Sağlıklı olmanın koşulsuz olarak bir hak olduğu kabul edildiği günümüzde devletlerin vatandaşlarına sağlık hizmeti sunarken izlemiş olduğu politikalar toplum sağlığı için en belirleyici unsurlardan biridir. Geçmişten günümüze kadar hükümetlerin izlemiş olduğu sağlık politikaları toplumun ihtiyaçları ve konjonktürel değişkenler doğrultusunda dönemsel olarak değişiklik göstermiştir. Türkiye'de de Cumhuriyetin ilanıyla birlikte sağlık alanında birçok atılım yapılmış ve günümüze kadar izlenen sağlık politikaları dönemsel olarak farklı yaklaşımlar benimsenmiştir. Bu araştırmanın amacı, T.C. Sağlık Bakanlığının kuruluşundan günümüze kadar uygulanmış sağlık politikalarını analiz etmek ve sonuçlarını incelemektir. Araştırma kapsamında nitel araştırma yöntemlerinden doküman analizi kullanılmıştır. Türkiye'de 100 yıllık sağlık politikalarına ilişkin bilgileri Sağlık Bakanlığı internet sitesinde yer alan sağlık istatistik yıllıkları ile meclis tutanakları ve kürsü konuşmalarının yıllık yayınları analiz edilmiştir. 100 yıllık sağlık politikaları değerlendirilirken kontrol düğmeleri (finansman, ödeme, organizasyon, düzenlenme ve davranış) kapsamında değerlendirilmiştir. 100 yıllık süreç içerisinde izlenen politikalar genel olarak değerlendirildiğinde yatay örgütleme ve kamu sağlığı uygulamalarının zaman içerisinde dikey örgütlenme ve bireysel sağlık politikalarına dönüştüğü görülmektedir. Sağlık çıktılarına bakıldığında ise her dönemin kendisine özgü birtakım sorunları (örgütlenme, finansman, erişim, bulaşıcı hastalıklar vs.) olmasına rağmen her dönem sağlık statüsünde önemli iyileşmelerin olduğu ifade edilebilir.
Kentleşme ve nüfus artışı ile birlikte özellikle tarım arazileri varlığında bir düşüş olduğu görülmektedir. Tarımsal alanlarda dağınık mülkiyet yapısı, sulama tesis ve alt yapısının bulunmaması ya da yetersiz oluşu, ulaşımın zor olması gibi sorunların önüne geçilebilmesi amacıyla arazi edinim uygulamaları başlatılmıştır. Mülkiyet hakkına dayanan arazi edinim uygulamaları, dağınık ve küçük halde bulunan arazi parçalarının bir araya getirilerek tarımsal verimliliğin arttırılması, kamu yararı çerçevesinde kamunun ve toplumun ihtiyaçlarının karşılanması ve özellikle yerinde dönüşümün yapılmasını ifade ederken; hukuki, ekonomik ve sosyal içerikli bir süreç olarak işlemektedir. Çalışmada farklı arazi edinim yöntemleri içerisinde toplulaştırma uygulamaları incelenerek arazi edinimi sürecinde halk katılımının önemi ve örnek projeler ışığında halk katılımına ilişkin sonuçlar tartışılarak Türkiye ve Dünya örnekleri karşılaştırılmıştır. Örnek projeler ışığında farklı uygulamalar değerlendirilerek, katılımın sağlanabilmesi amacıyla farklı çözüm önerileri getirilmiştir. Çalışmada üniversitelerin projelere dahil edilmesi ve proje başlangıcından itibaren yerel halkın sürece dahil edilmesinin söz konusu uygulamalara olumlu katkısının oldukça fazla olduğu ortaya konulmuştur.
Dünya üzerinde küreselleşmenin etkisi rekabetin küresel düzeye taşınmasıdır. Rekabetin giderek şiddetini artırdığı küresel dünyada ülkelerin varlığını sürdürebilmesinin temelinde inovasyon yer almaktadır. Karmaşık yapıya sahip olan inovasyon kavramı, ulusal inovasyon sistemleri ve inovasyon politikaları ile çözülmeye çalışılmaktadır. Çalışmada, inovasyon göstergelerinde öncü olarak kabul edilen ülkelerden Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere'nin ulusal inovasyon sistem ve politikaları incelenmiştir. Bu ülkelerle birlikte Türkiye'nin de ulusal inovasyon sistem ve politikaları ele alınmıştır. Bu incelemeler sonucunda, Türkiye'nin bilim ve teknoloji konusunda dünyadaki gelişmeleri detaylı bir şekilde izlemesi ve bu gelişmelerin elde edilmesinde ülkelerin kullandığı yol haritalarını kendi ülkesine uygun hale getirmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'nin ulusal inovasyon sistem ve politikalarında öne çıkan kilit noktalar dikkate alınarak, Türkiye'nin inovasyon performansını artırabilecek tespit ve öneriler sunulmuştur
This study emphasizes the concepts of "soft power" and "public diplomacy" which have gained importance in today's global political system, especially in recent years. After the bi-polar Cold War era, the multi-polar and crowded international atmosphere have emerged in the liberal world order. The new order has begun to force nation states to restrict the use of hard power capabilities in a traditional way. New concepts and factors, which are the outputs of globalization and digital age, have required the use of new generation methods and tools in international relations. Thus, it is intended to ensure that interstate relations are performed in a sustainable framework without the risk of destroying life on earth, with its high destructive power, military technologies and without undermining commercial dependencies. In this study, the concepts of soft power and public diplomacy, shaped in a country's image and perception, is examined closely in the particular case of Turkey with its interaction with tourism. Especially in recent decades, tourism has become a significant sector of the global economy. Turkey, with its high potential for tourism, is being investigated in the study and as to whether tourism itself is used effectively in its strategies. The study evaluates state policies implemented in practice, by conducting in-depth interviews with people in suitable positions to ask, without relying solely on related literature. Additionally, the strategic approach and coordinated policies are being tracked by interviews with tourism operators, based on common beliefs and benefits. Turkey claims to be applying effective public diplomacy. This study conducts surveys and interviews with people from Norway, England and Germany, to test the success of Turkey in these areas. Interviews and survey groups are selected according to their interaction with the country and provide an evaluation of Turkey's public diplomacy and promotional activities in different categories and levels. Overall, it is aimed to measure the country's success and capability in reaching out to the target audience regarding Turkey's image and perception abroad. ; Bu çalışma günümüz küresel siyasal sisteminde özellikle son yıllarda oldukça önem kazanan 'yumuşak güç' ve 'kamu diplomasisi' kavramlarını vurgulamaktadır. İki kutuplu Soğuk Savaş dönemi sonrası liberal dünya düzenin çok kutuplu ve çok aktörlü karakteri, ulus devletlerin sert güç kapasitelerini geleneksel şekilde kullanma konusunda kısıtlamalar ortaya çıkartmıştır. Küreselleşme ve dijital çağının çıktısı olan yeni konsept ve faktörler yeni nesil metot ve araçların kullanımını gerekli kılmıştır. Böylece devletler ticari bağımlılıklarını sarsmadan ve yüksek tahrip gücüne ulaşan askeri teknolojilerle dünya üzerindeki yaşamı yok etme riskini almadan uluslararası ilişkilerin sürdürülebilir bir çerçevede yürütülmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu çalışma ülke imaj ve algıları üzerinden şekillenen yumuşak güç ve kamu diplomasisi kavramlarının turizmle olan etkileşimini Türkiye özelinde incelemektedir. Özellikle son yıllarda küresel ekonominin önemli bir sektörü haline gelen turizmin, yüksek potansiyele sahip Türkiye tarafından stratejik bir araç olarak kullanılıp kullanılmadığı araştırılmıştır. Çalışma sadece literatüre bağlı kalmadan devlet politikalarının pratikteki işleyişini doğru konumlardaki kişilerle yapılan derinlemesine görüşmelerle değerlendirmiştir. Bunun yanı sıra, ortak fayda üzerinden beslenen turizm işletmecileri ile yapılan görüşmelerle stratejik yaklaşım ve koordinasyon politikalarının izi sürülmüştür. Etkin bir kamu diplomasisi yürütme iddiasında olan Türkiye'nin bu konudaki başarısı Norveç, İngiltere ve Almanya kamuoyu üyeleriyle yürütülen anket ve derinlemesine görüşmelerle test edilmiştir. Görüşme ve anket grupları Türkiye ile olan etkileşimlerine göre seçilmiş olup ülkenin kamu diplomasisi ve ülke tanıtım faaliyetlerini değişik kategorilerde değerlendirme olanağı bulunmuştur. Bununla beraber, Türkiye'nin yurt dışındaki imaj ve algısı üzerinden ülkenin hedef kitleye ulaşma kapasitesinin ölçülmesi hedeflenmiştir. ; No sponsor
Die EU und Deutschland haben sich in der Klimapolitik ambitionierte Ziele gesetzt. Deswegen schauen sie heute mit anderen Augen auf die Energiesituation im östlichen Mittelmeerraum als noch vor wenigen Jahren. Mit den Planungen für die Energiewende verlieren die dortigen Erdgasvorkommen an Relevanz. Stattdessen gewinnt die Region als potentieller energiewirtschaftlicher Transit- und Verbindungsraum an Bedeutung. Um den erhöhten Bedarf an Ökostrom in Europa zu decken, könnten das europäische, das afrikanische und das nahöstliche Stromnetz über den östlichen Mittelmeerraum miteinander verbunden werden. Gleichzeitig hat die Region das Potential, die EU beim Aufbau ihrer Wasserstoffwirtschaft zu unterstützen. Eine solche energiewirtschaftliche Neukartierung des östlichen Mittelmeers eröffnet den Anrainerstaaten neue ökonomische Perspektiven und politische Handlungsspielräume. Die Konflikte um exklusive maritime Wirtschaftszonen zwischen den beiden Bevölkerungsgruppen auf Zypern sowie zwischen Griechenland und der Türkei verlören einen Großteil ihrer Dynamik. Allerdings besteht das Risiko, dass tiefsitzende Rivalitäten auch den Ausbau der erneuerbaren Energien und der Interkonnektivität im östlichen Mittelmeerraum obstruieren. (Autorenreferat)
Tez No: 578543 ; Yüksek Lisans ; Yetkilendirilmiş yükümlü statüsünün uygulanması ve bu uygulamanın Türkiye'de ki ithalat ve ihracat işlemleri üzerine etkilerini araştırdığım bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm olan giriş bölümünde Yetkilendirilmiş Yükümlü Statüsünü genel olarak değerlendirdik ve şartlarını inceledik. İkinci bölümde ithalat, ihracat ve gümrük işlemlerinin genel işleyişleri ve yapısı hakkında incelemeler yapıldı. Son bölümde ise bu statüyü almış firmalar ile yaptığımız anket ve görüşmeler neticesinde ortaya çıkan sonuçları analiz edip yorumlamasını gerçekleştirdik. ; Explores the impact on imports and exports in Turkey, this study is in three parts. In the first section, which is the introduction, we evaluated the Authorized Obliged Status in general and examined the conditions. Investigations were made on the general functioning and structure of the second countries' import, export and customs operations. The last team prepared this status and the results of our surveys and interviews with companies have analyzed and commented.
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak ve Mardin olmak üzere 8 ili kapsayan bölgenin, sosyo-ekonomik kalkınmasında, öncelikle sulama ve hidroelektrik üretimine dönük, sanayi, ulaşım ve sosyal sektörleri içeren, 13 büyük projenin toplamından ibarettir. GAP'ın gerçekleştirilmesi ile bölgeye yetişmiş insan gücü gelişinin hızlanması sonucu, tanrısal kalkınma, ulaştırma ve destek hizmetleri de gelişecektir. Böylece iç barış ve refahı sağlayacak olan Türkiye, dış politikada daha güçlü, inanılır ve örnek bir ülke konumuna gelecektir. ; South-East Anatolia Project is made up of the total of 13 big projects containing industry, transport and social sectors belonged to watering and hydroelectric production of the region . containing these 8 cities which are Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırak and Mardin. As a result of speeding the coming of the skilled men into the region by the realization of GAP, agricultural development transport and the support services will progress too. Therefore, Turkey, which supplies peace at home and wealth to the region, will come to a reliable, stronger and a nomince country position in the foreign politics.
In: Strategic policy: the journal of the International Strategic Studies Association ; the international journal of national management, Band 29, Heft 11-12, S. 12-14
My intention in this article is to read Nazlı Eray's works in terms of her revision of the role and function of the Turkish intellectual. Eray's revision also serves as a critique of the Western notions of the intellectual, not only because Turkish definitions are influenced by Western debates, but also because she deliberately situates her writing in an international and cosmopolitan context. This article falls into three parts. The first part presents a general sketch of the tendency to particularize the universalist definitions of the intellectual in the West. From the 1920's to the present, the Western conception of the intellectual has moved towards a demystification and deprivileging of the intellectual's function and contribution to society. His image is reduced from an idealist and selfless leader who thinks in terms of the whole to a highly specialized expert in a limited field. In the second part, I show that the dynamics of defining the role of the intellectual in the Turkish context works conversely. From the 1920's to the present, the intellectual has been the spokesperson and implementor of specific ideologies, party or class politics. As embodied in İlhan and Batur's discussions of the intellectual, this is viewed as a problem in the Turkish context. The answer they propose to the supposedly blind and self-interested particularity of the Turkish intellectual is to push him toward a more universalist vision. I focus in this section on Atilla İlhan and Enis Batur because they have been vocal in the recent discussions of the role of the intellectual in Turkey. They are also symptomatic of the Turkish tendency to elevate the place of the intellectual. In other words, they are representative of the position undermined in Nazlı Eray's works. The last part of the article focuses on the ways in which Nazlı Eray deconstructs both the Turkish and Western narratives of the intellectual in order to reconcile a universalism of wide human definitions with the particularity of specific contexts and actions.
Bireylerin çalışma hayatındaki tercihleri kendi hesabına çalışma biçiminde olabilirken, ücretli olarak çalışma biçiminde de ortaya çıkabilmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülke, bireysel girişimciliği destelemek amacıyla çeşitli teşvikler vermektedir. Bu çalışmanın amacı Türkiye'de iş arayan bireylerin çalışma tercihlerini analiz etmektir. Bu amaçla TÜİK tarafından en son 2020'de yapılan Hanehalkı İşgücü Anketi (HİA) mikro veri seti kullanılmıştır. Lojistik regresyon yöntemiyle yapılan tahminde, bireylerin cinsiyeti, eğitim durumu, yaş, medeni durumu, yerleşim türü ve yaşadığı bölgeler bağımsız değişken olarak alınmıştır. Analiz sonuçlarına bakıldığında, erkeklerin, göreli yüksek eğitim düzeyine sahip olanların, evli olmayanların, ilçe ve bucaklarda yaşayanların kendi hesabına çalışma isteğinde olma olasılıkları daha yüksektir. Bununla birlikte bireylerin yaşı ilerledikçe girişimcilik isteği artarken, belli bir yaştan sonra kendi hesabına çalışma olasılıklarının azaldığı dikkat çekmektedir. Son olarak, Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşayan bireylerin, diğer bölgelerde yaşayanlara göre, kendi işini kurma isteklerinin daha yüksek olduğu görülmüştür.
In: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü dergisi: Dokuz Eylul University the journal of Graduate School of Social Sciences, Band 23, Heft 1, S. 169-186
İş gücü ve sermaye gibi üretim faktörü hareketlerinin incelendiği geniş bir literatür bulunmaktadır. Bir bölümünü uluslararası iş gücü hareketlerinin oluşturduğu göç kavramının arkasında sosyal, kültürel, siyasal sebepler olduğu gibi ekonomik nedenler de bulunmaktadır. Ekonomik göç kavramı, ülkeler arasındaki ekonomik koşulların farklılığından kaynaklanan göç olarak nitelendirilmektedir ve bu farklılıklar göç hareketlerinin temel sebeplerinin başında gelmektedir. Bu nedenle literatürde göç ile milli gelir, gelir dağılımı, dış ticaret vb. gibi çeşitli ekonomik büyüklükler arasındaki ilişkiyi inceleyen çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmanın temel amacı ise gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden Türkiye'ye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımları ile bu ülkelere giden Türkiyeli göçmen sayısı arasındaki ilişkiyi incelemektir.
Çalışmada kullanılan veri seti Türkiye'ye doğrudan yabancı sermaye yatırımı gerçekleştiren ve Türkiye'den göç alan gelişmiş ve gelişmekte olan seçilmiş 23 ülkenin 1993-2013 aralığındaki yıllık değerlerini içermektedir. Çalışmada panel veri yöntemi kullanılmıştır. Literatürde göç akımları ve doğrudan yabancı yatırım arasındaki ilişki çekim denklemi kullanılarak analiz edilmektedir. Bu sebeple modellerde yer alan değişkenler, genişletilmiş çekim modeline göre belirlenmiştir. Veri setinde ikili doğrudan yabancı sermaye yatırımı ve göçmen sayısı değerleri yer almaktadır. Çalışma sonucunda elde edilen bulgular Türkiye ekonomisinde bağlantı etkisi teorisinin geçerli olduğunu göstermektedir. Bir başka deyişle Türkiye'de doğrudan yabancı sermaye yatırımları, yatırımın kaynağı olan ülkelere göçü arttırmaktadır. Bununla birlikte Türkiye milli geliri ile dışa göç arasında ters yönlü ilişki olduğu, doğrudan yabancı sermaye yatırımının kaynağı olan ülkelerin gelirleri ve okullaşma oranları ile bu ülkelere olan göç arasında doğru yönlü ilişki olduğu saptanmıştır. Buna ilave olarak sermaye kaynağı ülkelerin nüfuslarının, hayat pahalılığının ve Türkiye ile arasındaki mesafelerinin bu ülkelere olan göçü azalttığına dair bulgular da elde edilmiştir.
Birleşmiş Milletler kaynaklarına göre Dünya nüfusunun %3,2'si mülteci statüsüne sahiptir. Türkiye'de ise 4 milyon mülteci yaşamakta ve bu durum Türkiye nüfusunun %5'inin mülteci olduğunu göstermektedir. Türkiye toprakları uzun bir dönemdir bu kadar yoğun bir kitlesel göç dalgasına maruz kalmamıştır. Transit ülke olarak bilinen Türkiye artık göçmenler için hedef ülke konumuna gelmiştir. Bugün dünya üzerinde en fazla sığınmacı Türkiye topraklarında yaşamaktadır. Bu hızlı ve yoğun göç dalgası Türk toplumu içerisinde değişimi de beraberinde getirmiştir. Türkiye'de yaşayan göçmenler içerisinde Suriyeliler 3,6 milyon ile birinci sırada gelmektedir. Türkiye her ne kadar Suriyeliler geldikten sonra açık kapı politikası izlemişse de Suriyeli göçmenler belli şehirlerde kümelenmişlerdir. Belli başlı şehirlerde ortaya çıkan bu demografik yoğunluk göçmenlerin sahip oldukları kültürel köklere bağlılığı ve taassubiyeti beraberinde getirmektedir. Bu çalışma, genel olarak Suriyelilerin en yoğun olduğu illerde var olan sosyolojik durumu analiz etmeye, özelde ise göçmenlerin kültürel aidiyetlerini devam ettirme çabalarını tespit etmeye odaklanmıştır. Suriyeli göçmenlerin din, cinsiyet, kültür, etnik köken gibi olgusal değişkenleri istatistik testleri üzerinden yorumlanmıştır.