The Islamic intellectual thought of the thirteenth to nineteenth centuries has long been represented as an intellectual "decadence" or "sclerosis," due to the discourse of orientalists. In recent decades, however, researchers have sought to challenge the orientalist paradigm by highlighting the scholarly currents and vigorous discussions that characterized the period in question. As a direct critique of the narratives of either "decline" or "ignorance" that persist in Islamic intellectual historiography, Naser Dumairieh's recent book attempts to reveal the situation of rational and theoretical sciences in the Hijāz by focusing on the life and work of al-Kūrānī, the seventeenth-century Shāfi'ī hadith scholar, Sufi, and theologian. Following the footsteps of Khaled el-Roauyheb's influential book Islamic Intellectual History in the Seventeenth Century, Dumairieh not only examines al-Kūrānī's ideas, but also offers a comprehensive glimpse into the intellectual life in contemporary Hijāz.
Yaklaşık iki yüz yıllık geçmişe sahip bir akademik disiplin olan sosyolojinin Türkiye'deki tarihi genellikle 1914 yılına dayandırılır. Dârülfünunda sosyoloji öğretimine başlandığı bu yıl, sosyolojinin kurumsallaşması açısından oldukça önemlidir. Ancak sosyolojik düşünce esas olarak Osmanlı düşünce dünyasına Tanzimat Dönemiyle birlikte nüfuz etmeye başlamıştır. Dağılmakta olan İmparatorlukta yaşanan toplumsal sorunların çözümünde önemli bir araç olarak görülen sosyoloji hızlıca benimsenmiş, farklı sosyolojik perspektifleri benimseyen farklı düşünce çevreleri ortaya çıkmıştır. Bu düşünce çevreleri arasında 1910-1912 yılları arasında Selanik'te bir araya gelen aydın zümresi, topluma dair yöntemli bir bilgi üretimi anlamında sosyoloji disiplinin ortaya çıkmasında önemli katkılar sunmuştur. Bu anlamda Selanik, entelektüel ortamıyla Türk sosyolojik düşüncesinin gelişmesinde önemli bir yere sahip olmakla birlikte, bu özelliğiyle yeterince ele alınmamıştır. Bu çerçevede; çalışma öncelikle Selanik kentini bir düşünce merkezi yapan sosyal, ekonomik ve politik özelliklerini ortaya koyarak kentteki entelektüel ortamı betimlemekte; ardından kentte bir araya gelen Selanik Çevresinin sosyoloji ilgisine odaklanarak bu bağlamda gelişen sosyolojik düşünceyi ele almaktadır.
Beyin gücü ve bilgi dünyada yaşanan hızlı değişim süreci sonucunda fiziki gücün yerini almıştır. İşletmelerin sahip olduğu değer sadece finansal varlıklarla ölçülmeyip, bilgi, kalifiye işgücü ve tecrübe gibi entelektüel sermaye unsurlarıyla da değerlendirilmeye başlanmıştır. Çalışmanın amacı, Konya ilinde yiyecek-içecek sektöründe çalışan işgörenlerin entelektüel sermaye algıları ve iş performansı arasındaki ilişkiyi belirlemektir. Nicel araştırma yöntemlerinin kullanıldığı bu çalışmada, araştırmanın amacına uygun Konya ilinde evreni temsil edebilecek işgörenlere toplam 470 adet anket formu dağıtılmış olup, geçerli 390 adet anket formu verilerin değerlendirilmesinde kullanılmıştır. Uygulanan anket ile beraber işgörenlerin demografik özellikleri belirlenmiş, entelektüel sermaye algılarını belirlemek için entelektüel sermaye ölçeği ve iş performansı ölçeği kullanılmıştır. Araştırmanın sonucunda, çalışan işgörenlerin demografik özelliklerinin entelektüel sermaye unsurlarına ait algıları ve iş performansı tespit edilmiş, anlamlı ve anlamsız çıkan farklılıklar t-testi ve varyans analizi yardımıyla değerlendirilmiştir. Ölçekler arası ilişkiler incelendiğinde ise, çalışan işgörenlerin entelektüel sermaye algılarının iş performansını orta düzeyde pozitif yönde etkilediği ve bu etkinin yapılan regresyon analizi sonucunda % 29,7 olduğu belirlenmiştir.
Örgütlü dinin önemli bir statü göstergesi olarak ilahiyat aydını kendi tarihsel mirası üzerinde bugün din, siyaset ve kimlik ilişkileri etrafında birisi siyasal otoritenin değişken politik ajandasıyla uyumlu diğeri ise siyaseti içerden bir bilgi ve akılla varoluşsal ahlaki kurguya dayandıran iki farklı epistemoloji ve perspektif ortaya çıkarmıştır. Bu çerçevede çalışma Türkiye'de siyasetin yasallaştırdığı düzen nosyonuna karşı ilahiyat aydınının dinsel tepkileri ile bu bağlamdaki kimlik inşasını konu edinmiştir. Çalışmanın amacı bugünkü siyasal konjonktürde ilahiyat aydınının siyasal katılım ve kimlik çıktılarını bazı kavramsallaştırmalar üzerinden olgu merkezli anlamak ve açıklamaktır. Araştırma verileri ilahiyat aydınının medyaya yansıttığı tartışmalar esas alınarak olgu merkezli kuramsallaştırma tekniği üzerinden tarihsel sosyolojik bir perspektifte yorumlanmıştır.
Kemalizm, sekülerleşme ve uluslaşma sürecinde benimsenen yöntemlerin ve eylemlerin resmî ideolojisidir. Genel itibariyle Mustafa Kemal Atatürk'ün düşünceleri ile erken Cumhuriyet dönemi uygulama pratiklerine dayanan Kemalizm yeni bir ülkede yeni bir insan ve toplum inşa etme sisteminin tezahürüdür. Kalıplaşmış bir inanç sistemi olmaktan ziyade kavramın esnek, dinamik ve eklektik yapısı onu sürekli yorumlanabilir ve yeniden ele alınabilir kılmaktadır. Kavramın bu nevi kullanımı 1960'lı yılların aydınlarından Doğan Avcıoğlu tarafından Devrim Gazetesi özelinde gerçekleştirilmektedir. Bu minvalde mevcut çalışmanın amacı Doğan Avcıoğlu'nun anlam dünyasında Kemalizm'in nasıl yorumlandığının ortaya konulmasıdır. Bahse konu amaç doğrultusunda Avcıoğlu'nun Devrim Gazetesi'ndeki yazıları incelenmeye tabi tutulmuştur. Çalışma yöntembilimsel olarak gömülü teori yaklaşımı benimsenerek
desenlenmiştir. Bahse konu teori ile eş güdümlü kullanılan sürekli karşılaştırma yöntemi ise veri analiz metodu olarak belirlenmiştir. Yapılan analizler neticesinde Doğan Avcıoğlu'nun Kemalizm'i sol bir perspektifle yorumladığı ve onu hasım güçler ile müttefik güçler metaforu ekseninde inşa etmekte olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Ibn Khaldun advocated that every political entity should be born, grown, developed and finally died through various like human beings. Ibn Khaldun argues that prosperity, comfortable and calm lives is came from the nature of state order. Since people who have these things would prefer comfort, prosperity, luxury and peace; the aging and collapse dynasties in power in the long run is inevitable. The idea that power will eventually degenerate and corrupt the government and lead the country into degeneration is clearly expressed by Ibn Khaldun. This basic assumption has played a very important role in shaping liberalism in the modern western political thought. In the Turkish thought, the Ottomans defended the idea of regulating power with laws and customs visa vie make references to ancient laws (kanun-i kadim) and Sharia. The authors of Ottoman advice books (nasihatnames) such as Veysi, Gelibollu Mustafa Ali and Hasan Kafi Akhisari clearly included Ibn Khaldun's political and social theories into their works. According to Ottoman authors, legal structures and regulations have made possible for the states to live eternally. When we look at the last two centuries of Turkish political history, it can be stated that the "Sened-i İttifak", "Tanzimat", "Constitutional Monarchy" and finally the "Republic" were permanent answers to the problem of the degeneration of power expressed from Ibn Khaldun. ; İbn Haldun devletlerin tıpkı insanlar gibi çeşitli hayat evrelerinden geçerek doğup, büyüyüp, gelişip nihayet öldüklerini savunmuştur. İbn Haldun, refah, rahat ve sükûnun, yerleşik düzenin ve devletin doğasından olduğunu savunmaktadır. Bunlara sahip olan insanlar rahat, refah, lüks ve huzuru tercih ettiklerinden; uzun süre iktidarda kalan hanedanların idaresindeki devletin ihtiyarlaması ve çöküşü kaçınılmaz olmaktadır. İktidarın eninde sonunda yozlaşacağı ve ülkeyi kötü sonuçlara sürükleyeceği fikri İbn Haldun tarafından açık bir şekilde ifade edilmektedir. Bu temel varsayım Batı'da liberalizmin şekillenmesinde ve modern siyaset düşüncesinin gelişmesinde çok önemli rol oynamıştır. Türk düşünce hayatında ise Osmanlılar iktidarı kanunlarla ve teamüllerle düzenleme fikrini hem kadim Türk devlet geleneğinden hem de Şeriattan aldıkları değerlerle savunmuşlardı. İbn Haldun'un devlet teorisine eserlerinde açıkça yer veren Veysi, Gelibolulu Mustafa Ali ve Hasan Kafi Akhisari gibi Osmanlı nasihatname yazarları devletlerin ayakta kalabilmesini iktidarın kadim teamüllere ve kanunlara uygun hareket etme koşuluna bağlamışladır. Türk siyasi tarihinin son iki asrına baktığımızda anayasal düzen yolunda atılmış "Sened-i İttifak", "Tanzimat", "Meşrutiyet" ve nihayet "Cumhuriyet" adımlarının İbn Haldun'dan itibaren dile getirilen iktidarın yozlaşması sorununa verilmiş kalıcı bir cevap olduğu ifade edilebilir.
İbn Haldun devletlerin tıpkı insanlar gibi çeşitli hayat evrelerinden geçerek doğup, büyüyüp, gelişip nihayet öldüklerini savunmuştur. İbn Haldun, refah, rahat ve sükûnun, yerleşik düzenin ve devletin doğasından olduğunu savunmaktadır. Bunlara sahip olan insanlar rahat, refah, lüks ve huzuru tercih ettiklerinden; uzun süre iktidarda kalan hanedanların idaresindeki devletin ihtiyarlaması ve çöküşü kaçınılmaz olmaktadır. İktidarın eninde sonunda yozlaşacağı ve ülkeyi kötü sonuçlara sürükleyeceği fikri İbn Haldun tarafından açık bir şekilde ifade edilmektedir. Bu temel varsayım Batı'da liberalizmin şekillenmesinde ve modern siyaset düşüncesinin gelişmesinde çok önemli rol oynamıştır. Türk düşünce hayatında ise Osmanlılar iktidarı kanunlarla ve teamüllerle düzenleme fikrini hem kadim Türk devlet geleneğinden hem de Şeriattan aldıkları değerlerle savunmuşlardı. İbn Haldun'un devlet teorisine eserlerinde açıkça yer veren Veysi, Gelibolulu Mustafa Ali ve Hasan Kafi Akhisari gibi Osmanlı nasihatname yazarları devletlerin ayakta kalabilmesini iktidarın kadim teamüllere ve kanunlara uygun hareket etme koşuluna bağlamışladır. Türk siyasi tarihinin son iki asrına baktığımızda anayasal düzen yolunda atılmış "Sened-i İttifak", "Tanzimat", "Meşrutiyet" ve nihayet "Cumhuriyet" adımlarının İbn Haldun'dan itibaren dile getirilen iktidarın yozlaşması sorununa verilmiş kalıcı bir cevap olduğu ifade edilebilir. ; Ibn Khaldun advocated that every political entity should be born, grown, developed and finally died through various like human beings. Ibn Khaldun argues that prosperity, comfortable and calm lives is came from the nature of state order. Since people who have these things would prefer comfort, prosperity, luxury and peace; the aging and collapse dynasties in power in the long run is inevitable. The idea that power will eventually degenerate and corrupt the government and lead the country into degeneration is clearly expressed by Ibn Khaldun. This basic assumption has played a very important role in shaping liberalism in the modern western political thought. In the Turkish thought, the Ottomans defended the idea of regulating power with laws and customs visa vie make references to ancient laws (kanun-i kadim) and Sharia. The authors of Ottoman advice books (nasihatnames) such as Veysi, Gelibollu Mustafa Ali and Hasan Kafi Akhisari clearly included Ibn Khaldun's political and social theories into their works. According to Ottoman authors, legal structures and regulations have made possible for the states to live eternally. When we look at the last two centuries of Turkish political history, it can be stated that the "Sened-i İttifak", "Tanzimat", "Constitutional Monarchy" and finally the "Republic" were permanent answers to the problem of the degeneration of power expressed from Ibn Khaldun.
SOL, LİBERALİZM VE DEMOKRASİTÜRK AYDINLARININ DÖNÜŞÜMÜ (1980-2008)ÖZETBu çalışmanın amacı, seksenli yıllardan itibaren Türkiye solunda, bir deradikalizasyon süreci olarak tanımlanan liberal demokratikleşme perspektifinin ortaya çıkışını farklı görünümleriyle incelemektir. Solcu entelektüeller tarafından yayılan bu liberal-demokrat söylemin şekillenişi 12 Eylül 1980 darbesi karşısında devrimci hareketlerin yenilgisi ve Yeni Sağ'ın hegemonyası çerçevesinde ele alınır. Kemalist rejime ve Türkiye sosyalist hareketinin geçmişine yönelik bu "sol liberal" düşünce akımı tarafından formüle edilen eleştiriler ve savunulan demokratikleşme stratejisi, özerk bir sivil toplumun ortaya çıkmasını engellediği varsayılan "güçlü devlet geleneği" tezine dayanan bir tarih okumasıyla ilişkileri bağlamında incelenir. Çalışmamızda, aynı zamanda doksanlı yılların ortasından itibaren liberal yayın organlarının ortaya çıkışını açıklamak üzere medyatik ve entelektüel alanlarda meydana gelen dönüşümlere odaklanılır. Liberal sol söylemin sözcülüğünü yapan başlıca entelektüeller, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımına dayalı ve siyasal ilişkilerin "normalleşmesini" sağlayacak hegemonik projeyle yakından ilişkili bir "demokratik söylemin" inşasına bu gazeteler aracılığıyla katılır. Son olarak, 1996-1997 ve 2007-2008 yıllarında meydana gelen iki siyasal kriz ve askeri müdahale döneminde, sözü edilen "demokrat aydınların" köşe yazılarında yer alan analizleri ve siyasal tutumlar incelenir.Anahtar Kelimeler: Demokrasi, Devlet, Sol, Liberalizm, Entelektüel, Aydın, Basın.Left, Liberalism and Democracy.The Transformations of Turkish Intellectuals (1980-2008)ABSTRACTThe purpose of this study is to analyze the different aspects of the emergence of a liberal democratic perspective –which is described as a process of de-radicalization- within Turkish left in the post-1980 period. The emergence of this democratic- liberal discourse among leftist intellectuals is placed in the context of revolutionary movements' defeat in the face of 1980 military coup and the construction of the hegemony of new right. Different critiques of Kemalist regime and the past of socialist movement in Turkey as well as democratization strategies formulated by this "left liberalism" are analyzed in their relations with the hegemonic reading of the Ottoman-Turkish historical development conventionally known as the thesis of "strong state tradition" which has supposed to prevent the emergence of an autonomous civil society. Our study also focuses on the transformations in the media and of the intellectuals in order to expose the rise of the liberal press after the mid 1990s. Outstanding intellectuals, who are the spokesmen of the liberal left movement, have contributed to the construction of a "democratic" discourse through their columns and newspaper articles. This discourse is deeply linked with the project of Turkey's adhesion in the European Union, which is constructed as a hegemonic project that would lead to a process of "normalization" of the political relations to be emancipated from military tutelage. The final chapter is reserved to the analysis of the political positioning and analyses of the "democratic intellectuals" on the basis of their columns in the course of two period of political crisis and military interventions, namely 1996-1997 and 2007-2008. Key Words: Democracy, State, Left, Liberalism, Intellectual, Press.
Url: http://josc.selcuk.edu.tr/article/view/1075000206 ; 1987 yılında kaybettiğimiz İdris Küçükömer'in Türk düşün tarihindeki yeri her zaman için özel olacaktır. Bu özel durumu Ece Ayhan, Küçükömer'i kişisel ve bilimsel dürüstlük ve doğruluğuyla Cumhuriyet'te gelmiş geçmiş en özgün ve en ilginç 'uç' düşünür olarak tanımlayarak vurgulamıştır. İdris Küçükömer'in günümüzde de yoğun olarak entelektüel gündemde etkisini hissettirmesinin başlıca nedeni egemen siyasal paradigmayı ters yüz etmesinde yatmaktadır. Küçükömer'in Düzenin Yabancılaşması adlı eserinde kurduğu ve geleneksel ilericilik kavramını tersyüz ettiği şemada İttihat- Terakki ile Kemalizm, bürokratik ve antidemokratik devleti kurup koruyan bu anlamda da "sağ" olarak konumlandırılan siyasal bir anlayış olarak karşımız çıkar. Küçükömer'e göre ise gerçekten halkçı ve "sol" bir siyasal hareket ise ancak "İslamcı Doğucu" halk kitlelerine yaslanarak oluşturulabilir. Küçükömer'in siyasal tezleri gerçekten de tartışmaya açıktır ve oldukça da spekülatiftir. Bu yüzden de özellikle Marksist ve Kemalist çevrelerden yoğun eleştiriler almıştır. Özellikle 1980'li yıllardan sonra yeniden hatırlanan Küçükömer'in tezleri eleştiriye açık olsa da, entelektüel yaratıcılığı ile dikkat çekmektedir. Biz bu çalışmamızda, eleştirilerimizi saklı tutarak, Küçükömer'in siyasal paradigması çerçevesinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)'nin programlarının analizini yaptık. ; ABSTRACT İdris Küçükömer, who died in 1987, will always be a special part of the thought history in Turkey. Ece Ayhan emphasizes İdris Küçükömer's honesty and straightness in his personal and scientific behaviors by describing him as the all time most original and interesting "extreme" thinker of Cumhuriyet. He reversed the dominant political paradigm and this is the main reason of why we feel İdris Küçükömer's effects quite in the intellectual news nowadays. In the scheme which İdris Küçükömer planned in the "Düzenin Yabancılaşması" and reversed the traditional progressivism concept, Kemalism and İttihat Terakki are seen as a political thinking which establish and keep the bureaucratic and antidemocratic government, so take position in the "right" side. According to Küçükömer, a truly populist and "left" political movement can be established just by relying on "Islamist Eastern" public. Küçükömer's political theses are really open to discuss on and quite speculative. Because of these reasons, he was criticized much by the groups of Kemalist and Marxist especially. Even the political theses of Küçükömer, who is remembered again after 1980 particularly, are open to criticizen; its intellectual creativity attracts the attention. We made an analysis of CHP (Republic Nation Party) and AKP (Justice and Development Party) political party programs by considering İdris Küçükömer's political paradigm and keeping our critics hidden in this study.
ÖZETAYDIN SİYASET İLİŞKİSİ BAĞLAMINDA HÜRRİYET PARTİSİHürriyet Partisi, çok partili hayata geçiş sonrası yaşanan demokratikleşme ve kalkınma sancısının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Parlamento dışından değil Demokrat Parti'den türemiştir. DP, liberal bir söylemle iktidara gelmişti. Amacı özgürlüklerden ödün vermeden topyekûn bir kalkınmayı gerçekleştirmekti. Ancak parti, iktidarının ikinci döneminden itibaren 46 ruhu olarak da adlandırılan bu varoluş felsefesinden giderek uzaklaşmaya başladı. Siyasal ve ekonomik alanda yaşanan daralma parti içi muhalefeti veya iktidar mücadelesini beraberinde getirdi. Muhalif kanat, Menderes ve ekibi tarafından tasfiye edilince yeni bir parti kurma yoluna gidildi.HP, siyasal yelpazeye yeni bir ideolojik soluk getirme amacıyla yola çıkmadı. Tıpkı DP ve CHP gibi farklı toplumsal çıkarları bağdaştırmaya çalışan eklektik bir partiydi. Partinin en özgün yanı sahip olduğu kadronun niteliğinde yatmaktaydı. Aydınların ağırlıklı bir yer teşkil ettiği bir kadronun öncülüğünde kurulmuştu. Bu nitelik, partinin dayandığı toplumsal tabandan örgütlenmede izlediği stratejiye, ülkenin sorunlarına yaklaşım biçiminden siyasette yaşadığı başarısızlığa kadar birçok alanda etkisini göstermiştir.Parti üç yıllık bir ömre(1955-1958) sahip olmasına rağmen Türk siyasal hayatı üzerinde bu ömre sığmayacak ölçüde izler bırakmıştır. HP dikkate alınmadan ne DP'nin siyasi tarihi ne de CHP'nin geçirdiği değişim/dönüşüm yeterince anlaşılamaz. Benzer bir durum, 27 Mayıs'ın getirdiği anayasal ve ekonomi politik düzen için de geçerlidir. HP'nin sahip olduğu fikri birikim ve ekonomik, siyasal ve sosyal sorunların çözümüne ilişkin ortaya koyduğu yaklaşım boşa gitmemiş bu yeni dönemin şekillenmesinde somut yansımasını bulmuştur.ABSTRACTTHE FREEDOM PARTY IN THE CONTEXT OF INTELLECTUAL-POLITICS RELATIONSHIPThe Freedom Party emerged as an outcome of the democratisation and development throe experienced after the transition to multi-party system. It derived from not out of the Parliament, but from the Democratic Party. DP came into the power with a liberal rhetoric. Its aim was to carry out a total development without compromising freedom. However, the party started moving off its existential philosophy, called as 46 spirit, from the second term of its power onward. The recession in political and economic sphere brought about an intraparty opposition and a power struggle. When the opposing wing was purged by Menderes and his team, they resorted to establish a new party. HP (The Freedom Party) did not set off with the intent of giving a new ideological impulse to the political spectrum. It was an eclectic party which, just like DP and CHP, tried to reconcile different social benefits. The most original of the party was the quality of its staff. It was established under the guidance of a staff predominantly constituted by intellectuals. This quality showed its effects on numerous areas from the party's social base to its strategy in organisation, from its approach to the problems of the country to its failure in the political sphere. Although the party had a three-year-life (1955-1958), it left indelible marks on Turkish political life, which cannot be fit into such a short period. Without regarding HP, neither the political history of DP nor the shift/evolution CHP has undergone can be properly understood. A similar case is also true for the constitutional and economic-political system resulted from May 27. The intellectual accumulation of HP and its approach concerning the solutions of economic, political and social problems did not go to waste, but found its tangible reflection in the formation of this new era.
Bu makalenin amacı Türkiye-Yunanistan arasındaki Kıbrıs meselesi üzerinden Demokratik Barış Teorisi'nin (DBT) sorgulanmasıdır. Bu sorgulama dört aşamada yapılmıştır. Öncelikle DBT'nin düşünsel arka planı ele alınmış, ardından teori kavramsal ve kuramsal açıdan kısaca tanıtılmıştır. Üçüncü aşamada teorinin başlıca teorisyenlerinden biri olan Michael Doyle'un her iki ülkeyi liberal-demokratik ya da tersi ilan ettiği dönemler yine teorinin bir ülkeyi liberal-demokratik olarak tanımlamak için başvurduğu kurumlar üzerinden değerlendirilmiş; her iki ülkenin bu dönemlerdeki durumları analiz edilmiştir. Sonuç bölümünde ise her iki ülkenin savaşma ya da savaşmama kararları ile sahip oldukları rejimin türü arasındaki bağıntı sorgulanmıştır. Bu çalışmada temel olarak; Michael Doyle'un Türkiye'yi 1971-1974 ve Yunanistan'ı 1967-1975 dönemlerinde anti-liberal rejimlere sahip iki ülke olarak tanımlayıp 1974 yılında savaşmalarını bu duruma bağlamasının tek başına yeterli gerçekçi bir yaklaşım olmadığı sonucuna varılmış, her iki ülkenin savaş kararı almalarında sadece rejim türlerinin değil; Soğuk Savaş dönemi dinamiklerinin ve iki ülkenin uluslararası çıkarlarının da etkili olduğu kanaatine ulaşılmıştır. ; The purpose of this article is to examine the Democratic Peace Theory in the framework of the Cyprus issue between Turkey and Greece. This inquiry has been carried out in four stages. First, the intellectual background of the Democratic Peace Theory was discussed, and then the theory was briefly introduced conceptually and theoretically. In the third stage, the periods when Michael Doyle, one of the main theorists of the theory, declared both countries as liberal-democratic or vice versa, were evaluated through the institutions that the theory applied to define a country as liberal-democratic and the situations of both countries in these periods were analyzed. In the conclusion part, the relationship between the decisions of both countries to fight or not to fight and the type of regime they have is examined. In this study, it was concluded that Michael Doyle defined both Turkey between the periods 1971-1974 and Greece between the periods 1967-1975 as the two anti-liberal regimes countries, and indicates that linking the war of the two countries in 1974 to this situation is not a sufficient realistic approach. Not only the regime types but also the Cold War era dynamics and the international interests of the two countries were effective in the war decision of both countries.
1960-1971 arası dönem Türkiye'de ideolojilerin biçimlendiği, siyasal partiler arası farkların/ayrımların arttığı bir sürece denk gelmektedir. 27 Mayıs askeri müdahalesi ile başlayıp 12 Mart muhtırası ile biten bu dönemde politikleşmenin had safhada olduğu görülmektedir. 1968'te yaşanan öğrenci hareketlerinin Türkiye'ye yansıması yine bu dönemde öne çıkan başlıklar arasındadır. Gerek dünya gerekse ülke gündemindeki makro gelişmelerin mikro düzlemde nasıl karşılandığını anlama çabası bu makalenin hareket noktasını oluşturmaktadır. Kütahya orta büyüklükte bir Anadolu şehridir. Politik anlamda merkez sağ düşünceye sahiptir. Bu gelişmeler etrafında yaşanan sürecin, Kütahya'ya nasıl yansıdığını ortaya koymak önemlidir. Makro düzeydeki gelişmelere mikro seviyede nasıl bir siyasal refleks gösterildiğini anlamamıza imkân tanıyacaktır. Bununla birlikte sadece dönemin Türkiye'sindeki yansımaları anlamamıza yardımcı olmakla kalmayacak bugünün Türkiye'sinde sağ siyasal yaşamın düşünsel gelişimini de anlamamıza olanak tanıyacaktır. Bu bağlamda 1960-1971 yılları arasında gerçekleştirilen üç genel seçim sonucu çalışmanın merkezine alınacaktır. Tarihsel olayların Kütahya özelindeki seyri ve istatistiksel verilerden hareketle milletvekili profillerinin yaslandığı sosyolojik tabanı anlama çabası makalenin başlıca amacını oluşturmaktadır. ; Between 1960-1971 coincides the period which ideologies take shape and increase of distinctions/differences between political parties in Turkey. Politicization seems at the highest level in this period, which started with the military intervention on May 27 and ended with the Memorandum of March 12. The repercussion of student movements on 1968 to Turkey is also among the prominent titles. The starting point of this article is the effort to understand how macro developments in both the world and the country's agenda are reflected at the micro level. Kutahya is a medium sized Anatolian city. Politically, it has center-right spectrum. It is important to reveal how the process encountered around these developments reflected on Kutahya. It will allow us to understand what kind of a political reflex is shown to macro level developments at the micro level. In addition to this, it will not only help us understand the reflections in Turkey of that period, it will allow us to understand the intellectual development of right political life in today's Turkey. In this context, the results of the three general elections held between 1960-1971 will be in the focus of the study. The main purpose of the article is to try to understand the sociological base of deputies from the course of historical events in Kutahya and statistical data.