IDENTITIES IN FORMATION NATIONALITY, RELIGION AND TRANSNATIONAL IDEAS IN FORMER SOVIET CENTRAL ASlA
In: Milletlerarası münasebetler türk yıllığı: The Turkish yearbook of international relations, S. 065-079
7 Ergebnisse
Sortierung:
In: Milletlerarası münasebetler türk yıllığı: The Turkish yearbook of international relations, S. 065-079
In: Milletlerarası münasebetler türk yıllığı: The Turkish yearbook of international relations, S. 001-039
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ivme kazanan küreselleşme beraberinde siyasal, sosyo-kültürel ve ekonomik radikal bir dönüşümü getirmiştir. Ulus-aşırılaşan yeni düzende uluslararası sistemin geleneksel normları, değerleri, aktörleri ve gündemi çeşitlenmiş ve farklılaşmıştır. Bu yapısal dönüşüm ve gelişim, ulus-devlet sınırlarını aşan boyutlarda sivil bir mobilizasyon ağı oluşturmuş ve yeni değerleri (çok kültürlülük, liberalleşme, kamu diplomasisi gibi) sisteme taşımıştır. Devlet dışı aktörler ve ulus-ötesi topluluklar sisteme dâhil olmuş, uluslararası sistem çoğulcu bir karaktere bürünmüştür. Karşılıklı bağımlılığın artması ve küresel etkileşimin yoğunluğu hükümetler arası ve hükümetler dışı yeni birtakım aktörlerin ortaya çıkması ile sonuçlanmış, politik karar alma süreçleri karmaşıklaşmıştır. Yeni aktörler yeni sorunlarla yeni düzene dâhil olmuştur. Ulus-ötesi veya ulus-aşırı mekanizmalar ulusdevlet meşruiyetlerini sorgulamış, egemen otoritelerini aşındırmış ve politik manevra sahalarını daraltmıştır. Çoğulculaşan bu sistemin akademik alana yansıması olan ulusötesicilik yaklaşımı, yeni düzeni devlet dışı aktörlerin var olduğu, herhangi bir ulusal otoritenin kontrolünde yer almayan çok yönlü ve çok aktörlü uluslararası toplumsal ilişkiler ağı olarak tanımlar. Çok kutuplu bu yeni düzende diasporalar da kimliksel-kültürel referanslı ulus-ötesi sivil aktivist örgütler olarak ortaya çıkmıştır. Bu tez çalışmasında diasporik ulus-ötesicilik bağlamında Ermeni Diasporası'nın Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerindeki etkinliği sorgulanmaktadır. Ermeni Diasporası, ulusötesicilikbağlamında AB-Türkiye ilişkilerinde bir vaka değerlendirmesi olarak ele alınmıştır. Çalışmada görülecektir ki Türkiye'nin AB'ye entegrasyon sürecinde diasporik faaliyetler ulus-aşırı ağlar olarak etkin bir rol oynamaktadır. Çalışmanın temel amacı Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımı yolunda önemli bir sorun haline gelen Avrupa'da Ermeni diasporik lobiciliğine dair akademik alanda güncel analizlere katkı sunmaktır. --- Globalization which has been gaining momentum since the middle of the 20th century brought radical political, socio-cultural and economical changes. In this transnational new order, the international system's traditional norms, values, actors and agenda have transformed. This structural transformation has created a civil mobilisation network beyond nation-state boundaries and added new values (multiculturalism, liberalization, public diplomacy etc) to the newly created system. Non-state actors and transnational communities have emerged in the international area, therefore the international system gained a pluralistic character. The interdependence and the intensity in global interaction has made some intergovernmental and non-governmental actors more visible, and the decision-making process in domestic politics more complex. New actors with new issues have participated in the new order. Transnational or supra-national organization influenced nation-states' legitimacy, affected sovereign authorities and limited their political action scope. Transnationalism which is the academic reflection of this pluralist view describes this new system as a network of social/political relations where non-state actors exist, a sphere uncontrollable by any national or international authority. Diasporas have emerged as activist civilian organizations with their identitarian-cultural references in this multi-polar area. In the context of the diasporic transnationalism, this thesis evaluates Armenian Diaspora's effects in the relations between European Union and Turkey. Armenian Diaspora has been examined as a case in the European Union – Turkey Relations within the framework of transnationalism. The thesis argues that diasporic activities as intra-national networks effect Turkey's accession process to the European Union. The main aim of this thesis is to contribute to the analysis in the academic literature about Armenian diasporic lobbying in Europe, which has been a serious issue in the accession of Turkey to the European Union.
BASE
Yerel kuruluş ya da örgütlenmeler küreselleşme süreciyle beraber hızlı bir şekilde kendi sınırlarının dışına çıkarak küresel boyuta ulaşmaktadır. Çok uluslu şirketler ve sivil toplum kuruluşları da çoğunlukla karşıtlık içinde olsalar da küresel düzeyde örgütlenme biçimi bağlamında benzer süreçler yaşamaktadır. Küresel düzeye ulaşması neticesinde ulus – üstü nitelik kazanmaları da uluslararası ilişkiler alanının çalışma nesnesi olmalarına neden olmaktadır. Kazandıkları ulus – üstü niteliğin oluşum sürecinde merkez – çevre ilişkisi belirgin olarak ortaya çıkmaktadır. Zira merkez ülkelerde yerel ya da ulusal olarak oluşmuş kuruluşlar, çevre ülkelerle olan diyalogları neticesinde küresel düzeye ulaşmaktadır. Çok uluslu şirketler, çevre ülkeleri hammadde ve/veya pazar olarak görürken; sivil toplum kuruluşları, genellikle çevre ülkelere dair farkındalık kampanyaları yürütmektedirler. Yaşanılan çağda en belirgin küresel sorunlar arasında, ülkeler arası gelişmişlik düzeylerinin belirgin oranlarda farklılıklar oluşturması ve fırsat eşitsizliği, yoksulluk ve canlı yaşamını tehdit eden çevre tahribatlarıdır. Bu sorunların sorumlusu olarak da kapitalist sistemin yeniden üretimini sağlayan çok uluslu şirketler bulunmaktadır. Sorunlara karşı kampanyalar geliştirip eylemler yaparak kamuoyu oluşturan, lobicilik faaliyeti yürüten kuruluşlar da kâr amacı gütmeyen ve yaşanılabilir bir dünya için çalışan sivil toplum kuruluşlarıdır. Bunların yanında, devletler de kendi ulusal sınırları dışında anlaşmalar ve oturumlar yoluyla küreselleşme sürecine dahil olmaktadır. Sivil toplum kuruluşları, çok uluslu şirketlere uyguladıkları baskıya benzer bir baskıyı devletlere de uygulayabilmektedir. ; The local institutions or organizations, with the globalization process, quickly go beyond their own limits and reach the global extent. Multi-national corporations and non-governmental organizations, although often in opposition, have similar processes in the context of organizing at the global level. Also, as result of reaching the global level with their achievement of transnational qualifiation causes to become a working object on the field of international relations. In the process of formation of the transnational qualities they earn, the center-periphery relation is emerging as evident. Forasmuch as, local or national organizations in central countries have reached the global level as a result of their dialogue with the peripheral countries. While multi-national companies see peripheral countries as raw materials and / or markets; non-governmental organizations generally run awareness campaigns about the peripheral countries. Among the most prominent global problems in the present era are the continual increase in the level of development between countries and the inequality of opportunity, poverty and environmental destruction that threatens the life of all living creatures. The multi-national corporations reproducing the capitalist system are responsible for these problems. Organizations creating public opinion by developing campaigns against the problems and conducting lobbying activities are non-govermental organizations working for a profit-free and livable world. In addition to these, states are involved in the globalization process through agreements and sessions outside their national borders. Non-governmental organizations can apply similar pressures to the states they are applying to multi-national corporations.
BASE
Makale son yıllarda radikal sağın Avrupa'daki hızlı yükselişini neo-liberalizmin hüküm sürdüğü aşamadaki tarihsel kapitalist sistemin büyük bir krize girdiği çağımızda bunun yansıması olarak gittikçe derinleşen Avrupa entegrasyonuna bir karşı cevap, ulusu ve ulus-devleti geri sahiplenme girişimi ve sistemi zorlama hareketi bağlamında anlamak ve açıklamak amacını taşımaktadır. Kapitalist sistem 16. yüzyıldan beri tüm yerküreye adım adım yayılırken milletlerin birer sosyal kategori olarak üretilmesinde, 19. yüzyıl ürünü olan milliyetçilik ise kapitalizmin işleyebilmesine en elverişli olacak egemen ulus-devletlerden oluşan bir dünya modeli yaratılmasında aktif rol oynamıştır. Fakat gelinen neo-liberalizm safhası bu karşılıklı çıkar ilişkisini milliyetçilik aleyhine bozmuştur. Kapitalist sistem artık ulus-devletlerin yerine ulusaşırı şirketlerin ve ulusüstü bölgesel birliklerin öne çıktığı, ulus-devletlerin egemenliklerinin olabildiğince yontularak sermayenin önündeki tüm kısıtlamaların kaldırılacağı küresel bir dünya istemekte; bu ise milliyetçiliği sistemin yeni haline karşı bir ideoloji olarak yeniden kurmaktadır. Özellikle kriz dönemlerinde milliyetçilik sermayenin kontrolünden çıkmakta ve hatta ona karşı bir tehdit haline gelmektedir. Bu nedenle modern ulus-devlete alternatif niteliğe bürünen Avrupa entegrasyonu projesi özellikle 2008 krizi sonrası etnik temelli ultra-milliyetçilik, ırkçılık, devletçilik, yabancı düşmanlığı vb. eğilimler taşıyan radikal sağı körüklemektedir. Bu bağlamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır; öncelikli olarak tarihsel kapitalist sistem ve milliyetçiliğin ilişkisinin değişimi yaşanılan yapısal dönüşümlerin etkisiyle beraber aktarılacak, ikinci bölümde Avrupa entegrasyonunun temel hatları anlatılarak neden ulus-devlete tehdit olarak yansıtıldığı açıklanacak, son olarak radikal sağın tanımı, genel ideolojik özellikleri ve politik duruşu detaylıca ele alınarak yükseliş trendi Finlandiya örneği özelinde incelenecektir. ; The article evaluates the rising radical right phenomenon in Europe recently as a quest to protect the nation and the nation-state from and a response to the deepening European integration and the economic crisis deprived from the neoliberalism phase of the historical capitalist system. Capitalist system expanding to the world step by step since the 16th century has had a role in the evolution of nations as new social 292 Uca S (2017). Avrupa'da Radikal Sağın Yükselişi ve Finlandiya Örneği. Mülkiye Dergisi, 41(1), 291-317. categories while the 19th century born nationalism has also helped to construct a world model composed of sovereign nation-states which was fundamental for the system's continuity and workability. However, this collaboration has reached a dead point when the neo-liberalism has gained a hegemonic position in the last 30 years in which transnational corporations and supra-national regional organisations are favoured rather than the nation-states whose sovereignties are eroded to open free space for the capital in today's global world. As a result, today nationalism is being recreated as an anti-system ideology in order to survive, going out of the control of the bourgeoisie and even becoming a threat to it especially in crisis times. Therefore, the European integration project which poses an alternative to the modern nation-state is fuelling the radical right movement showing ethnic-based nationalist, racist, statist, xenophobic etc. tendencies. In this regard, the article consists of three parts. Firstly, the change of the relation between the capitalism and nationalism in parallel with the effects of the structural transformations in the system will be explained. Secondly, the outline of the European integration and why it is assumed as a threat to the nationstate will be indicated. Finally, the definition of the radical right, its main ideological features and political stance will be evaluated focusing on the Finland case specifically
BASE
Soğuk Savaş Sonrasında Avrupa Birliği'ne Üyelik Kriterlerinin Neo Fonksiyonalist Teori Açısından Analizi Elif Toprak Doktora, Uluslararası İlişkiler Bölümü Tez Danışmanı: Prof. Dr. Mehmet Genç Bu tez, Avrupa Birliği'nin son genişleme süreci olan Orta ve Doğu Avrupa genişlemesini, neo fonksiyonalist ve sosyal yapısalcı kuramlar açısından incelemektedir. Tezin temel argümanı, referans alınan iki kuramın sosyal ve kurumsal varsayımlarına dayanarak; genişleme sürecinde elitler başta olmak üzere resmi ve gayri resmi grupların, kurumların, hatta bireylerin ve dolayısıyla öğrenme ve sosyalleşme süreçlerinin, devletlerin tercih ve kararlarının oluşumunda önemli rol oynadığıdır. Bu amaçla, neo fonksiyonalizmin tarihsel gelişimi, etkilediği teoriler (karşılıklı bağımlılık, rejim teorileri ve kurumsalcılık) ve bunların hükümetlerarası entegrasyon yaklaşımlarından farklılıkları ortaya konmuştur. Neo fonksiyonalizmin esin kaynağı olduğu sosyal yapısalcı yaklaşımın Avrupa Birliği (AB) çalışmalarına uygunluğu; ve sosyolojik ve kurumsal yaklaşımın gerekliliği üzerinde durulmuştur. Olay incelemesi olarak, AB'nin Orta ve Doğu Avrupa genişlemesi, Birliğin politika ve stratejileri açısından tarihsel ve teorik olarak analiz edilmiştir. Üyelik kriterleri, Orta ve Doğu Avrupa devletleri ve Türkiye açısından karşılaştırmalı olarak incelenmiş ve süreçlerin ve yaklaşımların farklılıkları ortaya konmuştur. Uluslarüstü (supranasyonel) ve hükümetlerarası öğelerin dengesi açısından sorgulanan genişleme sürecinde, varılan sonuç hükümetlerarası unsurların ağır bastığı olmuştur. Ancak ulusaşın (transnasyonel) etkilerin bireysel, toplumsal ve kurumsal tabanda yoğun olduğu argümanı, neo fonksiyonalist ve sosyal yapısalcı çerçevede savunulmuştur. Soğuk Savaş'm sona ermesi ile beraber Birlik, genişleme-bütünleşme tercihi aşamasında, kurumsal reformlar ile esnek entegrasyon anlayışım birleştiren bir genişleme stratejisi seçmiştir. Amsterdam, Nice ve Anayasal Andlaşmalar ile gerçekleştirilen kurumsal değişiklikler sınırlı ancak önemli adımlar olarak kabul edilmektedir. Ortak Anayasanın onaylanması sürecinde olan AB için yeni üye devletlerin adaptasyonu ve aday devletlerin hazırlıkları süreci, ortak AB kimliği açısından önem taşımaktadır. ; This dissertation analyses the last enlargement process of the European Union, namely Central and Eastern European (CEEC) enlargement from neo functional and social constructivist perspectives. The basic argument of the dissertation is that, based on the social and institutional assumptions of the two theories referenced; governmental and non-governmental groups mainly elites, institutions, even individuals, thus related learning and socialization processes have played important role in shaping state preferences and decisions. For this research interest; first of all, the development of neo functionalism and the theories inspired by it (interdepence, regime theories, institutionalism) and their differences from intergovernmental approaches have been elaborated. The necessity and the appropriateness of the social constructivist perspective (also inspired by neo functionalism) to EU studies and importance of institutional and social approaches have been emphasized. As the case study, the EU's CEEC enlargement, the Union's policy and strategies are historically and theoretically analysed. The accession criteria are examined with an eye to the differences of Turkey's candidacy from that of CEECs. Questioning the enlargement process as regards the balance of supranational and intergovernmental elements, the conclusion reached is that the intergovernmental practices overwhelm. But the transnational network of relations affect the decisions and even shape them, both at the domestic and the European level. With the end of the Cold War, the EU came to the point of deciding between enlargement and deepening. The Union has chosen an enlargement strategy uniting institutional reform with flexible integration. The institutional reform realized by the Amsterdam, Nice and the Constitutional Treaties have been modest but important. For the EU on the way to an European Constitution, the adaptation of the new member states and the preparation for the waiting candidates are vital for a common European identity.
BASE
AVRUPA BİRLİĞİ'NDE VE TÜRKİYE'DE SERBEST TİCARET ANLAŞMALARIÖzetSon dönemde iletişim, ulaşım ve taşımacılık alanlarındaki teknolojik yenilikler; ülkeler, bölgeler ve kıtalar arasındaki ticareti hem yoğunlaştırmış hem de hızlandırmıştır. Bu sayede günümüzde siyasi açıdan olmasa bile iktisadi ve ticari yönden bütünsel bir dünyadan bahsedilebilir bir noktaya gelinmiştir. Diğer bir ifadeyle ekonomik vizyon bağlamında, artık mali olarak daha az görünür sınırlara sahip bir yerküre ifade edilebilmektedir. Güncel olarak pek kullanılan ''küreselleşme'' kavramı da, şekillendirilen bu tablonun bir anlamda çerçevesini oluşturmaktadır. Globalleşme olarak da ifade edilen bu yeni akım, eski düzene karşı olan, ya da geçmişe rağmen ortaya konan bir model değildir. Aksine tarihsel sürecin ortaya çıkardığı ve geniş bir arka planı olan öğretidir. Ancak denk geldiği dönemin özelliği gereği organizasyonundan kurallarına ve terimlerine kadar batı elbisesi giymiştir. Ancak 80'li yıllardan itibaren etkisi artan biçimde hissedilen küreselleşmenin bileşenleri, doktrinin menşei olan kıta üzerindeki halklar tarafından bile tam olarak özümsenememiştir. Aslında tüm dünya uluslarının, tarihsel varlık süreci bağlamında karşılaşmadıkları uygulamaları da içermemektedir. Ancak ticaret boyutuyla ele alındığı zaman, üretim sürecinden pazara sunulmasına kadarki olan tüm iktisadi faaliyetlerin farklı coğrafi alanları kapsaması, meseleye her biri değişik özelliklere sahip pek çok faktörün katılmasına sebep olmaktadır. Bu anlamda en basit işlemin dahi uluslararası bir hüviyeti olmaktadır. Sonuç olarak da hesaplanması gereken değişken sayısı artmaktadır. Fakat sistem tarafından geliştirilen çeşitli araçlar, söz konusu sorunlara çözümler üretebilmiştir. Ancak bu mekanizmaların karmaşık bir yapısının olmasının yanında, çok taraflılığa dayanan bir yönü de bulunmaktadır. Bu enstrümanlara verilebilecek en iyi örneklerden bir tanesi ise serbest ticaret anlaşmalarıdır (STA). Bu etkin kavram, gerek uluslararası, gerek uluslarüstü, gerekse de bölgesel yapılar tarafından en ideal yöntem olarak benimsenmektedir. Özellikle AB ve ABD tarafından çok sık başvurulan etkin bir araç konumundadır. Hatta kendi aralarında yapmayı düşündükleri bir STA da uzun zamandır gündemde önemli bir yer işgal etmektedir. Bu da STA konusunun gelecekte daha da geniş kapsamlı ve etki gücü yüksek bir kavram ve önemli bir ekonomik ve mali unsur olacağının işareti olarak yorumlanabilir. Aynı şekilde tercihli ya da imtiyazlı ticaret ortamı olarak tanımlanan STA düzenine odaklanılmasının gerekliliğini de buradan anlayabiliriz. Ancak çalışmanın amacı doğrultusunda AB perspektifinden ele aldığımız STA'lara dair meseleler, konunun içeriği gereği, diğer ülke ve kurumlardan tamamen arındırılarak analiz edilmesi çok net ve gerçekçi sonuçlar veremeyeceği kanısındayız. Zira AB'nin kendisi bile 28 üye devletten oluşmaktadır ve öte yandan dünyanın hemen her bölgesinde Birliğin ticari ilişkiler geliştirdiği başka aktörler de bulunmaktadır. Tüm bunlar birlikte düşünüldüğünde AB'nin STA düzeninin oluşumunda etkin olan diğer faktörlerden bağımsız olarak ele alınması güçleşmekte, hatta imkansızlaşmaktadır. Aynı şekilde AB ile Gümrük Birliği tesis eden Türkiye'nin, STA süreçlerinin de, Birlik ile kurulan bağların yok sayılarak incelenmesi mümkün değildir. Dolayısıyla AB'de ve Türkiye'de STA'lara ilişkin durum, belirtilen hususlar göz önünde tutularak ve konunun taraflarının yayımladığı resmi metinler temel alınarak ancak belirli kurallar bağlamında ele alınmış ve düzenlenebilmiştir. Makro yönden kurumlar ve kurullar tarafından denetim, güvenlik ve hesap verilebilirlik öne çıkan başlıklar olurken mikro açıdan bireyler nezdinde düşük maliyet, az ve basit prosedür işlemleri ile sürecin hızlandırılması konuları üzerinde durulan hususlardır. Dolayısıyla çalışmanın faydalı olabilmesi için gündelik yaşamla ilişkilendirilme ihtiyacı doğmuştur. Bu da tutarlı, özgün ve güncel kaynaklardan yararlanmayı gerekli kılmıştır. Bunun neticesinde de görülmüştür ki, şahıslara çok ilgisiz gibi duran başta STA sistemi olmak üzere, yeni uluslararası ve hatta uluslarüstü düzen, aslında kişilerin sosyo-ekonomik durumlarını çok derinden etkilemektedir.Anahtar Kelimeler: Serbest ticaret anlaşmaları (STA), çok taraflı ticaret düzeni, menşe kuralları ve kümülasyonu, müzakere turları.FREE TRADE AGREEMENTS IN THE EUROPEAN UNION AND IN TURKEYAbstractRecently, technological innovations in the fields of communication, transportation, and transportation have accelerated and also intensified trade between regions and continents and countries. In this way, today, we have reached a point where the world can be reported as a holistic world, even if not politically, from the economic and commercial aspects. In other words, in the context of an economic vision, the earth can be expressed as it has financially less visible boundaries now. 'Globalization' which is a frequently used up to date concept, in a sense, constitutes the framework of this embodied table. This new wave, which is expressed as globalization, is not a model against the old order or a model which is put forth despite the past. On the contrary, it is a doctrine brought out with a historical process and has a broad background. However, because of the nature of the period it occurred, it has worn a Western suit to the terms and rules of the organisation. However, the components of globalization, whose impact has been increasingly felt since the 80s, have not been fully internalized by people even on the continent, where is the origin of the doctrine. In fact, it includes applications that all the nations of the world have already encountered in the context of their historical process. However, when taken together with trade dimension, all economic activities cover different geographical areas from the production process to market introduction, and that adds many factors each have different features to this issue. In this sense, even the simplest process has an international identity. As a result, the number of variables to be calculated increase. But a variety of tools developed by the system have been able to produce solutions to the case in point. However, these mechanisms have a complex structure, in addition to this; there is one aspect that is based on multilateralism. Free trade agreements (FTA) are one of the best examples that can be given to these instruments. This effective concept is being adopted as the most ideal method by international, transnational, as well as by regional structures. It is an effective tool that is referenced by especially the EU and the USA very often. As a matter of fact, an FTA which they are thinking to do among themselves has occupied an important place on the agenda for a long time. And this can be interpreted as a sign that the issue of FTA will be an even more comprehensive and effective concept and an important economic and financial factor in the future. Similarly, we can also deduce from this the necessity of a focus on layout of FTA, which is defined as the preferential or privileged trading environment. However, the FTA issues at hand, from the perspective of the EU for the purposes of the study, we believe that analysis cleansed completely from other countries and institutions cannot give very clear and realistic results due to the content of the topic. Because the EU even itself consists of 28 Member States and on the other hand there are other actors that has developed commercial relations of the Union in almost every region of the world. When all of these are considered together, addressing EU independent of other factors that are effective in the formation of the FTA scheme is difficult, even impossible. In the same way it is also impossible to examine the FTA process of Turkey which is a country establishing a Customs Union with the EU, by ignoring the ties with the Union. Therefore, the situation with regard to the FTA in Turkey and in the EU has been taken up and edited in the context of specific rules, in consideration of the matters specified and based on texts published in the official parties of the subject. In macro level, audit, security, and accountability are featured titles by institutions and bodies while in micro level, low-cost, accelerating the process with less and simple procedure are the matters focused by individuals. Therefore, to enable the study to be useful there has been a need to associate it with everyday life. And this has made it necessary to benefit from consistent, original and contemporary sources. As a result it is seen that particularly FTA system, new international and even supranational system that seem to be unrelated, in fact, have a profound influence on the socio-economic conditions of the individuals.Key Words: Free trade agreements, (FTA), the multilateral trading scheme, rules and cumulation of origin, tours in negotiation.
BASE