmıştır. Bu süreçte siyasal iktidarın sahip olduğu halk desteğinin etkilerini yansıtmada katılım, hak arama, bürokrasinin denetimi ve bireylerin bu denetim yollarını kullanmasını kolaylaştıran Bilgi Edinme ve Değerlendirme Kurulu, Kamu Denetçiliği Kurulu, Etik Kurulu, BİMER gibi mekanizmaları hayata geçirmesi önemli katkılar yapmıştır. Mevcut tabloda bürokrasi, bir süredir önemli bir kamuoyu desteğini arkasına alan, değişim ve dönüşüm sürecinin temel aktörü olan siyasal iktidarın dönüştürücü baskısını üzerinde hissederken benzer bir baskıyı hesap verebilirlik, açıklık, şeffaflık, bilgi edinme vb. ilkelerle kamu hizmeti sunmakla sorumlu olduğu, iktidara büyük oranda desteğini sunmuş olan kamuoyundan da görmektedir. Bu bağlamda çalışma siyasal iktidarın bu süreçte sahip olduğu halk desteğini bürokratik zihniyetin değişim ve dönüşümü noktasında bir baskı ve denetim unsuru olarak nasıl aktive ettiği üzerine yoğunlaşmaktadır. ; Public support is one of the most ...
ÖZETBaşlangıçta ekonomik birliktelik üzerine kurulan Avrupa Birliği, günümüzde her alana nüfus etmekte ve pek çok alanda ortak politikalar uygulamaktadır. Avrupa Birliği'nin ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve politik alandaki tüm uygulamalarının nihai hedefi ise üye ya da aday ülkeler arasında Avrupalılaşmayı sağlamaktır. Birliğin ortak eğitim politikaları ile yürütmekte olduğu değişim ya da hareketlilik programları bu amaca açık bir şekilde hizmet etmektedir. Günümüzde en yaygın olarak bilinen Avrupa Birliği eğitim programlarının başında ise Erasmus değişim programı gelmektedir. Bu çalışmanın amacı, Avrupa Birliği ortak eğitim politikalarının Avrupalılaşma süreci üzerindeki etkisini Erasmus değişim programı çerçevesinde incelemektir. Araştırma genelinde, bu alanda çalışmalar yapan bilim adamlarının son yıllarda popülerliği artan Avrupalılaşma üzerindeki düşüncelerine ve tanımlarına yer verilmiş ve Erasmus programının etkisini daha yakından inceleyebilmek için daha önceden bu programdan yararlanmış Türkiye ve AB vatandaşlarının katıldığı bir anket uygulanmıştır. Elde edilen sonuçları daha iyi analiz edebilmek için bu alanda bilgi sahibi olan Türkiye Ulusal Ajansı uzmanlarının görüşlerine başvurulmuştur. Yapılan bu araştırma, Avrupa Birliği ortak eğitim politikalarının bir parçası olan Erasmus değişim programının Avrupalılaşma üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu ve ülkeler ve vatandaşlar arası entegrasyonu güçlendirdiğini ortaya koymaktadır. Diğer çalışmalardan farklı olarak bu araştırma, konusu bakımından daha özel bir alanda farklı araştırma yöntemleri kullanılarak yapılmıştır. Son olarak, bu çalışma Avrupalılaşma konusuna ışık tutmakta ve Erasmus değişim programının bu konu ile olan ilişkisine dikkat çekmektedir. Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Avrupalılaşma, Avrupa Eğitim Politikaları, Erasmus Değişim ProgramıABSTRACTThe European Union, which is initially based on economic cooperation, penetrates every area today and implements its common policies in many areas. The ultimate goal of economic, social, cultural, politic and political extents of the EU is to carry out Europeanization between member or candidate countries. The Union's exchange or mobility programmes, which are run under common education policies, serve this purpose explicitly. Today, Erasmus takes place on the top in the most well-known EU education programmes. The aim of this study is to investigate the influence of common European education policies on Europeanization process in the frame of Erasmus exchange programme. In this study, the thoughts and definitions of the authors who have studied on Europeanization, which has become popular recently, are presented; and a questionnaire which was filled out by Turkish and European Union citizens, who have participated in this programme before, was conducted to investigate the role of Erasmus exchange programme closely. In order to analyze the questionnaire outputs better, we asked for Turkish National Agency experts' opinions, who are familiar with this study area. This study reveals the fact that Erasmus exchange programme as a part of the EU common education policies has a crucial influence on Europeanization and it reinforces the integration between countries and their citizens. Unlike other studies, this study has been conducted in a more specific field by using different research methods. Finally, this study illuminates Europeanization issue and emphasizes its relation with Erasmus exchange programme. Keywords: European Union, Europeanization, European Education Policy, Erasmus Exchange Programme
YÖK Tez No: 580484 ; Dünya ticaretinin 'inin deniz taşımacılığı ile yapıldığı göz önüne alındığında böylesine büyük bir ekonomiyi oluşturan denizcilik sektöründe Türk denizciliğinin sürdürülebilirliğini sağlamak ve Milli Bayraklı gemi sayısını arttırmak büyük önem arz etmektedir. Fakat yapılan çalışmalarda, Milli Bayraklı gemi sayısının arttırılması sağlanamamış ve gün geçtikçe yabancı bayrağa olan ilgi artmıştır. Yabancı bayrağa geçmekteki ilk sebep ise denizcilik işletmelerinin operasyon maliyetlerini düşürmek istemeleridir. Yabancı bayrağa geçişlerdeki en büyük etken ise Kolay Bayrak olarak tanımladığımız devletlerin denizcilik firmalarına sağladığı vergi, denetim ve yabancı personel gibi avantajlı imkanlardır.1997 yılında dünya tonajının 'sinden fazlası Kolay Bayrak taşırken günümüzde bu oran 'lerin üstüne çıkmış ve artmaya devam etmektedir. Tabi ki ülkemizde yetiştirilen denizci sayısının fazlalığı da Milli Bayrak'lı gemi sayımızı artırmak için bir diğer önemli sebeptir. Bu durumlardan ötürü milli denizciliğimizin sürdürülebilmesi için gerekli olan deniz taşımacılığı, gemi sicili ve uyrukluğu, Kolay Bayrak uygulaması, ikinci sicil ve denizcilik politikaları alanlarında literatür taraması yapılmıştır. Milli Bayraklı gemi sayısını arttırmak için atılan adımların neden yetersiz kaldığı, denizcilikte önde gelen ülkelerin ne gibi önlemler aldığı incelenmiştir. Böylece Milli Bayraklı gemi sayısının arttırılması için atılması gereken adımlar tespit edilip bu hususta Türk denizcilik şirketleri ile yapılacak olan anket çalışmalarından yararlanılacaktır.Anket çalışmaları sonucunda tespit edilecek Milli bayrağa teşvik politikalarını doğru bir şekilde belirlemek ve buna ek olarak Milli Bayraklı gemi sayısının arttırılması için gerekli stratejileri ortaya koyarak Türk denizciliğinin sürdürülebilirliğinin sağlanması hedeflenmektedir. ; Considering that 85% of the world trade is done by sea transport, it is of great importance to ensure the sustainability of Turkish shipping and increase the number of ships with National Flag in the maritime sector, which constitutes such a big economy.However, the number of ships with the National Flag could not be increased and the interest on the foreign flag increased day by day.The first reason to move to the foreign flag is that maritime businesses want to reduce the operating costs.The most important factor in the transition to foreign flag is the advantageous opportunities such as taxes, inspection and foreign personnel provided to the maritime companies by the states we define as Flag of Convenience. In 1997, more than 50% of the world's tonnage was carrying the Flag of Convenience and today this rate has risen above 70% and continues to increase. Of course, the number of seafarers raised in our country is another important reason to increase our number of ships with the National Flag.Due to these situations, a literature review has been carried out in the fields of maritime transport, ship registration and nationality, Flag of Convenience application, international ship registry and maritime policies which are necessary for sustaining our national maritime.The steps taken in order to increase the number of ships with the National Flag were insufficient and the measures taken by the pioneer countries in the maritime sector were examined. Thus, the steps to be taken in order to increase the number of ships with the National Flag shall be determined and the surveys to be carried out with Turkish maritime companies shall be utilized in this regard.It is aimed to determine the national flag incentive policies to be determined as a result of the survey studies and in addition to provide the necessary strategies for increasing the number of ships with the National Flag and to ensure the sustainability of Turkish shipping
ÖZETAvrupa Topluluğu'nun sosyal yönü, Avrupa entegrasyon sürecinin başlangıcından beri vardır. Ancak, Avrupa Topluluğu'nun temel amacı, Topluluk üyeleri arasında etkin bir ortak pazar oluşturarak ekonomik bütünleşmeyi sağlamak olduğundan sosyal politikanın genel Topluluk politikaları içindeki rolü küçüktü. Üye ülkeler arasında Topluluk'un sosyal alandaki rolü konusunda hiçbir zaman bir konsensüs oluşmadı. Ancak, zaman içinde, Topluluk üyeleri ekonomik bütünleşmesinin başarısı için etkin sosyal politikaların gerekliliğini kavradılar. Dolayısıyla, Toplululuk'un sosyal yönüne dikkat çekildi ve 1980'lerin sonlarında bu yönde adımlar atılmaya başlandı. Topluluk seviyesinde etkin bir sosyal politika 1980'lerin sonunda siyasi destek kazandı ve Avrupa entegrasyon süreci boyunca, birbiri ardına gelen Antlaşma revizyonlarıyla devam etti. AB sosyal politikasının bu tarihsel gelişme sürecine paralel olarak, Tek Avrupa Senedi (TAS) ile başlayarak, sosyal politikanın yasal ve yönetişim yönlerinde bir dönüşüm gerçekleşmiştir. AB'de sosyal politika alanı hala üye devletlerin yetkisinde olmasına rağmen, özellikle 1990'lardan itibaren, AB sosyal politikasının yönetişiminde hiyerarşik yapıdan hiyerarşik olmayan yapıya doğru bir gelişim olmuştur. Bu yönetişim yaklaşımında, AB'de değişik katmanlardan çok sayıda aktör, sosyal politika yapım sürecine dahil edilmiştir. AB sosyal politikasının geçirdiği bu gelişim süreci, Avrupa sosyal ortaklarının sosyal politika yapım sürecine katılmalarıyla sosyal diyaloğun yolunu açmıştır. Bu açıdan, Avrupa sosyal diyaloğu, 1985'te o günkü Komisyon Başkanı Delors'un başlattığı 'Val Duchesse' görüşmelerinden bu yana AB'nin gündeminde yer almaktadır. Avrupa sosyal diyaloğunun Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları'yla kurumsallaşmasıyla sosyal diyaloğun etkisi, bağlayıcı olmayan ortak görüşlerden, Komisyon tarafından denetlenen ve Konsey kararıyla uygulanan çerçeve anlaşmalara kadar ulaştı. Avrupa sosyal diyaloğunun bu aşamalı gelişiminde, sürecin temel aktörlerinden olan sosyal ortakların rolü ön plana çıkmıştır, çünkü bunların Avrupa seviyesinde temsili, sosyal diyaloğun Avrupa seviyesinde kurumsallaşması açısından önemlidir. Böylece, Maasricht Antlaşması'ndan beri, bir tarafta işçi sendikaları diğer tarafta işveren örgütlerini Avrupa seviyesinde temsil eden Avrupa sosyal ortakları, sosyal politika yapım sürecinde kurumsal bir role sahip olmuşlar, ve işgücü piyasası ile ilgili konularda yasal olarak bağlayıcı anlaşmaları görüşebilir duruma gelmişlerdir. Bu doğrultuda, sosyal ortakların gücü, sosyal ortaklara Laeken Avrupa Konseyi ile 'otonom çerçeve anlaşmalar' hazırlama ve uygulama yetkisinin verilmesi ile daha bağımsız bir rol verilerek arttırılmıştır.Bu bağlam içinde, çalışma Avrupa sosyal diyaloğunun ve sosyal ortakların rolünün AB sosyal politika yapım sürecindeki etkisini yönetişim yaklaşımı bağlamında araştırmaktadır. Avrupa sosyal diyaloğunun bağlayıcılığı olan çıktıları ve kapsamı kısıtlı olduğu görülmektedir. AB kurumsal yapısının sosyal diyalog üzerindeki etkisi de kısıtlıdır. Avrupa sosyal ortakların temsil yapılarında da eksiklikler mevcuttur. Ancak, bütün bunlara rağmen, Avrupa sosyal diyaloğu, AB sosyal politikasının meşruluğuna katkısı açısından AB sosyal politkasının önemli bir parçasıdır. Bu açıdan, Avrupa sosyal diyaloğu, sadece temelinde uzlaşma, konsensüs, işbirliği olan Avrupa sosyal modelinin önemli parçalarından biri olarak değil, aynı zamanda genel çerçevede Avrupa yönetişimin ve AB'deki demokratikleşmenin önemli bir mekanizması olarak karşımıza çıkmaktadır. ABSTRACTThe social dimension of the Community exists since the inception of the European integration process. However, as the primary rationale of the Community was economic integration among the member states in order to create an effective internal market within the Community in the initial phases, the role of social policy in overall Community policy was minor. There has never been consensus among the member states as to the role of the Community in the social field. However, in time, the member states of the Community perceived the necessity of effective social polices for the accomplishment of economic integration. Thus, increased attention was paid to the social dimension of the Community, with a clear commitment to its development from the late 1980s. This idea for an active social policy, which began to gain political support in the late 1980s, continued its progress with the successive Treaty revisions throughout the European integration process. In parallel to this progressive historical development of European Union (EU) social policy, there has been a transformation in the legal and governance aspects of social policy, starting with the Single European Act (SEA). Although the social policy field is still within the domain of the member states, especially in the 1990s, there has been a transformation in the governance of EU social policy from a hierarchical mode of governance to a non-hierarchical mode of governance, producing soft law rather than the regulatory mode of hard law. According to the governance approach, multiple actors at multiple levels of the EU are involved in the social policy-making process with deliberation and problem-solving efforts. This development of EU social policy paves the way towards the European social dialogue through the active involvement of the European social partners in the social policy-making procedure. In that regard, the European social dialogue has been on the EU's agenda since 1985, when it was initiated with the 'Val Duchesse' talks under the presidency of Delors. With the institutionalization of the European social dialogue process through the Maastricht and Amsterdam Treaties, the influence of the European social dialogue has increased from merely issuing non-binding joint opinions to the point where it now makes framework agreements implemented by Council decision and monitored by the Commission. In this incremental development of the European social dialogue, the role of the social partners as the core actors of the process has come to the fore, since their representation at European level is important for the institutionalization of the social dialogue at European level. Thus, since the Maastricht Treaty, the European social partners, which represent trade union and employer organizations, has enjoyed an institutional role in the policy-making process and can negotiate legally binding agreements on labour market issues. Moreover, the power of the social partners has been enhanced with the Laeken European Council, when they were granted greater independence in the preparation and implementation of 'autonomous agreements'. In this context, the study explores the extent of the influence of the European social dialogue and the role of the social partners in EU social policy-making procedure with reference to governance in the EU. It is notable that, despite the limited outcomes of the European social dialogue process regarding binding legislation, the limited scope of the European social dialogue, the limited influence of the EU institutional framework on the social dialogue, and the deficiencies in the representative structures of the social partners, the European social dialogue is a significant part of EU social policy in terms of its contribution to its legitimacy. In that regard, the European social dialogue has emerged not only as one of the vital parts of the European social model, which comprises the concepts of compromise, consensus, and cooperation, but also as an important mechanism in the general framework of European governance and democratization of the EU. Key Words:EU social policy, EU/ European social policy governance, European social dialogue, European social partners
Yüksek Lisans Tezi. YÖK Tez No:407208 ; Sovyetler Birliği'nin geniş bir coğrafyada yaklaşık 75 yıl sürmüş olan hâkimiyeti sonrasında 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla Orta Asya Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Türkiye, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini tanıyan ve söz konusu ülkelerde büyükelçilik açan ilk ülkedir. 1992 yılından bu yana gerçekleşmiş olan üst düzey ziyaretler ve karşılıklı imzalanan 500 civarında ikili ve çok taraflı anlaşmalar bu ilişkilerin sadece kültürel ve tarihsel alanlarda değil aynı zamanda ekonomik, sosyal ve askeri alanda güçlenmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak tarihi ve kültürel bağlarla birbirlerine bağlı olan ve ortak birçok özelliklere sahip olan ülkeler için bu yeterli gelmemektedir. Bundan dolayı Türkiye öncülüğünde askeri bir işbirliğine gidilmesi yönünde niyetler ortaya çıkmıştır. Kurulacak askeri bir yapının uluslararası alanda kurulmuş olan ve Türkiye'nin de üye olduğu FIEP'in örnek alınması düşünülmüş, böylece kurulacak bu yapı Türkiye'nin bölgedeki etkinliğinin artırılmasını, Türkiye ile bahse konu ülkeler arasında mevcut askerî iş birliğinin geliştirilmesini ve kurumsal bir yapıya kavuşmasını sağlayacaktır. Türkiye 25 Ocak 2013'te Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan'la birlikte Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de TAKM'ın temellerini atmıştır. Sembolünde bir at ve beraberinde dört yıldız bulunan ve kısa adını kurucu üye ülkelerin baş harflerinden alan TAKM, Mart 2014'de Moğolistan'ın askerî statülerini kaybetmelerini gerekçe göstererek Mutabakat Muhtırasını imzalamaması nedeniyle imzalanan anlaşma geçersiz olmuş, kuruluş süreci yeniden başlatılmıştır. Daha önceki çalışmaların tamamında yer alan ancak teşkilatındaki yapısal değişiklik ve iç prosedürlerini yetiştiremedikleri için Mutabakat Muhtırasını imzalayamayan Kazakistan'ın yeniden müracaatı sonucu, TAKM teşkilatının Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Kazakistan arasında yeniden oluşturulması planlanmıştır. ; After Soviet Union's domination which lasted nearly a century in the region,Central ...
"Uluslararası Uyuşmazlıkların Çözümünde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun Rolü" başlıklı tez çalışması üç bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde, teze yönelik destek nitelikte teorik alt yapı oluşturulmuş ve Birleşmiş Milletler'in yetkileri, görevleri ve kurumsal yapısı ele alınmıştır. Çalışmanın ikinci bölümünde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun kurumsal yapısı özet nitelikte incelenmiş ve Genel Kurul'un uluslararası uyuşmazlıkların çözümüne yönelik etkisi belirlenmeye çalışılmıştır. Bu bölümde ayrıca BM Genel Kurulu'nun yetkileri ve görevleri tez konusuyla ilişkilendirilerek aktarılmıştır. Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde ise ilk iki bölümdeki açıklamalar, bilgiler ve değerlendirmeler doğrultusunda özellikle uluslararası uyuşmazlıkların çözüm yolları sunulmuş ve Genel Kurul'un uluslararası uyuşmazlıkların çözümünde üstlendiği rol örnek nitelikteki uyuşmazlıklarla açıklanmaya çalışılmıştır. ; This thesis study entitled "The Role of The United Nations General Assembly In Resolution of International Conflicts" consists of three parts. In the first part of the study, it is made a theoritical/conceptual framework in order to support the thesis and it is also presented the authority, functions and the institutional structure of the United Nations. In the second part of the study, the institutional structure of the United Nations General Assembly is briefly examined and the effect/role of the General Assembly in resolution of international conflicts is tried to be determined. In this part of the study it is also presented the authority and the functions of the General Assembly by linking the topic of the thesis. In the third and the last part of the study, it is presented the methods of resolving international conflicts in accordance with explanations, informations and evaluations of previous parts of the study and the role taken by the United Nations General Assembly in resolution of international conflicts is explained with examples of conflicts.
The main objectives of the paper are to review the development of productivity indicators of the agricultural sectors in Lithuania and Germany and to discuss the role and potential contributions of the support measures in the Rural Development Programs. The paper will focus on sectorial productivity and profitability indicators included in the Common Monitoring and Evaluation Framework (CMEF) of rural development policy in the EU and carry out a comparative statistical analysis with policy support indicators over the period 2000 to 2011. The results of the analysis indicate that the impact of RDP funding on sectorial economic development is rather limited and other intervening factors play a much bigger role. Further case study analysis is required to examine the specific causal relationships between the main determinants of competitiveness and RDPs at regional level. This would create a better understanding of how specific regional factors can hinder or foster positive economic impacts of rural development measures on agricultural sectors in the EU.
The main objectives of the paper are to review the development of productivity indicators of the agricultural sectors in Lithuania and Germany and to discuss the role and potential contributions of the support measures in the Rural Development Programs. The paper will focus on sectorial productivity and profitability indicators included in the Common Monitoring and Evaluation Framework (CMEF) of rural development policy in the EU and carry out a comparative statistical analysis with policy support indicators over the period 2000 to 2011. The results of the analysis indicate that the impact of RDP funding on sectorial economic development is rather limited and other intervening factors play a much bigger role. Further case study analysis is required to examine the specific causal relationships between the main determinants of competitiveness and RDPs at regional level. This would create a better understanding of how specific regional factors can hinder or foster positive economic impacts of rural development measures on agricultural sectors in the EU.
Dünyada bir yandan zenginlik artarken diğer yandan ise yoksulluk giderek derinleşmektedir. Yoksulluk sadece gelişmemiş ülkelerin sorunu değildir. Bu sorun artık bütün dünya devletlerini ilgilendirmektedir. Yoksulluğun artması ve giderek hızlanması ve devletlerin artık bu sorunla baş edemez hale gelmesi başka çareler aramaya yöneltmiştir. Devletlerin gün geçtikçe hantallaşmasıyla birlikte sivil toplum kuruluşlarının önemi artmıştır. Türkiye'de de diğer ülkelerde olduğu gibi yoksulluk olgusunun varlığı net bir şekilde görülmektedir. Bu yaşanan olumsuz durum; hızlı nüfus artışı, adaletsiz vergi sistemi, vergi kaçakçılığı, yüksek faiz politikaları, doğa koşulları, yaşanan doğal afetler, çalışamayacak nüfusun fazla olması, piyasada tekelleşmenin artması, işsizlik sorunu, enflasyon, durgunluk, gelir dağılımının adaletsiz olması bütün bunların hepsiyle beslenerek hızla büyümektedir. Yoksulluk olgusu devletlerin mücadelesiyle baş edilemeyecek duruma gelmiştir. Günümüzde bu sorununla baş edebilmek için sivil toplum örgütlerine büyük rol düşmektedir. Bu çalışmada; Kızılay Derneği, Kimse Yok Mu Derneği ve Oxfam Yardım Kuruluşunun çalışmaları incelenmiş ve anket çalışması gerçekleştirilmiş ve elde edilen veriler değerlendirilmiştir ; While the prosperity is increasing in the world, on the other hand, poverty is gradually getting deeper. Poverty is not the only problem of undeveloped countries. From now on, this problem concerns the whole world states. The increment of poverty, its gradual accelaration and the states' becoming unable to cope with this problem direct to another solutions. In conjunction with the government's power weakening day after day, the importance of non-governmental organizations has increased. In Turkey, such as in the other countries, the existence of the fact of poverty is seen clearly. The problem is growing up by being fed with some reasons such as rapid increment of population, unrighteous tax system, evasion of taxes, high interest policies, nature circumstances, natural disaster experiences, the overbalance of unworkable population, the increment of monopolies in the market, the problem of unemployment, inflation, stagnation, the unrighteousness of income distribution. Contemporarily, a great role goes to non-governmental organizations to cope with this problem. In this study, the works of Kızılay Association, Kimse Yok Mu Association and Oxfam Aid Agency have been surveyed, conduction of poll has been achieved and the obtained data have been evaluated.
06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" ile 18.06.2018 tarihli "Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge" gereğince tam metin erişime açılmıştır. ; Bağımsızlıktan sonra Azerbaycan Cumhuriyeti dünya siyasetinde bölgesel aktörlerin ve küresel güçlerin çıkar kesişmesinin odağında olan bir devlet olmuştur. 1991 yılında tekrar bağımsızlığını kazanan Azerbaycan Cumhuriyeti, 1918-1920 yılları arasında mevcut olmuş olan Azerbaycan Halk Cumhuriyetinin resmi varisi olmuştur. Bu çalışmanın ana konusu ise Azerbaycan Cumhuriyetinin stratejik kültürünü incelemek ve İran ile ilişkilerde rolünü tespit etmektir. Tezin temel iddialarından birisi Azerbaycan-İran ilişkilerinde stratejik kültür yaklaşımının açıklayıcı bakış açısı sunduğu yönündedir. Bu çerçevede tez çalışmamızda temel birkaç soruya cevap aranmaktadır: a) Azerbaycan'ın stratejik kültürünün oluşmasında hangi etkenler ön plandadır? Bu soruya cevap bulmak için Azerbaycan'ın tarihi geçmişini, devlet olma sürecinde sembollerin ortaya çıkmasını ve etkisini, bağımsızlık sonrası ekonominin stratejik kültür üzerinde etkisi gibi konular araştırılmıştır. b) Stratejik kültür etkisi Azerbaycan ile İran arasında yaşanan politik gelişmelerde gözlemlene bilir mi? Nasıl gözlemlenir? Bu soruya cevap bulmak için ise Hazar'ın statüsü konusu incelenmiştir. Bu soruların etrafında şekillenen tezde şu bulgulara ulaşılmıştır: a) Azerbaycan'ın stratejik kültürünün oluşmasında sembolik ve çevresel etkenler ön plandadır. Özellikle İran ve Rusya'dan belirli ölçüde tehdit algılaması Azerbaycan'ın stratejik algılamasının Batı yanlısı olmasını sağlamıştır. b) İki ülkenin stratejik kültürleri çelişmektedir. Azerbaycan'ın stratejik kültürü mümkün kadar fazla sayıda Batılı güçlerle iyi ilişkiler kurmayı öğütlerken, İran tam tersi olarak bu durumdan tehdit algılamaktadır. ; After the Independence, the Republic of Azerbaijan became the focus of the intersection of regional actors and global powers in world politics. The Republic of Azerbaijan, which gained its independence in 1991, became the official heir of the Azerbaijan Democratic Republic, which was present between 1918-1920. The main subject of this study is to examine the strategic culture of the Republic of Azerbaijan and to determine its role in relations with Iran. One of the main claims of the thesis is that the strategic culture approach in the relations between Azerbaijan and Iran provides an explanatory point of view. In this framework, the answer to the basic questions is sought in our thesis study: a) Which factors are at the forefront in the formation of Azerbaijan's strategic culture? In order to find the answer to this question, the historical background of Azerbaijan, the emergence and effects of symbols in the statehood process and the effects of the post - independence economy on the strategic culture were examined. b) Can the impact of the strategic culture be observed in the political developments between Azerbaijan and Iran? How is it observed? In order to find an answer to this question, Hazar's status is examined. The following findings were found in the thesis which was formed around these questions: a) Symbolic and environmental factors are in the foreground in the formation of Azerbaijan's strategic culture. Particularly the perception of threat from Iran and Russia has made Azerbaijan's strategic perception to be pro-Western. b) Strategic cultures of the two countries are contradictory. While Azerbaijan's strategic culture prefers to establish good relations with as many Western powers as possible, Iran, on the contrary, threatens this situation.