KÜRESELLEŞME VE BÖLGESELLEŞMEHAREKETLERİNİN SERBEST DIŞ TİCARET ÜZERİNEETKİLERİÖZETAvrupa Topluluğu'na tarihi perspektifle bakıldığında 'modernize merkantilizm' in en ileri temsilcisi olduğu görülür. Bu ilk bakışta şaşırtıcı ve inanılmaz gelebilir. Çünkü bu uluslar topluluğu tarihi merkantilizmin düşünce planında yıkımını gerçekleştirmişlerdi. Ne var ki tek tek ulus devletlerin kurulması için Avrupa'daki siyasi ve ideolojik birliği parçalayan Avrupa uluslarının, 20.yüzyılın ikinci yarısında aralarındaki ekonomik işbirliğini siyasi ve kültürel bakımdan tek devlete ( Avrupa Birleşik Devletleri ) dönüştürmede oldukça kararlı olmaları, Avrupa medeniyetini ( Akdeniz'le beraber ) gözünü Pasifikte odaklanan yeni gelişmelere çevirdiğini ve yeniden dünyanın cazibe merkezi olmaya yöneldiğini göstermektedir.Bilindiği üzere GATT ( General Agreement on Tariffs and Trade ), uluslararası ticarette serbestliği ve şeffaflığı savunmak ve meydana gelebilecek anlaşmazlıkları en seri bir şekilde çözebilmek amacıyla 1947 yılında 24 ülkenin katılımıyla kurulan uluslararası bir anlaşmadır. Halen üye sayısı 100'ü aşmıştır. GATT küresel anlamda serbest ticarete ilk ivmeyi vermesi bakımından önemlidir. Ancak tezat olan durum Gelişmiş ülkelerin bir yandan GATT 'a imza atarken bir yandan da kendi aralarında ekonomik bloklar oluşturmalarıdır. Zira kurulan bu bloklar blok dışındaki ülkelere uyguladıkları ayrıcalıklarla serbest ticaret ilkesine aykırı davranmaktadırlar.GATT 'ın ruhu, bir ülkenin herhangi bir ticaret partnerine tanıdığı imtiyazları diğer tüm ülkelere de tanımasıdır. Eğer bunu GATT 'in esas ilkesi olarak kabul ediyorsak, ki öyledir, o zaman GATT diye bir anlaşmanın olmadığını söyleyebiliriz. Zira AB ve NAFTA gibi bloklar GATT 'in ruhunu ihlal etmektedir. Şu anda çevremize baktığımızda esas itibariyle serbest piyasa anlayışının geçerli olmadığı bloklar ticaret bloklarını görüyoruz. THE IMPACTS OF THE GLOBALISATION AND REGIONALISATION MOVEMENTS ON THE FREE TRADEWhen European Union(EU) is observed from historical point of view we can see that it is the most advanced representative of modernize mercantilism. It may be surprising and unbelivible at the first sight. Because these nations of unions have demolished the idea of mercantilism. European Nations which smached the political and idaological union of Europe want to transform the economic cooperation to single nation.As known, General Agreement on Tariffs And Trade (GATT) is an international agreement and is established in 1947 with 24 nations participation to defend the international free trade and its transperancy and to solve disagreements among the nations. GATT is importnat for the first step of global free tradeBut contrasting issue is; while advaced nations sign for GATT on the other hand they build up economic blocks among themselves. Because these created blocks are breaking the free trade principle by discriminating the nations which is out of the blocks.The main principles of GATT are non-discrimination and the application of the Most-Favored Nation principle to all signatories. If this is so, we can say that there is no GATT. Because blocks, like EU and North American Free trade Agreement(NAFTA), is breaking the main principle of GATT. At this time, when we look around the world we will see the blocks which invalidating free market idea.
Günümüzde uluslararası ekonomik birleşme hareketleri önem kazanmaya başlamıştır. Uluslararası ekonomik birleşmeler üye ülkeler arasındaki tüm ticaret engellerinin kaldırılması ve belirli alanlardaki işbirliğinin kurulması ile ilgilenir. Başlıca ekonomik entegrasyon türlerini şöyle sıralayabiliriz: Serbest ticaret bölgeleri, gümrük birlikleri, ortak pazar, parasal birlik, ekonomik birlik, ve tam entegrasyondur.Cumhuriyetin ilanından sonra tüm alanlarda yönünü batıya çeviren Türkiye, özellikle ekonomik alanda AB ülkelerinin önemli partneri olmuş ve bu ülkelerin oluşturdukları organizasyonlar içinde yer almak istemiştir. Türkiye'nin 1963 yılında başlayan birlik macerası 1996 yılında GB'nin kabul edilmesiyle yeni bir boyut kazanmıştır.Tam üyelik esasına göre kurulmuş olan AB sisteminde, ülkeler önce tam üye statüsüne sahip olurlar ve daha sonra siyasal, ticari, mali ortak yükümlülükler altına girerler. 6 Mart 1995'de Türkiye-AB Ortaklık Konseyi Kararı olarak kabul edilen ve 1 Ocak 1996'da yürürlüğe giren Gümrük Birliği ile Türkiye'nin AB'ne tam üye olmadan, tam üye ülkelerin altına girdiği yükümlülükleri üstlenmiştir.Gümrük Birliği ile birlikte Türkiye , AB mallarının sıfır gümrükle ithaline ve AB'nin belirlediği üçüncü ülkelere karşı uygulanacak Ortak Gümrük Tarifesine uyma yükümlülüğüne girerek; AB lehine Türkiye aleyhine ticaretin gelişmesine olanak tanımış ve aynı zamanda sıfırlanan gümrük vergileri ile birlikte, kamu gelirleri içerisinde önemli yeri olan gümrük vergi gelirleri kaybına uğramıştır.Türkiye, dış ticareti yönünden önemli partneri olan AB ile oluşturduğu GB sürecini tekrar gözden geçirecek mekanizmalar geliştirilmelidir. Tam üye yapılmadan gümrük birliğini sürdürerek ticari, siyasi kayıplarının uzun vadede daha da ciddi zararları doğurmasına meydan vermemek için; AB ile karşılıklı menfaatleri gözeten bir serbest ticaret bölgesi antlaşması yapılmalı ve ekonomik, siyasi ve ticari işbirliği bu doğrultuda geliştirilmelidir. SUMMER OF THESİSNowadays, international economical union movement become more important. International economic union is interested in to cancel all commercial handicap between the countries which are member of union and to establish cooperation in certain area. Main economical entegrations are; free commercial zone, customs union, shared market, financial union, economical union and exact entegration.After declaration of republic, Turkey rotateol the direction to the west in all fields. Especially, Turkey become a partner in economical field to EU countries. Turkey wanted to be in all organization in EU. Union advanture started in 1963 for Turkey and it changed in 1996 to end with accepted.In EU system, which is established according to exact membership, first countries have exact member statute and then they shared obligation of political, commercial, financial. In 6 March 1995, Turkey - EU assouote council accepted and in 1996, 1sh january Turkey accepted the all obligation without membership to EU called custom associations.One of the obligation of custom association for Turkey was zero custom to all EU proper ties and to fit shared custom price list that applicated to third countries. These obligations have benefits for EU. However, they affected Turkey economically. Commercial developed against to Turkey. At the same time custom tax which was get zero, and public in come decreased slowly.Turkey should control foreing commercial, which shared with EU. and developed mechanism to check custom union process. Turkey should make a new deal with EU. this should be about free commercial zone. Then, economy, politics and commercial union should developed in this direction. Otherwise, Turkey gets serious harm to the economy.
TEZ ÖZETİSivil toplum kavramı, "sivil toplum kuruluşları (STK)" nın kalkınmanın aktörleri olarak gündeme getirilmeye başlandığı son yıllarda üzerinde yoğun bir biçimde tartışılmaktadır. Bu tartışmalar, baskı grubu olarak toplumsal mücadelelere katılma işlevini üstlenmiş olanlar ile neoliberal yaklaşımların tümüyle içinde yeraldıkları için birer ajan olarak görülenler arasındaki ayrımın giderek belirginleşmesi ile birlikte kendini göstermektedir. Bu bağlamda STK' larının özellikle, 2.Dünya Savaşı' nı izleyen yıllarda yaşanan gelişmeler doğrultusunda farklı bir işlev üstlendiği görülmektedir. STK' larının söz konusu konjonktürdeki yer ve işlevleri, kalkınma yaklaşımlarının öngördüğü devlet müdahaleleriyle aynı doğrultuda oluşmaktadır. Uluslararası sistemin 1960' lı yıllardan itibaren krize girmesiyle birlikte STK' larının daha çok "baskı grupları" şeklinde bir işlev üstlenmeye başladıkları görülmektedir. Az Gelişmiş Ülkelerde yaşanan kriz, STK' ları devlet ile karşı karşıya getirmiş; bu kuruluşlar toplumsal mücadelelerde önemli bir işlev üstlemeye başlamışlardır. 1980' li yılların ikinci yarısından itibaren soğuk savaşın son bulması ve yeni dünya konjonktürünün oluşması ile kalkınma yaklaşımları yerini neoliberal yaklaşıma bırakmıştır. Büyüme merkezli kalkınma yaklaşımları yerine insanı merkeze alan yeni kalkınma yaklaşımları STK' larını, "kalkınmanın yeni aktörleri" olarak tanımlamışlardır. Bu tanımlama, neoliberal yaklaşımların, "minimal", devlet anlayışı ile uyum göstermektedir. Küreselleşme adı verilen bu süreçte STK' lar yeni ajanlar olarak değerlendirilmektedir. Kavram, uluslararası çevreler tarafından kalkınmacı STK' lar olarak tanımlanmaktadır. "Hükümet-dışı", "özel kar amacı gütmeyen", gibi çok çeşitli açılardan tanımlanan kavram tam bir netlik taşımamaktadır. Bu durum, STK' larının içinde bulunduğumuz dönemde, neoliberal yaklaşımın gerektirdiği düzenleme araçlarından biri olarak ajan işlevi üstlendikleri yargısını kuvvetlendirmektedir.SUMMARY OF THE THESISThe concept of civil society has been intensively discussed in the recent years when "civil society organizations (CSO)" were started to be brought into agendas as actors of development. These discussions arise with clarification of the difference between those that have assumed the function of participating in social struggles as a group of pressure and those that are considered as an agent each as they take part in neo-liberal approaches in full. In this context, it is seen that CSO's assume a different function in the direction of the developments experienced following the 2nd World War in particular. CSO's position and functions in the conjuncture in question form in the same direction as the government interventions that development approaches stipulate.Along with the international system's entering into a crisis again in the 1960's, it is seen that CSO's have started to assume a function in the form of "pressure groups" rather. The crisis experienced in Less Developed Countries, brought CSO's in opposition to the state; these establishments have started to assume an important function in social struggles. As of the second half of the 1980's, along with that the cold war ended and that the new world conjuncture formed, the development approaches left their place to the neo-liberal approach. The new human-centered development approaches unlike the growth-centered development approaches have defined their CSO's as "the new actors of development." This definition demonstrates compliance with the "minimal" state understanding of the neo-liberal approaches. In this process named globalization, CSO's are considered as the new agents. The concept is defined by the international community as development-oriented CSO's. The concept defined from a large variety of views, such as "non-governmental," "nonprofit" does not bear complete clarity. This situation strengthens the judgment that CSO's assume the function of an agent as one of the regulating instruments required by the neo-liberal approach within the period that we are in.
"Avrupa Birliği Bünyesinde Yerel Yönetim Politikaları ve Türkiye" başlıklı bu çalışmanın amacı, 1950'li yıllarda daha çok ekonomik ve ortak savunma kaygıları ile yola çıkan, 1992'de Maastricht Antlaşması ile bir siyasal birliğe dönüşen AB'nin yerel yönetim konusundaki politikaları ve Birliğe üyelik sürecinde olan Türkiye yerel yönetimlerinin bunlardan nasıl etkileneceğinin ortaya konmasıdır. Birinci bölümde Birliğe üye ülkelerde görülen yerel yönetim modelleri, belli başlı özellikleri ve bu modellerin uygulandığı birer örnek ülke ele alınmaktadır. İkinci bölümde yerel yönetimleri doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen uluslararası metinler irdelenmektedir. Çalışmanın üçüncü bölümünde AB'nin yerel yönetim konusuna yaklaşımı ve bu konudaki politikaları ele alınmaktadır. Son bölümde ise AB'nin üyelik sürecinde olan Türkiye yerel yönetimlerinin Birlik bünyesinde uygulanmakta olan yerel yönetim modelleri ve politikaları karşısındaki durumu incelenmektedir. Bu çalışmada geniş bir literatür taraması ile yola çıkılmış, yerel yönetimlerle ilgili uluslararası metinlere ulaşılmış ve internet kaynaklarından geniş ölçüde yararlanılmaya çalışılmıştır. Birlik bünyesinde uygulanmakta olan yerel yönetim modelleri ülkelerin genel yönetim yapılarına bağlı olarak farklılık göstermektedir. Ancak bunları üç kümede toplamak mümkündür. Bunlar; Napolyon modeli, Anglo-Sakson ikili sistemi ve İskandinav Kurul Sistemdir.AB siyasal bir birlik olmaya doğru yol aldıkça Birlik, üye devletler ve devlet-altı yönetsel ve siyasal birimler arasında yetki bölüşümü önem kazanmaya başlamıştır. Bunların etkisi ile Maastricht Antlaşması'nda subsidiarite (yerellik) ilkesine yer verilmiş ve Bölgeler Komitesi oluşturulmuştur.Avrupa Konseyi üyesi olarak Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nı imzalayıp onaylayan Türkiye'nin daha demokratik bir ortamda daha etkin yerel yönetimlere sahip olmak için, Birliğe üye olmanın gereğinin ötesinde, yapılması gerekenleri yapması her koşulda ülke yararına olacaktır. The purpose of this study entitled "European Union Local Government Policies and Turkey" is to analyse the local government policies of the EU, which emerged during 1950s for common economic and security aims, and which than became almost a political union after 1992 Maastricht Treaty, as well as to identify the impacts of these policies on the local governments in Turkey as a country in the process towards the EU membership. The first chapter gives an account of local government models seen in the EU member states with their major characteristics, referring to the countries that adapt these models respectively. The second chapter deals with an analysis of existing international texts and regulations that may directly or indirectly effect local governments. In the third chapter of this study, the EU approach and its policies towards the local governments are considered. In the final chapter, local governments in Turkey are examined in terms of change and development towards the EU membership.As a research method for this study, the existing literature in the field was widely reviewed, the international texts and regulations concerning local governments were searched, and the way of researching through internet was widely used.The local government policies within the EU differ depending on the administrative systems of member states. They may, however, be sum up into three groups. These are; the Napolionic Model, the Anglo-Saxon Dual System, and the Scandinavian Council System.As the European Union proceeds towards a political union, the distribution of powers between the Union, member states, and sub-national administrative and political units gradually becomes important. For this reason, the Maastricht Treaty brought about the principle of subsidiarity and set up the Committee of Regions. Turkey, which is a member of the European Council and also a signatory of the European Charter of Local Self-Government, should do whatever is needed for having more democratic and effective local governments, not just because it is necessary for the EU membership, but also because it is beneficial for its own in any case.
Ülkelerin ekonomik başarıya ulaşmalarında diyalog ve işbirliği büyük önem taşır. Sosyal diyalog, ortak hedeflere ulaşmak için politik ve ekonomik önem taşıyan sosyal grupların hareket biçimlerini, hükümetinkilerle uyumlu kıldığı bir koordinasyondur. Bu ilişkilerdeki uyum, kalkınmada çok hızlı bir itici güç sağlamakta, toplumun ekonomik ve sosyal gelişimini etkilemektedir. Uzlaşma olmadan, ayrı ayrı ortaya atılacak çözüm yollarının başarılı olması beklenemez. Değişen global ekonomik koşullarla bağlantılı olarak hükümetlerin rolleri de değişmiştir. Hükümetlerin yeni rolü, barışçı bir endüstri ilişkiler sisteminin oluşması için sosyal taraflarla "işbirliğine dayalı" bir yapıyı geliştirmek ve uygulamak olmalıdır. Bugün Uluslararası Çalışma Örgütü 'nün öncülüğünü yaptığı sosyal diyalog sistemli bir biçimde gelişmekte ve Avrupa 'nın sosyal politika alanındaki sorunlarına yanıt aramaktadır. Türkiye de gelişen koşullara uygun olarak hareket etmeye çalışsa da, sosyal diyalog alanında Avrupa'nın gerisinde kalmıştır. Bunun altında yatan nedenleri bulmak ve çözmek gereklidir. ; Dialogue and cooperation is very important for the countries to achieve economic success. Social dialogue is a coordination which harmonizes the government's and the politically and economically important social groups' acts to reach the main goals. The harmonization of these relations accelerates the development and affects the society's economic and social progress. It cannot be expected that different points of views can be successful without any consensus. Related to the changing global economic conditions the roles of the governments have changed, too. The governments' new role must be to develop and confirm a cooperation method with the social partners in order to form a peaceful endustrial relationship system. Today the social dialogue pioneered by the International Labour Organization is advances systematically and searches for solutions to Europe's social policy problems. Although Turkey tries to act according to the changing conditions, she is still behind Europe in the field of social dialogue. It is important to find out and solve the problems of this subject.
Türkiye-AB ilişkilerinin devam ettiği 44 yıl boyunca dünya bir çok değişikliklere sahne olmuş, dünya haritası tekrar tekrar yeniden çizilmiştir. Dolayısıyla ilişkiler dünyada yaşanan bu değişiklikler doğrultusunda şekillenmiş, tarafların talepleri yeni koşullar doğrultusunda tekrardan belirlenmiştir. Elbette en az dış dinamiklerin olduğu kadar iç dinamikler de ilişkide belirleyici olmuştur.Çalışmamda yukarıda saydığım unsurları göz önünde bulundurarak, öncelikle Avrupa Topluluklarını, ortaya çıkışlarını, nedenlerini, Avrupa Birliği'nin günümüzde sahip olduğu hukuki yapıyı ve bu hukuki yapının temel özelliklerini, Avrupa Birliği'ne hareket imkanı sağlayan organlarını ele aldım.Türkiye-AB ilişkilerinin bu gününü doğru yorumlayabilmemiz için başlangıcını ve gelişimimi bilmemiz gerektiğinden yola çıkarak 3.bölümün ilk kısmında Türkiye-AET, ikinci kısmında Türkiye-AT, üçüncü kısmındaysa 1990'larda Türkiye-AB ilişkilerinin ana hatlarını inceledim.Dördüncü bölümdeyse Türkiye ile ilgili önemli kararların alındığı, ilişkilerimizin geleceğimizibelirleyenABzirvelerini ele aldım.Beşinci bölümde medyanın konuya yaklaşımını tasvir etmek amacıyla Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinde BrükselveKopenhag Zirveleri öncesinde, sırasında ve sonrasında yayınlanan tüm haberleri, Türkiye-AB ilişkilerini kapsayan 44 yıl boyunca meydana gelmiş olayların ışığı altında değerlendirdim.Throughout the 44 years of Turkey-EU relationship, the world has witnessed numerous changes; causing the world map to be rearranged over and over. As a result, the international relations have been reshaped by these changes and the demands of the parties have been renewed accordingly. Certainly, the internal dynamics have been as influential as the external dynamics in determining the new demands.In my study, considering the factors I have listed above,I primarily focused on European Communities, their emerge, causes, the legal structure that the EU has today, the fundamentals of this legal structure, andthebodies/institutions that furnish the movement towards the European Union.Setting out from the idea that we need to know the starting and development of the Turkey-EU relationship in order to interpret the relationship today; I analyzedtherelationship among Turkey-EEC in the first part; Turkey-EC in the second part; and Turkey-EU in the third part of Chapter III.In the fourth chapter, I have analyzed the EU summits in which important decisions about Turkey were taken, and had a dominant role in determining the future of Turkey's relationships.In the light of the 44 years history of events in TurkeyEU relationship, in the fifth chapter, I inferred all the reports that have been published in Hürriyet and Cumhuriyet newspapers before, during and after the Brussels and Copenhagen summits, in order to depict the Media's approach to the subject.
ÖZETAralarındaki coğrafi ve kültürel yakınlığa rağmen tarihten gelen bazı ön yargıların etkisi ile Türkiye ve Suriye arasında iyi komşuluk ilişkileri kurmak mümkün olmamıştır. Türkiye, Cumhuriyetin ilanından itibaren bütün komşuları ile "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" parolası esasına dayanan politikalar izlemiştir. Buna karşılık Suriye başta Hatay'ın ilhakı olmak üzere Arap Milliyetçiliği'nin anavatanın sınırlarını Toroslar'a kadar genişletme düşüncesini rehber edinmiş ve Türkiye aleyhine olabilecek her türlü faaliyetin destekçisi veya sempatizanı olmuştur.Bugün Türkiye ile Suriye arasında başta Bölücü Terör Örgütüne sağladığı destek olmak üzere, Fırat Nehri sularının paylaşımı, Hatay üzerindeki hak iddiaları, Asi Nehrinin sularının kesilmesi, Türk azınlığın durumu, karasularının tespiti ve kara sınırlarının işaretlenmesi gibi sorunlar mevcuttur. Suriye'nin uzlaşmaz tutumu ve diyalog eksikliği nedeniyle en basit sorunların bile çözümü mümkün olmamıştır.Türkiye'nin jeopolitik konumundan dolayı, bölgede bir güç olmasını istemeyen devletler; Suriye'nin politik ve siyasi zayıflığından faydalanıp bu ülkeyi kullanarak Türkiye aleyhine gelişen durum ve dengeleri destekler bir tutum içerisindedirler. Bu çerçevede; Suriye'nin, GAP'ın hayata geçirilmesi sonucu, Fırat ve Dicle sularının kendisine karşı bir koz ve baskı aracı olarak kullanacağı düşüncesiyle ortaya çıkardığı sınırı aşan sular sorunu, Türkiye'yi bölmeyi amaçlayan PKK terör örgütünü meselelerin kendi isteği doğrultusunda çözümlenmesi için bir manivela olarak kullanmak istemesi, Hatay'ın bir Arap toprağı olduğunu suni olarak gündeme getirmesi ve uluslar arası platformda Türkiye'ye karşı davranışları başlıca sorunlardır. Suriye; Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak ve zayıf düşürmek suretiyle bölgede bir güç olmasına engellemek istemektedir. Su sorunu yapay bir sorundur. Suriye'nin Hatay'a yönelik tasavvurları da Suriyeli Arap halka mal olmuş bir politika olmayıp, daha ziyade yönetimin gündem de tuttuğu bir meseledir.Sınıraşan sular konusu Türkiye'nin su pazarlığına girmemesi gereken bir konudur. Suriye ile Irak'ın Matematiksel paylaşım tezi yerine, üçüncü ülkelerin dahil olmayacağı ve egemenlik hakların tartışılmasını gündeme getirecek yükümlülüklere girmeden bilimsel esaslara dayanan Üç Aşamalı Planın uluslar arası bilimsel ve siyasi platformlarda tanıtılması, destek sağlanması ile ilgili girişimler sürdürülmelidir.Türkiye'yi İsrail ile işbirliğine yönelten temel unsur ise, yaşamsal nitelikteki ulusal çıkarlarıdır. İsrail ile yapılan anlaşmalar Türkiye'ye çevresinden, özellikle Suriye ile İran'dan yönelen tehditlere karşı ek bir caydırıcı unsur oluşturmuş ve bölge dengelerini Türkiye lehine çevirmiştir. Türkiye ile İsrail arasında askeri alanda sağlanacak yakınlaşmanın gelecekte ilişkilerimizi güçlendireceği ve iki ülke arasında stratejik yakınlaşma sağlayacağı, bunun sonucu olarak bölgede barış rüzgarlarının eseceği değerlendirilmektedir.Son zamanlarda Suriye, Türkiye'ye yönelik terör örgütlerini desteklemeyi ve bu yolla taviz koparmayı amaçlamıştır. Asala'dan sonra Bölücü Terör Örgütüne verdiği destek günümüzde artık basit sınır tecavüzü veya çete hareketi boyutunu aşarak "Silahlı Saldırı" durumuna ulaşmıştır. Komşu devletlerin desteğine engel olunmadıkça Bölücü Terör Örgütünü ortadan kaldıramayacağını anlayan Türkiye, 1998 yılında kararlı tutumu sayesinde Suriye'yi resmen Bölücü Terör Örgütüne destek sağlamaması konusunda anlaşma imzalamaya zorlayabilmiştir.Türkiye ile Suriye arasındaki sorunlar çözümlenemeyecek problemler değildir. Sorunlar Türkiye'den kaynaklanmadığı gibi Türkiye tarafından halledilemeyecek kadar güç de değildir. Önemli olan husus Türkiye'nin gücünün farkında olması ve bu sorunları çözebilme iradesini oluşturabilmesidir. SUMMARYAlthough there is geographical and cultural proximity between Turkey and Syria, because of some prejudices coming from history, a good neighbourhood relationship could not be set up . From the foundation of Turkish Republic, Turkey has been followed the policies that based on the "Peace at Home, Peace at the World" watchword principle. Controversially, Syria has been taken guide the thought for the expand of the Arabic Nationalism's motherland borders to Toros Mountains, (the annexation of Hatay is a good example for this) and also Syria has become the supporter and likeminded to all facilities that are hostile to Turkey . Today, between Turkey and Syria, the following problems are existing; firstly Syria's support to Dividing Terror Organization, the sharing of Fırat River Water, The rights claims over Hatay, cutting the water of Asi River, the condition of Turkish minority, determination of territorial waters and signing of continent borders . Because of unrecognised attitude of Syria and dialog deficiency, even basic problems can not be solved. Because of the geopolitics position of Turkey, Some Countries, that do not want Turkey as a Power at the region, use Syria, profit by its political and diplomatically weakness, so that they have an attitude that support the developing conditions and balances hostile to Turkey. At this frame, the following problems are existing; The passing over the border water problem, which existing from the Syria's thoughts about the Turkey's using the Fırat and Dicle waters against them as trump and restraint tool (as a result of GAP), using the PKK Dividing Terror Organization as a tool for solving the problems in favour of Syria, usually getting the thought of the region of Hatay as an Arabic land, and attitudes to Turkey at the international platforms. Syria wants to block Turkey for not being a power with abort weak and squeeze to corner. Water problem is not a real problem. Syria's thoughts against to Hatay is not a thought of' Syria s Arabic Common People, but it is the Administrative Authority's thoughts. Turkey should not negotiate about the Waters, that passes through the border . At the place of the mathematical thesis of the sharing between Iraq and Syria, the 3 level plan, that based on the scientific notions, should introduce at the scientific and political international platforms and should look for supports about it. The basic elements, that manage the cooperation between Turkey and Israel, is the national interests (so important for the Turkish Republic). The agreements (done with Israel) has become a element that causing the esp. the threats of Syria and Iran to give up a plan and has turn round the regional balance to Turkey. The proximity at the military area between the Turkey and Israel will empower the relationship between this two country at the future and will lead strategically proximity between them and as a result of this there will be peace winds at the region. Nowadays, Syria intends the support the terror organizations against to Turkey and with this way taking concession. After Asala, support to Dividing Terror Organization, today this become to "Armed Attack" not a simple border attack or guerrilla warfare. Finally, Turkey has realized that without preventing the support of original countries to Dividing Terror Organization, the termination of this organization is impossible, so that in 1998 Turkey force Syria to sign an agreement about not supporting the Dividing Terror Organization formally. Problems between Turkey and Syria can be solved. Problems do not a fault of Turkey and these are not so hard to solve. The important subject is that Turkey should become the aware of its power and develop the solving ability will power.
Bugün Türkiye'nin sahip olduğu imaj oldukça kötü ve olumsuzdur. Bu savdan yola çıkarak gerçekleştirdiğim araştırmamda bu olumsuz imajın nasıl oluştuğu ve bunun nedenleri ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Türkiye'nin bu olumsuz imajı öncelikle bazı tarihi kökenlere dayanmaktadır. Batı ile Türklerin ilk temasları Haçlı Seferleri yani savaşlar yoluyla olmuştur. O dönemde Türkler sürekli fetihler yapan yayılmacı bir millet olduğu için Batı'da korku kaynağı olmuşlardır ve böylece Türklerle ilgili "barbar, medeniyetsiz millet" imajı oluşmuştur.Bu imaj uzun yıllar boyu silinememiştir. Daha yakın tarihe doğru gelindiğinde ise Türkiye'de demokrasi ve insan hakları ihlalleri alanında yaşanan olaylar imajımızı son derece olumsuz etkilemiştir. Bugün ülkemizin bu olumsuz imajını düzeltebilmek ve çok daha iyi bir imaj yerleştirebilmek için yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların toplandığı ortak nokta ise Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girebilme çabasıdır. Bu amaç doğrultusunda Türkiye'nin çağdaşlık ve medeniyet anlamındaki eksikliklerinin giderilmesi için daha fazla gayret gösterilmektedir. Nitekim son dönemde Türkiye'nin imajını düzelten ve iyileştiren siyasi, sosyal ve ekonomik reformların çoğu Avrupa Birliği'ne girebilmek amacıyla yapılmıştır. Diğer taraftan Türkiye, son yıllarda siyasi başarılarının yanında sanat ve spor alanlarında da ciddi başarılar elde etmiştir. NATO Zirvesi gibi çok önemli uluslar arası toplantılar ve kongreler ülkemizde gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bunlar tüm dünyanın dikkatini Türkiye'ye çeken organizasyonlardır. Bunun gibi son dönemde imajımızı olumsuzdan olumluya doğru değiştiren pek çok olay yaşanmıştır. Tez çalışmamda bu olaylar tek tek ele alınarak incelenmekte ve böylece Avrupa Birliği'ne doğru giderken Türkiye'nin imajı ortaya koyulmaktadır.GENERAL KNOWLEDGEName and Surname:Özlem Burcu OLGUNField:Communication SciencesProgramme:Public RelationsSupervisor:Prof. Dr. Melda Cinman ŞimşekDegree Awarded and Date:Master - 2004Keywords:Image, Pulicity, the Image of TurkeyABSTRACTIMAGE FACTOR AND THE IMAGE OF TURKEY WHILE GOING TOWARD EUROPEAN UNIONToday, the image of Turkey is rather bad and negative. By setting of thesis, I tried to bring up how consisted of that bad image and the reasons of it. That bad image of Turkey firstly supported by some historical sources.The first contacts of Turkey with West became by the way of the Crusades. On that term, Turks became the origin of fear for Europeans because they were a spreading nation that made continual conquests; in this way "the barbarian and uncivilized nation" image consisted of about Turks. That bad image couldn't been cleaned for long years. In nearer history, the events about democracy and human rights violations in Turkey affect our image badly.Today, more intensive studies are made to be able to repair our that negative image and to place a better image instead of it. The common point that studies are gathered is the effort of Turkey to enter European Union. With this aim more energy is spent to get rid of the defects of Turkey about contemporariness ana civilization. Likewise, in last term most of political, social and economic reforms that repair the image of Turkey has been made with the aim of entering European Union. Neverthless; besides Its political successes, Turkey won other serious successes at sport and art in last years. Like NATO Summit, many important international meeting and congres begin to be arranged in our country. These are organizations which call all the world's attention to Turkey. In last term events that like that are carried out which change our image from negative to positive. All these events were considered in my thesis study, so the image of Turkey while going toward European Union are brought out here.
Dengeli beslenmede oldukça önemli yeri olan zeytinyağı ve sofralık zeytin gerek sahip olduğu özellikler ve gerekse bu sektörde ürünün yetiştirilmesi ve pazarlanması ile uğraşan nüfus itibari ile Türkiye ve Avrupa Birliği'nde önem taşıyan ürünler arasındadır. Bu araştırma ile Türkiye ve AB'nde zeytin ve zeytinyağı sektörünün önemi belirtilmiş ve bu sektör analiz edilerek karşılaştırmalar yapılmıştır. Dünya zeytinyağı üretim ortalaması 1.850 bin ton'dur. Bunun 'lik kısmını AB karşılamaktadır. Diğer üretici ülkeler Tunus, Türkiye ve Fas'tır. Üretim yıldan yıla değişiklik göstermekle beraber dünya pazarını AB etkilemektedir. 1980 öncesi 9 üyeli topluluğun başlıca üretici ülkesi İtalya idi. 1981 'de Yunanistan'ın 1986'da İspanya ve Portekiz'in girişi ile Topluluk zeytinyağı üretimi yılda 1.000.000 ton'un üzerine çıkmıştır. AB'nde Yunanistan, İspanya ve İtalya başlıca üretici ülkelerdir. Bununla birlikte İtalya, aynı zamanda önemli dış alımcı ülkedir. 100 milyona yaklaşan zeytin ağaç varlığı, 90 bin üretici aile ve 1000'den fazla yağhanesi ile Türkiye, dünya zeytin ve zeytinyağı sektörü içinde önemli bir konuma sahiptir. Ancak görünüşte bu önemi belirgin iken, ülkemizin ürünler dünya üretimi ve ticaretinde istenilen konumda olduğunu söylemek güçtür. Bunun nedenleri arasında, üretim düzensizliği son yıllarda ortaya çıkan pazarlama organizasyonundaki olumsuzluklar ile dış ticarete ilişkin politikaların eksikliği ön sıralarda gelmektedir. Karşılaştırmalar sonunda Türkiye ve Avrupa Birliği'nde zeytin ve zeytinyağı sektöründe genel yapı, dış ticaret ve destekleme politikalarında bazı benzerlikler yanında önemli farklılıkların olduğu da tesbit edilmiştir.Bunun içinde öncelikle sektörde yapısal iyileştirmelerin sağlanması gerekmektedir. Türk zeytin ve zeytinyağı sektörünün geleceği, mevcut destekleme politikalarının gözden geçirilmesinin yanı sıra üretimdeki yıllık dalgalanmaları önleyecek tedbirlerin alınması ve sektördeki teknolojinin yenilenerek uluslararası standartlara uyumlaştırılması ile Türk zeytin ve zeytinyağlarının tanıtımının sağlanmasına bağlı olacağı sonucuna varılmıştır. ; Olive oil and table olive, owing to its important place in human nutrition has a significant place in Turkey and in the European Union. In this study, olive and olive oil sector has determined to important and analysed as comparative for Turkey and for the European Union. Average world production is some 1.850.000 tonnes, of which 80% comes from the European Union. The other producers are Tunusia, Turkey and Morocco. Production varies considerably from one year to another, but the world market fluctuates as a direct result of the Community market. In the early 1980 s, when the Community had nine Member States, Italy was the main producer. With the entry Greece in 1981, followed by Spain and Portugal in 1986, olive oil production to over a million tonnes a year. Greece and Spain normally the main suppliers and Italy, although on exporting producer, remains the main purchaser. Turkey has a very important position in the world olive oil sector with almost 100 million olive trees, 90.000 families, that grow olives as their sole crop and over 1000 olive oil processing plants. This importance is clear in terms of the physical wealthy it represents. However, it is not so apparent. In terms of Turkish olive oil production and exports. At first, this was because there were significant problems in production amongst other things. More recently, inadequate marketing organisation and foreign trade policy measures were the main reasons. Under the light of the comparisons, it is concluded that there are significant differences as well as a few similarities in the general formation and the foreign trade policies, in the support policies for olive and olive oil sector in Turkey and the European Union. Therefore, primarly, certain precautions mentioned in the study should urgently be taken to better and promote sector, Future of the olive and olive oil sector depends or to be modernize and existing support policies must be scrutinized besides preventive precautions must taken for years of roughness for productions. Aim of the olive and olive oil of Turkey is to introduced as like international Standard and working for promotions must be important.
Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı'nı kapsayan bölgeyi ifade eden Türk Boğazları, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan günümüze kadar, zaman zaman Türkiye'ye yöneltilen tehditlerin başlıca kaynağını oluştururken, genellikle Türkiye'nin jeopolitik ve jeostratejik önemini artırıcı bir koz olmuştur. Türklerin, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Türk boğazları üzerinde azalmaya başlayan hakimiyeti, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması ve antlaşma ile aynı tarihte yürürlüğe giren ve antlaşmanın bir parçası sayılan "Boğazların Tabi Olacağı Usule Dair Mukavelename" ile Türk boğazlarından barışta ve savaşta, denizden ve havadan geçiş ve ulaşım serbestliği ilkesi kabul edilmesi ile tamamen yok olma noktasına gelmiştir. Lozan'da kabul edilen boğazlar ile ilgili Sözleşmede boğazlardan geçiş serbestliği, ticaret ve savaş gemileri için barış zamanı, Türkiye'nin muharip ve tarafsız olduğu savaş zamanları için ayrı ayrı düzenlenmiştir. Sözleşme, kıyıdan itibaren 15-20 km.lik bir alanı kapsayacak şekilde boğazlar bölgesi ile İmralı hariç; Marmara Denizi'ndeki tüm adaları ve Boğazönü Adaları'nı (Semadirek, Limni, Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları) gayri askeri statü kapsamına almıştır. Serbest geçiş ilkesi ve uluslararası denetim sisteminin etkisi altında hazırlanan sözleşme, boğazlara ilişkin bir kısım yetkileri akit devletlerin temsilcilerinden oluşan Boğazlar Komisyonu'na devretmiştir. Türkiye, egemenlik haklarını açıkça sınırlandırmış olan sözleşme ile savunma ve güvenliği için tedbir alma hakkından mahrum bırakılmıştır. Bu durumda Türkiye Lozan'da içine sindiremeden imzaladığı Lozan boğazlar sözleşmesinin iptali ve tekrar boğazlarda ki hakimiyetini kurmanın yollarını aramıştır. Türkiye'nin Bu arayışları sonuçsuz kalmamış ve 20 Temmuz1936 tarihli Montreux Boğazlar Sözleşmesi'nin imzalanması ile sonuçlanmıştır. Bu tarihe kadar değişik evrelerden geçerek azalmaya devam eden, ancak bu sözleşmenin imzalanmasıyla Türk boğazları ve geçiş rejimi üzerinde Türk hakimiyeti yeniden sağlanmıştır. Montreux Sözleşmesinin amacı; "boğazlardan geçişi ve gemilerin ulaşımını, Lozan Barış Antlaşması'nın 23. maddesiyle tespit edilen prensibi, Türkiye'nin güvenliği ve Karadeniz'e kıyıdaş devletlerin güvenliği çerçevesinde koruyacak biçimde düzenlemek" olarak belirlenmiştir. Akit devletlerin, 24 Temmuz 1923'te Lozan'da imzalanmış olan sözleşmenin yerine koymayı kararlaştırdıkları sözleşme, 29 madde ile dört lahika ve bir protokolden oluşmaktadır. Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Barış Antlaşması ve eki olan Boğazların Tabi Olacağı Usule Dair Mukavelenamenin, Türkiye'nin boğazlar bölgesi üzerindeki egemenliğini kısıtlayan hükümlerini ortadan kaldırmıştır. Sözleşmenin imza tarihi olan 20 Temmuz 1936'dan itibaren geçerli olmak üzere, Türkiye'nin boğazlar bölgesini askerileştirmesi, Boğazlar Komisyonu'nun kaldırılarak yetkilerinin Türkiye'ye aktarılması öngörülmüştür. Montreux Sözleşmesi ile Boğazlardan geçiş rejimi ve gemilerin ulaşımı konuları, Türkiye'nin ve Karadeniz'e kıyıdaş devletlerin güvenliklerini koruyacak çerçevede düzenlenmiştir. Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile Montreux sözleşmesinin arasında ki en önemli fark Türkiye'nin kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayması durumudur. Bu husus Lozan'da öngörülmeyen ve Türkiye'ye önleyici meşru müdafaa hakkına dayanarak tedbir alma imkanı veren yeni bir düzenleme olarak sözleşmede yer almıştır. Lozan'ın aksine Montreux sözleşmesi, havadan geçiş serbestliği ilkesini kabul etmemiştir. Sadece sivil uçakların boğazlar üzerinden geçişi düzenlenmiş, askeri uçakların boğazlar üzerinden geçmesine izin verip vermeme yetkisi Türk hükümetine bırakılmıştır.Barış ve Türkiye'nin tarafsız olduğu savaş zamanlarında, boğazlardan geçecek savaş gemilerinin sınıfı ve tonajı sınırlandırılmış olup, bu gemilerin geçişi ön bildirime tabi tutulmuştur. Ayrıca, Karadeniz'de bulunacak kıyıdaş olmayan devlet gemileri için süre sınırlaması da getirilmiştir. Türkiye'nin muharip olduğu savaş zamanı ile kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi ile karşı karşıya sayması durumlarında (21. maddede öngörülen istisna dışında) savaş gemilerinin boğazlardan geçişi konusunda Türkiye dilediği gibi davranabilecektir. Boğazları tüm savaş gemilerine kapatma veya dilediği devlet savaş gemilerini geçirme hakkı vardır.Montreux Boğazlar Sözleşmesi, geçiş nedeniyle ortaya çıkabilecek tüm hukuki durumları düzenlememektedir. Sözleşmede öngörülen açık sınırlayıcı hükümlere (örnek olarak 2. maddenin lafzına) ters düşmemek, genel uluslararası hukuk ilkelerine bağlı kalmak ve boğazlardan geçiş hakkının özüne dokunmamak koşuluyla; Türkiye'nin zabıta ve yargı yetkisi ile geçişin zararsız olmasını isteme ve geçişi düzenleme yetkileri vardır. Montreux'de saklı tutulan ve uluslararası hukukun teyit ettiği bu yetkisini kullanarak Türkiye, ulusal bir düzenleme (tüzük ) yaparak 1994 ve 1998 tarihli Tüzükleri uygulamaya koymuştur. Böylece, kıyıdaş devlet olarak, ulaştırma güvenliğini sağlama ve deniz trafiğini düzenleme yetkisini kullanmıştır.SSCB ve Yugoslavya'nın 1991 tarihinde dağılmasından sonra Montreux Boğazlar Sözleşmesi'nin akit devletleri; Gürcistan, Rusya Federasyonu, Ukrayna, Romanya, Bulgaristan, Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya (Sırbistan-Karadağ), İtalya, Fransa ve İngiltere olmuştur. Değişen dünya konjonktürünün sonucu olarak özellikle ABD ve AB gibi küresel güç aktörlerinin girişimleri ile Türk boğazlarından geçiş rejiminin tartışmaya açılma ihtimali mevcuttur. Gerek mevcut hukuki ve siyasi düzen, gerekse Türk boğazlarından geçişle ilgili uygulamalar ışığında incelendiğinde, bazı teknik detaylara mahsus aksaklıklar dışında Montreux Boğazlar Sözleşmesi'nin feshini veya değiştirilmesini gerektirecek bir durum mevcut değildir. Sözleşmenin yenilenmesi durumunda Türkiye halen sahip olduğu avantajlara sahip olamayacak ve yeni sözleşme, halen uygulanan rejime kıyasla Türkiye'nin lehine olmayacaktır. Bu nedenle Türkiye Montreux Boğazlar Sözleşmesinin devam etmesi için çaba harcamalıdır. Turkish Straits which expresses the region covering Maramara Sea , İstanbul and Çanakkale Straits has usualy been a trump increasing geopolitic and geostrategic importance of Turkey while also being the main source of many threats against the country , time to time since Küçük Kaynarca Agreement was signed in 1774. Turkish sovereighty which began to decrease after Küçük Kaynarca Agreement signed in 1774 reached at a point to completely disappear folowing the issue of Lausanne Peace Agreement dated 24 July 1923 and 'Regulations The Straits Will Be Subject To' which was put in effect as a complemantary part of it at the same date.intoroducing the free passage and transportation principle through sea and air, in peace and war. In the agreement signed in Lausanne, free passage principle through the straits was arranged separately for commercial or war ships during peace, war time when Turkey stands neutral or is a belligerent The agreement,described all islands in Marmara Sea and Boğazönü islands covering a 15-20m area from the coastal site as non-military zones , with the exemption of the straits region and İmralı. The agreement arranged under the influence of free passage principle and international control system transfrered some authorities regarding the straits to the Straits Commission composed of representors of contracting countries. Turkey was deprived of its right of taking precautions for its safety and defence with this contract restricting its sovereignty. Under these conditions, Turkey looked for a way to dissolve of the Lausanne Straits Agreement which was signed by Turkey unwillingly and to restructure its sovereignty on the straits. These attempts of Turkey was not left answerless and finaly resulted with the arrangement of Montreux Straits Agreement. In this way, Turkish sovereighty on Turkish Straits and passage principle was re-arranged which continued to decrease, passing through different stages.The objective of Montreux Agreement was to arrange' the principles of passing through the straits , passage of ships , the principle outlined on the 23rd article of Lausanne Peace Agreement, Security of Turkey and other neighbouring countries situated coastwise of Black Sea .'The contract which was thought to be put in effect by the contracting countries to replace the agreement signed in Lausanne on 24 July 1923, consisted of 125 articles, four attachments and one protocol.Montreux Straits Agreement, Lausanne Peace Agreement and its attachment 'Regulations The Straits Will Be Subject To' cancelled the provisions restricting Turkish sovereighty on the straits region . It is stated that Turkey should militarize the straits region, The Straits Commission should be dissolved and its authorities should be transferred to Turkey starting fom the issue date of the agreement, 20 July 1936. In Montreux Agreement, subjects such as the passage prcinciple through straits and ships are arranged in a way to protect the security of Turkey and countries on Black Sea coastline. The main difference between Lausanne Straits Agreement and Montreux is the situation that Turkey considered itself quite close to a war threat .This situation was not assumed in Lausanne Agreement . A new arrangement was made enabling Turkey to take precautions for its defence. In contrary to Lausanne, Montreux Agreement does not allow airway passage principle. Only the passage of civil aircrafts are covered and the decision whether to let the passage of war ships is left to the Turkish Goverment.During peace and war time when Tukey stands neutral, the class of war ships to pass through the straits will be restricted and will require a preliminary notification. Furthermore, a time restriction is intorduced for ships of countries not located along the coastline and which was going towards Black sea.During war time when Turkey takes part as a belligerent , in case it considers itself close to a war threat ( with the exceptions outlined on the 21st article) , Turkey can act in the way it likes regarding the passage of war ships through the straits. Montreux Straits Agreement arranges all judical cases sourcing from right of passage. Provided that restricting provisions of this agreement are not violated and international law principles are fullfilled and the basic of passage right through the straits are reserved; Turley can claim the security of passage and to arrange the passage conditions.Using these authorities, Turkey put the Regulations dated 1994 and 1998 in effect as a nationl arrangement. Thus, it used its authority to arrange marine traffic and to provide the security in transportation.After Soviet Socialist Countries Union and Yugoslavia was dissolved in 1991, contracting parties of Montreux Agreement became , Georgia, Russian Federation, Ukraine, Romania, Bulgaria, Turkey, Greece , Yugoslavia ( Serbia -Karadağ) , Italy, France and England As e result of changing world conditions, especially with the attempts made by actors of the global power such as America and European Union, there exists the possibility of bringing the passage regime through straits into discussion. Examining the situation both within the frames of existing judical and political structures and applications in Turkey regarding the passage through straits, we can find no reason which requires the dissolve or an alteration on Montreux Agreement with the exemption of defects in technical details. In case the agreement is renewed, Turkey will not reserve its existing advantages and the new agreement will not be in the favor of Turkey when compared with the regime still in effect. Therefore, Turkey should struggle for the continuance of present Montreux Agreement.
ÖZETOrtadoğu, ortak din, ortak tarih ve kültüre sahip olduğumuz, köklü bir medeniyetin beşiğidir. Osmanlı bakiyesi olan Türkiye Orta Doğu politikalarında edilgen bir strateji uygulamakla tarihi, kültürel ve dini geleneğinden doğan ağırlığını hissetirememektedir. Kuşkusuz Orta Doğu'yu konu alacak bir çalışmanın her şeyden önce önüne açılan geniş alan ve sayısız yollardan birini tercih etmesi, alanını özelleştirmesi gerekiyor. Orta Doğu hakkında, tarihsel bir yaklaşımla çalışmaya karar verirken, genel bir çalışmadan veya dokümantasyondan ziyade Orta Doğu ile Türkiye arasındaki ilişkilere yön vermiş olan belli bir dönem üzerinde yoğunlaşmanın daha doğru olacağını düşündüm.Bu bağlamda, hem Türkiye'de önemli değişimlerin yaşanmasının işaretlerini vermesi açısından hem de 12 Eylül askeri yönetiminin hakim olması bakımından bu dönem tez çalışması yapmak için bana oldukça uygun gelmiştir. . Tabii bu dönem üzerinde çalışmak bu dönemden önceki uluslararası konjonktürün Türkiye'nin Orta Doğu ülkeleriyle ilişkilerine etkilerini de değerlendirmeye dahil etmeyi gerektiriyordu. Çünkü şu bir gerçek ki, her iki tarafın ilişkileri dünya sisteminin güçlü temsilcilerinden bağımsız gelişmemektedir. Arapları birleştirici bir rol oynadığı görüntüsü veren İsrail sorunu ise bölge ülkelerinin ilişkilerini daha da karmaşıklaştırmaktadır. 1980-1983 dönemi özellikle kendisinden sonraki dönemlerin dış politika araç ve parametrelerini belirlemesi açısından ne kadar önemli olduğu günümüzdeki gelişmelerden de anlaşılmaktadır. Örneğin bu dönemde İKÖ'yle girilen yakın ilişkiler ve bölge devletleriyle olan yakınlaşmalar 80'ler boyunca Türk Dış Politikasına yön verdiği gibi 90'ların iç politik ortam ve tartışmalarını hazırlamıştır. Kısaca belirtmek gerekirse Camp David barış antlaşması ve İsrail ile Arap ülkelerinin ilişkileri bu evrede yeni bir sürece girmiştir. S.S.C.B' nin Afganistan'ı işgali bu dönemde meydana geldi. Bu da Orta Doğu ülkelerinin S.S.C.B.'ye bakışlarını etkiledi. İran'daki İslam Devrimi, Orta Doğu ülkelerinin hakim rejimlerini korku ve tedirginliğe sevketmiş; bu dönemde başlatılan İran-Irak savaşı da bölge ülkelerinde farklı kaygı ve beklentiler doğurmuştur. Gene bu dönemde İsrail, Kudüs'ün Arap kesimini ilhak edecek ve bu da yeni bir gerginliğe neden olacaktır. Türkiye'de bir darbe olması, Enver Sedat'ın öldürülmesi gibi ilk elde sayabileceğimiz pek çok önemli olay meydana gelmiştir. Bütün bu saymaya çalıştığımız olaylar hem Türkiye'nin hem de bölge ülkelerinin dış ve iç politikalarını etkilemiştir. Yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi o dönemi hem dış politika hem de iç politikaya etkileri açısından değerlendirmeye çalışırken; aynı zamanda bu etkilerin sonraki dönemlere uzanan sonuçlarını da değerlendirmeye çalışacağım. Bu bağlamda, devlet politikası olarak o döneme ne tür eleştirel yaklaşımlar sergilenmiş olduğunu da tahlil etmeye çalışacağım.ABSTRACTTURKEY'S FOREIGN POLICY AND THE MIDDLE EAST BETWEEN 1980 AND 1983Middle East is a kind of cradle which shares and accommodates common cultural and historical values with Turkey. Turkey, unfortunately, carry out more passive political strategies in the region whereas it is a country with a past of Ottoman Empire which was the central political, cultural and social actor of the region along centuries. But Turkey can not take the advantage of his rich experiences.In this thesis, the concentration point is the coup of September 12th in 1980. This military intervention is, at the same time, a turning point of Turkey's social and political life. Working on this period necessitates developing a different perspective through the near past of this area and the multilateral relations of regional actors. Indeed, it is a fact that Turkey and his regional partners' acts and operations in the region can not be independent from the real actors and representatives of world system. Even some critical events, like the problem of Israel, seemingly lead to the convergence of Arab countries, but in reality, confuse the relations of related countries in the region. Especially the period of 1980-1983 is a very important phase in terms of defining the political preferences and the directions of following years. For example, in that period, Turkey developed close relations with Organization of Islamic Conference and the countries of the region. These relations also affected the intra-political agenda of Turkey. On the one side, Turkish foreign policy (along 1980s), and the on the other side, intra-political agenda and discussions (specifically after1990s) have been shaped by these interactions with other Middle Eastern countries. If it is mentioned briefly, in this period, the process the Peace of Camp David and the relations between Arab countries and Israel have evolved towards new dimensions. The occupation of Afghanistan by USSR has happened at the same time and this new situation reshaped the views of Arab countries over the communist regime and USSR. Another radical event in the region was Iran-Islamic Revolution and this development also leads the regional countries to alarm and anxiety about the future of their prosperities. Additionally, at the same time again, Israel has occupied the Arabian side of the Jerusalem and caused a new international and regional tension. These years have also witnessed the assassination of Enver Sedat, the president of Egypt and military intervention in Turkey. All of these developments have influenced both of foreign and domestic policies of Turkey and other countries in the region. This thesis tries to analysis the state policies of Turkey through this chaotic term between 1980 and 1983.
ÖZETSOVYETLER BİRLİĞİ'NİN DAĞILMASINDAN SONRA İRAN'IN AZERBAYCAN POLİTİKASISovyetler Birliği'nin 1991 yılında dağılması ve ardından bu birliğe bağlı Azerbaycan'ın, Azerbaycan Cumhuriyeti adı altında bağımsızlığını ilan etmesi ile bu devletin komşusu olan İran ile ilişkileri yeni bir döneme girdi. Azerbaycan toprakları XIX. yüzyılın başlarındaki Rus İşgali ile kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrıldı. Kuzey Azerbaycan önce Rusya, sonra Sovyetler Birliği egemenlik alanına girerken Güney Azerbaycan İran'a bırakıldı. Azerbaycan Cumhuriyeti adı altında bağımsızlığına kavuşan ülke Kuzey Azerbaycan'dır. Kuzey Azerbaycan'da Azerilerin yaklaşık nüfusu 7 milyon iken İran'a bağlı Güney Azerbaycan'da bu rakamın üç katı, 20-25 milyon Azeri yaşamaktadır.Azerbaycan Cumhuriyeti'nin bağımsızlığa kavuşması İran içinde hem sevinç hem de endişe ile karşılandı. Kuzeyde bağımsız, batı tarzı ve gelişmiş bir Azeri devleti, güneydeki Azeriler için de bir cazibe merkezi olabilecektir. Bu ise İran'daki Azeri milliyetçiliği akımlarını güçlendirecek ve belki de İran'ın üniter yapısına zarar verebilecektir. Öte yandan yeni kurulan bu devlet, İran'a uluslararası arenada yanlızlıktan kurtulma şansı da getirmektedir. Azerbaycan ile kurulacak iyi ilişkiler, İran'ın dünya siyasetine yeniden adapte olmasını sağlayabilecektir. Bölgede yeni devletlerin ortaya çıkması ekonomik fırsatları da beraberinde getirmektedir. İran ekonomik alanda başarı sağlayabilmek için, Türkiye gibi diğer bölge içi, ABD gibi bölge dışı ülkelerle rekabet etmek zorundadır.Azerbaycan'ın bağımsızlığını kazandığı günden bugüne kadar geçen zamanda İran-Azerbaycan ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. İki ülke arasında Güney Azerbaycan problemi en önemli sorundur. Bu sorun Elçibey'in Azerbaycan'daki kısa iktidarı sırasında doruk noktaya ulaşmıştır. İran, Azerbaycan'ın ekonomik ilerlemesini durdurmak ya da en azından yavaşlatmak için Azerbaycan'ın taraf olduğu meselelerde karşı tarafı desteklemektedir. Karabağ savaşında İran'ın Ermenilere verdiği destek ve Ermenistan ile kurulan iyi ilişkiler bunun bir örneğidir.Hazar Denizi'nin hidrokarbon ürünlerinin çıkartılması ve dünya pazarlarına iletilmesi konusunda da İran ile Azerbaycan karşı karşıya gelmektedir. İran, Hazar Denizi'nin kıyıdaş ülkeler tarafından ya eşit paylaşılmasını ya da belirli münhasır alan dışında ortak kullanılmasını istemektedir. Azerbaycan ise Hazar'ın orta hat yöntemi ile ulusal sektörlere bölünmesi taraftarıdır. Diğer taraftan bölgeden çıkartılan petrol ve doğal gazın uluslararası piyasalara ulaştırılması konusunda da İran ve Azerbaycan muhalif düşüncededir. İran, bölgeden çıkan tüm kaynakların kendi toprakları üzerinden geçecek bir hatla Basra Körfezi'ne ulaştırılmasını öngörmektedir. Bu hat bazı avantajları da bulunmasına rağmen ABD ve Batılı devletler tarafından kabul edilmemektedir.Azerbaycan ise bölgeden elde edilecek petrol ve doğal gazın Türkiye üzerinden Akdeniz'e ulaştırılmasını istemektedir. Maliyeti dolayısı ile özellikle petrol şirketleri tarafından cazip görülmeyen bu hattı ABD de desteklemektedir.İran ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler sayılan bütün güçlüklere rağmen gelişmeye devam etmektedir. Bu ilişkilerin olumlu yönde gelişmesi her iki devletin de yararına olcaktır.ABSTRACTIRAN'S POLICIES TOWARDS AZERBAIJAN REPUBLIC AFTER THE COLLAPSE OF SOVIET UNIONThe relations between Iran Islamic Republic and Azerbaijan Republic entered a new phase after the collapse of Soviet Union and declaration of independence by Azerbaijan in 1991. In the beginning of the 19th century, Azerbaijan territory was divided into two separate parts; the north and the south, by the Russian invasion of the region. While the former remained under the sovereignty of first Russia then the Soviet Union, the latter was a part of Iran. The country that gained its independence from the Soviet Union is the one in the north. While the population of the Azeris in this independent country in the north is about 7 million, that of the Azeris in the south which is a state in Iran is three times bigger; between 20-25 million.Iran met the declaration of independence in the Northern Azerbaijan with both excitement and anxiety. It is possible that an independent, developed and westernized Azeri state in the north may be a center of attraction for the Azeris living in the Southern Azerbaijan. Consequently, this may strengthen the nationalistic movements among the Azeris in the south and eventually give damage to the unity of Iran. This newly founded country in the north, on the other hand, can also bring the chance for Iran to break its isolation from the international arena. Good relations developed with Azerbaijan Republic could make it possible for Iran to adapt in the world political system. On the other hand, the emergence of newly independent states in the region can also create economic opportunities. Iran has to compete with countries inside the region like Turkey and countries outside the region such as the USA to succeed in economic area.Since Azerbaijan Republic gained its independence, the relations between Iran and Azerbaijan have not been stable. The most important problem between Iran and Azerbaijan is the Southern Azerbaijan issue. The compexity of the problem reached its peak during the brief Elchibey administration in Azerbaijan. To stop or at least slow down the development of Azerbaijan, Iran supports the opponents of Azerbaijan in the issues in which Azerbaijan is involved. The good relations between Iran and Armenia and the support given to Armenia by Iran during the war in Karabagh are examples of Iran's this policy. Iran and Azerbaijan stand on the opposite sides in the issue about the exploitation and export of the hydrocarbon products of the region. Iran demands that the Caspian Sea should be either equally shared by the coasting countries or used together (condominium). Azerbaijan, on the other hand, claims that the Caspian Sea ought to be divided into national sectors according to medium line borders. Transportation of the oil and natural gas of the region to the world markets is another issue that causes a conflict between Iran and Azerbaijan. Iran urges that all the oil and natural gas of the region ought to be carried to the Persian Gulf via Iranian territory by pipe lines. Although this route has some advantages, it is not accepted by the USA and western countries.Azerbaijan wants to carry the oil and natural gas to the Mediterranean Sea through pipelines from Baku to Ceyhan. Even tough this route is not considered economical by the oil companies, the USA has been supporting it since it was proposed. In spite of all above mentioned issues and problems between Iran and Azerbaijan, the mutual relations have been developing. It is for the benefit of both Iran and Azerbaijan that the good relations be built and maintained.