Assessing the Reasons of Al-Qaeda's Survival
In: The Turkish yearbook of international relations, Band 44, Heft 0, S. 167-184
449 Ergebnisse
Sortierung:
In: The Turkish yearbook of international relations, Band 44, Heft 0, S. 167-184
Terör, bir ülkede yasalara ve toplumsal düzene aykırı hareket etmek üzere bir araya gelmiş ve amaçları o ülkenin toplumsal ve siyasî bütünlüğüne zarar vererek düzenin değişmesi olan zarar verici eylemlerdir. Günümüz toplumlarında hemen hemen her ülkede farklı şekillerde görülmekte olup birçok yönetim erki yoğun mücadele içerisindedir. Terör eylemlerinde can kayıpları yaşanmakta ve toplumsal anlamda huzursuzluk yaşandığında yönetim erki terör ile mücadele için maddî ve manevî anlamda her alanda harcamalar yapmaktadır. Yapılan bu harcamalar ise ülke ekonomisine bir yük olmaktadır. Terör ile mücadele her ülkenin yoğun bir çaba ve harcama içerisinde olmasının nedenlerinden belki de en büyüğü, terörün her ülke için geçerli bir tanımının olmamasından kaynaklanmaktadır. Tek bir tanım etrafında birleşilememesi nedeni ile her ülke terörü farklı yorumlamakta ve ona göre mücadele etmektedir ki çoğu zaman özellikle maddi anlamdaki harcamaların boşa gitmesine neden olmaktadır. Terör eylemleri, ülke içerisinde gerçekleşirken diğer devletlerin desteği de söz konusu olmaktadır. Özellikle o ülkeye zarar vermek isteyen diğer devletler personel ve silah desteği sağlayarak terörü beslemektedir. Bu nedenle terör ile mücadelede zorluklar yaşanabilmektedir. Türkiye'de de son çeyrek asırdır özellikle doğu ve güney bölgelerinde PKK terör örgütü eylem yapmakta ve birçok can kaybı yaşanmaktadır. Yaşanan bu can kayıpları birçok politik ve ekonomik adımların atılması gerekliliğini ortaya koysa da bazı adımlar için geç kalındığı söylenebilir. Özellikle son 20 yıllık zaman diliminde gerçekleşen adımların çok daha önce atılması gerektiği düşünüldüğünde şu anda verilen mücadele oldukça zorlu şartlar altında gerçekleştiği bilinmesi gerekir. Bu çalışma, terör örgütlerine katılımda inanç, ideoloji ve etnik kökenin etkilerinin nasıl bir yol izleyerek ilerlediğini tespit etmeyi amaçlamaktadır. ; Terrorism are harmful actions that come together to act against the law and social order in a country, whose purpose is to change the order by damaging the social and political integrity of that country. It is seen in different ways in almost every country in today's societies and many management powers are in intense struggle. In terrorist acts, loss of life is experienced, and when social unrest occurs, management spends financially and spiritually in all areas to combat terrorism. These expenditures, on the other hand, are a burden on the country's economy. Fighting terrorism is perhaps the biggest reason why every country is in an intense effort and spending, because terrorism does not have a valid definition for every country. Since it cannot be united around a single definition, each country interprets terrorism differently and struggles accordingly, which often causes especially financial expenses to be wasted. While terrorist acts take place inside the country, there is also the support of other states. Especially, other states that want to harm the country feed terrorism by providing personnel and arms support. Therefore, there may be difficulties in combating terrorism. Turkey is also in the last quarter century, especially to the eastern and southern regions and the actions of the PKK terrorist organization is experienced in many lives. Although these casualties reveal the necessity of many political and economic steps, it can be said that it is too late for some steps. It should be known that the current struggle takes place under very challenging conditions, especially considering that the steps that have taken place in the last 20 years have been taken much earlier. This study aims to determine the way in which the effects of belief, ideology and ethnic origin progress in joining terrorist organizations.
BASE
Demokratik sistem için kurumsallasma önemlidir. Ancak kurumsallasmanın belli düzeyde gerçeklesmis olması bütün sorunların çözümü için her zaman yeterli olmayabilir. Türkiye'de belli düzeydeki demokratik kurumsallasmaya karsın sistem bazen sorun çözümünde islevsiz kalabilmektedir. lk bakısta sorunlar kurumsal nitelikli gözükmektedir. Her yeni anayasa yapılısında eski dönemde aksayan durumlar kurumsal açıdan yeniden düzenlenmektedir. Ama, siyasal sistemin islevselligi istenilen düzeyde saglanamamaktadır. Çalısmamızda bu durumun nedenleri arastırılmıstır. Siyasal sistemin kurumsal açıdan belli bir yeterlilige kavustugu ülkemizde sistemin islevsel olamayısının iki nedeni bulunmaktadır: kültürel nedenler, demokrasiye pozitivist bakıs ve siyasalın farklı algılanısı. ; It is important for the democratic system institutionalization. However, certain levels of corporate activity has been carried out to solve all the problems may not always be sufficient. Certain level of democratic system in Turkey against the institutional problems in the solution sometimes can be nonfunctional. At first glance, seems to qualified institutional problems. In each constitutional change, limping sides of ex-constitution rearranged regarding democratic institutions. But, functioning of political system has not been yet ensured on a desired level. This study aims to search the reasons for such problems. Political system has reached to a considerable sufficiency regarding institution however there are two reasons for mal-functioning of the system: firstly cultural reasons, secondly positivist view of democracy and different perception of political.
BASE
Bulgaristan İkinci Dünya Savaşı'na Almanya safında katılmış ve yenilmiştir. Savaşın galiplerinden Sovyetler Birliği'nin Kızıl Ordusu ülkeyi işgal etmiş ve kendisine yakın bir sosyalist iktidar oluşturmuştur. Vatan Cephesi iktidarı iç ve dış politikasında "Sovyet Modelini" tercih etmiştir. Başta Müslüman Türkler olmak üzere ülkesindeki azınlıklara baskı, zulüm ve göç ettirme politikaları uygulamıştır. Stalin'in direktifi doğrultusunda Bulgaristan'ın Türkiye sınırında yaşayan Türkler iç kesimlere sürgün edilmiş, direnenler 1950-1951 Göçü ile Türkiye'ye gönderilmiştir. Bulgaristan hükümeti ülkede kalan Türkler üzerinde Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi Politbürosunun aldığı gizli kararlar çerçevesinde asimilasyon politikası uygulamış, "tek milletli sosyalist bir toplum" yaratmak istemiştir. Bu çalışmada Bulgaristan'daki Türklere yönelik yapılan faaliyetler, alınan tedbirler ve Türklerin Türkiye'ye göç etmelerine sebep olan unsurlar, belgelere dayanılarak analiz edilmiştir. ; Bulgaria joined the Second World War on the side of Germany and was defeated. The Red Army of Russia, which is among the victors of the war, occupied the country and founded a socialist government close to itself. The Patriotic Front government preferred "the Soviet model" in its domestic and foreign policy. The government applied the policies of pressure, persecution and forced immigration to the minorities in its country, particularly to the Muslim Turks. The Turks, living near Turkish border of Bulgaria were exiled to interior regions by the order of Stalin and those, who resisted to these policies, were forced migration to Turkey in 19501951 years. Bulgarian government applied assimilation policies towards Turks staying in the country in the context of the secret decisions, taken by the Bulgarian Communist Party Central Committee Politburo and tried to create "a socialist society with one-nation". In this study, the policies towards Turks in Bulgaria and the reasons of their immigrations to Turkey have been analyzed on the basis of official documents.
BASE
In: Milletlerarası münasebetler türk yıllığı: The Turkish yearbook of international relations, S. 019-049
Uluslararası örgütlerin, dünyanın herhangi bir yerindeki devlet-içi çatışmaya çeşitli gerekçelerle ya müdahil olmayı seçtikleri ya da müdahil olmadıkları görülmektedir. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası örgütlerin uluslararası barış ve güvenliği sağlama adına devlet-içi çatışmaları sonlandırması arzu edilen bir durumdur. Müdahale etmeleri durumunda nadir de olsa başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Bununla birlikte, devlet-içi çatışmaları sonlandırmak için harekete geçen uluslararası örgütlerin başarısız olduğu durumlar olabilmektedir. Uluslararası örgütlerin devlet-içi çatışmalara müdahalesinin başarısız olmasının bazı önemli nedenleri bulunmaktadır. Hangi durumlarda başarısız olduğuna dair literatürde farklı bakış açıları mevcuttur. Bu makalenin amacı da uluslararası örgütlerin devlet-içi çatışmalara müdahalelerinde başarısız olma nedenlerini sınıflandırmak ve analiz etmektir ; It appears that international organizations prefer to intervene or not to intervene in intra-state or internal conflict anywhere in the world for different reasons. It is expected that international organizations, especially the United Nations, solve internal conflicts to provide international peace and security. In case of intervention of international organizations, successful results can be obtained in some cases. However, there are many cases in which international organizations fail to resolve internal conflicts. There are some important reasons for the failure of the interventions of international organizations. There are different perspectives in the literature explaining in which circumstances do interventions of international organizations fail. The purpose of this paper is to analyze and classify causes of the failure of interventions of international organizations to intra-state conflicts
BASE
İslam dinine ve Müslümanlara karşı bir akım haline gelen ve "İslam korkusu" olarak tanımlanan İslamofobi, bugün küresel düzeyde dünyayı tehdit eden bir hastalık haline gelmiştir. İslamofobi, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere Batılı ülkelerin iç ve dış politikalarında kullanılan ayrımcılık, ötekileştirme yöntemi olarak uluslararası alanda kullanılmaktadır. Tek tip bir İslamofobiden bahsetmek mümkün değildir. Hindistan'da, Tayland'da, Çin'de, Kıta Avrupası'nda, Amerika Birleşik Devletleri'nde İslamofobi uygulamaları görülmektedir. Nedenler farklı olsa da ortak nokta İslam korkusu-İslam düşmanlığıdır ve her geçen gün batı demokrasilerinde İslamofobi artmaktadır. İslamofobi 11 Eylül 2001 saldırıları ile artmış ve Batılı devletlerin dış politikalarının merkezine oturmuştur. Bu tarihten sonra Batılı ülkelerde Müslümanlar, o ülkenin kendi vatandaşları dahi olsa ayrımcılığa uğramışlardır. Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, Batı dünyasında Müslüman göçmenler ve mültecileri hedef alınmış, dışlanmış ve ötekileştirilmiştir. İslamofobi odaklı Batı siyasetinin sonucunda Avrupa'da hoşgörüsüz, ırkçı, milliyetçi sağ partiler ortaya çıkmış ve güçlenmişlerdir. Bu durum böyle devam ederse dünya barışı tehlikeye girecek ve Huntington'un "Medeniyetler Çatışması" tezi haklı çıkacaktır. Son yıllarda iyice artan İslamofobinin sebep olduğu aşırı sağ ve ırkçı hareketler dünya genelinde hızla güç kazanmaktadır. Bu çalışma, dünya barışını tehdit eden İslamofobinin tarihsel ve siyasal kökenlerini inceleyerek, İslamofobinin nedenlerini tespit etmek; ayrıca İslamofobiyle mücadelede ne tür yöntemlerin kullanılması gerektiğinin tespitini yapmayı amaçlamaktadır. ; Islamophobia, which has become a movement against Islam and Muslims, defined today as the fear of Islam and has become a threat to the world at the global level. Islamophobia is used in the international arena as means to overcome the discrimination used in the domestic and foreign policies of Western countries, especially the United States. There is no standardized Islamophobia. Islamophobia practices are observed in India, Thailand, China, Europe and the United States. Although the reasons are different, the common point is that fear of Islam and antIslam. Islamophobia increased with the attacks of September 11, 2001 and became the center of foreign policy of Western states. Since then, Muslims in Western countries has been discriminated even if they are citizens of that country. Migrants and Muslim refugees have been targeted, excluded and marginalized in the Western world, particularly in the United States. Due to the Western policy on Islamophobia, intolerant, racist and nationalist far-right parties have emerged and gained wider in Europe. If this situation continues like this, the peace of the world will be in danger and the thesis of the clash of civilizations of Huntington will be justified. Far-right, racist movements that cause Islamophobia, which have proliferated in recent years, are rapidly gaining power around the world. This study aims to identify the historical and political origins and causes of Islamophobia that threaten the peace of the world. It also aims to determine the methods to be used in the fight against Islamophobia. Islamophobia emerged in the Western world and there are historical, cultural, religional, economical, political and social reasons.
BASE
In: Ankara Üniversitesi SBF dergisi, Band 66, Heft 2, S. 255-259
ISSN: 1309-1034
Kurumsallaşmamış ekonomilerde genellikle denetim takdirlerinde sonuç farklılıklarının esastan farklılığı, denetimsel yargı çatışmalarını beraberinde getirdiği bir gerçekliktir. O halde bu tür ekonomi ve bunun kurumlarında denetim bir esasın maddi gerekçesi midir? Yoksa standartlara uygunluğun maddi beyanımıdır? Muhasebe uygulamaları uygunluk gerekçesi ile farklılaştırılmasına karşın, uygunluk kendi başına bir gerekçe olmayıp, gerekçeden yoksun öznel sonucun ifadesidir. Denetim takdirlerinde de uygunluğun uygunluğu, doğruluğu ifade etmeyip doğruluğun asgari ölçüsüdür. Bunun yanında bütünlüğün doğruluğu ile eşdeğer de değildir. Uygunluğun uygunluğu ile doğruluğun bütünlüğü arasındaki fark, gerçekte beklenti boşluğu olarak ifade edilen doğruluk boşluğudur. Bu anlamda yönetim beyanlarının muhasebe standartlarına uygunluğu beyanı üzerinden, denetçinin yönetim beyanlarının doğruluğunun doğruluğu beyanı bir mecazdır. Bu çalışmada nesnel muhasebe kavram, ilke ve standartlarının genel kabul görmesine karşın, subjektif kişimsel uygunluk gerekçeleriyle farklılaştırmaların teorik gerekçesi aranmıştır. Buna göre denetim takdirlerinde kişimsel denetimin nedeni, hukuk sistemlerinin etkin olmaması ile yapılan işlemlerin doğruluk üzerinden yapılmayıp, uygunluk üzerinden yapılmasıdır. Çünkü hukuk sistemi gelişmemiş ülkelerde doğruluğun azami ölçüsü yasaya uygunluk olup, buna paralel olarak denetimin takdirlerinde ise doğruluğun azami ölçüsü standartlara uygunluk kabul edilebilmektedir. Oysa doğruluk olmadan standartlara ve/veya yasaya uygunluk, doğruluğun asgari ölçüsü olup, tamlık azami ölçüdür. ; İt is fact that audit differences conflict among institutions and Countries. İs core of audit substance over form or form over substance? Not suitable for living a full life likethe same things, with appropriate controls are not equivalent in audit. if All countries were a single country on earth, in a world where the current eligibility criteria, relating to the same place and time accounting / auditing practices would also differ from each other. Although different conformity with accounting practices that reason, "compliance" is not a reason in itself, is a statement of the grounds of lack of results. Appreciate the convenience of the compliance audit, the minimum degree of accuracy is not stated accuracy. Besides, the accuracy of this cohesion is not the equivalent. Compliance with the correctness of the integrity of the compliance difference between the actual accuracy of the expectations gap is expressed as a space. In this sense, compliance with accounting standards, statements of management's declaration on the management of the accuracy of the correct statement is a metaphor. Objective of this study, although accounting concepts, principles and standards generally accepted, for reasons different updates subjective cultural appropriateness of the theoretical justifications were sought. Accordingly, the reason for the low quality of supervision discretion, the absence of effective legal systems, to not make transactions over the accuracy, compliance is made over. Because the legal system in underdeveloped countries, accuracy and legality of the maximum size of the control of the accuracy of recognition is the maximum size eligibility standards. Yet, Standards and / or legality is not the maximum size of accurate. Unlike measure is the minimum of accuracy
BASE
Çözüm Süreci (2013-2015), Türkiye Cumhuriyeti tarihinde "Kürt Sorunu" olarak tanımlanan problemin çözümü açısından en sistematik ve kapsamlı barış girişimi olarak kayda geçmiştir. Bu girişim nitelikleri itibarı ile uluslararası literatürdeki barış süreci tanımlamasına uymaktadır ve barış süreçlerinin temel özelliklerini taşımaktadır. Süreç PKK'nın 2015 Temmuzunda yeniden Türk güvenlik birimlerine karşı saldırıyı geçmesi ile sona ermiştir. Bu çalışma sürecin sona ermesi veya akamete uğramasının nedenlerini incelemektedir. Kürt hareketinin siyasi tercihleri, siyaset içerisinde değişen güçler dengesi ve Suriye Savaşının Kürt Hareketi açısından oluşturduğu yeni imkanlar ve Türkiye açısından oluşturduğu belirsizlikler sürecin temel açmazları olarak ele alınmıştır. Süreç fiili olarak sona ermesine karşın, henüz bir tıkanıklık aşamasındadır. Yeni bir sürecin hangi şartlar altında tekrar başlayabileceği tartışılmaktadır. ; Reconciliation Process (2013-2015) is the most systematic and comprehensive initiative during the Republican history to find a sustainable solution to Turkey's century old "Kurdish Question". Reconciliation Process is characterized as a peace process in this study. Reconciliation Process came to an end after the PKK's attacks to Turkish security forces in July 2015. This study examines the reasons behind the failure of the Reconciliation Process and discusses the means to overcome the stalemate situation. Political decisions and preferences of the "Kurdish Movement"; changing power dynamics between the main counterparts of the process; the opportunities that the ongoing civil war in Syria provided the "Kurdish Movement" and the ambiguities that the Syrian Civil War generated for the Turkish authorities are cited as the main shortcomings that derailed the Process. This study argues the current situation is a stalemate within the Process. Possible steps and conditions too revitalize the Process are discussed.
BASE
İngiliz kolonyal yönetiminin Güney Asya'dan çekilmesinde sonra ortaya çıkan devletlerden biri olan Pakistan bağımsızlığının ilk yıllarında, ülkeyi yönetecek idari bir altyapıya, temel kamu hizmetlerini sağlayacak kurumsal bir yapıya ve nitelikli idari personele sahip değildi. Üstelik, söz konusu dönemde Pakistan'ı oluşturan halkın, Müslüman olmaları dışında çok az ortak noktaları vardı. Bu zorluklar nedeniyle, Pakistan'ın uzun süre bağımsızlığını koruyamayacağı ve kısa sürede çökeceği, başta Hindistanlı yöneticiler olmak üzere, beklenen bir durumdu. Ancak, Pakistan hayatta kalmayı başardı. Hatta, General Ayub Khan döneminde gelişmekte olan ülkelere bir kalkınma modeli olarak sunuldu. 1950'lilerde olduğu gibi, 11 Eylül saldırılarından sonra da Pakistan hakkında pejoratif sıfatlar kullanılmaya başlandı. Komşusu Afganistan'dan kaynaklı sınır aşan terörizm ve mülteci akınlarıyla boğuşan Pakistan'ın, Sünni ve Şiiler arasında 1970'lerden beri devam eden mezhep çatışmaları; kamu hizmetlerinin görece yetersiz sağlanması; ordunun siyasete olan müdahaleleri gibi pek çok kronik sorunu vardır. Bu sorunlar nedeniyle, Pakistan'a yönelik olarak "başarısız devlet" (failed state) tabiri, Batılılar tarafından sıklıkla kullanılmaktadır. Bu çalışmada, Pakistan devletini tanımlamak için kullanılan "başarısız" sıfatının, Pakistan için uygun bir niteleme olmadığı, Pakistan'ın sosyo-ekonomik ve siyasi yapısı kuruluşundan günümüze gelen süreçte yaşananları ele alarak ifade edilmeye çalışılacaktır. Başarısız devlet söylemine ilişkin literatürde, farklı sorunları olan devletlerin aynı sıfatla nitelendiği dikkati çekmektedir. Örnek vermek gerekirse, 1990'larda iç savaşla boğuşan ve hiçbir kamu hizmetinin verilemediği Afganistan ve Somali ile; Kuzey kore ve Pakistan gibi, otoriter yönetimlerin olduğu, kamu hizmetlerinin sağlanmasında yapısal sorunları olan ülkeler başarısız sıfatı ile nitelenmektedir. Başarısız devlet söylemine ilişkin eleştirilerde en fazla üzerinde durulan husus da bu olmuştur. Bu nedenle, bu çalışmada başarısız devlet söylemi yerine ikili bir ayrıma gidilmesi ihtiyacı doğmuştur. Hiçbir kamu hizmetinin verilemediği ve devlet otoritesinin tamamen ortadan kaybolduğu ülkeler için, William Zartman'ın "çökmüş devlet" (collapsed state) kavramı kullanılmıştır. Devlet otoritesinin var olduğu, ama kamu hizmetlerinin sağlanmasında ciddi problemleri olan, demokratik bir yönetim ve insan haklarına saygı bağlamında yetersiz bir performans sergileyen devletler için ise "kırılgan devlet" (fragile state) kavramının kullanılması tercih edilmiştir. Bu çalışmada, söz konusu bağlamda Pakistan'ın kırılgan bir devlet olduğu, Pakistan'ın sosyo-ekonomik ve siyasi yapısı ele alınarak ifade edilmeye çalışılacaktır. ; Pakistan, one of the states which came into existence after the British colonial rule withdrew from South Asia, didn't have any administrative structure to rule the country; any institutional structure to provide public services and qualified bureaucratic personnel. Furthermore, during the aforementioned period Pakistan composed of people who had few thing in common with the exception of being Muslim. Due to these hardships, it was expected, especially by the then Indian rulers, that Pakistan could not preserve its independence and would collapse in a short time. However, Pakistan succeeded to survive. Even, in General Ayub Khan era it was demonstrated as a model for developing countries. Like 1950s, pejorative adjactives have used to describe Pakistani state after September 11 attacks. Pakistan has many chronic problems such as; cross border terrorism and influx of refugees based on its neighbour Afganistan; sectarian violence between Sunnis and Shias which continues since 1970s; relatively insufficent public services; army's interference to politics, military coup d'etats. Because of these problems, failed state discourse was used frequently towards Pakistan by Westerners. In this project, by handling it's socio-economic and political progress since independence it will try to articulate that the adjective "failed" which is used to describe to Pakistan, is not a proper attribution for Pakistan. In the literature about failed state discourse, it attracts notice that many countries facing different problems are labelled as the same adjective. To give an example, on the one hand there are countries like Afganistan and Somalia, in 1990s both of them struggled with civil war and no public services were given to people. On the other hand, there are countries like North Korea and Pakistan, which have structural problems providing public services and authoritarin regimes. All these countries are labeled as failed, and this situation is one of the main critics of failed state discourse. That's way, in this project it is needed to make a dual classification subtituted for failed state. For countries whose state authority completely vanished and not providing any public services, are described with William Zartman's definition, as "collapsed state". For countries which have state authority but have difficulties in providing basic public services; performs poorly in the context of democracy and respect to human rights, are prefered to be described as "fragile state". Accordingly, in this project, Pakistan is going to be handled wtih its socio-ekonomic and political structure and it is going to be argued that Pakistan is a fragile state.
BASE
In: International journal of new approaches in social studies: IJONASS = Uluslararası Sosyal Bilgilerde Yeni Yaklaşımlar Dergisi
ISSN: 2618-5725
Bu çalışmada akıl ile vahiy arasındaki ilişkilere yoğunlaşmış İslam felsefesi araştırmacısı, okuru ve düşünürlerinin öznellikleri incelenmektedir. Immanuel Kant araştırmalarında görünür olan "epistemolojik öznellik" kavramı bu metinde çağdaş özne felsefeleri çerçevesinde İslam felsefesi öznesine uygulanmaktadır. Söz konusu öznellik, bir taraftan Kant'ın "sentetik a priori" kavramını ilgilendirdiği için epistemolojinin meşruiyetini etkileyecek boyuttadır, diğer taraftan post-yapısalcı felsefede bilginin nesnesini dönüştürdüğü için merkezi bir öneme sahiptir. Post-kolonyal teoriden yararlanılarak gelişmekte olan ekonomi toplumlarının öznel tiniyle özdeşleştirilen İslam felsefesi yorumcusu akıl ve vahyi güncelleştirme pratikleri bakımından değerlendirilmektedir. Bu değerlendirmede önce bilgi sorununun geldiği çoklu hakikat içeriği anlatılmaktadır. İkinci olarak İslam felsefesindeki epistemolojinin içeriğine yer verilmektedir. Bu epistemolojide çoklu hakikat içeriği yerine evrensel bir hakikat arayışından kaynaklanan çıkmazın öznel koşulları eleştirel değerlendirilmektedir. Öznelliğin nesnel görünme şartları toplumsal süreçler ve kazanımlarla dolaylanmaksızın yeterince geçerli ve tutarlı oluşturulamamaktadır. Bu nedenle yerel kültüre ait dinamiklerin çağdaş epistemoloji içerisindeki konumlandırılması için akıl ve vahyin bağlam ve işlevine yoğunlaşmak gerekmektedir. Üçüncü olarak akıl ve vahyin bağlam ve işlevinden söz edilmektedir. Bu noktada akıl ve vahyin ayrı ayrı tanımları yapılmaya çalışılmaktadır. Dördüncü olarak akıl ile vahiy arasındaki ilişkilerin bu iki kavramı temsil eden insanların vücuda getirdikleri ilişkilerden ibaret olduğu gerçeği saptanıp açımlanmaktadır. Çalışmanın savına göre, epistemoloji büyük ölçüde öznel önerilerle toplumsal gereksinimlerin giderilebilmesi arasındaki alışverişten beslenmektedir. İslam felsefesi öznesi açısından akıl ve vahiy tarihten günümüze taşınırken gerçekçi toplumsal gereksinimlerle ilişkilendirme çerçevesinin ihmal edilmemesi gerekmektedir. Burada tarihin içerisine döndüğünü söyleyen epistemolojik öznellikler asıl yaptıklarını söylemiş olmamaktadırlar. Çalışma özne felsefelerinin tartışma bağlamından hareketle İslam felsefesi öznesini akıl ve vahye dayanan epistemoloji çerçevesinde bilgi sosyolojisinin içine çekmeye gayret etmektedir.
In: Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi
ISSN: 1309-9302
Boşanma, aileyi oluşturan tüm bireyleri derinden etkileyen ve toplumsal boyutları da olan önemli bir yaşam olayıdır. Bu araştırmanın temel amacı, boşanma nedenlerinin araştırılması ve boşanma sonrası çocukların sosyal uyum sürecinin incelenmesidir. Bu amaçla, Trabzon ilinde yaşayan ve boşanmış 18'i kadın ve 13'ü erkek olmak üzere toplam 31 katılımcı ile çalışılmıştır. Nitel araştırma deseni ile yapılan bu çalışmada görüşmeler, araştırmacı tarafından uzman görüşü alınarak hazırlanan standartlaştırılmış açık uçlu görüşme formu aracılığıyla yapılmıştır. Elde edilen veriler içerik analizi yöntemiyle analiz edilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre en önemli boşanma nedenlerinin aldatma ve eşe-çocuğa karşı sorumsuzluk olduğu, eşler arası fikir ayrılığı ve geçimsizliğin de önemli boşanma nedenleri arasında olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Boşanma sonrasında katılımcı ve çocuklarının boşanma öncesine göre kendilerini duygusal, davranışsal ve sosyal açıdan çok daha iyi hissettiklerini ifade etmeleri de diğer önemli sonuçlardandır. Elde edilen bulgular alanyazın ışığında tartışılmış ve gerekli önerilerde bulunulmuştur.
Bir zihniyet ve siyasi yaklaşım/tavır olarak devletin tarihsel varlığı kadar eski olan devlet aklı doktrini, devleti en yüce değer ve bizatihi amaç olarak görmektedir. Bu yaklaşıma göre, devletin meşruiyeti kendine içkindir ve kendinden menkuldür. Devlet aklı doktrini, devletin varlığını korumaya ve selametini muhafaza etmeye mutlak öncelik tanımaktadır. Devletin varlığının ve güvenliğinin/bütünlüğünün korunması için başvurulacak her yöntem mubah sayılmakta ve her araç meşru kabul edilmektedir. Daha özel bir anlamıyla devlet aklı; olağanüstü bir durumda ve "kriz" halinde, devletin muhafazası için herhangi bir hukuk ve ahlak ilkesiyle bağlı olmamasına denk gelmektedir. Devlet aklının mihmandarı olan zorunluluk ve olağanüstü durum, yönetim sanatının bir tekniği olarak istihbaratı da ortaya çıkarmış ve şekillendirmiştir. Türkiye'nin geleneksel devlet anlayışının dayandığı "devletçilik" ilkesinin ve buhran dönemlerindeki siyasi tutumunun temelini, devlet aklı doktrini oluşturmaktadır. Osmanlı'nın modernleşme sürecinin rahminde gelişmiş ve ortaya çıkmış olan Türkiye'nin devlet aklı, selefi olan Osmanlı'dan tevarüs etmiştir. Osmanlı'nın son döneminde ve aynı zamanda bir "kriz" döneminde iktidar olmuş İttihat ve Terakki tarafından bir istihbarat ve askeri örgüt olarak gizli bir şekilde kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, devlet aklının en çıplak surette tezahür ettiği örneklerden biridir. Bu çalışma, devlet aklı doktrinini birçok cihetiyle araştırmayı ve bu doktrin çerçevesinde modern Türkiye'ye geçiş sürecinde bir örnek olarak Teşkilat-ı Mahsusa'yı incelemeyi amaçlamaktadır ; The doctrine of Reason of State is a mentality and political approach which is as old as the state's historical existence. This doctrine sees the state as the highest worth and objective in itself. According to this approach, the legitimacy of state is inherent and self-proclaimed. The doctrine of reason of state gives priority to protection of state's existence and preservation of its safety. To ensure the state's existence and integrity, any methods, ...
BASE
Demokratik sistemlerin vazgeçilmez ve hayati unsuru olan siyasi partiler, temsili demokrasinin yerine getirilmesinin yanı sıra, çağdaş demokrasinin temel niteliği olan "çoğulculuk" ilkesinin hayata geçirilmesinde de önemli rol üstlenmiştir. Türkiye'de Anayasa ve kanunlarda birtakım yasaklarla sınırlandırılan siyasi partiler, söz konusu sınırların ihlali nedeniyle kapatma davaları ile karşı karşıya kalmış ve bu davaların sonucunda ilgili partilere pek çok kez kapatma yaptırımı uygulanmıştır. Hukukumuzda siyasi parti kapatma nedenlerine Anayasamızda açıkça yer verilmiştir. Bunlardan "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" ilkesi nedeniyle verilen siyasi parti kapatma kararlarında Anayasa Mahkemesinin anılan ilkeyi çok katı uyguladığına ilişkin çeşitli eleştireler bulunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kapatma kararlarıyla ilgili olarak çeşitli ihlal kararları vermiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarında bir taraftan bölümez bütünlük ilkesinin korunmasına özen gösterirken, diğer taraftan da demokratik ilkelerin hayata geçirilmesini de gözetmelidir. Bu kapsamda ifade hürriyeti ve örgütlenme özgürlüğü hem 1982 Anayasası hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında korunan en önemli temel haklardın ikisidir. ; Political parties, which are indispensable and vital elements of democratic systems, have played an important role in the implementation of the principle of "pluralism", which is the basic feature of contemporary democracy, as well as the fulfillment of representative democracy. The limited number of political parties prohibited in the Constitution and law in Turkey, said that faced with due to the border closure cases of violations and closure many times the parties concerned as a result of this case was applied. The reasons for closing political parties in our law are clearly stated in our Constitution. There are various criticisms that the Constitutional Court applied the principle very strictly in the political party closure decisions made due to the principle of "indivisible integrity of the state with its country and nation". The European Court of Human Rights has also issued several violation orders in relation to closure decisions by the Constitutional Court. In the Constitutional Court decisions, while paying attention to the protection of the principle of indivisible integrity, on the other hand, it should also consider the realization of democratic principles. In this context, freedom of expression and freedom of association are two of the most important fundamental rights protected under both the 1982 Constitution and the European Convention on Human Rights.
BASE