Neoliberal Kurumsalcılık, uluslararası ilişkiler teorisinde İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra liberal-idealist politik paradigma fikirlerini geliştiren bir okuldur, uluslararası siyasi kurumların, devletlerin uluslararası ilişkilerde başarılı bir şekilde işbirliği yapmalarına izin verebileceğini savunmaktadır. Neoliberal Kurumsalcılık yaklaşımı özellikle Batı Avrupa ülkeleri arasında gerçekleşen işbirliğini ve bütünleşme sürecini açıklayıcı bir niteliğe sahiptir. Fakat bölgesel kurumsallaşma dinamiklerinin zayıf olduğu bir bölge olan Orta Asya'nın istikrarsız bölgelere yakınlığı ve bölge içinde süregiden çatışmalar hem Orta Asya devletleri için hem de bölgeye komşu devletler için bir tehdit oluşturmaktadır. Bu bakımdan, tezin temel amacı, Neoliberal Kurumsalcılık yaklaşımını kullanarak iki farklı örgütün ŞİÖ ve BRICS'in örneklerinde önemini açıklamaya çalışmaktır. ; Neoliberal institutionalism is a school in international relations theory that develops liberal-idealist political paradigm ideas after the Second World War, arguing that international political institutions can allow states to cooperate successfully in international relations. The approach of Neoliberal institutionalism is particularly descriptive of the cooperation and integration process between Western European countries. However, as a region where regional institutionalization dynamics are weak, the proximity of Central Asia to unstable regions and ongoing conflicts within the region pose a threat to both Central Asian states and neighboring states. In this respect, the main purpose of thesis is to explain the importance of two different organizations in the examples of SCO and BRICS by using Neoliberal Institutionalism approach.
Bu çalışma modern siyasal hayatta bir söylem pratiği olarak komplo teorilerinin, yönetme sanatı içindeki tarihsel rolünü incelemektedir. Bu kapsamda komplo teorilerinin bilgi-iktidar ilişkisi bağlamında siyasalı algılamaya dönük bir akıl yürütme ve söylem pratiği olarak kavranabileceğinden söz edilmektedir. Söz konusu kavrayış, komplo teorilerinin sahip olduğu formun neoliberal bağlamda tartışılabileceğini öne sürmektedir. 11 Eylül 2001 sonrasında tüm dünyayı saran küresel güvenlik kompleksiyle birlikte yönetim anlayışı da güvenlik endeksinde güncellenmiştir. Ulus-devlet olarak tanımlanan yapının kurgusu ve işlevleri, yaşadığımız çağın neoliberal koşullarına göre güncellenmektedir. Bugün Türkiye'de toplumsal olan, çağımızın güvenlik-kimlik-sadakat kompleksine uygun biçimde ve coğrafyanın getirdiği ekonomik, siyasal, sosyo-kültürel dinamikler ölçüsünde söz konusu dönüşümü geçirmektedir. Bu araştırma, tüm bu dönüşüm eksenini gözeterek yaşanan kriz anlarında ya da uzun vadeli dönüşüm süreçlerinin sürdürülmesinde komplo teorilerinin bir iktidar stratejisi olarak kullanımını gündeme getirmektedir. Bu kapsamda söz konusu gündem, çağın ekonomi-politik koşullarıyla dönüşen medyasermaye-iktidar ilişkisi ve Michel Foucault'nun yönetimsellik kavramı odağında tartışılmaktadır. Teorik tartışmadan hareketle, bilgi ve iktidar ilişkisi bağlamında komplo teorilerinin yönetimselliğin bir aracı olarak kullanıldığı önerilmektedir. Çalışmanın analiz kısmında; komplo teorisi söylem düzeninin kriz ve toplumsalın yeniden kurgulanması anlarında/süreçlerinde sistematik biçimde kullanıldığı, Türkiye'de 2013-2017 yılları aralığında oluşturulan vakıa seti (Gezi Parkı Protestoları, 17-25 Aralık Operasyonları, MİT Tırları Operasyonları, 15 Temmuz Darbe Girişimi, Adalet Yürüyüşü) çerçevesinde kanaat teknisyeni köşe yazarlarının gazete köşe yazıları üzerinden eleştirel söylem analizi (ESA) yöntemiyle araştırılmıştır. ; This study examines the historical role of conspiracy theories as a discourse practice in modern political life, in the art of government. In this context, it is mentioned that conspiracy theories can be understood as the practice of reasoning and discourse towards political perception in the context of knowledge-power relation. This conception suggests that the form that conspiracy theories possess can be discussed in the neoliberal context. Following the global security complex surrounding the whole world on 9/11 atacks, governmentality has also been updated in the security index. The constructions and functions of the structure defined as the nation-state are updated according to the neoliberal conditions of the age we live. Today the society in Turkey has transformed afformentioned transformation both according to security-identity-loyalty complex of our era and under the geography which has got economic, political, socio-cultural dynamics. This research, based on all these transformation processes, brings to light the use of conspiracy theories as a strategy of power in the moments of crisis or in the continuation of long-term transformation processes. In this context, the agenda is discussed in the context of the media-capital-power relationship, which is transformed by the economicpolitical conditions of the era and Michel Foucault's concept of governmentality. By the theoretical discussion, it is proposed that conspiracy theories are used as a tool of governmentality in the context of knowledge-power relations. In the analysis part of the study; the claimed that conspiracy theory rhetoric was systematically used in the crisis and social reconstructing of moments/process, has been investigated through the newspaper columns of technician of opinion columnist about the fact samples which were created in the range of 2013-2017 years in Turkey (The Gezi Park Protests, The Corruption Scandal December 17-25, The Scandal of the NIO Rigs, The Coup Attempt July 15, The Walking for Justice) by the method of CDA.
1980'li yıllar neoliberalizm açısından Türkiye'de dönüm noktası olmuştur. 1970'lerde yaşanan dünya ekonomik bunalımının akabinde refah devleti anlayışı terk edilerek yeni sağ ideoloji uygulanmaya başlanmıştır. 1980'lerde ortaya çıkan yeni sağ politikaların uygulayıcıları; ABD'de Ronald Reagan, İngiltere'de Margaret Thatcher, Türkiye'de ise Turgut Özal olmuştur. ABD'de Reaganizm, İngiltere'de Thatcherizm, Türkiye'de ise Özalizm olarak adlandırılan yeni sağ politikalar çerçevesinde birtakım gelişmeler yaşanmıştır. 1980'lerde, Türkiye'de, devletçilik politikalarının rafa kaldırılıp neoliberal politikaların uygulandığı bir dönem yaşanmıştır. Türkiye'de yaşanan toplumsal sorunlar ve siyasal istikrarsızlıklar ekonomik sıkıntılarla birleşince, 1980 sonrasında neoliberal bir dönüşüm başlamıştır. Süleyman Demirel hükümetinin Türkiye ekonomisini iyileştirmeye ve geliştirmeye dönük hazırladığı "24 Ocak 1980 ekonomik istikrar programı" ile Turgut Özal, bu neoliberal dönüşümü Türkiye'de başlatan kişi olmuştur. Türkiye'de yeni sağ ideoloji, "24 Ocak Kararları" ile uygulama alanı bulabilmiştir. Bu kararlarla Türkiye'de yapısal dönüşüm sürecine girilmiştir. Neoliberal ekonomi programının uygulanmasıyla liberal ekonomi dönemi başlamış, Türkiye ekonomisi dış rekabete açık bir hale getirilmiş, özelleştirme uygulamaları yapılarak devletin küçültülmesi sağlanmıştır. Ancak bu gelişmeler ilk başta olumlu olsa da ilerleyen dönemlerde olumsuz sonuçlar yaratmıştır. Ayrıca bu dönemde ihracatta artış yaşanırken, piyasa ekonomisine yönelik gereken altyapı hazırlanamamıştır. ; 1980 has been a turning point in Turkey in terms of neoliberalism. Following the crisis of the world in the 1970s, the welfare state concept was abandoned and the new right ideology began to be applied. The practitioners of the new right politics that emerged in the 1980s; the United States Ronald Reagan, Margaret Thatcher in Britain, has been the case of Turkey, Turgut Ozal. US Reaganism, Thatcherism in Britain, a number of new developments under the right policies in Turkey have called Ozalizm. In the 1980s, in Turkey, there was a period where implementation of the rack lifted statist policies of neoliberal policies. Social problems and political instability coupled with economic difficulties experienced in Turkey, began in 1980 after a neoliberal transformation. Süleyman Demirel government prepared to reform and improve Turkey's economy "January 24, 1980 economic stabilization program" by Turgut Ozal, it was the first political leader of the neoliberal transformation started in Turkey. New right-wing ideology in Turkey, "24 January Decisions" was able to find applications. This decision was entered into the process of structural transformation in Turkey. Neoliberal economic era has begun for the implementation of liberal economic program, Turkey has become an open economy to foreign competition, downsizing of the state has been achieved by making privatization process. However, these developments were positive at first, but they had negative consequences in the following periods. Moreover, while there was a positive increase in exports during this period, the infrastructure needed for free market economy was not prepared.
Kalkınma projeleri ile birlikte neoliberal küreselleşme, dünyayı Batı ideallerine göre yıllardır şekillendiren modernite kurumlarındandır. Özellikle "Üçüncü Dünya'da" bu şekillendirmenin yapılması birçok topluma yoksulluk, sefalet ve şiddet getirmiştir. Bu şiddet ve yoksulluğun mağdurları olan ve kapitalizmin kaderleri olmadığının farkında olan taban hareketleri alternatifler yaratabilmenin çabası içindedirler. Otonomi ise bu çabanın gerçekleştirilebilmesinin yoludur. Fakat ne var ki otonomi kavramı birçok özerklik hareketine de temel olacak şekilde uzun süredir liberal düşünce okulunun tahakkümü altındadır. Otonomi kavramına farazi durumlar üzerinden daha büyük bir amaca ulaşmanın aracı olarak yaklaşan liberal otonomi yaklaşımı neoliberal küreselleşme sürecinde sığ kalmaktadır. Çalışmada incelenen Zapatista Hareketi örneğinde de görüldüğü gibi, tabandan gelen toplumsal hareketlerin otonom olmayı arzuladıkları modernite kurumlarını liberal otonomi yaklaşımları doğal ve alternatifi olmayan gerçeklikler olarak üstü açık ya da kapalı kabul etmektedirler. Böyle bir yaklaşım ise Castoriadis'in heteronomi olarak adlandırdığı otonomiye zıt bir durumu ortaya çıkartmaktadır. Liberal otonomi yaklaşımlarının bizzat toplumların otonom olmayı arzuladıkları gerçeklikleri alternatifsiz kabul etmesi yeni bir otonomi yaklaşımının inşasını gerekli ve mümkün kılmaktadır. Neoliberal küreselleşme ve kalkınma projesi gibi toplulukların otonom olabilmelerini engelleyen modernite kurumlarını tamamen reddeden Post-Kalkınma Teorisi ise çok boyutlu otonominin inşası için kuramsal bir çerçeve sunmaktadır. Liberal otonomi yaklaşımları aksine Post-Kalkınma Teorisi, Zapatista Hareketi'nde de görüldüğü gibi siyasi, ekonomik ve kültürel mecralarda çok boyutlu bir otonomi yaklaşımına sahiptir. Otonomi kavramını, ulus devletin merkezi tarafından tanınan siyasi ve kültürel ayrıcalıklar olarak kabul etmek yerine, bu çalışma sömürgecilikten kalkınma projelerine modernite kurumlarının hepsinin mağduru olan toplulukların oluşturduğu Zapatista Hareketi'nde de görüldüğü gibi çok boyutlu bir otonomi yaklaşımının kuramlaştırılmasını hedeflemektedir. ; Along with development projects, neoliberal globalization has been one of the modernity institutions which transforms rest of the World in line with Western ideals. Such transformation has brought poverty, misery and violence to communities and especially to those in the so-called "Third World". Those communities have come to realize that the system that bears such misery and violence is not their fate and is not without an alternative and the ways of creating such alternatives are emanating from the grassroots. The concept of autonomy is the path to such attempts of creating alternatives. However, autonomy has long been studied in and associated with liberal school of thought. But, the liberal approaches to autonomy which tend to see autonomy as a tool for achieving a greater goal and conceptualizes it through vague and abstract situtations, are nothing but shallow in these times of neoliberal globalization. Because, as it can be observed in the case of Zapatista Movement, the grassroots initiatives aim to be autonomous from the institutions of modernity and the liberal approaches view these institutions like free-market economy or nation-state as natural realities and without their alternatives. Such an approach is not only compatible with the very notion of autonomy but is what Castoriadis called heteronomy; the opposite of autonomy. In this light, the Post-Development Theory provides theoretical framework for an alternative and multi-layered conceptualization of autonomy. As it can be seen in the case of Zapatista Movement, the project of autonomy can be realized through political, cultural and economic levels. It is the aim of this study to theorize such an alternative and multi-layered approach to autonomy.
Bu tez çalışmasında küresel sivil toplum kavramı ve olanakları sorunsallaştırılıp Antonio Gramsci'nin teorik çerçevesi bağlamında araştırılmıştır. Gramsci'ye göre sivil toplum kapitalist hakim sınıfın değerlerini ve pratiklerini toplumun diğer kesimleri tarafından rıza ile kabul edilmesini sağlayacak alandır. Sivil toplum hegemonyanın üretildiği ve onay verildiği alan olduğu gibi diyalektik olarak içerisinde karşı hegemonik olasılıkları barındırır. Var olan hegemonyanın neden olduğu her sorun ya da kriz karşı hegemonyanın doğmasını sağlar. Kapitalizmin küresel dünya düzeni haline gelmesinin politik yaklaşımı olan neoliberalizm ile sivil toplum da küreselleşmiştir. Küresel sivil toplum bir söylem ya da ortaya atılmış bir kavram olmayıp sosyal hareketler ve hükümet dışı örgütlerin çoğalması ile somutlaşan, gözlenebilen bir olgudur. Küresel sivil toplumun hegemonik neoliberal küresel düzenin rıza üretimini sağlayan ve diyalektik süreçte neoliberalizmin neden olduğu sorunlara karşı çeşitli hareketler ve örgütlenmelerle görünür olan karşı hegemonya olanaklarının ortaya çıktığı alan olduğu varsayılmıştır. Bu bağlamda küresel sivil toplumun olanakları olarak kavramsallaştırılan hegemonya ve karşı hegemonya oluşumunu ve nasıl gerçekleştiğini anlamak için Uluslararası Af Örgütü araştırılmıştır. Yapılan veri ve söylem analizi sonucunda Uluslararası Af Örgütü küresel sivil toplumun bir örneği olarak değerlendirilmiştir. Hegemonik yapıda meşru bir örgüt olarak karşı hegemonik özellikler gösteren bir aktivizm yürüttüğü tespit edilmiştir. ; In this thesis, the global civil society concept and opportunities have been problematized and investigated in the context of Antonio Gramsci's theoretical framework. According to Gramsci, civil society is the area that provides the acceptance of the values and practices of the capitalist dominant class by the consent of the sections of society. Civil society is the area where hegemony is produced and approved as well as includes dialectical counter-hegemonic possibilities. Every problem or crisis caused by the existing hegemony provides the emergence of counter-hegemony. Neoliberalism, which is the political approach of capitalism to become a global world order, has been globalized in civil society. Global civil society is not a discourse or a concept, but an observable phenomenon embodied by social movements and the proliferation of non-governmental organizations. It has been assumed that global civil society is the emerged area which provides production of consent of the hegemonic neoliberal global order and the opportunity of counter-hegemony which is visible through various movements and organizations against the problems caused by neoliberalism in the dialectic process. In this context, Amnesty International has been researched to understand how hegemony and counter-hegemony are conceptualized as the opportunities of global civil society. As a result of data and discourse analysis, Amnesty International is considered as an example of global civil society. It has been determined that Amnesty International maintains an activism with counter-hegemonic characteristics as a legitimate organization in the hegemonic structure.
Pek çok ülkeyi kökten etkileyecek bir dönüşüm yaratan neoliberalizmin kuruluşunda, hükümetler devlet güç ve imkanlarından etkin bir biçimde yararlanmışlardır. Diğer deyişle neoliberalizm, gerekli toplumsal ve ekonomik ilişkilerin kuruluşunda devlete kimi yeni işlevler yüklemiştir. Devletin bu yeni işlevlerinin kamu yönetiminde de etkileri söz konusudr. Dönüşüm süreci, Türkiye'de neoliberal politikaların başlangıcı olarak ele alınabilecek olan 24 Ocak Kararları başlamıştır. Neoliberalleşme sürecinde Türkiye'de de hükümetler devlet güç ve imkânları etkin bir biçimde kullanmışlardır. Bu süreçte kamu yönetimi neoliberalizmin inşasına uygun hale getirilerek Başbakanlık odağında yeniden teşkilatlandırılmıştır. Çalışma, neoliberalleşme sürecini yönetmek üzere merkezileştirilmiş bir idari yapının oluşumunu analiz etme amacını gütmektedir. Bu analizde kamu yönetiminin temel bilgi kaynakları olarak mevzuattan, kamu yönetimi literatüründen ve Türk siyasal hayatına dair kaynaklardan yararlanılmıştır. Çalışmanın ilk bölümünde merkezileşme sürecini siyasal bir bağlamda ele alan yazın üzerinde durulacaktır. İkinci bölümde neoliberalizm, devletin neoliberalizmin inşasındaki rolü ve Türk kamu yönetimi arasındaki ilişki incelenecektir. Son bölümde ise Türkiye'de gerçekleşen başbakanlık odaklı merkezileşme sürecini mümkün kılan araçlara yoğunlaşılacaktır. Kanun hükmünde kararnameler, bütçe dışı fonlar, ekonomi yönetiminin merkezileşmesi ve bürokrat tipolojisinin dönüşümü başlıklarıyla merkezileşmenin araçları analiz edilecektir. ; The governments establishing the neo-liberal social regimes, which caused a radical change that influenced most of the countries, widely wielded from the state power. Neo-liberalism, in other words, imposed new functions on the states in order to construct required social and economic relations. The new functions of the state also influenced the public administration. A transformation process began with the decisions of the Cabinet published on 25th January 1980 which can also be considered as the starting point of the implementation of neoliberal policies in Turkey. During the neo-liberalization process, similar to many other examples, the governments actively used the state power. In this process, in order to establish the neoliberalism, the administrative apparatus was adjusted, re-organized and centralized in the organization of Prime Ministry. This study aims to analyze the shaping of the centralized administration to direct the neo-liberalization process in Turkey. In this respect, the study made use of the main sources in the field of public administration which are legislation and regulations, the administration literature, as well as the field of Turkish political history. The first part gives a brief of the literature that analyzing the centralization process within a political frame and contributes to defining the administrative and political centralization within this context. The second part deals with the relations between neoliberalism, the role of the state power in establishing the neoliberal relations, and public administration. The last part focuses on the main means of the centralization process that the Prime Ministry was in the focal point. It analyzes the centralization mechanisms, namely, legislative decrees, extra-budgetary funds, the centralization of the decision-making process for economic policies, and transformation of bureaucrat typologies, in the neo-liberalization process.
ÖZETKALKINMA SÜRECİNDE TÜRKİYE'DE ULAŞIM: 1980'DEN GÜNÜMÜZE "DEMİRYOLU DENEYİMİ"Bu çalışmada, kavramsal bir düzeneğe taşınan demiryolu olgusu üzerinden Türkiye'nin yakın dönemdeki kalkınma ve birikim süreci analiz edilmiştir. Bu analizin temel amacı 1980 sonrası dönemde uygulanmaya başlanan neo-liberal politikalar ekseninde Türkiye demiryollarının yeniden yapılanmasını incelemek olmuştur. Sözü geçen dönemde, Türkiye'nin dünya piyasasına daha hızlı ve iç bağlantıları daha derin bir entegrasyon sürecine girmesi "hız"ı önemli kılmıştır. Çalışmada "hız"ın, bu yeniden yapılanmayla ilişkisi kurulmaya çalışılmıştır. Ayrıca tarihsel bir gerçeklik olarak ele alınan demiryolu olgusunun, kapitalist sanayileşmenin ilk olarak açığı çıktığı toplumlarla, henüz bu dönüşümü yaşamayan toplumlar arasındaki ilişkileri analize konu edilmiştir. Osmanlı toplumunun dönüşümünden/çözülmesinden başlanarak, yeni ulus-devletin inşası ve devamında kapitalist sanayileşmenin Türkiye'deki gelişiminin farklı evrelerine değinilmiştir. Türkiye'de demiryollarının yeniden önem kazandığı neo-liberal dönemde, daha önce kamusal bir hizmet olarak sunulan demiryolları, sermaye için yeni değerlenme alanı haline gelmiştir. Neo-liberal dönemde devlet-sermaye arasında açığa çıkan yeni ilişki türlerinin analizi önemlidir. Bu bağlamda, demiryolları hem teknik bir unsur olarak hem de sermaye birikimi ile olan ilişkisi bakımından incelemeye alınmıştır. Çalışma neticesinde daha önce kamusal bir hizmet olarak sunulan demiryollarının, devletin değişen ve dönüşen yapısı ve sermayenin yeni talepleri doğrultusunda nasıl kamusal bir hizmet olmaktan çıkıp piyasalaştığı gösterilmeye çalışılmıştır.Anahtar Kelimeler: Demiryolu, Kalkınma, Sermaye birikimi, Neo-liberalizm.ABSTRACTTRANSPORTATION IN TURKEY IN DEVELOPMENT PROCESS: RAILWAY EXPERIENCE FROM 1980 TO PRESENTIn this study, Turkey's development and accumulation process in the near future were analysed via railway phenomenon. The main purpose of the analysis was to examine the restructuring of railways of Turkey on the axis of neo-liberal policies that is being implemented in the post 1980 period. In the period of neoliberalism, Turkey's economy is integrated to the World markets faster and internal connections deeper. This situation made "speed" concept important for Turkey. In this study, we have tried to establish a relationship of speed with this restructuring of railways. In addition, railway phenomenon as a historical reality was subjected to analysis the relationship between early capitalist industrialized countries and other countries that live this transformation later. On the other hand, the historical analysis of Turkey is starting from the transformation of the Ottoman society to the construction of the new nation-state, then touched upon the different stages of development of capitalist industrialization in Turkey. Railways of Turkey that are gained renewed importance in the neo-liberal era, were previously presented as a public service, but now they have become a new field of investment for private sector. Moreover, in neo-liberal period, analysis of new types of relationships between state-capital is important. In this context, railways were examined both technical factors and in relation with the accumulation of capital. As a result of this study, we tried to show that how Turkey's railways shift from predominantly a public service to a part of marketization in the line with changing and transforming of the structure of the state and new demand of capital.Key Words: Railway, Development, Capital Accumulation, Neoliberalism
Profesör Joseph Nye, modern devletlerin rekabetçi serbest piyasada daha alakalı olması için doğal ve benzersiz varlıklarını kullanarak uluslararası arenada ilgi çekici olmalarını ve ikna etmelerini nasıl kullanabileceğini açıklamak için 1990'da "yumuşak güç" terimini kullandı. Yumuşak Güç, yine de, yeni bir güç yüzü olan özünde, nispeten yeni ve soyut bir kavramdır. Bu yeni güç durumundan tam olarak yararlanmak için, Ülke Markalama disiplini geliştirilmiştir, Ülkelerin çekiciliğinin gücünü tam olarak toplamak ve dünyaya en basit ve açık yoldan sunmak. Ülkelerin bu yeni disipline yaklaşma şekli ülkeden ülkeye değişmektedir. Bu nedenle, bu tez iki ülkenin bir örneğini aldı - Kolombiya ve Türkiye- Her iki ülkenin stratejilerinin zaman içindeki gelişimini analiz etmek ve alınan farklı yaklaşımları açıkça görmek için çok farklı geçmişlere, kültürlere ve tarihsel sorunlara sahip ülkeler. Bunu yapmak için, bu araştırma projesi, Ülke Markalaşmasını disiplinlerarası bir çalışma alanı olarak anlamak için Kamu Diplomasi teorisi, kamu yönetimi ve Uluslararası ilişkiler teorilerini temel almıştır, ve eğer ülke markalaması iyi uygulanırsa, yeni bir propaganda yüzü olmadığını gösterin. ; The professor Joseph Nye coined the term "soft power" in 1990 to explain how modern states can use their attractiveness and persuasion to become relevant on the international arena using their natural and unique assets to highlight on the competitive free market. Soft Power is a relatively new and abstract concept, nonetheless, on its core its new face of power. To fully take advantage of this new face of power the discipline of Country Branding has been developed, to fully harvest the power of attraction of the countries and presented to the world the most simple and clear way. The way countries approach to this new discipline vary from country to country. This thesis has taken a sample of two countries – Colombia and Turkey- Countries with very different background, cultures, and historical problems, in order to analyze the development of both countries strategies over time and clearly see the different approaches that have been taken. To do so, this research project has taken foot on Public Diplomacy theory, public administration, and International relations theories in order to understand Country Branding as an interdisciplinary field of studies, and show that if its well implemented is not a new face of propaganda.
İnsanlığın refahı için iktisadi karar alma süreçlerinde piyasanın belirleyici olması gerektiğini savunan ve 1980'li yıllarda hızla yayılan neoliberal iktisat politikaları, tüm ülkeler gibi Türkiye'yi de derinden etkilemiştir. Türkiye'de liberal politikalara yeniden dönüşün başlangıç tarihi olan 24 Ocak 1980'de alınan kararlar ile birlikte serbest piyasa ekonomisi benimsenmiş ve dış ticaret rejimi liberalleştirilmiştir. Türkiye'nin dış ticaret hacmi, 1980 sonrası dönemde, tüm dünya ile paralel olarak büyük bir artış göstermiş ve dış ekonomik ilişkiler yoğunlaşmıştır. 1980 yılından sonra Türkiye'de uygulanan neoliberal politikaların dış ekonomik ilişkilere etkisinin incelendiği bu çalışmada, serbest piyasa ekonomisine geçildikten sonra benimsenen dış ticaret politikası ele alınmış, Türkiye'nin dış ekonomik ilişkileri bu çerçevede irdelenmiştir. ; Neo-liberal economy politics defending that the market must be deterministic in economical decision-making process and expanding speedily through the world has affected Turkey deeply too like other countries. Decisions which was taken on 24th January 1980 has been date of turning back to liberal politics in Turkey and market economy has been adopted and foreign trade regime has been liberalized.Foreign trade volume of Turkey in period after 1980 has been increased in parallel with all world and foreign trade relations has been intensified. In this study, effects of neo-liberal policies which has been implemented after 1980 on foreign trade relations has been dealt with and foreign trade relations of Turkey has been examined in this framework.
Avrupa'nın güneydoğusunda, doğu ile batı arasındaki doğal ulaştırma koridorunun tam üzerinde yer alan Balkanlar Bölgesi, sahip olduğu stratejik konum ekseninde ortaya çıkan sistemsel paylaşım mücadelesinin yanı sıra, bünyesinde barındırdığı farklı etno-kültürel ve dinsel grupların birbirleriyle girdiği mücadele ekseninde de çatışma gerçekliğini özümsemiştir. Bu nedenle günümüzde Balkanlar Bölgesi'nde ortaya çıkan en ufak bir çıkar çatışması dahi derhal güvenlikleştirilmekte ve uluslararası sistemi etkileyen büyük bir sorun haline gelmektedir. Soğuk Savaş sonrası Avro-Atlantik İttifakı'nın sistemik kontrolü altına girmiş olan Balkanlar Bölgesi, AB ve NATO'nun doğuya doğru genişleme stratejisinde önemli bir terminal noktası haline geldiği için, her iki aktör de bölgedeki çatışma gerçekliğini geri plana iterek bölgesel işbirliğini Batılı siyasal ve ekonomik değerler üzerinden yapılandırmaya çalışmaktadır. Ancak tarihsel sorunlar ve geniş çaplı bir bölgesel çatışma ortamı yaratan rakip ulusal kimlikler, Rusya'nın Avro- Atlantik İttifakı'nın benimsediği sistemsel değerlere yönelttiği muhalefet ile birleşince Balkanlar Bölgesi'nde çatışma faktörü işbirliğine üstün gelmektedir. Bu çalışmada geleneksel kuramların günümüze uyarlanmış birer devamı olan neorealizm ve neoliberalizm ile sosyal inşacılık bağlamında Balkanlar'ın konjonktürel görünümü ve muhtemel geleceği irdelenmeye çalışılacaktır. ; Balkan Region, which is positioned on the transportation corridor that goes from east to west, has internalized the reality of conflict by the effect of a system based power struggle that comes from its strategic location and the combatting nature of the varied ethno-cultural and religious groups. Therefore a slightest conflict which emerges in the region of Balkans immediately becomes a problem of security that articulated into the international system. Balkan Region which drifted within the international system based tide of the Euro-Atlantic Alliance becomes an important station at the strategy of eastern enlargement of EU and NATO. Because of this, both of these systemic actors are trying to push the reality of conflict into background and also striving to structure the regional collaboration by using their own (Western) values. Nevertheless, when historical problems and the rivalry based national identities which create conflicts unite with the Russian opposition that gravitate towards the systemic values of the Euro-Atlantic Alliance, conflict prevails at the Balkans. This study will examine the cyclical scene and the probable future of the Balkans within the context of neorealism, neoliberalism and social constructivism.
Hâlihazırda AB'nin siyasi sisteminin önde gelen bir öğesi olan "farklılaştırılmış entegrasyon" kavramına yönelik analizler ve tartışmalar, özellikle geçtiğimiz on sene içerisinde AB'nin hala içinde bulunduğu çok katmanlı kriz dönemi ışığında artmıştır. İlgili çalışmaların çoğu, AB içerisinde vuku bulan farklılaştırılmış entegrasyon ile ilgilenirken, bu kavramın "dış boyutu" olarak nitelendirilen ve üçüncü ülkelerin AB'nin karar alma süreçlerine dahil olmadan AB müktesebatının farklı bölümleri ile farklı derecelerde uyum yakalamaları aracılığıyla meydana gelen "harici farklılaştırılmış entegrasyon" konusunda gerçekleştirilmiş çalışmalar son derece sınırlıdır. Bu çalışma, AB ve üçüncü ülkeler arasında harici farklılaştırılmış entegrasyon modellerinin geliştirilmesini neoliberal kuramın temel varsayımları temelinde açıklamayı ve bu kuramsal çerçevede AB ve üçüncü ülkeler arasında hâlihazırda gerçekleştirilen üç harici farklılaştırılmış entegrasyon modelini (Avrupa Ekonomik Alanı, Avrupa Komşuluk Politikası ve Stratejik Ortaklık) incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma, aynı zamanda, neoliberalizmin odaklandığı "karşılıklı bağımlılık" kavramı ışığında Türkiye-AB ilişkilerinde ve AB katılım müzakereleri sürecinde son dönemde yaşanan gelişmeleri analiz etmektedir ve yakın geçmişte iki taraf arasında hayata geçirilen ikili diyalog mekanizmalarını dikkate alarak Türkiye ile AB arasında üyelik çerçevesinin dışında bir harici farklılaştırılmış entegrasyon modeli oluşturulması ihtimaline değinmektedir. ; Studies and debates on the concept of "differentiated integration," which has been a key feature of the political system of the EU for many decades, have come into prominence in the last decade in view of the multiple crises the EU has been facing. Whereas most of these studies dealt with internal differentiated integration within the EU, only a few studies focused on the "external" dimension of differentiated integration, which could be described as third countries' differentiated levels of alignment with various parts of the EU's acquis communautaire without participating in the EU's central decision-making bodies. This study seeks to examine the development of different models of external differentiated integration between the EU and third countries based on the key premises and assumptions of neoliberalism and by focusing on the following three already established modes of external differentiated integration between the EU and third countries: European Economic Area, European neighborhood Policy, and Strategic Partnership. It further evaluates the latest developments in EU–Turkey relations and Turkey's EU accession process in light of neoliberalism's concept of "interdependence" and touches upon the possibility of the formation of a model of external differentiated integration between Turkey and the EU, outside the framework of the accession process by taking into account the recently established bilateral dialog mechanisms.
ÖzetBu tez, Türkiye'de 1980 sonrası bir zihniyet ve tasavvur düzeyinde şekillenmeye başlayan piyasa olgusu etrafında, liberalizm-neoliberalizm-İslamcılık-muhafazakarlık-yeni muhafazakarlık ideolojik çerçevelerinin girmiş olduğu etkileşimi zihniyet düzleminde okumak üzerine tasarlanmıştır. Tez dâhilinde, ilk iki bölümün teorik-kuramsal-tarihsel çerçevede piyasa aklı ile, onun merkezinde etkileşime girdiği ideolojik çerçevelerin hem bu olguyla hem de kendi aralarındaki ilişkiselliğinin irdelendiği; üçüncü bölümünde ise hem kuramsal hem de saha çalışmasını bu zemin üzerinden okuyan bir metodolojik yaklaşımın hâkim olduğu belirtilebilir. Türkiye'de İslamcı siyaset ile muhafazakâr siyaset arasındaki yapısal ilişkinin mahiyeti, bu ilişkinin piyasa ile etkileşimi ve 1980 sonrası yeni muhafazakârlıkla neoliberalizmin bütünleşip yeni sağ doktrinini inşa ettiği küresel siyasa'da Türkiye ölçeğinin bu sürece ne şekilde girip nasıl çıktığı, bu bölümün ilk iki alt bölümünün ana tartışma konularındandır. Bu teorik ve tarihsel zemin üzerinden ise, Türkiye'de muhafazakâr akıl çevrimiyle bir biçimde ilişkili olduğu varsayılan, ülkede önde gelen siyasal-iktisadi aktörlerle birebir niteliksel mülakatlar gerçekleştirmek suretiyle, Türkiye'de gerek siyasal, gerekse iktisadi aklın özellikle 1980 sonrasında nasıl bir zihni ve fikri ufuk tecrübesi içinden geçtiği, birebir ve önemli pratikler üzerinden analiz edilmeye çalışılmıştır.AbstractThis dissertation has been designed to read the interactional processes among the ideological frames; liberalism-neoliberalism-Islamism-conservatism-neo conservatism at the base of mentality question shaped around the market fact, dominated the post-1980 political and economic juncture in Turkey. In the context, the first two chapters are seeking to interrogate the relation and interaction between market mind and the ideological positions within the theoretical-historical frame. The third chapter has a methodology containing both theoretical facet and the field study to read and analyse the main questions on the theoretical base built within the first two chapters. The structural relation between Islamist and conservative political perspectives, the interaction of this relation with the market mind, and the effect of the New Right political sphere dominated throughout the global political-economic juncture by 1980s, to the Turkish political-economic sphere, are the main and core issues of the first two sections of the third chapter. By this theoretical and historical base, numerous face-to face qualitative interviews has been conducted with the main and effective political-economic-sociological actors which are seemed in a way to be related with the conservative sphere in Turkey, to understand and review the nature of experince faced by this political-economic mind by the post-1980s period.
Makale son yıllarda radikal sağın Avrupa'daki hızlı yükselişini neo-liberalizmin hüküm sürdüğü aşamadaki tarihsel kapitalist sistemin büyük bir krize girdiği çağımızda bunun yansıması olarak gittikçe derinleşen Avrupa entegrasyonuna bir karşı cevap, ulusu ve ulus-devleti geri sahiplenme girişimi ve sistemi zorlama hareketi bağlamında anlamak ve açıklamak amacını taşımaktadır. Kapitalist sistem 16. yüzyıldan beri tüm yerküreye adım adım yayılırken milletlerin birer sosyal kategori olarak üretilmesinde, 19. yüzyıl ürünü olan milliyetçilik ise kapitalizmin işleyebilmesine en elverişli olacak egemen ulus-devletlerden oluşan bir dünya modeli yaratılmasında aktif rol oynamıştır. Fakat gelinen neo-liberalizm safhası bu karşılıklı çıkar ilişkisini milliyetçilik aleyhine bozmuştur. Kapitalist sistem artık ulus-devletlerin yerine ulusaşırı şirketlerin ve ulusüstü bölgesel birliklerin öne çıktığı, ulus-devletlerin egemenliklerinin olabildiğince yontularak sermayenin önündeki tüm kısıtlamaların kaldırılacağı küresel bir dünya istemekte; bu ise milliyetçiliği sistemin yeni haline karşı bir ideoloji olarak yeniden kurmaktadır. Özellikle kriz dönemlerinde milliyetçilik sermayenin kontrolünden çıkmakta ve hatta ona karşı bir tehdit haline gelmektedir. Bu nedenle modern ulus-devlete alternatif niteliğe bürünen Avrupa entegrasyonu projesi özellikle 2008 krizi sonrası etnik temelli ultra-milliyetçilik, ırkçılık, devletçilik, yabancı düşmanlığı vb. eğilimler taşıyan radikal sağı körüklemektedir. Bu bağlamda çalışma üç bölümden oluşmaktadır; öncelikli olarak tarihsel kapitalist sistem ve milliyetçiliğin ilişkisinin değişimi yaşanılan yapısal dönüşümlerin etkisiyle beraber aktarılacak, ikinci bölümde Avrupa entegrasyonunun temel hatları anlatılarak neden ulus-devlete tehdit olarak yansıtıldığı açıklanacak, son olarak radikal sağın tanımı, genel ideolojik özellikleri ve politik duruşu detaylıca ele alınarak yükseliş trendi Finlandiya örneği özelinde incelenecektir. ; The article evaluates the rising radical right phenomenon in Europe recently as a quest to protect the nation and the nation-state from and a response to the deepening European integration and the economic crisis deprived from the neoliberalism phase of the historical capitalist system. Capitalist system expanding to the world step by step since the 16th century has had a role in the evolution of nations as new social 292 Uca S (2017). Avrupa'da Radikal Sağın Yükselişi ve Finlandiya Örneği. Mülkiye Dergisi, 41(1), 291-317. categories while the 19th century born nationalism has also helped to construct a world model composed of sovereign nation-states which was fundamental for the system's continuity and workability. However, this collaboration has reached a dead point when the neo-liberalism has gained a hegemonic position in the last 30 years in which transnational corporations and supra-national regional organisations are favoured rather than the nation-states whose sovereignties are eroded to open free space for the capital in today's global world. As a result, today nationalism is being recreated as an anti-system ideology in order to survive, going out of the control of the bourgeoisie and even becoming a threat to it especially in crisis times. Therefore, the European integration project which poses an alternative to the modern nation-state is fuelling the radical right movement showing ethnic-based nationalist, racist, statist, xenophobic etc. tendencies. In this regard, the article consists of three parts. Firstly, the change of the relation between the capitalism and nationalism in parallel with the effects of the structural transformations in the system will be explained. Secondly, the outline of the European integration and why it is assumed as a threat to the nationstate will be indicated. Finally, the definition of the radical right, its main ideological features and political stance will be evaluated focusing on the Finland case specifically
Anahtar Kelimeler : Muhafazakârlık, Neoliberalizm Yeni Muhafazakârlık, Adalet ve Kalkınma PartisiÖZETFransız İhtilali sonrasında siyasal düşünceler tarihinde yer edinmeye başlayan muhafazakârlık, Aydınlanma ve Fransız Devrimi'nin ortaya çıkardığı rasyonel düşünce biçimi eksenindeki köklü değişim hamlelerine karşıt bir tutum almıştır. Edmund Burke'ün Fransız Devrimi'ne getirdiği eleştiriler, muhafazakâr düşünce geleneği açısından en temel referans noktasını oluşturmuştur. Üzerinde kesin bir görüş birliği sağlanamayan muhafazakârlık kavramı, süreç içerisinde Anglo- Amerikan muhafazakârlığı ve Kıta Avrupası muhafazakârlığı olma üzere iki ana koldan ilerlemiştir.Dergâh Dergisi etrafında başlangıç evresini yasayan Türk muhafazakârlığı, önceleri Bergson felsefesinin etkisi altında kalmıştır. Türk muhafazakârlığı, cumhuriyet inkılâpları ile gelen aşırılığı eleştirirken, rejimle çatışmamış, gelenek, tarih, din gibi alanlarda kendi hassasiyetini kültürel muhafazakârlık zemininde savunmuştur. Çok partili yasama geçişle birlikte, siyasal muhafazakârlığın etkileri de ortaya çıkmıştır.Sosyo-ekonomik açıdan ilerlerken geleneğin, ahlaki ve manevi değerlerin korunması gerektiği düşüncesi, Türk muhafazakârlığının en önemli özelliklerindendir. Türkiye'de muhafazakârlığın toplumsal tabanı 1980 sonrasının iç politik ortamı ve dış etkiler ışığında genişlemiştir.Türkiye'de siyasal muhafazakârlığın gerçek adresi merkez sağ partilerdir ancak muhafazakârlık merkez sağ partilerde açık ideolojik tutum haline getirilmemiştir. Anavatan Partisi, farklı ideolojik eğilimleri tek potada eritmeye çalışırken, bu eğilimleri genellikle muhafazakârlık ortak paydasında birleştirmiştir. Doğru Yol Partisi, Demokrat Parti-Adalet Partisi geleneğinin muhafazakâr hassasiyetini korumuş ancak muhafazakâr damar Anavatan Partisi kadar belirgin olmamıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi ise, muhafazakârlık kavramını ilk defa sistematik olarak parti kimliği haline getirmeye çalışması sebebiyle muhafazakârlık açısından bir adım ileriye gitmiştir; fakat ideolojik kimliğini parti dışı çevrelere kabul ettirme açısından yapısal sorunlarından tam olarak kurtulamamıştır. Keywords : Conservatism, Neoliberalism, New Conservatism, Justice and Development PartyABSTRACTConservatism that has started to take place in history of political ideas after French Revolution, opposed radical change movements of axis of enlightenment period and French Revolution. Edmund Burke's criticisms on French Revolution, has formed the basic reference point in terms of tradition of conservatist idea. Concept of conservatism that don't bring definite agreement about, within the process has been advanced in two way named by American conservatism and Continental European concervatism.Turkish conservatism that has lived establishment period around periodical of Dergâh, has taken under the effect of Bergson Philosophy at the beginning. Turkish conservatism as criticizing excessiveness created by revolutions of Republic has not clashed with new regime and it defended its own sensitivity within the scope of cultural conservatism that contained subjects such as tradition, literature, history and religion. Along with passing the multi party system, effects of political conservatism has also appeared.One of the most important characteristic of the Turkish conservatism is the idea of the protection of traditional, moral and spiritual values along with improvements on socio-economic fields. In Turkey, social base of conservatism has enlarged in the light of ahead of 1980's internal political situation and external effects.Real addres of political conservatism in Turkey is central rightist parties but conservatism has not been clear ideological approach in central righist parties. Motherland Party, has strived to melt different ideological approaches in one crucible and generally joined together that approaches at a common point of conservatism. True Path Party, has protected the conservatist sensitivity of Democrat Party-Juctice Party tradition but conservatist tendency has not been clear as in Motherland Party. As for Justice and Development Party, it has taken one step ahead in terms of conservatism because of the reason that for the first time it has tried systematically to form concept of conservatism as a party identity but it has not gotten rid of structural problems in terms of acceptance of ideological identity to out of party circles.
YÖK Tez No: 559819 ; Uluslararası ilişkilerde süreklilik, bir devletin dış politikasının uzun süreli olarak temel ilke ve esasları koruyarak belli parametrelerin dışına çıkmaması veya çıkamaması anlamına gelir. Devletlerin dış politikada süreklilik izlemesi alınan kararlar doğrultusunda olabileceği gibi zorunlu nedenlerden de ortaya çıkabilmektedir. Bunu ülkenin tarihi, coğrafyası, nüfusu, ekonomik durumu, askeri gücü ve ulusal özellikleri yapısal faktörleri etkileyebileceği gibi halkın kültürel özellikleri, ulusal karakteri, liderlerin özellikleri gibi yapısal faktörler de dış politikanın oluşumunda etkili olabilmektedir. Tüm bunlar dış politikada sürekliliği zorunlu ya da isteyerek uygulamasını sağlayabilmektedir. Uluslararası ilişkilerde değişim kavramı konusunda farklı teoriler olup en yaygın ve kabul görenler realizm/neorealizm ile liberalizm/neoliberalizimdir. Klasik realizm ve neorealizm'e göre uluslararası ilişkilerde temel olarak değişim söz konusu değildir. Klasik realistlere göre devlet, güç dengesi ve savaş gibi kavramların insanlık tarihi kadar eski olduğunu ve ileride de devam edeceğini savunur. Uluslararası alanda değişimin ise devletlerin kendi çıkarlarına uygun şartlar oluştuğunda sistemi kendi çıkarlarına uygun şekle sokmak amacıyla savaşlar aracılığıyla gerçekleştirdikleri olgudur. Neorealistler'e göre de hiyerarşik ve başka tür bir Uluslararası sistem gelişmedikçe değişim mümkün değildir. Liberal-Neoliberaller'e göre uluslararası politika da değişim mümkündür ve hatta olması gerektiği savunulur. Devletlerin dış politikalarında değişim yapmaya iten dinamikleri daha iyi anlayabilmenin bir diğer yolu da, devletlerin dış politikalarında görülen değişimi sınıflandırmaktır. Bu sınıflandırmayı seçimli-zorunlu, içsel-dışsal, köklü-sınırlı ve ani-aşamalı olarak sınıflandırmak mümkündür. Araştırmanın amacı, uluslararası politika literatüründe var olan süreklilik ve değişim olgularının incelenerek Suriye Dış politikasında uygulanma sıklığını ve değişimini gözlemlemektir. Özellikle Beşar Esad döneminde uygulanan iç politik kararların dış politikaya yansımaları ve bu yansımaların süreklilik ve değişim ekseninde Türkiye ile ilişkilerde neleri değiştirdiğinin araştırılması amaçlanmaktadır. ; Continuity in international relations means that the foreign policy of a state cannot or does not go beyond certain parameters when maintaining basic long-term principles. Decisions taken in line with a state's continuity in foreign policy as well as those that may arise for reasons of necessity may come out in the open. The country's history, geography, population, economic situation, military power, and national characteristics can affect structural factors such as the people's cultural characteristics, national character, characteristics of leaders and foreign policy. All this can lead to the continuation of foreign policy in either a compulsory or in a voluntary way. There are different theories about the concept of change in international relations, and the most common and accepted are realism or neorealism and liberalism or neoliberalism. According to classical realism and neorealism, there is no basic change in international relations. According to classical realists, the state argues that concepts such as the balance of power and war are as old as human history and will continue in the future. It is a phenomenon that change in the international field is realized by wars in order to bring the system in accordance with the interests of the states when conditions appropriate to their interests are formed. According to the neorealists, change is not possible unless another, hierarchical, international system develops. According to the liberals and neo-liberals, change in international politics is possible and should even be defended. Another way to better understand the dynamics that lead states to change their foreign policies is to classify the changes in the foreign policies of states. It is possible to classify these changes as elective or compulsory, internal or external, radical or limited and sudden or gradual. The aim of the study was to observe the prevalence of implementation and change in the foreign policy of Syria by examining the phenomena of continuity and change existing in fhe international policy literature. The aim was to investigate what has changed, especially regarding Bashar al-Assad, during the implementation of foreign policy decisions and domestic political repercussions as well as the implications of this orientation of continuity and change for relations with Turkey.