Dünya üzerindeki en büyük Müslüman azınlık gruplardan biri olan Çin'deki Müslümanlar, binyılı aşkın geçmişleriyle hem İslam tarihi hem de Çin tarihinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ancak Çin'deki Müslümanların tarihi çoğunlukla ihmal edilmiş olup bu alandaki araştırmaların genel olarak XX. yüzyıl itibariyle başladığı gözlemlenmektedir. Bu konudaki en erken çalışma 1910'lu yıllarda Marshall B. Broomhall öncülüğünde Batılı misyonerler tarafından hazırlandı. 1940'larda yaşanan çalkantılı dönemler araştırmaları sekteye uğratmışsa da 1980'lerde Çin'in kapılarını dünyaya açmasıyla alana dair araştırmalar yeniden filizlendi. Çin'in küresel bir aktör olarak öne çıkmaya başladığı 2000'li yıllardan itibaren belirli konulara odaklanan mikro çalışmalarda yükseliş gözlemlenmektedir. Ancak mikro araştırmaların öne çıkmasıyla Çinli Müslümanların tarihini bütüncül bir şekilde değerlendiren kitapların yazımı geri planda kaldı. Çin'deki Müslümanların VII. yüzyıldan bugüne kadarki tarihini güncel veriler ışığında ve bütüncül bir perspektifle değerlendiren James D. Frankel'in Islam in China adlı eseri, alandaki bu boşluğu doldurma yönünde önemli bir katkı sunmaktadır.
Çin Halk Cumhuriyeti 1980'li yıllardan itibaren her alanda (ekonomik, siyasi, askeri) istikrarlı bir kalkınma sürecine girmiştir ve 21. yüzyılda küresel bir aktör olarak dünya siyasetinde yerini almıştır. Yükselen Çin, ABD ve Batılı ülkeleri endişelendirmiş ve bir tehdit olarak algılanmıştır. Çin ise barışçıl bir şekilde kalkındığını iddia etmektedir. Barışçıl kalkınma Konfüçyüs öğretisi/felsefesi temel alınarak oluşturulmuş bir kavramdır. Çalışmada, Konfüçyüs öğretisi ve Çin'in bu öğretiyi temel alarak oluşturduğu dış politika davranışları incelenmiştir. Bu kapsamda, Çin'in yumuşak güç unsurlarını kullanması, uluslararası örgütlere verdiği önem, üçüncü dünya ülkeleri ile ilişkileri ve Modern İpek Yolu projesi (Bir Kuşak Bir Yol) barışçıl bir kalkınma/dış politika izlediğinin temel göstergeleridir. ; The People's Republic of China has entered a stable development process in all fields (economic, political, military) since the 1980s and has taken its place in world politics as a global actor in the 21st century. Rising China worried the USA and Western states and was perceived as a threat. However China claims that it developed peacefully. Peaceful development is a concept based on the Confucian doctrine/philosophy. In the study, the Confucian doctrine and the foreign policy behavior of China based on this doctrine were examined. In this context, China's use of soft power elements, the importance it attaches to international organizations, its relations with third world countries and the Modern Silk Road project (One Belt One Road) are the main indicators that it pursues a peaceful development/foreign policy.
The study deals with the historical course of labor in the People's Republic of China. In this sense, it is aimed to address the problems and changes experienced by the working classes in the People's Republic of China, starting from 1949 until today. The main argument of the study is that between the 1949-1978 periods, which is expressed as the planned economy period, and the open economy period after 1978, the exposure of labor to exploitation continued. Although it is accepted that there are differences in the forms and levels of exploitation specific to the mentioned periods, it is aimed to state that the exploitation is permanent. The fact that China, which still defines itself as a socialist country and represents the working class, in practice has a system based on cheap labor and labor exploitation creates a serious contradiction. To support its main argument, the study will include work units called danwei, the concept of the iron rice bowl, the policy of the great leap forward, the hukou system (household registration system) and the impact of these issues on the workforce. It will also include the All China Federation of Trade Unions (ACFTU) and workers' actions.
Iran-China cooperation is not one-dimensional that based only on the economic interests of the two parties. It has other dimensions such as seeking new strategies to minimize the domination of the United States in Central Asia and the Middle East to ensure the efficient operation of their future political, economic, and strategic policies. In 2013, with the declaration of the Belt and Road Initiative (BRI), Iran-China cooperation increasingly became more critical for the two countries' political, national, and international interests. To this end, Iran and China have decided to sign a long-term (25 years) strategic cooperation agreement and Iran was admitted to the Shanghai Cooperation Organization (SCO) as a full member in September 2021. Since Iran and China have common interests in political, economic, security, and military cooperation, it is predicted that the strategic and long-standing cooperation between Iran and China will be one of the most significant factors to change the balance of the Middle East and Central Asia both politically and economically. From this point of view, this study aims to explore the dynamics affecting Iran-China strategic cooperation and analyze the core factors behind this rapprochement.
Düşmana dayanılmaz zararlar verebilme kapasitesine sahip olan nükleer silahlar 1945 yılından günümüze, uluslararası politikanın temel meselelerinden biridir. 1945 yılında yalnızca ABD nükleer silahlara sahipken, bu tarihten sonra nükleer silaha sahip devletlerin sayısı artmıştır. Nükleer silaha sahip devletler, materyal kapasiteleri ve uluslararası politikadaki konumlarıyla uyumlu bir şekilde inandırıcı ve etkili bir nükleer caydırıcılık oluşturabilmek için optimal nükleer askeri stratejiyi belirlemeye çalışmışlardır. İlk nükleer denemesini 1964 yılında gerçekleştiren Çin, ulusal bütünlüğünü korumak ve güvenliğini sağlamak amacıyla hem nükleer kapasitesini arttırmaya hem de en uygun nükleer caydırıcılık stratejisini geliştirmeye gayret etmiştir. Ancak Çinli yetkililer, 1980'lerin ortalarına değin tutarlı ve müstakil bir nükleer askeri strateji geliştirememiştir. Çalışmada Çin'in nükleer askeri stratejisi ve kapasitesi, Alastair Iain Johnston tarafından işlemsel hale getirilen sınırlı caydırıcılık kavramsallaştırması çerçevesinde ele alınacaktır. Bu bağlamda nükleer caydırıcılık stratejisinin, Çin'in ulusal güvenlik meseleleri üzerindeki etkisi analiz edilecektir. ; Nuclear weapons, with their unbearable damage capacity, have been one of the fundamental issues of international politics since 1945. In 1945, only the USA had nuclear weapons but then, the number of nuclear weapon states has increased. Nuclear weapon states have tried to determine optimal nuclear military strategies in accordance with their material capacity and political situation in world politics so as to create a credible and effective nuclear deterrence. China, having made its first nuclear test in 1964, has sought for both improving its nuclear capability and making up for optimal nuclear deterrence strategy in order to secure its well-being. However, Chinese officials could not develop a coherent and exclusive nuclear military strategy until the midst of 1980s. In this paper, Chinese nuclear military strategy and capability will be handled within the framework of limited deterrence outlined by Alastair Iain Johnston. In this sense, Chinese nuclear military strategy and its effects on Chinese national security issues will be analyzed in terms of limited deterrence.
Ülke sınırlarının ulusal güvenlik politikası açısından taşıdığı önem, son yıllarda giderek hızlanan küreselleşme süreci ile birlikte azalmaya başlamıştır. Küreselleşme ile birlikte dünyada, ülkelerin güç dağılım kanalları yeniden şekillenmiş, asimetrik güç ilişkileri ortaya çıkmış ve ulusal güvenlik ihtiyaçları yeniden tanımlanmıştır. Son yıllarda yaşanan teknolojik gelişmeler siber güvenlik kavramını ortaya çıkarmış ve siber güvenlik, ulusal güvenliğin önemli bir unsuru haline gelmiştir. İnternetin, ülkelerin sınırlarını aşan yapısı, internet ağlarının bireysel hizmetlerin ve amaçların ötesinde devletin kritik altyapılarında ve kamu hizmetlerinin yürütülmesinde kullanılması, gün geçtikçe gelişen e-devlet uygulamaları, siber güvenliğin ulusal güvenlik içerisindeki önemini daha da pekiştirmiştir. Bu bağlamda, çalışmada ABD, Rusya ve Çin'in siber güvenlik politikaları, özellikle bu üç ülkede yayınlanan resmi politika belgeleri temelinde incelenmekte ve karşılaştırmalı bir analiz yapılmaktadır. ; The importance of country borders within the national security policy has begun to diminish continuously with the acceleration of the globalization process in recent years. With globalization, the power distribution channels of the countries have been reshaped; asymmetrical power relations have emerged and the needs for national security of countries have been redefined. Technological developments in recent years have disclosed the concept of cyber security and cyber security has become an important element of the national security of countries. The structure of the Internet that exceeds the borders of countries, the use of internet networks in the critical infrastructures of the state and in the execution of public services beyond the individual services and objectives, and the increasing e-government applications have further reinforced the importance of cyber security in national security. In this context, the study comparatively examined the cyber security policies of the USA, Russia and China particularly on the basis of official policy documents published in these three countries and such an analysis is presented.
Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra, dış politikada yeni bir devlet olarak Tacikistan açık kapı politikasını izledi. ABD ve Rusya gibi süper güçlerle ikili ve çok taraflı ilişkilerin yanı sıra, coğrafi ve politik açıdan bize en yakın ülkelerden biri olan Çin, kendi çıkarlarıyla birlikte Tacikistan gibi yeni bir bağımsız devletin çıkarlarını göz ardı edemedi. Ama Tacikistan'ın tamamen politik değil, aynı zamanda stratejik ortaklıktada tek taraflı bağımlılığa düşmemek için başka ülkeler ile ekonomik ilişkilerde olması gerekmektedir. Açık kapı siyaseti ve çok yönlülük ilişkilerin himayesinde, Tacikistan stratejik kültürüne ve ulusal güvenliğine dayanarak "Yeni İpek Yolu", "Dışarı çıkma stratejisi", "İpek Yolu'nun ekonomik kuşağı" gibi projelerde Çin ile ilişkilerini geliştirmelidir. Stratejik kültür ve ulusal güvenliği yanı sıra ulusal kimlik de önemli bir rol oynamaktadır. Tacikistan küçük bir ülke ve Çin bir süper güç olduğundan, Tacikistan bölgenin önde gelen güçleri arasındaki ilişkilerdeki ulusal çıkarlarını korumalıdır. Avrupa halkının tarihinde "Avrupa çizmesi" nin, Alp dağları ile olan rolü ile Orta Asya ve Hint Yarımadası halklarının tarihi ve kültüründeki Pamirileri ve vadileri ile Tacik kimliğinin rolü karşılaştırılabilir. Burdan bilmeye gerek vardır ki, Tacik kimliğinin stratejik kültürü ulusal güvenliğini koruyabilmesini önemli bir faktörüdür. ; After the collapse of the Soviet Union, Tajikistan as a new state in foreign policy followed its open door policy. Besides bilateral and multilateral relations with the superpowers like the USA and Russia, China, which is one of the closest countries to us geographically and politically, could not ignore the interests of a new independent state like Tajikistan with its own interests. But Tajikistan must have economic relations with other countries in order not to fall into unilateral dependence not only in political but also in strategic partnership. Under the auspices of open door politics and multilateral relations, based on the strategic culture and national security of Tajikistan, it should improve its relations with China in projects such as "New Silk Road", "Strategy for going out", "Economic belt of Silk Road". In addition to strategic culture and national security, national identity plays an important role. Since Tajikistan is a small country and China is a superpower, Tajikistan must protect its national interests in relations between the region's leading powers. The role of the "European boot" with the Alpine mountains in the history of the European people can be compared with the role of the Tajik identity in the history and culture of the peoples of the Central Asian and Indian Peninsula. It is necessary to know from here that the strategic culture of Tajik identity is an important factor in maintaining its national security.
Sovyetler Birliği'nin yıkılması ile bağımsızlığını kazanan devletlerden biri Moğolistan Cumhuriyeti'dir. Bu çalışma, Moğolistan'ın 1990 sonrasındaki dış politikası üzerinde durulmuştur. Moğolistan sahip olduğu jeopolitik konumundan dolayı bağımsızlığından önce olduğu gibi bağımsızlığından sonra da Rusya Federasyonu ile Çin Halk Cumhuriyeti'nin dikkatini çekmektedir. Hem siyasi hem ekonomik bağlamda bölgedeki denklemde önemli yere sahip olan Moğolistan Cumhuriyeti, kendi güvenliğini koruyabilmek adına Soğuk Savaş sonrası dış politikasında denge politikasını uygulamaya başlamıştır. Komşuları olan Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında yer alan küçük bir güç olan Moğolistan, ulusal çıkarını gözeterek, hem bölgede hem uluslararası alanda güvenliğini koruyabilmek için bu iki bölge güçleri dengeleyebilecek büyük bir güç olan ABD'yi de "Üçüncü Komşuluk" politikası bağlamında denge politikasına dahil etmiştir. Büyük güçler arasında konumlanmış olan Moğolistan Cumhuriyeti, çalışmada küçük devletler yaklaşımına uygun bir devlet örneği olarak incelenmiştir ve uyguladığı denge politikası ile hem siyasi hem ekonomik ilişkileri üzerinde durulmuştur. ; The Republic of Mongolia is one of the state gained independence with the collapse of the Soviet Union. This study focuses on the foreign policy of Mongolia after 1990. Because of its geopolitical position, Mongolia has attracted the attention of the Russian Federation and the People's Republic of China after its independence, as it did before its independence. The Republic of Mongolia, which has an important place in the region's equation in both the political and economic context, has started to implement balance policy in its post-Cold War foreign policy in order to maintain its security. In order to preserve its security both in the region and in international arena, Mongolia's balance policy as a small power between its neighbors, the Russian Federation and the People's Republic of China, also includes the USA in the context of "The Third Neighborhood" policy, taking into account its national interest. In this research the Republic of Mongolia, which is located among the great Powers, has been analysed as a state in relation to the approach of the small statestaking into account its balance policy and its political and economic relation.
Bu çalışma Güney Çin Denizi'nde Çin-ABD rekabeti üzerinedir. Rekabetin bölgede belirginleştiği iddiasından yola çıkarak, Güney Çin Denizi'nin neden iki devlet arasında giderek artan bir rekabete sahne olduğu sorusuna cevap aramaktadır. Altı çizilen soru çerçevesinde çalışma öncelikli olarak tehdit algısındaki sürekliliğin Güney Çin Denizi rekabetinde ana faktör olduğunu iddia etmektedir. Tehdit algısı kavramsallaştırmasından hareketle ABD ve Çin nezdinde Güney Çin Denizi'ni bir rekabet alanı haline getiren temel noktaları ortaya koymaktadır. Bu tehditleri her iki devletin stratejik yaklaşımları ve bu yaklaşımların ulusal güvenlik belgelerine yansımaları üzerinden ele almaktadır. İkinci önemli nokta olarak tehdit algısındaki sürekliliğin jeo-stratejik hedeflere ve adımlara yansımasını ele almakta ve iki devleti bölgede karşı karşıya getirme etkinliğine sahip olan faktörleri tartışmaktadır. Kazanım ve kayıp denkleminde ABD ve Çin'in bölgede nasıl konumlandığını ele alırken, bu konumun birer rekabet unsuruna nasıl dönüştüğünü tartışmaktadır.
Orta gelir tuzağı (OGT) ekonominin belirli bir gelir düzeyine ulaştıktan sonra bir üst gelir grubuna geçememesi ve/veya kişi başına düşen gelirin belirli bir eşiği aşamayarak uzun yıllar o eşikte kalması olarak tanımlanmaktadır. Bu tezde OGT engeli çerçevesinde literatür taraması yapılarak OGT'nin nedenleri, belirtileri ve etkileri noktasında çözüm önerileri araştırılmıştır. Bu tez, çözüm önerilerine yön veren büyüme ve kalkınma teorilerine değinerek bu konuda başarısız olan ülke örneklerine yol gösterme amacındadır. Bu çalışmada seçili ülkelerin (Bulgaristan, Malezya, Çin, Güney Kore ve Türkiye) OGT çerçevesinde 1990-2018 yılları arası makroekonomik veriler ve Küresel Rekabetçilik Raporu Endeksine göre karşılaştırılması yapılmıştır. Seçili ülkelerin geçmişten günümüze büyüme süreçlerine değinilerek OGT karşısındaki durumları ve çözüm önerileri nelerdir? Ayrıca OGT engelini aşan Güney Kore ekonomisi bu başarısını nelere borçludur? Sorularına cevap aranmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, Bulgaristan'ın ve Türkiye'nin uzun yıllar OGT engeli ile boğuşmaya devam edeceği, Malezya'nın ekonomik yapısının Bulgaristan ve Türkiye'nin ekonomik yapısından daha iyi olduğu ve Malezya'daki bu ekonomik ilerlemenin devam edeceği sonucuna varılmıştır. Ayrıca Çin ekonomisinin OGT engelini aşmaya en yakın ülke olduğu tespit edilmiştir. Güney Kore'nin ekonomik yapısının ise seçili ülke ekonomilerine kıyasla en iyi konumda olduğu sonucuna varılmıştır. Bu tezde özellikle Türkiye ekonomisinin; cumhuriyetin ilanından bu yana geçirdiği büyüme serüvenine, OGT karşısındaki durumuna ve Türkiye'nin yer aldığı çalışmalara değinilerek Türkiye özelinde politika önerileri sunulması amaçlanmıştır. ; The middle income trap (MIT) is defined as the failure in the economy to reach a higher income group after reaching a certain level of income and the standing of gdp per capita at the same level for many years without exceeding a certain threshold. In this thesis, the solutions for MIT were investigated at the point of the reasons, indications and effects of MIT by scanning literature in the frame of the MIT barrier. The purpose of this thesis is to point out the growth and development theories directing solution offers and guiding to countries which are example about to be unsuccessful at this subject. In this experiment the comparison of the selected countries (of Bulgaria, Malaysia, China, South Korea and Turkey) were performed in the frame of MIT according to the macroeconomic data and global competitiveness report index between the years of 1990-2018. What is the situations and solution offers of the selected countries against MIT by considering the growth process of them from past to present? In addition, what is the reason behind the success of the South Korean economy in the excess of the MIT barrier? Questions were sought. According to the survey, Bulgaria and Turkey for many years and will continue to wrestle with barrier, Malaysia's economic structure of Bulgaria and Turkey, which is better than the economic structure and concluded that the continuation of Malaysia's progressive economic structure has been reached. Furthermore, it is concluded that the Chinese economy is the closest country to overcome the MIT barrier and South Korea is the best in the selected countries in terms of economic structure compared to the selected countries. This thesis these days, especially after the declaration of the republic of Turkey's economy to grow adventures, with reference to case studies across the MIT takes place Turkey and Turkey's policy is to present proposals on the basis of special purpose.
Ekonomik performans ile kurumsal yapının gelişmişlik düzeyi arasındaki ilişkinin teorik olarak ele alınmasını amaçlayan bu çalışmada; ekonomik performansı temsilen temel makro ekonomik göstergeler olan büyüme, enflasyon ve işsizlik rakamları değerlendirmeye alınırken, kurumsal yapıyı temsilen kurumsal kalite göstergeleri olarak kabul dilen 'Ekonomik Özgürlükler Endeksi' alt endeksleri ile birlikte değerlendirmeye alınmıştır. Bu kapsamda çalışmada, sürdürülebilir büyüme sürecinde en etkin konumda yer alan 'BRICS' ülke grubu olarak seçilmiştir. Son zamanların yükselen gücü olarak kabul edilen Çin ise BRICS ülke grubu içerisindeki diğer ülkelerle karşılaştırmalı olarak değerlendirmeye alınmıştır. Küresel krizden günümüze kadar olan (2008-2020) dönemi kapsayan verilerin ele alındığı bu çalışmada Ekonomik Özgürlük Endeksi'nin alt endekslerini oluşturan göstergeler, BRIS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Güney Afrika) ülkelerine ait verilerin ortalaması üzerinden Çin verileri ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. Değerlendirmeler kapsamında, Çin'in hangi göstergeler bakımından ülke grubunda yer alan diğer dört ülkeden ayrıştığı üzerinde durulmuştur. Bu değerlendirmeler ile sürdürülebilir büyüme sürecinde etkili olan göstergeler belirlenerek, ülkeler için kurumsal yapıya ilişkin çözüm ve öneriler sunulmaya çalışılmıştır. Ülkeler arasında farklılık gösteren ekonomik performans ve kurumsal yapının gelişmişlik düzeyi, ülkelerin ekonomik performans düzeylerindeki farklılıkların kurumsal yapıya dayalı olup olmadığı sorusunu akıllara getirmektedir. Bu çalışmanın ortaya çıkmasındaki motivasyonu oluşturan bu temel soru aynı zamanda çalışmanın önemini ve literatüre katkısını vurgulamaktadır. Ekonomik performans ile kurumsal yapının gelişmişlik düzeyi arasındaki ilişkinin teorik olarak incelendiği bu çalışma sonucunda, Çin'in BRICS ülke grubu içerisinde en iyi ekonomik büyüme düzeyi sergileyen ve aynı zamanda en düşük işsizlik ve enflasyon oranlarına sahip olan ülke konumunda olduğu görülmektedir. BRICS ülke grubu içerisinde Çin özelinde yapılan değerlendirme kapsamında; kurumsal iktisadi yapının göstergeleri olarak ele alınan ekonomik özgürlük alt endekslerine ilişkin veriler ile ekonomik büyüme, işsizlik ve enflasyon verileri arasında bir ilişki kurulabileceği söylenebilir. Bu teorik ilişki literatürde yer alan ampirik çalışmalarla da desteklenmektedir. ; In this study, which aims to theoretically examine the relationship between economic performance and the level of development of the institutional structure; While the growth, inflation and unemployment figures, which are the main macroeconomic indicators representing economic performance, they are evaluated together with the "Economic Freedoms Index" sub-indices, which are accepted as institutional quality indicators representing the institutional structure. In this context, in the study, the 'BRICS' country group, which is in the most active position in the sustainable growth process, has been selected. China, which is considered to be the rising power of recent times, has been evaluated in comparison with other countries in the BRICS country group. In this study, which covers the data covering the period from the global crisis to the present (2008-2020), the indicators that make up the sub-indices of the Economic Freedom Index were evaluated in comparison with the Chinese data on the average of the data of the BRIS (Brazil, Russia, India, South Africa) countries. Within the scope of the evaluations, it is emphasized in which indicators China differs from the other four countries in the country group. With these evaluations, the indicators that are effective in the sustainable growth process were determined, solutions and suggestions regarding the institutional structure were tried to be presented for the countries. The economic performance that differs between countries and the level of development of the institutional structure brings to mind the question of whether the differences in the economic performance levels of the countries are based on the institutional structure. This fundamental question, which constitutes the motivation for the emergence of this study, also emphasizes the importance of the study and its contribution to the literature. As a result of this study, in which the relationship between economic performance and the level of development of the institutional structure is examined theoretically, it is seen that China is the country with the best economic growth level and the lowest unemployment and inflation rates in the BRICS country group. Within the scope of the evaluation made specifically for China within the BRICS country group; It can be said that a relationship can be established between the data on the economic freedom sub-indices, which are considered as the indicators of the institutional economic structure, and the data on economic growth, unemployment and inflation. This theoretical relationship is also supported by empirical studies in the literature.
COVID – 19 pandemisi, siyaseti ve toplumu etkileyen her alanda küresel çapta bir dönüşüme sebep olmuştur. Pandeminin ilk aylarında, gelişmişlik düzeyine bakılmaksızın pek çok devlet, sağlık alanında artan ekipman ihtiyacını karşılamak maksadıyla söz konusu ekipmanları üreten ülkelerle diplomatik temas kurma çabasına girmiştir. Kamu diplomasisi ve ulus markalama arasındaki ilişkiye odaklanan bu çalışma, Çin ve Türkiye'nin COVID-19 pandemisi dönemindeki kamu diplomasisi politikalarını ve hususiyetle maske diplomasisi faaliyetlerini, bunların ulus marka algılarında ve imajlarında oluşturduğu etkilere de bakarak, karşılaştırmalı olarak incelemektedir. İki ülkenin maske diplomasisi faaliyetlerine yerel ve küresel düzeyde olumlu dönüşler olsa da, incelenen dönemde ilgili endekslerde ülke sıralamalarının benzer şekilde etkilenmediği görülmektedir. Virüsün çıkış yeri olması nedeniyle imajı zedelenmesine rağmen Çin'in Brand Finance Ulus Marka Endeksi'ndeki yerini muhafaza ettiği, hatta Anholt-Ipsos Ulus Marka Endeksi'ne göre sıralamasını yükselttiği, Türkiye'nin ise yoğun faaliyetlerine rağmen sıralamadaki yerinin gerilediği görülmektedir. Çalışma, kısa vadeli kamu diplomasisi faaliyetlerinin siyasi ve ekonomik meselelerden bağımsız olmadığını ve ulus markalama kavramının içini doldurmada yetersiz kaldığını iddia etmektedir.