Tez No: 558595 ; Yüksek Lisans ; Soğuk Savaş döneminde farklı bloklarda olan Türkiye ve Suriye iki kutuplu sistem sona ermesine rağmen kötü olan ilişkilerin seyrini değiştirememiştir. Ancak Adana Mutabakatı ile başlayan yeni süreç tarafların bakış açılarının değişmesini sağlamıştır. Üstelik Suriye'de Beşar Esad'ın yeni lider olması, Türkiye'de ise 2002 yılında iktidara gelen AKP ile ilişkiler altın çağını yaşamaya başlamıştır. Daha sonra Tunus'ta başlayan Arap Baharı'nın Suriye'ye sıçraması ile sistemik faktörler iki ülke ilişkilerinin yeniden bozulmasına neden olmuştur. Bu durumda Suriye'de ortaya çıkan güç boşluğunun terör örgütlerince doldurulması Türkiye'nin ulusal güvenliğini etkileyen neden olarak göze çarpmıştır. Bu çalışmada Suriye'de PYD'nin güçlenmesi ve Türkiye'nin ulusal güvenliğinin nasıl etkilediği incelenmektedir. Ayrıca PYD'nin Türkiye-Suriye ilişkilerinde yaptığı değişiklikler de çalışmanın kapsamı içerisindedir. ; Turkey and Syria are in different blocks during the Cold War. Despite the end of bipolar system relationship could not change. However, the new process, which started with the Adana Consensus, changed the perspectives of the parties. Moreover, to be the new leader Bashar Assad in Syria and new party AKP in Turkey has started new relations between Syria and Turkey. After the Arab Spring started in Tunisia, the systemic factors caused the regression of the relations between the two countries. In this case the filling of terrorist organizations by the power void that Syria has been implicated as causes affecting Turkey's national security. In this study is to examine how PYD in Syria affects the strengthening of Turkey's national security. In addition, changes made in PYD'nin Turkey-Syria relations are also within the scope of the study.
Makale son yıllarda radikal sağın Avrupa'daki hızlı yükselişini neo-liberalizmin hüküm sürdüğü aşamadaki tarihsel kapitalist sistemin büyük bir krize girdiği çağımızda bunun yansıması olarak gittikçe derinleşen Avrupa entegrasyonuna bir karşı cevap, ulusu ve ulus-devleti geri sahiplenme girişimi ve sistemi zorlama hareketi bağlamında anlamak ve açıklamak amacını taşımaktadır. Kapitalist sistem 16. yüzyıldan beri tüm yerküreye adım adım yayılırken milletlerin birer sosyal kategori olarak üretilmesinde, 19. yüzyıl ürünü olan milliyetçilik ise kapitalizmin işleyebilmesine en elverişli olacak egemen ulus-devletlerden oluşan bir dünya modeli yaratılmasında aktif rol oynamıştır. Fakat gelinen neo-liberalizm safhası bu karşılıklı çıkar ilişkisini milliyetçilik aleyhine bozmuştur. Kapitalist sistem artık ulus-devletlerin yerine ulusaşırı şirketlerin ve ulusüstü bölgesel birliklerin öne çıktığı, ulus-devletlerin egemenliklerinin olabildiğince yontularak sermayenin önündeki tüm kısıtlamaların kaldırılacağı küresel bir dünya istemekte; bu ise milliyetçiliği sistemin yeni haline karşı bir ideoloji olarak yeniden kurmaktadır. Özellikle kriz dönemlerinde milliyetçilik sermayenin kontrolünden çıkmakta ve hatta ona karşı bir tehdit haline gelmektedir. Bu nedenle modern ulus-devlete alternatif niteliğe bürünen Avrupa entegrasyonu projesi özellikle 2008 krizi sonrası etnik temelli ultra-milliyetçilik, ırkçılık, devletçilik, yabancı düşmanlığı vb. eğilimler taşıyan radikal sağı körüklemektedir. Bu bağlamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır; öncelikli olarak tarihsel kapitalist sistem ve milliyetçiliğin ilişkisinin değişimi yaşanılan yapısal dönüşümlerin etkisiyle beraber aktarılacak, ikinci bölümde Avrupa entegrasyonunun temel hatları anlatılarak neden ulus-devlete tehdit olarak yansıtıldığı açıklanacak, son olarak radikal sağın tanımı, genel ideolojik özellikleri ve politik duruşu detaylıca ele alınarak yükseliş trendi Finlandiya örneği özelinde incelenecektir. ; The article evaluates the rising radical right phenomenon in Europe recently as a quest to protect the nation and the nation-state from and a response to the deepening European integration and the economic crisis deprived from the neoliberalism phase of the historical capitalist system. Capitalist system expanding to the world step by step since the 16th century has had a role in the evolution of nations as new social 292 Uca S (2017). Avrupa'da Radikal Sağın Yükselişi ve Finlandiya Örneği. Mülkiye Dergisi, 41(1), 291-317. categories while the 19th century born nationalism has also helped to construct a world model composed of sovereign nation-states which was fundamental for the system's continuity and workability. However, this collaboration has reached a dead point when the neo-liberalism has gained a hegemonic position in the last 30 years in which transnational corporations and supra-national regional organisations are favoured rather than the nation-states whose sovereignties are eroded to open free space for the capital in today's global world. As a result, today nationalism is being recreated as an anti-system ideology in order to survive, going out of the control of the bourgeoisie and even becoming a threat to it especially in crisis times. Therefore, the European integration project which poses an alternative to the modern nation-state is fuelling the radical right movement showing ethnic-based nationalist, racist, statist, xenophobic etc. tendencies. In this regard, the article consists of three parts. Firstly, the change of the relation between the capitalism and nationalism in parallel with the effects of the structural transformations in the system will be explained. Secondly, the outline of the European integration and why it is assumed as a threat to the nationstate will be indicated. Finally, the definition of the radical right, its main ideological features and political stance will be evaluated focusing on the Finland case specifically
Kamusal otoritelere yönelik tabandan yükselen düzenli baskılar, şikayetler, gerginlikler ve talepler modern siyasetin şekillenmesinde etkili olmuşlardır. Bu tarz mücadeleler, monarşilerden cumhuriyete ve demokrasilere geçişte tarihsel öneme sahiptir. Günümüzde bu dönüştürücülük devrimci nitelikte olmasa da önemini kaybetmiş sayılmaz. Demokrasilerin göstergeleri bağlamında bu yönde çekişmelerin varlığı her zaman temel kriterler arasındadır. Toplumsal muhalefetin demokrasiyi daha iyi hale getirme yolunda yeni mekanizma ve süreçleri geliştirmesi gerekmektedir. Türkiye'nin sorunlu demokrasi tarihindeki en önemli eksikliklerden birinin, kurumsal siyasetin toplumsal hareketlerin kolektif eylemleri tarafından yönlendirilememesi olduğu söylenebilir. Çoğunlukla odaklanılan karar vericiler ve güç odakları dışında, bir siyasal sistemin analizi muhalefet güçleriyle de alakalıdır. Çalışma "Türkiye'nin güçlü toplumsal muhalefeti ve onun içinde beslenen etkili toplumsal hareketleri var mı?" sorusu etrafında, toplumsal hareketlerin belirleyici gücünün eksikliği ile Türkiye demokrasisi arasında bağı analiz etmektedir. Mevcut hegemonyanın kurduğu sosyo-ekonomik ağ kadar, demokratik güçlerin kur(a)madığı ağlar da sistemin gelişiminde üzerinde etkili olmuştur. Çalışmada hareketlerle demokratik sistem arasındaki bağlantılar genel hatlarıyla ortaya konduktan sonra, Türkiye özelinde dinamik çekişmeci aktörlerin eksikliği nedeniyle hareketlerin sistemi dönüştürmekte zorlandığı vurgulanmıştır.
Suriye'de sürdürülebilir kalıcı bir uzlaşıya kısa vadede ulaşılabileceğine dair somut işaretler görülmezken mevcut kriz, Suriye'nin komşularını farklı yönleriyle derinden etkilemeye devam etmektedir. Bu minvalde Suriye İç Savaşı'nın hem bölge hem uluslararası düzeyde en önemli sonuçlarından biri mülteci krizidir. Coğrafi yakınlığı ve Suriye ile derin sosyo-tarihsel ilişkileri nedeniyle Lübnan, bu konuda Türkiye'den sonra en büyük yüklerden birini üstlenmiş olup dünya genelinde kişi başına en yüksek mülteci yoğunluğuna sahip ülke haline gelmiştir. Bu makale, Lübnan'daki Suriyeli mültecilerin mevcut durumunu, Lübnan'ın buna yönelik geliştirdiği siyaseti ve Lübnan'ın kendine özgü siyasi sistemi bağlamında ülkedeki Suriyelilerin varlığının toplumsal ve siyasi sonuçlarını incelemektedir. Bu makale, Lübnan'ın kendisine ait iç açmazlarıyla birlikte Suriye İç Savaşı'nın hâlihazırdaki Lübnan iç siyaseti ve ekonomisinde birtakım yeni gerginliklerin oluşmasına sebep olduğunu ortaya koymakta ve Lübnan'daki mezhebi toplulukların belirli kotalar çerçevesinde siyasi ve idari yapıda temsiline dayalı konfesyonel sistem nedeniyle Suriyeli mülteciler konusunun, Lübnan için diğer komşu ülkelerden daha farklı, münferit ve derin bir mesele haline geldiğini savunmaktadır.
Lacancı psikanaliz pratiğinden yola çıkıp teorisine ilerleyen bu çalışmada, öncelikle travma ele alınmıştır. Travmanın gerçekleşmesi kadar üstesinden gelinmesinde de toplumsal olanın önemine dikkat çekilmiştir. Nitekim travma kendisinde toplumsal bir nitelik taşımaktadır. Travmaya bu toplumsal niteliğini kazandıran ise bir dil gibi ve dilin etkisiyle yapılanan bilinçdışıdır. Bilinçdışı, bu bağlamda, içerisi olduğu kadar Öteki olarak dışarısı, toplum anlamına da gelmektedir. Lacancı Özneyi ise en doğru şekilde dışarıdaki içerisi olan bilinçdışını hesaba katmadan ele almak mümkün değildir. Bu bağlamda çalışmanın ilerleyen kısımlarında bilinçdışı üzerinden özne düşüncesine geçilmiştir. Lacancı öznenin temel belirlenimleri ise feminen ve maskülen yapı tartışmasında belirlenmeye çalışılmıştır. Kadın ve erkek, cinsiyet ya da toplumsal cinsiyetler olarak değil, öznenin ontolojik yapısının ortaya serilmesi için ele alınması gereken referans noktaları olarak düşünülmüştür. Bu tartışma sonunda kadın ile erkek arasındaki salınımda ortaya çıkan Lacancı öznenin temel belirlenimlerinden birinin iletişimsizlik olduğuna dikkat çekilmiştir. Kurulan bu ontolojik yapıda öznelerin birbirinden kopukluğu, öznelerin arasına her durumda fantezinin girmesi, olası bir iletişimin önünü kesmektedir. Çalışmanın son aşaması, bu temel üzerinde, yaşadığımız kapitalizm koşullarının ve bu koşullara karşı mücadele yöntemlerinin belirlenmesine ayrılmıştır. Sınırsız meta üretimi olarak tarif edilen kapitalizm tam da öznelerin birbirleri ile iletişimsizliği temelinde varlık sürdürmektedir. Marx'ın meta fetişizmi analizi de bu bağlamda yorumlanmıştır. Diğer yandan iletişimsizliğin kapitalist sistemin kaçınılmaz bir sonucu olduğu da sistem tarafından gizlenmekte ve çözüm olarak bir kez daha farklı türden metalar öne sürülmektedir. Bu metaların alıcısı olarak ise maskülen yapı yegane özne olarak öne sürülmektedir. Bu belirlenim patriyarkal kapitalizmin yeni bir tanımını yapma olanağı vermektedir. Bu bağlamda, feminen yapının benimsenip ön plana çıkarılmasının kapitalizme karşı yeni mücadele yollarının açılması ile sonuçlanabileceği gösterilmiştir.
Yüksek Lisans Tezi. YÖK Tez No: 457353 ; 1973 yılı, Afganistan'da otoriter bir kraliyet döneminin sona ermesine sebep olurken aynı anda cumhuriyetin kurulmasıyla yepyeni bir demokratikleşme dönemini de beraberine getirmiştir. SSCB'nin desteklediği eski başbakan ve kralın amcaoğlu Muhammed Davut Han ilk cumhurbaşkanı olmuş ve yeni anayasa ile ilk demokratikleşme adımlarını atmıştır. Bu çerçevede ülkede çok partili sistem egemen olmuş, sol ve sağ birçok siyasi parti kurulmuştur. Daha önce kurulmuş ve demokratik bir şekilde aktif olarak hükümette yer alamayan Halk partisi gibi partiler artık hükümeti eleştirecek ve etkileyecek duruma gelmiştir. Buna yanı sıra yeni İslami uyanış hareketleri de faaliyet göstermeye başlamış ve ancak daha sonra düzene karşı faaliyetlerinden dolayı ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştır. 1973 yılında başlayan sol görüşlü parti hükümetleri SSCB'nin bizzat maddi ve manevi desteğiyle 1992 yılına kadar devam etmiş ve bu tarihten itibaren günümüze kadar başta ABD olmak üzere batılı devletlerin desteklediği sağ görüşlü parti ve örgütler hükümeti elinde tutabilmiştir. 1992 yılında SSCB yanlısı Dr. Necibullah hükümetinin generallerinden General Dostum'un Dr. Necibullah ile saflarını ayırması İslam Devriminin gerçekleşmesinde başrolü oynamış ve Dostum'un bu hareketi Afganistan Türklerinin siyasete girmesini sağlayan Cünbiş Partisinin temellerini atmıştır. 1992 yılında kurulan bu parti kısa bir sürede kuzey Afganistan'a egemen olmuş, daha sonra yüz veren iç savaş döneminde merkezden tamamen ayrı kalarak bağımsız Cünbiş parası basılmasına kadar ileri gitmiştir. 1996 yılında çıkan Pakistan menşeli Taliban örgütüne karşı amansız mücadele veren Cünbiş partisi, 1997 yılında General Abdülmelik'in Taliban'la işbirliği yapması sonucunda parçalanmış, parti lideri General Dostum Türkiye'ye sığınmak zorunda kalmıştır. Dostum, 2001 yılında BM, ABD ve NATO'nun başlattığı Taliban'a karşı mücadeleye karadan destek vermiş ve kısa bir sürede Taliban yönetimi yok edilmiştir. Bu dönemden itibaren askeri alandan ...
Estonya, 2005 senesinden itibaren yasal bağlayıcılığı olan ve ülke genelinde yapılan seçimlerde elektronik seçimi kullanmaktadır. Kullanılan bu sistem ile seçmen geleneksel yöntemle kağıt tabanlı oy verme işlemini yapabildiği gibi internet üzerinden kişisel bilgisayarlarıyla oy verme işlemini de yapabilmektedir. Bu durum internet üzerinden oy vermenin kolaylığı, oy sayım süreçlerinde elektronik cihazların kullanımı, hızlı olması gibi birçok avantajı getirdi, fakat güvenlik açısından beraberinde farklı sorun uzayları da getirdi. Yeni sistemin en az geleneksel seçim sistemi kadar güvenli olması ayrıca seçmenin kullanmış olduğu oyu hiçbir şekilde başka şahıslara ıspatlayamaması ve oy gizliliğinin sağlanması gerekmektedir. Bu açılardan bakıldığında yeni sistemin getirdiği problemler, yeni nesil teknolojiler ve gelişen kriptografi bilimi ile kapatılmaktadır.Zaman içerisinde çeşitli güncellemelerle birlikte geliştirilmekte olan bu sisteme, 2011 yılında yapılabilirliği gösterilen bir saldırı ve sistemde görülen bir aksaklık neticesinde, bireysel oy doğrulama opsiyonu eklenmiştir. Sisteme eklenen bu opsiyon bir zafiyeti kapatmak için getirildi fakat sisteme oy gizliliği ile ilgili yeni zafiyet getirdi. Gelen zafiyetle ilgili çözüm önerisi olmuş, fakat pratikte kullanılabilecek bir çözüm maalesef önerilmemiştir. Bu çalışmada, 2016 senesinden sonra güncellenmiş ve hali hazırda kullanılmakta olan IVXV yapısının aynı zafiyeti hala barındırdığı gösterilmekte, ayrıca bu zafiyetin giderilebilmesi için pratikte de uygulanabilecek çözümler önerilmektedir. --- Estonia has been using the Estonian Internet Voting scheme for state-wide legally binding general elections since 2005. By means of this, voters can vote not only paper-based voting by using the conventional method but also on the internet with their personal computers. This brought many advantages such as the ease of voting over the internet, the use of electronic devices in the counting processes, and its speed, but it also brought different problem spaces in terms of security. The new system must ensure vote privacy and it must be at least as safe as the conventional election system. In addition, it must not be able to prove the voting cast by other people in any way. From this point of view, the problems brought by the new system are covered with new generation technologies and developing cryptography science.Estonia Internet Voting scheme has been developed over the time with various updates. In the 2011 election period, the individual vote verification component was added to the system as a result of developing an attack against the election system and encountering invalid vote in the central server. The individual vote verification component was added to cover the weakness, but it caused a new weakness regarding vote privacy in the system. There was a solution suggestion regarding the weakness, but unfortunately, a solution that could be used in practice was not offered. In this study, the scheme labeled as IVXV, which was updated later in 2016 and is currently being used, is shown to still have the same weakness and solutions that can be applied in practice is proposed in order to eliminate this weakness.
Hüsna Taş Yetim tarafından yazılan ve 2023 yılında Lejand Kitap Yayın tarafından yayınlanan "ABD Hegemonyasına Meydan Okuma: Türk Dış Politikasında Otonomi Arayışı (1964-75)" başlıklı kitap, Türkiye-ABD arasında İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet tehdidi etrafında kurulan ve 1950'li yıllarda güçlü bir müttefiklik formu oluşturan ikili ilişkilerin, 1964-75 döneminde neden bir kriz evresine girdiğine ve Türkiye'nin bu kriz evresinde dış politikada otonomisini artırma yönündeki motivasyonlarının ne olduğuna yeni bir teorik bakış açısıyla açıklama sunar. 1950'lerde zirve yapan Türkiye-ABD ilişkileri, 1964 ve 1974'teki Kıbrıs Sorunu, 1967'deki haşhaş ekimi meselesi ve 1975'te ABD'nin silah ambargosu gibi olaylar nedeniyle 1964-75 döneminde bir dizi krizle karşı karşıya kaldı. Bu krizlerin hem bir nedeni hem de bir sonucu olarak Türkiye, 1975-78 yılları arasında ABD'nin üslerini kullanmasına kısıtlama getirdi ve dış politikasında otonomisini artıracak bazı kararlar aldı. Taş Yetim'in temel hedefi, ilgili tarih aralığında Türkiye-ABD ikili ilişkilerinde yaşanan krizlerin ve Türkiye'nin dış politika otonomisini arttırmaya yönelik girişimlerinin nedenlerini, hâkim literatüre göre yeni bir teorik bakış açısıyla analiz etmektir. Bu amaçla yazar, yakın zamanda uluslararası ilişkiler disiplinine dahil olan hiyerarşi teorisini temel alır ve bu teoriyi ittifak teorileri, dış politika analizi ve birey, devlet ve sistem düzeylerine odaklanan farklı teoriler ile destekler. Bu noktada odağına aldığı soru "Hiyerarşik bir düzenin muktedi devleti (subordinate state) neden dış politika otonomisini artırmaya yönelir?" (s.15) sorusudur. Soruyu Türkiye özelinde yeniden ifade etmek gerekirse, yazarın deyişiyle "1950'ler boyunca dış politika otonomisinin bir kısmını ABD'ye devreden Ankara, 1964-75 döneminde neden otonomisini artırmaya yöneldi? (s.25). Dolayısıyla Taş Yetim, teorileri harmanlayarak oluşturduğu üç ana hipotez ve dokuz alt hipotezle, hem 1950'lerde sıkı bir müttefiklik ilişkisi sergileyen Türkiye-ABD ilişkilerinin, 1960'lardan itibaren neden bir kriz döngüsüne girdiğini hem de Türkiye'nin dış politikada özerklik kazanmaya yönelik adımları neden attığını açıklar.
Büyük bir markanın yan kuruluşu olan ve çok fazla mal çeşidinin bulunduğu bir sistemde - FORD OTOSAN Yedek Parça Dağıtım Merkezi Deposu gibi - optimal stok seviyelerinin belirlenmesi önemli bir problem teşkil etmektedir. Bu tezin amacı da bu probleme bir çözüm getirmektir.Bu amaçla yapılan ilk şey yeni bir talep tahmin sistemi geliştirmek olmuştur. Visual Basic 4.0 da en sık kullanılan talep tahmin yöntemleri modellenmiştir.Daha sonra pek çok parçanın bulunduğu bu sisteme en iyi uyacak bir stok kontrol politikası seçildi: Periyodik Gözden Geçirme Stok kontrol Politikası. Hem zaman hem de para açısından bu sistemin binlerce parçanın bulunduğu bu sistemde etkin bir çözüm olacağına karar verilmiştir. Bu çalışmalarda temel amaç envanter taşıma seviyelerini belirlemek olmuştur. Kesikli çözüm yaklaşımları, bu tür sürekli sistemlerde sağlıklı bir çözüm olmayacağından dinamik çözümler bulunmaya çalışılmıştır. Maximum envanter seviyesi ve optimal gözden geçirme süresi Sistem Dinamiği Yaklaşımı ile bulunmaya çalışılmıştır. Bu Stella 5.1.1 software ortamında gerçekleştirilmiştir.Yeni sistem tahmini toplam maliyeti ve gelir ile sunulmuştur. Ve sonuç olarak eski ve yeni sistemler envanter maliyetleri açısından kıyaslanmıştır.Bütün bu çalışmaların detayları bu tezin ilgili bölümlerinde sunulmuştur. Determining optimal stock levels constitutes a considerable problem in a system where there are lots of part types, such as FORD OTOSAN Spare Parts Distribution Centre's Warehouse as the distributor and partner of Ford which is one of the major brands in automotive sector. Thus, the aim of this thesis is to bring a solution to this problem.The first thing that was done in this thesis was to develop a new demand forecasting system. To bring a generic solution to this forecasting problem, a forecasting program is designed in Visual Basic 4.0 with widely used forecasting techniques in today' s industry.Then a stock control policy that suits best to such a situation has been chosen (Periodic Review Inventory Control Policy) for its effectiveness in both time and money concerns in such a system of thousands of parts. The main purpose in doing this is to decide the inventory carrying level of thousands of parts that could be classified in identified groups. Since discrete solution approaches would not give realistic results in such a continuous system, dynamic property of the system is tried to be evaluated. To solve the stock problem appropriate maximum inventory levels and optimum review periods tried to be identified by using System Dynamics Approach as an effective system used in modelling dynamic systems. This is done in Stella 5.1.1 environment.The new system is presented with its expected total cost and profit values and the results of designed system is compared with the previous system by taking into consideration the total amount of inventory that is carried in both system - because only total inventory carried figures are available.Details of all these studies are presented in relevant sections of this thesis.
İhtiyaçların sağlanması, imal edilen ürün ve hizmetlerin yeni pazarlara sevkiyatı nedeniyle, insanlar, toplumlar arasında tarihin her döneminde devamlı olarak münasebetler tesis edilmiştir. İpek Yolu Çin'den başlayarak, Avrupa'ya uzanan tarihin en kadim, etkin, kapsamlı ulaşım rotası olmuştur. Yalnız ticari irtibatlar değil, medeniyetler, dinler, düşünceler bu güzergahtan yayılmıştır, bir hakikattir. Zaman zaman farklı hegemonik kuvvetlerin kontrolünde olan İpek Yolu, emniyetin temin edildiği devirlerde tarafların menfaatlerini korumuş, aktif, fonksiyonel bir güce sahip olmuştur. Hususiyetle İslam'ı kabul ettikten sonra Türkler her devirde bu yolun en mühim aktörü, Müslüman Türk Devletleri de huzur ve emniyetin teminatı olmuşlardır. Oysa, Haçlı ve Moğol işgalleri döneminde menfaatçi, baskın ve sömürgeci bir düzenin varlığını göstermiştir.
Deniz yolları açılarak aktif kullanması, ulus devletler kurulması, daha sonra sınırların çizilmesiyle İpek Yolu ehemmiyetini kaybetmiştir. "Bir Kuşak, Bir Yol Projesi" ile (bundan sonra BRI olarak kullanılacak) Çin kadim İpek Yolu üzerinde yeni bir dönemi başlatmıştır. Yüzyıllar boyunca kuşatılmış, içe kapanmış Çin BRI ile adeta "kuşatma" stratejisi geliştirmiştir. Bu açılım başka ülkeler bakımından alaka, merak yanında, cazibe ve kaygıyı birlikte getirmektedir. Birçok devlet bu projede bulunmayı kabul etmiştir. Anlaşmalar imza altına alınmıştır. Çin'in, diğer devletlerle rekabeti bazı yararlar ortaya koyacak gibi görülmekte ise de birçok ülke için bu proje, bağımlılığı, hegemonyayı, sömürüyü çağrıştıran endişeler içermektedir. Müslüman Türk ve diğer İslam Devletleri açısından bu gelişme daha derin bir duyarlılığı taşımaktadır.
Sınırlar globalleşme sürecinde göreceli bir şekilde kalkmıştır. Tarihin en fazla yaygın, geniş, ürün, bilgi, insan, ilim, kültür, bilgi, teknoloji, sermaye hareketi bu devirde ve çok hızlı görülmektedir. İnsanlar ve kültürler arasında yoğun, akışkan, bağımlı bir yapı oluşmuştur. Bu gelişmeler iki mühim neticeyi ortaya çıkarmıştır. İlki, yeryüzünün birçok kaynağı, varlığı, imalat ve satış ağları, teknoloji, sermaye gücünü elinde bulunduran küresel egemen sisteme ait şirketlerin kontrolünde olmasıdır. Yeryüzü varlıkları üzerinde adaletli, eşit paylaşım yoktur, yeni emperyal bir sistem ortaya çıkmıştır. Ekonomi, sermaye, teknoloji üzerinde hakim olan Amerika, Avrupa Ülkeleri, Hindistan ve Çin etkinlik sahalarını genişletmektedirler. İkincisine gelince ise, dijital kanallar yoluyla iktisadi, kültürel, siyasal bağlantılar, tanıma, tanışma, bilişme insanlar, ülkeler arasında akışkanlığı artırmıştır. Çok kültürlü, çok hukuklu, bir arada yaşama ortamı yeryüzünün her tarafında adeta zorunlu, gerekli duruma gelmiştir. Küresel yolların işlerlik kazanması, küresel iş birliğinin sağlanması insanlık için önem kazanmaktadır.
İnsanlığın müşterek menfaatinin, kaderinin, değerlerinin, yapılarının hakka, insafa, adalete, ahlaka ve hukuka uygun düzenlenmesi, katılımcılığa, çoğulculuğa dayalı eşit bir anlayışın küresel tarzda inşaası lüzumludur. Esasen bu açıdan insanlığın yeni ve küresel yol aradığı anlaşılmaktadır. Kadim İpek Yolu gibi BRI projesinde en merkezi güzergahlar Türk ve İslam Ülkelerinden geçmektedir. Bu vech ile Türk Devletleri "İnsanlığın Küresel Yol Arayışı"nda öncü olabilirler, başat bir rol üstlenebilirler. Mazinin, günümüzün gerçekleri dikkatle irdelendiğinde, bu anlayışın, görevin yerine getirilmesi mümkün olabilir.
Bu çalışma ile küreselleşme kapsamında kadim İpek Yolu, Çin'in BRI projesi, Türklerin tarihi, güncel etkisi, gücü değerlendirilecektir. Böylece, insanlığın ortak menfaatlerine, kaderine, istikbaline yönelen, güveni, istikrarı temin edecek, insaf merkezli, küresel, evrensel bir yolun gereksinimi tartışılacaktır. Bu yolun tesisinde Türklerin vazifeleri, mesuliyetleri, çeşitli halklarla, devletlerle kuracakları münasebetler, sağlayacakları iş birlikleri, insanlar, İslam, Türk Dünyası için faydaları, düşünülenlerin mümkün olup olmayacağı bazı makale ve araştırmalar incelenerek ortaya konulacaktır.
Bu makalede, nitel araştırma yöntemi uygulanarak, hermaneutik yaklaşımla Elveda Gülsarı romanının kahramanı yoldaş Tanabay'ın birincil ilişkileri üzerinden, Cengiz Aytmatov'un Sovyet sistemine yönelik eleştirileri sistematik ve bütünlüklü olarak analiz edilmektedir. Hermaneutik yaklaşım, metindeki sembolik ifadeler ile ekonomik ilişkilere bağlı olarak kişilerin tutum, davranış ve düşüncelerinde meydana gelen değişimleri yorumlayarak yazarın sosyalist sistem içindeki insan algısını anlama imkânı vermektedir. Romanda rahvan at Gülsarı'nın trajedisi ön plana çıkarılmış ve tüm detaylarıyla anlatılmıştır. Emekçi Tanabay'ın ve Kolhoz halklarının trajedisi ise örtük biçimde ve fragmanlar hâlinde verilmiştir. Kişilere ilişkin fragmanlar ilişkisel olarak birleştirildiğinde, Elveda Gülsarı büyük bir sosyolojik değeri haiz bir metne dönüşür. Romanın sembolik çözümlemesi yapıldığında Aytmatov'un esas olarak Tanabay'ın ve Kolhoz halklarının trajedisini anlatmak istediği görülür. Roman, Sovyet yönetimine içeriden yapılan edebî eleştirilerin ilk örneklerinden birini oluşturur. Bu eserle Aytmatov, Sovyetler Birliği'nde sosyalist gerçekçiliğin sınırlarını aşıp, eleştirel gerçekçiliğe yönelmiştir. Özgürleşme ve eşitlik idealiyle kurulan "yeni toplum"da kamusal alana, muhalefete, aracı kurumlara/sivil toplum kuruluşlarına yer verilmemesi, aile ve arkadaşlık ilişkileri üzerinde ideolojik devletin olumsuz etkisini artırmıştır. Sistemin yabancılaşmasına ve Tanabay gibi emekçilerin yalnızlaşmasına ontolojik birer sorun olarak bakan Aytmatov, Sovyet sisteminin mevcut hâliyle sürdürülebilirliğine ilişkin güçlü eleştirel bir bakış ortaya koyar.
Bu çalışmada, Türkiye'nin Musul Başkonsolosluğu'nun işgal edilmesiyle tetiklenen Rehineler Krizi incelenmektedir. Bu krizde Türkiye'nin hasmı bir silahlı devlet dışı aktördür ve olay komşu Irak topraklarında gerçekleşmiştir. Irak topraklarının bir bölümünün IŞİD tarafından işgal edilmesi hem bu coğrafi alan özelinde hem de bölge genelinde devlet olgusunun temel niteliklerine bir meydan okuma yaratmıştır. Bu meydan okuma, sadece toprağı işgal edilen devletle sınırlı kalmamıştır. Türkiye ile silahlı devlet dışı aktör (IŞİD) arasında da yeni bir dış politika krizi doğurmuştur. Türkiye'nin Musul Başkonsolosluğu'nun IŞİD militanları tarafından işgal edilmesi ve kırk dokuz personelinin rehin alınması sürecinde Türkiye kriz yönetiminde farklı yöntem ve araçlar kullanarak krizi yönetmiş ve rehinelerin kurtarılmasını sağlamıştır. Türkiye, bu krizin yönetim sürecinde IŞİD'i doğrudan muhatap almak istememiş ve geleneksel diplomatik-siyasi araç ve yöntemlere başvurmaktan kaçınmıştır. Bu nedenle Türkiye, kriz sürecini Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) aracılığıyla yönetmiştir. Bu süreçte bir ad hoc mekanizma olarak Milli İstihbarat Teşkilatı'nın öne çıktığı görülmüştür. Bu çalışmada uluslararası sistem ve bölgesel alt sistemin gündeminin yaratmış olduğu baskılar, bölgedeki mekân-iktidar mücadelesi, Türkiye'deki iktidar-muhalefet ilişkisi, ülke sınırları içinde bulunan IŞİD militanlarının varlığı ve etkisi Musul Rehineler Krizi'ne ilişkin kriz yönetimi ve karar sürecinin analizinde göz önünde bulundurulmuştur.
Soğuk Savaş'ın sona ermesini takiben Yugoslavya topraklarında meydana gelen etnik çatışmaların, çok geçmeden tarihin en kanlı iç savaşlarından birine dönüşmesi, Bosna Hersek'te ciddi bir 'kimlik sorunu'nun da su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. 1995 yılında Bosna Hersek'te barışı sağlamak amacıyla imzalanan Dayton Barış Anlaşması, üç etnik grubu (Sırplar, Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar) devletin kurucu unsuru kabul ederek bölgede yeni bir sistem kurmuştur. Bu çalışmada Dayton Barış Anlaşması sonrası, AB'nin bölgede Avrupalılaşma sürecini gerçekleştirerek, sürdürülebilir bir barış inşa etme çalışmalarını, Sosyal İnşacılık perspektifinden incelenmek suretiyle, AB'nin bu süreçteki çabalarının bir değerlendirmesini sunacağız. --- Following the end of the Cold War, the ethnic conflicts in Yugoslavia became one of the most bloody civil wars in the history, causing a serious 'identity problem' in Bosnia and Herzegovina. Dayton Peace Accord which was signed in 1995 with the aim of ensuring peace in Bosnia and Herzegovina, established a new system in the region by identifying three main enthnic groups (Serbs, Croats and Bosnian Muslims) as the constituent element of the state. With the perspective of social constructivism, an evaluation of the EU's efforts in this process, will be presented by examining the EU's Europeanization process in the region during the peacebuilding period in Bosnia and Herzegovina.
Soğuk Savaş'ın sona ermesini takiben Yugoslavya topraklarında meydana gelen etnik çatışmaların, çok geçmeden tarihin en kanlı iç savaşlarından birine dönüşmesi, Bosna Hersek'te ciddi bir 'kimlik sorunu'nun da su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. 1995 yılında Bosna Hersek'te barışı sağlamak amacıyla imzalanan Dayton Barış Anlaşması, üç etnik grubu (Sırplar, Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar) devletin kurucu unsuru kabul ederek bölgede yeni bir sistem kurmuştur. Bu çalışmada Dayton Barış Anlaşması sonrası, AB'nin bölgede Avrupalılaşma sürecini gerçekleştirerek, sürdürülebilir bir barış inşa etme çalışmalarını, Sosyal İnşacılık perspektifinden incelenmek suretiyle, AB'nin bu süreçteki çabalarının bir değerlendirmesini sunacağız. --- Following the end of the Cold War, the ethnic conflicts in Yugoslavia became one of the most bloody civil wars in the history, causing a serious 'identity problem' in Bosnia and Herzegovina. Dayton Peace Accord which was signed in 1995 with the aim of ensuring peace in Bosnia and Herzegovina, established a new system in the region by identifying three main enthnic groups (Serbs, Croats and Bosnian Muslims) as the constituent element of the state. With the perspective of social constructivism, an evaluation of the EU's efforts in this process, will be presented by examining the EU's Europeanization process in the region during the peacebuilding period in Bosnia and Herzegovina.
Daftar IsiPelaksanaan Praktik Bimbingan Konseling Layanan Orientasi dan Informasi Berdasarkan Manajemen Mutu Iso 9001:2008 Heri Rini Fatmawati 95-100 Pelaksanaan Pendidikan Sistem Ganda Bersertifikat ISO di SMK Negeri 1 Malang Mokhamad Mahmudi 101-111Pendidikan Inklusif di SMK Negeri 2 Malang Yachya Hasyim 112-121Implementasi Kebijakan Manajemen Berbasis Sekolah Melalui Pendekatan Entrepre-neurial Government SD Negeri Di Malang Puji Sumarsono 122-132Implementasi Program Fullday School Sebagai Usaha Mendorong Perkembangan Sosial Peserta Didik TK Unggulan Al-Ya'lu Kota Malang Marfiah Astuti 133-140Pengembangan Model Pembelajaran Fisika Melalui Pendekatan Kooperatif Tipe TGT dengan Gerakan Brain Gym Di SMA Nahdlatul Ulama 1 Gresik Haniatun Masluroh 141-149Implementasi Kebijakan Sekolah dalam Upaya Pengembangan Pendidikan Karakter melalui Program Pembiasaan Membaca Al-Qur'an Faridatul Mardlotillah 150-155Implementasi Bahasa Mandarin sebagai Bahasa Asing di SMA Nahdlatul Ulama 1 Gresik Rodia Rohmatillah 156-165Implementasi Kebijakan Sekolah Peduli dan Berbudaya Lingkungan di SMP Negeri 3 Gresik Yeni Isnaeni 166-172Pengaruh Pendidikan & Pelatihan, Prestasi Belajar Kewirausahaan terhadap Sikap Kewirausahaan Peserta didik SMK N 1 Cerme Furi Asfiatul Ain 173-184Budaya Sekolah Pada Sekolah Menengah Pertama di Indonesia Mohammad Mustari 185-193 Hubungan Kinerja Supervisor dengan Tingkat Kompetensi Guru Sekolah Dasar di Kota Malang Siti Nurhayati 194-202