1961 ve 1982 Anayasası'nın benimsediği parlamenter sistem 2017 Anayasa değişikliğiyle terkedilerek yerine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen bir sistem inşa edilmiştir. Başkanlık sisteminden esinlenerek kurulan bu yeni sistemde hükümet ve hükümetin Meclise karşı siyasal sorumluluğuna son verildiğinden denetim mekanizmalarında önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerin en belirgin olanları gensoru ile sözlü soru müessesesinin kaldırılmış olmasıdır. Bu makale sözlü soru mekanizmasına odaklanmaktadır. Sözlü soru mekanizmasının kaldırılması 1961 Anayasası döneminden beri var olan bir düzenlemenin kaldırılmış olması dolayısıyla geçmişten bir kopuş gibi görülebilir. Ancak soru mekanizmasının tarihsel gelişimi izlendiğinde, aracın sürekli olarak aynı etkinliğe sahip olmadığı ve 2017 Anayasa değişiklikleri öncesinde tümüyle etkisizleşmiş olduğu görülür. Makale, soru mekanizmasının dönüşümünü ve 2017 öncesi ile sonrası arasında bir devamlılık olduğunu göstermeye çalışmaktadır.
Kamu hizmetleri, toplumun ortak gereksinimlerini karşılayan ve devamlılık arz eden hizmetlerdir. Bu nedenle, gereksinimlere uygun, verimli ve kolay ulaşılabilir hizmet üretimi, her şeyden önce idari yapının buna uygun bir şekilde örgütlenmesine, unsurları arasında akılcı bir görev paylaşımı yapılmasına bağlıdır.Günümüzde yerel yönetimler, mahalli nitelikte kamusal mal ve hizmet ihtiyaçlarını karşılayan, kendi yürütme ve karar organlarına sahip olan kamu tüzel kişilikleridir. Yerel yönetimler demokrasinin bir bakıma özü gibidir. Toplumun kendi kendisini yönetmesinin bilinen en başarılı, en mükemmel ve en mantıklı yollarından birisidir. Ülkemizde yerel yönetim birimleri içerisinde en fonksiyonel olan belediyelerdir. Ülke genel nüfusunun büyük bir kısmı belediyelerin sınırları içinde yaşamaktadır. Belediyeler sundukları hizmet yönünden halkın günlük yaşamında büyük öneme sahiptirler. 20. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak değişen kamusal hizmet anlayışı, halkın yerel hizmetler yönünden belediyelerden beklentilerini de artırmıştır. Yazılı ve görsel basında çok telaffuz edildiği üzere, kamu yönetiminde yeniden yapılanma çalışmaları son yıllarda hız kazanmıştır. Yeniden yapılanma çalışmaları çerçevesinde, kamu kaynaklarının daha verimli ve yerinde kullanımının tespiti için kamu idarelerinin faaliyetlerinin amaç ve politikalara, kalkınma planına, programlara, stratejik planlara, performans programlarına ve mevzuata uygun olarak planlanması ve yürütülmesi, kaynakların etkili, ekonomik ve verimli kullanılması, bilgilerin güvenilirliğinin, bütünlüğünün ve zamanında elde edilebilirliğinin sağlaması amaçlamaktadır.Türk Kamu Yönetiminin bir parçası olan teftiş sistemi, "iç denetim" adı verilen yeni bir modelle tanışmıştır. AB ile başlayan müzakereler çerçevesinde 32. fasıl olarak bilinen "Mali kontrol" başlığı altında iç denetime ilişkin hususlar düzenlenmiştir. Ülkemizde yerel yönetimler için iç denetim, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve atıfta bulunduğu 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nda yeni bir müessese olarak düzenlenmiş olup yeni sistem çerçevesinde iç denetim faaliyeti, idarelerin üst yöneticileri tarafından atanan iç denetçiler tarafından ifa edilecektir. Bu çerçevede, yönetime değer katma çabası, güvence vermesi, danışmanlık hizmeti ve etik kodları ile klasik teftiş sisteminin uzağında olan bu yeni denetim motifi; amaçları, kapsamı, ilkeleri ve evrensel geçerliliğe sahip standartları çerçevesinde ele alınmıştır. ABSTRACTPublic services, which are indispensable to meet the common needs of the society, need continuity. Therefore, in order to provide efficient services up to the needs, and easy to access, first of all, the total administrative body should be well organized and a rational distribution of tasks and cooperation among administrative units is needed.Today, local governments are public corporations which have their own decision making and executive bodies and provide local public services and goods. In a way local governments are the essence of democracy, and perhaps the best and the most successful way of self-administration. Among the most functional local administration units in our country are municipalities. A large percentage of the population in Turkey lives within the borders of a municipality. Thus the services they provide are of great importance in daily life. The public service understanding has undergone a great change since the late 20the century, which has caused greater expectations from municipalities.As we know from the written and visual media, there has been an increase in the reorganization efforts of the public administration in recent years. The aim of the reorganization attempts is to achieve a more efficient way to use the public funding and a more reliable way to access in time to more reliable data through a better organized administration system with well prepared plans and programs such as development plans, strategic plans and performance programs.As part of the Turkish Public Administration, the inspection system has been introduced to a new model: internal audit. Within the framework of the negotiations with EU, the subjects concerning the internal audit have been regulated under title of "Financial Control" known as Article 32. According to the new system regulated by the Municipality Law no.5393 and Public Financial Administration and Control law no 5018; the internal audit procedure will be carried out by the internal auditors appointed by the senior administrators of the administrations. In our study, this new inspection concept, which is far more different from the classsical understanding of inspection with its effort to add value to the administration, its advisory services and ethical codes, has been studied in terms of its scope, principles and universally accepted stan
Kapitalist sistem içinde mekân, toplumsal yapıyı oluşturan güç ilişkilerinin bir yansıması olarak görülmekte ve bu ilişkiler çerçevesinde şekillenmektedir. Sistem, aynı zamanda mekân algısını ve mekâna yönelik yaklaşımları da etkileyerek mekânı ancak belirli bir düşünce sistemi içinde tartışmaya olanak sağlamaktadır. Bu kısıtı aşmak için başta Marksist düşünce olmak üzere pek çok alternatif düşünce sisteminden yararlanılmaktadır. Sunulan çalışma da Marksizm'den esinlenerek kullanılmakta olan "mekân üretimi" ve "mekânın metalaşması" kavramlarının ötesine geçmeyi amaçlamıştır. Marx'ın Emek-Değer Kuramı'nın, üretilen mekânın değerlenmesi sürecine uygulanmasıyla sürecin üzerindeki "örtü" kalkmış, sürecin aktörleri ve aktörlerin katkı alanları farklı ölçeklerde tanımlanabilir hale gelmiştir. Bunun sonucunda aktörler ve aktörlerin mekân üretiminde ortaya koydukları emek üzerinden kentsel ölçekte yeni bir mekânsal adalet kurgusunun ilk işaretleri gözlemlenebilmiştir. Çalışma kapsamında beş konut projesini içeren saha çalışması aracılığıyla Emek-Değer Kuramı'nın mekân ve mekânsal değer üretim süreçlerine daha ayrıntılı bir biçimde uygulanması sağlanmıştır. Bahçelievler, Ankara'da bulunan beş konut projesi üzerinden konut üretim süreçlerinin çözümlenmesiyle ortaya çıkan aktör-emek ilişkisinin, düşünsel emeğin olası katkılarını sınırlarken, fiziksel emeğin sömürülmesine ise daha çok olanak sağladığı görüşmüştür. Konut üretim süreçlerinin emek-değer yaklaşımı çerçevesinde kurgulanması durumunda, başta yapı güvenliği olmak üzere yenilikçilik, estetik değer, mekânsal kalite, mekânsal/çevresel bütünlük ve mekânsal sürekliliklerin sağlanması gibi pek çok alanda yeni düşüncelerin gelişmesine olanak sağlanabileceği öne sürülmüştür.
DOI:10.17336/igusbd.08575 ; Three international systems — the Westphalian system, Islamic international system, and tribal system — are coexisting and intertwining present day in the Middle East. The rise and expansion of Islamic international system in this region are closely related to the revival of Islamic trend of thoughts. Since the 1950s, military topics have been involved in China's Middle East policies, which meets the historical background when China opposed then modern international system and tried to expanded socialism international system. After the 1990s, especially after entering the 21st century, because of the Islamic system, problems revolving religious beliefs are increasing in China's peacekeeping and escort operations. On issues revolving religions, China's military activities in the Middle East have its unique successful experiences as well as some places that need to be improved in the new system against the new backdrop, including correctly understanding the religious beliefs, relationship between Chinese soldiers and religious beliefs, domestic Muslim factors and legislations of overseas military activities that related to religious issues, which are vital to the future development. ; Üç uluslararası sistem – Vestfalya sistemi, İslami uluslararası sistem ve kabile sistemi – bugün itibariyle Orta Doğu'da bir arada var olmaya devam etmektedir. Bölgedeki İslami uluslararası sistemin yükselmesi ve yayılması İslami düşüncelerin tekrar canlanmasıyla yakından ilişkilendirilmektedir. Askeri konular, Çin'in dönemin modern uluslararası sisteme karşı çıkıp uluslararası sistemde sosyalizmi yaymaya çalıştığı 1950'lerden beri, ülkenin Orta Doğu politikaları arasında yer almaktadır. 1990'lardan sonra özellikle 21'inci yüzyıla girerken, İslami sistem sebebiyle özellikle dini inanışlara ilişkin problemler, Çin'in barış koruma ve refakat operasyonlarının kapsamında yer almaya başlamıştır. Dinleri kapsayan konularda; Çin'in Orta Doğu'daki askeri faaliyetleri, kendine özgü başarılı deneyimlere sahip olmakla birlikte, dini inanışların doğru anlaşılması, Çin askerleri ile dini inanışlar arasındaki ilişki, Mümin faktörler ve dini meselelere ilişkin denizaşırı askeri faaliyetlere yönelik yasalar gibi kalkınmaya yönelik bazı konularda yeni sistemin oluşan yeni bir temelde geliştirilmesi gerekliliği görülmektedir.
Dünyada demokrasi adına gerçekleşen sistem değişikliği akımına paralel ülkemizde de parlamenter sistemden başkanlık sistemine 2017 Anayasa değişikliği ile geçildi. Bu sistem değişikliğini yorumlamak adına çalışmamızda ülkemizle benzer şekilde, Batı Avrupa'dan etkilenerek parlamenter sistemi tercih eden ve değişim talepleri karşısında parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçen ülkeler ve bu ülkelerde başkanlık sistemi tercihinin demokraside 3. Dalga hareketi mi yoksa demokraside ters bir dalga hareketi mi yarattığına değineceğiz. Demokratik dalga analizlerini Freedom House raporları dâhilinde değerlendireceğiz. Türkiye'de 2017'de yaşanan sistem değişikliği taleplerinin geçmişi ve yeni sisteme yöneltilen olumlu-olumsuz eleştirelere çalışmamızda yer vereceğiz. Türkiye ile benzer şekilde parlamenter yönetimden, başkanlık sistemine geçen Burundi, Afganistan, Nijerya ve Sudan ülkelerinde meydana gelen demokratik dalgalara değineceğiz. Freedom House raporları dâhilinde tercih edilen bu yeni sistemler, Samuel Huntington'un değindiği üzere demokrasiyi geliştiren üçüncü bir demokrasi dalgası mı yoksa demokrasiyi baltalayan üçüncü bir ters dalga mı gerçekleşmiştir? Çalışmamızda Freedom House Raporlarının son dört yıllık verilerini inceledik ve raporlardan başkanlık sistemli demokrasilerde yaşanan demokratik kırılmaların daha çok ve yoğun olduğu, ek olarak ülkemizde de sistem değişikliğinin demokraside kırılmalara ve anti-demokratik eğilimlere yol açtığı sonucuna ulaştık. ; Our country passed the presidential system from the parliamentary system to 2017 with the change of the mainstream, parallel to the current system change in the name of democracy in the world. We will touch upon in order to interpret the choice of the presidential system the third wave movement in democracy or an opposite wave movement in democracy in this system change that the countries passed from the parliamentary system to the presidential system like our country. We will evaluate the democratic fluctuation analyzes within the Freedom House reports. History of system changes in demand experienced in Turkey in 2017, and directed the new system will give our work the positive and negative critics in the democracy. We will look at the democratic fluctuations that took place in the countries of Burundi, Afghanistan, Nigeria and Sudan in the same way as our country. These new systems preferred will be comed true as the third wave of democracy or democracy that undermines democracy as Samuel Huntington points out by Freedom House reports? In our study, we examined the data of the last four years of the Freedom House Reports and we have reached the conclusion from reports that presidential system democracies are more and more intense democratic breakdowns, and in our country, system change leads to democracies and anti-democratic tendencies
Bilişim teknolojilerindeki ilerleme eğitimde zaman, mekân ve mesafe gibi kavramların daralarak yeniden yorumlanmasına olanak tanımış ve yeni nesil açıköğretim sisteminin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'nin en önemli amacı kadınlar, yaşlılar ve engelliler gibi dezavantajlı grupta bulunup, yükseköğrenime devam etmek isteyen bireylere hizmet vermektir. Yaklaşık beş yüz bin öğrencisi bulunan Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi'nde dezavantajlı grup içerisinde sayılan yedi bini aşkın engelli öğrenci de yer almaktadır. Çalışmanın amacı, engelli öğrencilerin Fakülte'ye kayıt süreçleri ile başlayıp mezuniyetleriyle son bulacak öğrenim süreleri boyunca karşılaşabilecekleri güçlükleri en aza indirmektir. Öğrencilerin materyal ücreti muafiyet ya da iade işlemlerini takip etmek, engel durumlarına göre sağlıklı sınav hizmeti alabilmeleri ve işleyişi hızlandırarak yapılan tüm işlemleri sistematiğe bağlamak üzere bir talep/takip ve yönetim sistemi oluşturulmuştur. Bu çerçevede ASP.NET web geliştirme platformu ve SQL Server veri tabanı kullanılarak bir sistem geliştirilmiştir. İlgili sistem 7568 engelli öğrencinin işlemleri için kullanılmaya başlanmış ve engelsiz üniversite için bir katkı sunulmuştur.
The study argues that although the US power is in decline, it is still a superpower thanks to its allies, friends, economic tools like US dollar and even its adversaries. In other words, not Americans but other countries including rivals keep the US as a superpower. They have done it voluntarily since the US has the desire to act globally, and any loss in its power would cause more losses in other countries. However, particularly during the Trump administration, the US withdrew from the leadership of the like-minded countries, opening the way for China and Russia to be more active in world affairs. Besides reluctant leadership of the Trump administration, generally the U.S administration prefers confrontation to cooperation and escapes from soft landing, accelerating the end of its superpowerhood. The result, as the study argues, might be a more dangerous world order, where there is no superpower ensuring peace on the earth. Methodologically, the concept of superpowerhood is elucidated from a historical, security and international political perspective. ; Amerika Birleşik Devletleri Soğuk Savaşın bitmesinden bu yana tek süpergüç olarak kaldı ve dünyayı tek kutuplu bir hale getirdi. İstatistiklere göre Amerika güç kaybediyor ve hemen hemen süpergüç ünvanını kaybetmek üzere. Ancak detaylı incelendiğinde gerçeklerin sanıldığından çok farklı olduğu görülebilir. Amerika, dostları, müttefikleri ve Dolar gibi ekonomik araçları sayesinde halen süpergüç olmaya devam etmektedir. Başka bir deyişle, Amerikalılardan çok rakipleri de olmak üzere diğer ülkeler Amerika'nın süpergüç olmasını sağlıyorlar. Bu sayede çok kutuplu bir dünyada tek kutupluluk devam etmektedir. Bunu gönüllü olarak yapıyorlar çünkü Amerika'nın küresel olarak hareket etmek gibi bir isteği var ve onun güç kaybetmesi diğer ülkelerde daha fazla zarara neden olabilir. Ancak bu durum Amerikan gücünün eridiğini ve dünyanın bir geçiş döneminden geçtiği gerçeklerini değiştirmiyor. Eğer Amerikan yönetimi çekişmeyi işbirliğine tercih edip yumuşak inişe razı olmasa süpergüçlük devrinin sonunu hızlandırmış olur. Tam tersi, eğer yeni şartlara adapte olursa Amerikan devrini uzatmayı başarabilir. Bu makale mezkur konuyu araştırarak ülkeler arası güç dengesinde ülkelerin birbirlerinin gücüne gönüllü veya zorunlu olarak nasıl destek vermek zorunda kaldıklarını ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Makalenin yazımı için literatür taramasının yanı sıra istatistiklerden istifade edilmiştir.
Bu çalışmanın amacı tüketim olgusunun sosyal yönlerinden hareketle, tarihsel süreçteki değişimini, geleneksel toplumsal yapılar ve modern olarak adlandırılan kapitalist toplum yapılarındaki tüketim ilişkileri, değişim süreçleri ve toplumsal ilişkiler üzerindeki etkisini incelemektir. Tüketim insanlık ile ortaya çıkan bir kavramdır. Bu nedenle toplumsal ilişkilerin şekillenmesinde ve değişiminde önemli etkileri vardır. Nitekim tarihsel süreçte, avcı ve toplayıcı olarak adlandırılan ilkel toplumlardan günümüz kapitalist toplumlarına kadar geçen sürede, tüketim düşüncesi ve araçlarının sürekli değiştiği/geliştiği görülmektedir. Benzer şekilde, toplumsal ilişkiler de tüketim ilişkileri karmaşıklaştıkça daha karmaşık toplumsal yapı ve düşün biçimlerine doğru evrilmektedir. Nitekim kapitalist sistem ile birlikte önceki dönemlerde olumsuz olarak algılanan tüketim kavramı yeni anlamlar kazanmaya başlamıştır. Tüketim ilişkileri hiç olmadığı kadar görünür ve sosyal ilişkilerin şekillenmesinde etkili olmaya başlamıştır. Böylece, daha önceki dönemlerde göz ardı edilen tüketim kültürü çerçevesinde şekillenen tüketim toplumu kavramı tartışılmaya başlanmıştır. Nitekim tüketim toplumu olarak karşımıza çıkan bu düşün biçiminde, tüketim kültür araçları ve onu kutsayan ideolojik aygıtlarıyla birlikte bireylerin zihinlerine soyut zincirler dolamış ve tüketim için yaşayan, buna göre hayatını şekillendiren, özgürlüğü tüketimde bulan yeni bir kölelik tipi ortaya çıkarmıştır.
Bu çalışmada, kent içi karayolu üzerindeki köprüler (üst geçit, alt geçit) estetik bağlamda ele alınmıştır. Çalışma kapsamında ulaşım yoğunluğunun fazla olduğu kentlerin başında gelen İstanbul İli örneklem alanı olarak seçilmiştir. Kent içi köprülerin bir başka deyişle yaya ve taşıtın birlikte kullandığı köprülerin estetik açıdan incelenmesi amacıyla hazırlanan bu çalışma, taşıyıcı sistem malzemesi betonarme olan köprüler ile sınırlandırılmıştır. İncelenen köprülerde tasarım aşamasında sadece yönetmeliklere uygun fakat estetik olmayan detaylar içeren projelerin üretilmeye başlandığı, eski köprünün yanına yapılan köprülerde eski-yeni yapı uyumunun göz ardı edildiği saptanmıştır. Bakım onarım çalışmaları sırasında çevreyle uyum gözetilmeksizin renkli boyalar kullanılmış, reklam içerikli panoların da bu tür köprülerde kullanımının giderek arttığı gözlenmiştir. Kent içi köprülerin özellikle İstanbul gibi metropollerde tasarım aşamasından itibaren estetik unsur gözetilerek yapılabilmesi için ilgili yönetmeliklerde gerekli düzenlemelerin yapılması ve bu konuyla ilgili olarak oluşturulacak estetik komisyonlarının işlevselliğinin önemini vurgulamak da bu çalışmanın amaçlarından biridir. Bu nedenle çalışmada ele alınan kent içi köprü uygulamalarında görülen sorunların incelenmesi, yeni yapılacak köprülerin tasarım ve projelendirme aşamaları için önem arz etmektedir. İncelenen çok sayıda köprü arasından seçilen örneklere ait bilgiler tabloda ifade edilmiş, her birinde görülen estetik kusurlar fotoğraflarla birlikte detaylı olarak anlatılmış ve çıkarımlar sonuç olarak özetlenmiştir.
ÖZETKarşılaştırmalı siyasal yaklaşımlar bağlamında ele aldığımızda 21. yüzyıl ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan önceki yüzyıllara nazaran önemli farklılıklar göstermektedir. Yirminci yüzyıldan devralınan uluslararası sistem yeni yüzyılda ciddi dönüşümler geçirerek kendine has bir eksen kazanmıştır. Yeni dönemde siyasal ve ekonomik parametrelere paralel olarak değişen en önemli algı ise 'güvenlik' kavramının yeni formudur. Terör, etnik ve radikal dini çatışmalar ve nükleer silahların yaygınlaşması gibi yeni tehdit unsurları küresel, bölgesel ve ulusal güvenlik algısını daha karmaşık bir boyuta taşımaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (Ak Parti) 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidar olmasının ardından siyasi ve ekonomik istikrarında belirli oranda iyileşme sağlansa da, iç ve dış tehditler nedeniyle güvenlik politikalarında restorasyona ihtiyaç duyulmuştur. Bu çalışma Türkiye'de değişen güvenlik paradigmasını uluslararası ekonomi politik perspektiften değerlendirmeyi amaçlamaktadır.Anahtar Kelimeler: Ekonomi Politik, Uluslararası Ekonomi Politik, Güvenlik, Ulusal Güvenlik, 21.Yüzyılda Türkiye'nin Ulusal Güvenliği.ABSTRACTCovering the 21st century from a comparative political approach, it is easy to observe economic, political and social differences than the previous centuries. The international political system that is inhereted from the 20th century has seriously transformed and gained a special characteristic axis. In the new period, the perception of "security" has changed and transformed into a new form, parallel to the changes in political and social parameters. The new forms of threats like terrorism, ethnic and religious conflicts and the proliferation of nuclear weapons, has transformed the perception of global, regional and national security into a new and more complex dimension. After Justice and Development Party (Ak Parti) has formed a majority government in Turkey following the parliamentary elections in November 3rd, 2002, the country has witnessed an economic and political stability into a certain extent. But due to the threats coming from outside and within the country, Turkey needed to renew it's security policies. This study aims to evaluate the security paradigm of Turkey, from an international economic and political perpective.Key Words: Political Economy, International Political Economy, Security, National Security, Turkey's National Security
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ivme kazanan küreselleşme beraberinde siyasal, sosyo-kültürel ve ekonomik radikal bir dönüşümü getirmiştir. Ulus-aşırılaşan yeni düzende uluslararası sistemin geleneksel normları, değerleri, aktörleri ve gündemi çeşitlenmiş ve farklılaşmıştır. Bu yapısal dönüşüm ve gelişim, ulus-devlet sınırlarını aşan boyutlarda sivil bir mobilizasyon ağı oluşturmuş ve yeni değerleri (çok kültürlülük, liberalleşme, kamu diplomasisi gibi) sisteme taşımıştır. Devlet dışı aktörler ve ulus-ötesi topluluklar sisteme dâhil olmuş, uluslararası sistem çoğulcu bir karaktere bürünmüştür. Karşılıklı bağımlılığın artması ve küresel etkileşimin yoğunluğu hükümetler arası ve hükümetler dışı yeni birtakım aktörlerin ortaya çıkması ile sonuçlanmış, politik karar alma süreçleri karmaşıklaşmıştır. Yeni aktörler yeni sorunlarla yeni düzene dâhil olmuştur. Ulus-ötesi veya ulus-aşırı mekanizmalar ulusdevlet meşruiyetlerini sorgulamış, egemen otoritelerini aşındırmış ve politik manevra sahalarını daraltmıştır. Çoğulculaşan bu sistemin akademik alana yansıması olan ulusötesicilik yaklaşımı, yeni düzeni devlet dışı aktörlerin var olduğu, herhangi bir ulusal otoritenin kontrolünde yer almayan çok yönlü ve çok aktörlü uluslararası toplumsal ilişkiler ağı olarak tanımlar. Çok kutuplu bu yeni düzende diasporalar da kimliksel-kültürel referanslı ulus-ötesi sivil aktivist örgütler olarak ortaya çıkmıştır. Bu tez çalışmasında diasporik ulus-ötesicilik bağlamında Ermeni Diasporası'nın Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerindeki etkinliği sorgulanmaktadır. Ermeni Diasporası, ulusötesicilikbağlamında AB-Türkiye ilişkilerinde bir vaka değerlendirmesi olarak ele alınmıştır. Çalışmada görülecektir ki Türkiye'nin AB'ye entegrasyon sürecinde diasporik faaliyetler ulus-aşırı ağlar olarak etkin bir rol oynamaktadır. Çalışmanın temel amacı Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılımı yolunda önemli bir sorun haline gelen Avrupa'da Ermeni diasporik lobiciliğine dair akademik alanda güncel analizlere katkı sunmaktır. --- Globalization which has been gaining momentum since the middle of the 20th century brought radical political, socio-cultural and economical changes. In this transnational new order, the international system's traditional norms, values, actors and agenda have transformed. This structural transformation has created a civil mobilisation network beyond nation-state boundaries and added new values (multiculturalism, liberalization, public diplomacy etc) to the newly created system. Non-state actors and transnational communities have emerged in the international area, therefore the international system gained a pluralistic character. The interdependence and the intensity in global interaction has made some intergovernmental and non-governmental actors more visible, and the decision-making process in domestic politics more complex. New actors with new issues have participated in the new order. Transnational or supra-national organization influenced nation-states' legitimacy, affected sovereign authorities and limited their political action scope. Transnationalism which is the academic reflection of this pluralist view describes this new system as a network of social/political relations where non-state actors exist, a sphere uncontrollable by any national or international authority. Diasporas have emerged as activist civilian organizations with their identitarian-cultural references in this multi-polar area. In the context of the diasporic transnationalism, this thesis evaluates Armenian Diaspora's effects in the relations between European Union and Turkey. Armenian Diaspora has been examined as a case in the European Union – Turkey Relations within the framework of transnationalism. The thesis argues that diasporic activities as intra-national networks effect Turkey's accession process to the European Union. The main aim of this thesis is to contribute to the analysis in the academic literature about Armenian diasporic lobbying in Europe, which has been a serious issue in the accession of Turkey to the European Union.
Globalization is the process of interaction and integration among people of different nations, which have effects on cultural, social, political and economic systems all around the world. Research shows that social media a new revolution in the communications industry has become popular across the world. Not only has social media become the alternative, fast and effective means of communication, it has also converted our world into a global village, followed by western dominance of the socio-cultural values of weaker nations. These new trends in communication have created a new form of social interaction which brings people from different social and cultural backgrounds together on a common ground and also pave way for them to in|eract with each other without being constrained by distance and time. ; Küreselleşme, farklı milletlerden insanlar arasındaki etkileşim ve entegrasyon sürecidir ve bu süreç tüm dünyadaki kültürel, sosyal ve politik sistem üzerinde etkilidir. Araştırmalar, iletişim endüstrisinde yeni bir devrim olan sosyal medyanın tüm dünyada popüler olduğunu göstermektedir. Sosyal medya yalnızca iletişimin hızlı ve etkili biçimi olarak bir alternatif olmakla kalmayarak, dünyamızı sosyokülturel değerler açısından Batının daha zayıf uluslara hakim olduğu bir küresel köy haline getirmektedir, lletişimdeki söz konusu gelişmeler. farklı sosyal ve kültürel altyapılara sahip kişileri, mekan ve zaman ile kısıtlanmadan etkileşim kuracakları ortak bir zeminde bir araya getiren yeni bir sosyal etkileşim yapısı ortaya çıkarmaktadır.
Demokratik sistem için kurumsallasma önemlidir. Ancak kurumsallasmanın belli düzeyde gerçeklesmis olması bütün sorunların çözümü için her zaman yeterli olmayabilir. Türkiye'de belli düzeydeki demokratik kurumsallasmaya karsın sistem bazen sorun çözümünde islevsiz kalabilmektedir. lk bakısta sorunlar kurumsal nitelikli gözükmektedir. Her yeni anayasa yapılısında eski dönemde aksayan durumlar kurumsal açıdan yeniden düzenlenmektedir. Ama, siyasal sistemin islevselligi istenilen düzeyde saglanamamaktadır. Çalısmamızda bu durumun nedenleri arastırılmıstır. Siyasal sistemin kurumsal açıdan belli bir yeterlilige kavustugu ülkemizde sistemin islevsel olamayısının iki nedeni bulunmaktadır: kültürel nedenler, demokrasiye pozitivist bakıs ve siyasalın farklı algılanısı. ; It is important for the democratic system institutionalization. However, certain levels of corporate activity has been carried out to solve all the problems may not always be sufficient. Certain level of democratic system in Turkey against the institutional problems in the solution sometimes can be nonfunctional. At first glance, seems to qualified institutional problems. In each constitutional change, limping sides of ex-constitution rearranged regarding democratic institutions. But, functioning of political system has not been yet ensured on a desired level. This study aims to search the reasons for such problems. Political system has reached to a considerable sufficiency regarding institution however there are two reasons for mal-functioning of the system: firstly cultural reasons, secondly positivist view of democracy and different perception of political.
Tez No: 558595 ; Yüksek Lisans ; Soğuk Savaş döneminde farklı bloklarda olan Türkiye ve Suriye iki kutuplu sistem sona ermesine rağmen kötü olan ilişkilerin seyrini değiştirememiştir. Ancak Adana Mutabakatı ile başlayan yeni süreç tarafların bakış açılarının değişmesini sağlamıştır. Üstelik Suriye'de Beşar Esad'ın yeni lider olması, Türkiye'de ise 2002 yılında iktidara gelen AKP ile ilişkiler altın çağını yaşamaya başlamıştır. Daha sonra Tunus'ta başlayan Arap Baharı'nın Suriye'ye sıçraması ile sistemik faktörler iki ülke ilişkilerinin yeniden bozulmasına neden olmuştur. Bu durumda Suriye'de ortaya çıkan güç boşluğunun terör örgütlerince doldurulması Türkiye'nin ulusal güvenliğini etkileyen neden olarak göze çarpmıştır. Bu çalışmada Suriye'de PYD'nin güçlenmesi ve Türkiye'nin ulusal güvenliğinin nasıl etkilediği incelenmektedir. Ayrıca PYD'nin Türkiye-Suriye ilişkilerinde yaptığı değişiklikler de çalışmanın kapsamı içerisindedir. ; Turkey and Syria are in different blocks during the Cold War. Despite the end of bipolar system relationship could not change. However, the new process, which started with the Adana Consensus, changed the perspectives of the parties. Moreover, to be the new leader Bashar Assad in Syria and new party AKP in Turkey has started new relations between Syria and Turkey. After the Arab Spring started in Tunisia, the systemic factors caused the regression of the relations between the two countries. In this case the filling of terrorist organizations by the power void that Syria has been implicated as causes affecting Turkey's national security. In this study is to examine how PYD in Syria affects the strengthening of Turkey's national security. In addition, changes made in PYD'nin Turkey-Syria relations are also within the scope of the study.
Makale son yıllarda radikal sağın Avrupa'daki hızlı yükselişini neo-liberalizmin hüküm sürdüğü aşamadaki tarihsel kapitalist sistemin büyük bir krize girdiği çağımızda bunun yansıması olarak gittikçe derinleşen Avrupa entegrasyonuna bir karşı cevap, ulusu ve ulus-devleti geri sahiplenme girişimi ve sistemi zorlama hareketi bağlamında anlamak ve açıklamak amacını taşımaktadır. Kapitalist sistem 16. yüzyıldan beri tüm yerküreye adım adım yayılırken milletlerin birer sosyal kategori olarak üretilmesinde, 19. yüzyıl ürünü olan milliyetçilik ise kapitalizmin işleyebilmesine en elverişli olacak egemen ulus-devletlerden oluşan bir dünya modeli yaratılmasında aktif rol oynamıştır. Fakat gelinen neo-liberalizm safhası bu karşılıklı çıkar ilişkisini milliyetçilik aleyhine bozmuştur. Kapitalist sistem artık ulus-devletlerin yerine ulusaşırı şirketlerin ve ulusüstü bölgesel birliklerin öne çıktığı, ulus-devletlerin egemenliklerinin olabildiğince yontularak sermayenin önündeki tüm kısıtlamaların kaldırılacağı küresel bir dünya istemekte; bu ise milliyetçiliği sistemin yeni haline karşı bir ideoloji olarak yeniden kurmaktadır. Özellikle kriz dönemlerinde milliyetçilik sermayenin kontrolünden çıkmakta ve hatta ona karşı bir tehdit haline gelmektedir. Bu nedenle modern ulus-devlete alternatif niteliğe bürünen Avrupa entegrasyonu projesi özellikle 2008 krizi sonrası etnik temelli ultra-milliyetçilik, ırkçılık, devletçilik, yabancı düşmanlığı vb. eğilimler taşıyan radikal sağı körüklemektedir. Bu bağlamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır; öncelikli olarak tarihsel kapitalist sistem ve milliyetçiliğin ilişkisinin değişimi yaşanılan yapısal dönüşümlerin etkisiyle beraber aktarılacak, ikinci bölümde Avrupa entegrasyonunun temel hatları anlatılarak neden ulus-devlete tehdit olarak yansıtıldığı açıklanacak, son olarak radikal sağın tanımı, genel ideolojik özellikleri ve politik duruşu detaylıca ele alınarak yükseliş trendi Finlandiya örneği özelinde incelenecektir. ; The article evaluates the rising radical right phenomenon in Europe recently as a quest to protect the nation and the nation-state from and a response to the deepening European integration and the economic crisis deprived from the neoliberalism phase of the historical capitalist system. Capitalist system expanding to the world step by step since the 16th century has had a role in the evolution of nations as new social 292 Uca S (2017). Avrupa'da Radikal Sağın Yükselişi ve Finlandiya Örneği. Mülkiye Dergisi, 41(1), 291-317. categories while the 19th century born nationalism has also helped to construct a world model composed of sovereign nation-states which was fundamental for the system's continuity and workability. However, this collaboration has reached a dead point when the neo-liberalism has gained a hegemonic position in the last 30 years in which transnational corporations and supra-national regional organisations are favoured rather than the nation-states whose sovereignties are eroded to open free space for the capital in today's global world. As a result, today nationalism is being recreated as an anti-system ideology in order to survive, going out of the control of the bourgeoisie and even becoming a threat to it especially in crisis times. Therefore, the European integration project which poses an alternative to the modern nation-state is fuelling the radical right movement showing ethnic-based nationalist, racist, statist, xenophobic etc. tendencies. In this regard, the article consists of three parts. Firstly, the change of the relation between the capitalism and nationalism in parallel with the effects of the structural transformations in the system will be explained. Secondly, the outline of the European integration and why it is assumed as a threat to the nationstate will be indicated. Finally, the definition of the radical right, its main ideological features and political stance will be evaluated focusing on the Finland case specifically