Çalışma 21 Aralık 2018 tarihinden sonraki gelişmeleri kapsamamaktadır. ; Balkanların merkezinde bulunan Makedonya tarihte birçok millete ve medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bundan dolayı komşuları Makedonya Bölgesi hakkında çeşitli iddialarda bulunmaktadır. Makedonya Cumhuriyeti'nin eski Yugoslavya'dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesinden itibaren geçen 27 yılda komşularıyla farklı düzeylerde sürekli sorunlar yaşadığı görülmektedir. Bu sorunlar arasında temeli tarihsel iddialara dayandırılan Yunanistan ile Makedonya arasındaki isim sorunu ön plana çıkmaktadır. Sorun bağlamında Yunanistan, Makedonya'nın Avrupa Birliği (AB) ve Kuzey Atlantik Örgütü (NATO) üyelik süreçlerini engelleyen bir dış politika izlemiştir. Batı dünyası ise bu sorununun Makedonya'yı ABD ve AB'den uzaklaştırıp Çin, Rusya ve Türkiye gibi aktörlere yakınlaştırmasından endişe duymaktadır. Bu yüzden 2018 yılı ABD ve AB öncülüğünde Prespa Anlaşması bağlamında Yunanistan ve Makedonya açısından müzakere ve anlaşma yılı olmuştur. Çalışmada isim sorununun tarihsel kökeninden yola çıkarak bu sorunun günümüzde bölgesel ve küresel politikaya ne denli etki ettiği analiz edilmektedir. ; Situated in the center of the Balkans, Macedonia has served as home to many nations and civilizations througout history. Therefore, neighbours tent to make various claims about the Macedonian Region. Since the Republic of Macedonia declared its independence from Yugoslavia, in the past 27 years, it has been seen that it has experienced constant problems at different levels with its neighbours. The most important issue among all these problems is the one between Greece and Macedonia about the country's name, and it is based on historical claims. In the context of this problem, Greece pursued a foreign policy that hampered Macedonia's European Union (EU) and North Atlantic Treaty Organization (NATO) membership processes. As for the Western World, it is concerned that this issue will draw away Macedonia from EU and the USA, while it will get closer relations with actors such as China, Russia and Turkey. For this reason, under the leadership of the US and EU and along with Prespa Agreement, 2018 has been the year of negotiations and agreement between Greece and Macedonia. Based on the historical origin of the name issue, this study examines the impact of regional and global politics.
Çalışmada Commonwealth'in ortaya çıkışı, "imaj" ve "gerçek" çerçevesinde ele alınmıştır. Britanyalı siyasilerce izlenen temkinli ve öngörülü politikalarının başarısı, Commonwealth'in ortaya çıkışında önemli bir rol üstlenmiştir. Ancak Commonwealth içerisinde "ortak" kelimesine vurgu yapılmasına rağmen bütçenin azlığı, lider ülkenin eksikliği ve kurumsal yapının yetersizliğinden ileri gelen sorunlar, üyelerinin gelişmesi ve sorun çözme noktasında Commonwealth'i etkisizleştirmektedir. Commonwealth'in mevcut etkisizliği artan bir varlık sorununu ortaya çıkarmaktadır. Bu noktada çalışmada Commonwealth'in geleceğine ilişkin görüşler "imaj" ve "gerçek" çerçevesinde analiz edilerek, çözüm önerileri sunulmaya çalışılmıştır. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi değerlerin Commonwealth içerisinde ön plana çıkması, önemli bir gelişme olarak kabul edilebilir. Fakat zengin ve fakir ülkeler arasında değer paylaşımının yapılamaması, Commonwealth'in "imajı" "gerçeğe" dönüştüremediğini göstermektedir. Bu yönüyle çalışma, yalnızca Commonwealth'in ortaya çıkışını ve kurumsal yapısındaki değişimi açıklamayı amaç edinmemektedir. Buna ek olarak, Commonwealth'in yaşamakta olduğu sorunlar dikkate alınarak, Örgüt'ün dünya politikasında nasıl etkin hale getirilebileceği de incelenmiştir. Çalışmanın bütünlüğünün sağlanması ve Britanyalı siyasilerin Commonwealth üzerindeki politika tercihlerinin anlaşılması için İngiltere tarihi, Britanya İmparatorluğu'nun doğuşu, gelişimi ve dekolonizasyon süreci de çalışmanın konuları arasında yer almaktadır. ; This study discussed concepts of "image" and "reality" in the framework of emergence of Commonwealth. The success of the British politicians who pursued cautious and foresighted policy has played an important role in the emergence of the Commonwealth. But in the Commonwealth despite the emphasis on the word of "common" the Organization is ineffective for problem solving and development of its members due to problems as lack of budget, absence of leading country and insufficiency of institutional structures. The current ineffectiveness of Commonwealth creates a growing problem of existence. At this point this study tried to provide solutions on the future of the Commonwealth based on concepts of "image" and "reality". Values such as democracy, rule of law and human rights come into prominence especially after the Cold War in the Commonwealth can be considered as an important development. But failure of allocation of values between rich and poor countries indicates us the Commonwealth is not able to convert "image" into "reality". With this aspect this study does not aspire to examine only the emergence of the Commonwealth and the institutional structure change within the Organization. In addition this study discusses how to make the Commonwealth effective in world politics considering the current problems of it. Ensuring the integrity of the study and to better understand British politician's policy preferences on the Commonwealth, the history of England, the foundation of the British Empire and decolonization process are also among the topics of this study.
İran'ın enerji politikaları ile uluslararası sermaye birikimi arasındaki diyalektik ilişkiyi konu edinen bu çalışma, İran'ın petrol ve doğalgaz arz stratejilerini, ticaret politikasını ve nükleer enerji faaliyetlerini değerlendirmektedir. Bu çerçevede uluslararası sermaye hareketleri ve bu hareketlerin İran enerji politikaları açısından sonuçları, sermaye birikimine dayalı kapitalist dünya sistemine ve merkez-çevre ilişkilerine odaklanan Dünya Sistemleri Kuramı kapsamında açıklanmaya çalışılacaktır. Enerji, kapitalist sermaye birikiminin belirlenmesinde etkin bir araç olarak değerlendirildiğinde İran'ın, merkezin çıkarlarına doğrudan hizmet etmeyen enerji politikaları, kapitalizmin kar arttırmayı hedefleyen yapısı nedeniyle çıkarları birbiriyle çatışan aktörler açısından farklı sonuçlar doğurmaktadır. Bu farklı sonuçlar, sermaye birikiminin denetimi çerçevesinde devletlerin İran'a yönelik tutumlarının da farklı olmasına sebep olmaktadır. İran enerji sektörü, merkez devletlerden özellikle ABD'nin İran'a yönelik yaptırım ve ambargo gibi tutumlarından olumsuz etkilenebilmektedir. Uluslararası sermaye birikimini denetleme amacındaki aktörler arasındaki çıkar çatışmalarının İran enerji sektörünün kalkınmasını tetikleyen bir ortam oluşturduğu ve günümüzde enerjinin uluslararası sermaye birikimi açısından öneminin giderek arttığı dikkate alındığında, İran enerji politikalarının uluslararası sermaye birikimini etkileyebilme potansiyeli olduğu görülmektedir. ; This paper focuses on the dialectical relationship between Iran's energy politics and international capital accumulation and will evaluate Iran's oil and gas supply strategies, trade policies and nuclear energy activities. In this context, the necessity of analyzing the results of the relationship between international capital flows and Iran's energy politics is one of the main reasons for the need of evaluating these subjects through the World Systems Theory which focuses on core-periphery relations and capitalist world economy based on capital accumulation. When energy is evaluated as an efficient tool for determining capital accumulation in which Iran's energy policies are not directly contributing to the interests of the center, as a result of conflicting interests of the actors different outcomes emerge due to the profit maximizing structure of the capitalism. In the framework of the control of capital accumulation, these different outcomes also result in the emergence of distinct attitudes of states towards Iran. In fact, Iran's energy sector could be adversely affected by those core states' – particularly the USA's – sanctions and embargoes. However, the conflicts of interest among actors, who are aiming to control the international capital accumulation, trigger the further development of Iran's energy sector. Within the scope of the growing importance of energy in determining the international capital accumulation, the potential of Iran's energy politics and its impact on the international capital accumulation will be shown in this paper.
Ekonomik yaptırımlar yaptırıma maruz kalan devletin askeri kapasitesini arttırır mı? Ekonomik yaptırımları uygulayan devletler, ekonomik sopalar ile hedef devletin kaynaklarını daraltmayı ve onu zorlayarak belirli politikalarını değiştirmeyi amaçlarlar. Ekonomik yaptırımlar sonucunda kaynakları daralan devlet ilgili alandaki politika değişikliğini kabul eder ve yaptırımların etkisinden kurtulmuş olur. Ancak ekonomik yaptırımların dış politikada etkin araçlar olup olmadığı konusu ise tartışmalıdır. Beklenen çıktıların aksine ekonomik yaptırımların birçok alanda hedef ülkede beklenmeyen sonuçlar doğurduğu gözlemlenmiştir. Ekonomik yaptırımların hedef devlete yönelik zarar verici etkilerine odaklanan bu tez, dış ve iç politika modeli oluşturarak ekonomik yaptırımlarla askeri kapasite arasında ilişki kurmayı amaçlamaktadır. 1960-2000 yılları arasında panel veri kullanılarak yapılan analiz, ekonomik yaptırımların hedef ülkenin savunma harcamalarında artışa neden olduğunu göstermektedir. Ekonomik yaptırımlar insan hakları ihlallerini önlemek, askeri çatışmaları engellemek ya da savaş aşamasına gelmeden sorunları çözmek amacıyla uygulansa da hedef devletin silahlanarak baskı seviyesini arttırması ülke içerisinde hem kaynakların verimsiz kullanımına hem de olası askeri çatışmaların şiddetinin artmasına neden olmaktadır. --- Do economic sanctions increase the military capacity of the target state? States applying economic sanctions by using economic sticks aim to restrict the resources and to change certain policies of the target state by forcing it. The state, whose resources are limited as a result of economic sanctions, accepts the policy change in the related area, and gets rid of the effects of sanctions. However, the issue of whether economic sanctions are successful instruments in foreign policy is controversial. Contrary to the expected outcomes, it has been observed that economic sanctions have unexpected results in many areas in the target country. This thesis, which focuses on the counterproductive effects of economic sanctions on the target state, aims to establish a relationship between economic sanctions and military capacity in the target state by creating a foreign and domestic policy model. Operating with time series-cross sectional (panel) data between 1960-2000, the analysis shows that economic sanctions have led to an increase in the target country's defense spending. Although economic sanctions are applied in order to prevent human rights violations, to prevent military conflicts or to solve problems before they come to the war stage, increasing the level of pressure by armament of the target state causes both inefficient use of resources and the increase of the severity of military conflicts.
TEZ12617 ; Tez (Yüksek Lisans) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2019. ; Kaynakça (s. 88-111) var. ; XIV, 112 s. ;_29 cm. ; Bu çalışmada etkileşim halinde olduğu ideolojilere eklemlenebilen bir söylem ve eylem bütünü olan popülizm incelenmiştir. Farklı ideoloji ve hareketlerle bütünleşebilen popülizm için ortak bir tanım oluşturmak oldukça zordur. Popülizm her aktör ve harekete uygun özellikler barındırabilmektedir. Popülizm biz ve onlar, gerçek ve halk, yozlaşmış ve seçkinler gibi ayrımlar yaparak liderlere kitleleri kendi yanına çekebilme gücü vermektedir. 1990 sonrası aşırı sağ popülizmin yükselişinin temelinde, 1980'den itibaren kapitalist ekonominin üretim tarzının devamlılığını sağlamak için neoliberal ekonomi politikalarının sebebiyet verdiği yoksullaşma, işsizlik gibi olumsuz ve toplumu ayrıştırmaya doğru giden eğilimlerin olduğu görülmektedir. Bu çalışma Avrupa'da ve Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD)'de yükselen sağ popülizmin neoliberal politikalar ile olan ilişkilerini ele alacaktır. Son zamanlarda Avrupa siyaseti, hızla artan ırkçılık ve göçmen karşıtı popülist söylemlere sahne olmaktadır. Bu popülizmin tipik birer örneğini Polonya'da iktidarda bulunan Hukuk ve Adalet Partisi'nin (PiS) ve Macaristan'da FIDESZ'in eylemlerinde görmek mümkündür. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump'ın popülist söylemleri bu partilerin motivasyonunu daha da arttırmıştır. Bu partiler, kamuoyu nezdinde "halkı temsil" iddiası ile ortaya çıkarak halkı mobilize etmekte ve başarılı da olmaktadırlar. Burada en önemli ve tehlike içeren kısım ise 20. yüzyıl içerisinde artan küreselleşme ile giderek daha da yayılan aşırı sağ popülizminin liberal dünya düzenine ve evrensel değerlere zarar vereceğinin düşünülmesidir. Bu bağlamda, bu tez çalışmasında.Avrupa'da ve ABD'de yükselen popülist söylem ve pratikleri incelenerek bunların var olan liberal değerleri aşındırdığı ve 1950'lerde oluşan liberal dünya düzenini tehdit ettiği savunulmaktadır. ; This thesis focuses on populism, a set of discourses and practices, which is articulated with different ideologies and movements it interacts with. As populism can be accommodated and employed by different ideologies, movements and actors, it is very difficult to establish a common definition. Populism gives leaders the power to attract the masses by employing distinctions like us and them, corrupt elites and pure people. The roots of political, social and economic reasons behind the rise of extreme right wing populism since the 1990s can be found in neoliberal economic policies, introduced in the 1980s to maintain capitalist mode of production, which resulted in poverty and unemployment which, in turn, led to divisions within society. This study examines the relationship between rising populism and neoliberal policies in Europe and the USA within the context of the liberal world order. Of late, Europe has witnessed the rise of racist and anti-immigrant populist discourses. Typical examples of these can be found in the discourses and practices employed by the Law and Justice Party (PiS) in power in Poland and FIDESZ in Hungary. In the United States, Donald Trump's populist rhetoric and practices have further motivated these parties. These populist parties and leaders claim to represent "the people" and thus are able to successfully mobilize the people. Lately, it is argued that the extreme right-wing populism challenges and damages the liberal world order and universal values. Within this context, this study analyzes populist discourses and practices in the cases of Hungray, Poland, and the United States and it argues that populism erodes the existing liberal values and, thus, poses a threat to the liberal order.
Son yıllarda küreselleşmenin etkisiyle, dünya ekonomisi gelişme göstermektedir. Dünya ekonomisindeki bu gelişmeye paralel olarak, insanların yaşam şekilleri değişmeye başlamış buda enerjiye olan talebi küresel ölçekte arttırmıştır. Dünya, tükettiği enerjinin önemli bir kısmını fosil kaynaklardan sağlamakta olup, bu tür kaynaklar dünyanın belirli bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Fosil kaynakların sınırlı ve sonlu olması, dünya ekonomilerinin bu kaynaklara ulaşma ve egemen olma mücadelesine neden olmaktadır. Bu çalışmada Avrupa Birliği ve Türkiye'nin enerji politikaları incelenmiştir. İthal kaynaklara bağımlılığı yüksek olan iki ekonominin, enerji arz güvenliği bağlamında karşılıklı menfaatleri üzerinde durulmuştur. Amerika Birleşik Devletleri'nden sonra dünyanın ikinci büyük enerji tüketimi olan AB ile dünyanın en önemli enerji rezervlerinin olduğu Ortadoğu ve Hazar Bölgesi arasında kalan Türkiye'nin, enerji koridoru olarak Avrupa Birliği'nin enerji arz güvenliğine etkileri incelenmiştir. ; The world economy has grown significantly with the impact of the globalization. In parallel with this development in the world economy, peoples life styles have started to change and hence this increased demand for energy on global scale. The world gets the most significant part of the energy it consumes from fossil energy resources and this kind of resources are concentrated in some specific regions of the world. The fact that fossil energy resources are scarce and problematic creates the struggle between world economies to reach these resources and to be hegemonic on these resources. In this study, energy policies of European Union and Republic of Turkey have been analyzed. Conjugate interests of these two economies that are highly dependent on imported resources have been studied within the context of safety of energy supply. As an energy corridor, which remains between E.U. that is the second energy consumer after United States of America, and Middle East and Caspian Sea that have the most important part of the energy reserves, impacts of Republic of Turkey on the safety of energy supply to European Union has been studied.
Ortadoğu, jeopolitik ve ekonomik olarak dünya politikasının en önemli ve sorunlu bölgelerinden birisidir. Orta Doğu bölgesi, gerek sahip olduğu doğal kaynaklar bakımından olsun, gerekse de siyasi istikrarsızlıklar ve etnik-dini çatışmaların merkezi olması bakımından olsun, sürekli göz önünde olmuştur. Tarih boyunca da büyük güçlerin dikkatini üzerine çekmiştir. Özellikle, Soğuk Savaş sonrasında ABD'in en önemli müdehale alanlarından birisi olmuştur. Rusya ise, bu dönemde daha çok enerji politikası bakımından bölgeye ilgi duymaktadır. Bu tez çalışmasında, Soğuk Savaş sonrasında ABD ve Rusya'nın Orta Ddoğu politikaları karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir. ABD, Orta Doğu politiksını İsrail'in ve bölgeye yerleştirdiği askeri varlığının güvenliği üzerine kurgulamaktadır. ABD, Irak'ın istikrarı ve İran'ın nükleer silahlara sahip olmasının engellenmesi konusunu da böleye yöenlik politikalarında en önemli başarı kriteri olarak kabul etmektedir. Rusya ise, SSCB tecrübesinden de hareketle bölgeye oldukça ilgilidir. Rusya, ABD'nin 11 Eylül sonrası giriştiği saldırgan politikasını iç istikrarını sağlamak için kullanmıştır. Rusya, ABD'den farklı olarak daha çok bölgedeki yerleşiklere yakın olma yolunu seçmiştir. Rusya için en önemli amaç, kendi enerji havzasını genişletmek ve bölgenin de bu bakımdan güvenli olmasını sağlamaktır. ; As geopolitically and economically, the Middle East is one of the most important and problematic region in the world politics. The Middle East has rich natural resources, but the region is politically unstable and centre of ethnic-religious conflicts, all of these aspects attract the attention to the region. The region attracted the attention of big powers during the history. The region became the most important intervention land of USA, especially after the Cold War. But Russia has interested in the region mostly because of its energy politics. Middle East politics of the USA and the Russia after Cold War were evaluated by comparison in this thesis study. USA installs the Middle East politics on the safety of the Israel and the military existence in the region. USA accepts that the Iraq stability and prevention of Iran to have the nuclear weapons are the most important success criterions in the politics which are directed to the region. And Russia is pretty interested in the region because of the experience from USSR. Russia used the aggressive policy of USA after September 11, to provide internal stability. Russia, unlike the United States, has chosen to be close to residents in the region. The most important objective for Russia, is to expand its energy basin in the region, and in this regard, to ensure security of the region.
İnsanlığın refahı için iktisadi karar alma süreçlerinde piyasanın belirleyici olması gerektiğini savunan ve 1980'li yıllarda hızla yayılan neoliberal iktisat politikaları, tüm ülkeler gibi Türkiye'yi de derinden etkilemiştir. Türkiye'de liberal politikalara yeniden dönüşün başlangıç tarihi olan 24 Ocak 1980'de alınan kararlar ile birlikte serbest piyasa ekonomisi benimsenmiş ve dış ticaret rejimi liberalleştirilmiştir. Türkiye'nin dış ticaret hacmi, 1980 sonrası dönemde, tüm dünya ile paralel olarak büyük bir artış göstermiş ve dış ekonomik ilişkiler yoğunlaşmıştır. 1980 yılından sonra Türkiye'de uygulanan neoliberal politikaların dış ekonomik ilişkilere etkisinin incelendiği bu çalışmada, serbest piyasa ekonomisine geçildikten sonra benimsenen dış ticaret politikası ele alınmış, Türkiye'nin dış ekonomik ilişkileri bu çerçevede irdelenmiştir. ; Neo-liberal economy politics defending that the market must be deterministic in economical decision-making process and expanding speedily through the world has affected Turkey deeply too like other countries. Decisions which was taken on 24th January 1980 has been date of turning back to liberal politics in Turkey and market economy has been adopted and foreign trade regime has been liberalized.Foreign trade volume of Turkey in period after 1980 has been increased in parallel with all world and foreign trade relations has been intensified. In this study, effects of neo-liberal policies which has been implemented after 1980 on foreign trade relations has been dealt with and foreign trade relations of Turkey has been examined in this framework.
Uluslararası sistemde temel örgütlenme birimi olarak kabul edilen ulus devlet sistemi Ortaçağ döneminde Avrupa'dan tüm dünyaya yayılarak gelen bir yapıya karşılık gelmektedir. Bu yapının 1648 Westphalia Antlaşmasından başlayarak bir dizi siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmeler sonucunda özellikle Fransız İhtilali sonrasında tüm dünyaya yayıldığı ve uluslararası politikada hakim siyasal örgütlenme biçimi olduğu kabul görmektedir. Modern devlet sistemi olarak adlandırılan bu yapıda tüm devletlerin sınırları belirli bir toprak parçası üzerinde vatandaşları üzerinde son sözü söyleme yetkisine sahip oldukları ve meşru güç kullanma tekelini elinde bulundurdukları genel kabul gören bir anlayıştır. Söz konusu bu modern devlet sistemi tüm devletlerin aynı özelliklere sahip olduğu veya olması gerektiği ön kabulüne dayanmaktadır. Tüm ulus devletlerin benzer gelişmeler neticesinde kurulduğunu öngören bu yaklaşım sistemde var olan tüm devletlerin bazı asgari standartlara sahip olduğunu ve standart kalıplar içinde var olduklarını ifade etmektedir. Bir başka deyişle modern ulus devlet modeli esasında tek tip ve standart bir devlet modeli öngörmektedir. Oysaki ulus devlet sistemi Avrupa dışındaki bölgelerde Avrupa'da yaşanan sürece benzer bir gelişim süreci göstermemiştir. Bu nedenle dünyanın birçok bölgesinde ortaya çıkan ulus devlet modelleri bir ulus devlette olması gereken şartları taşımadan ortaya çıkarak varlıklarını sürdürmektedirler. Özellikle Birleşmiş Milletler Sisteminin kurulmasının ardından bağımsızlıklarını kazanan birçok eski sömürge devleti bir ulus devlette olması gereken asgari standartlara sahip olmadan devletleşme sürecine girmişlerdir. Bu devletler hukuki olarak uluslararası toplum tarafından ulus devlet formunda kabul edilmiş olmalarına rağmen fiili olarak bir ulus devlette olması gereken özelliklere sahip olamadıkları için standart bir ulus devlette olması gereken işlevleri yerine getiremedikleri görülmektedir. Gelinen noktada bu tür devletler başarısız olarak adlandırılarak diğer devletlerden olumsuz olarak ayrışmaktadırlar. ii Bu durum bu devletlerin başarısız ve uluslararası sistemin hatalı veya bozuk parçaları olarak görülmelerine neden olmaktadır. Çünkü bu devletler vatandaşlarına diğer başarılı devletlerin sağladığı güvenlik, sağlık, eğitim gibi temel hizmetleri sağlayamadıkları gibi ülke içinde yaşadıkları silahlı çatışmalar nedeniyle gerek komşuları gerekse küresel sistem için kitlesel göçler, salgın hastalıklar, küresel terörizm gibi birçok soruna neden olmaktadır. Bu çalışma uluslararası politikada başarısız devlet sorununa odaklanarak başarısız devletselliğe neden olan unsurları tartışmaya açmaktadır. Bu noktada çalışmanın ortaya koyduğu tez; başarısız devletselliğin başarısız devletlerin kendilerinden kaynaklanan bir sorun olmasının yanında bu durumun aynı zamanda küresel kapitalist sistem ve sömürge devletlerinin uyguladıkları yanlış politikalardan kaynaklanmasıdır. Bu açıdan çalışma öncelikli olarak modern ulus devletin oluşum süreci ve unsurlarını inceledikten sonra başarısız devletlerin temel özelliklerini ortaya koyarak bu duruma neden olan sebepleri incelemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca başarısız devletlerin neden olduğu uluslararası sorunlara dikkat çekerek bu sorunun çözümü için yeni yaklaşımlara ihtiyaç olduğunu vurgulamaya çalışmaktadır. ; The nation state system, which is accepted as the basic organization unit in the international system, corresponds to a structure that has spread from Europe to the whole world starting from in the middle ages. It is accepted that this structure has spread all over the world especially after the French Revolution as a result of a series of political, economic and social developments starting from the 1648 Treaty of Westphalia. It is a dominant form of political organization in today's international politics. In this structure, which is called the modern state system, it is generally accepted that all states have the authority to say the last word on the territory of a certain territory and hold the monopoly of using legitimate power. This modern state system is based on the assumption that all states have or must have the same characteristics. This approach, which envisages that all nationstates are established as a result of similar developments; states that all the states in the system have some minimum standards and exist within standardized patterns. In other words, the modern nation-state model provides a uniform and standardized state model. However, the nation-state system has not shown a similar development process in the regions outside Europe. Therefore the nation-state models that emerged in many parts of the world continue to exist without having to meet the requirements of a nation-state. Especially after the establishment of the United Nations System, many former colonial states, which gained their independence, entered the process of state building process without having the minimum standards required in a nation state. Although these states were legally accepted by the international community in the form of nation-state, they cannot fulfill the functions they should have in a standardized nation-state because they do not actually have the characteristics that should be in a nation-state. At this point, such states are considered to be unsuccessful and they are negatively differentiated from other states. This causes these states to fail and be seen as faulty or damaged parts of the international system. Because these states do not provide basic services to their iv citizens like other successful states, such as security, health and education and also they cause many problems such as mass immigration, epidemics, global terrorism for both the neighbors and the global system due to the armed conflicts in the country. This study focuses on the problem of the failed state in international politics and discusses the factors causing failed statehood. At this point, the thesis of the study; Besides the fact that the failed statehood is a problem arising from the failed states themselves, this is also due to the false policies implemented by the global capitalist system and the colonial states. In this respect, the study primarily aims to examine the main features of the failed states after examining the formation process and elements of the modern nation-state and to examine the reasons that cause this situation. It also tries to emphasize the need for new approaches to solve this problem by drawing attention to the international problems caused by the failed states. Key Words: State, Nation State, Failed State, Modern State, Capitalist System, International Policy, Failed State, Colonialism, Patrimonialism.
Url: http://sutad.selcuk.edu.tr/sutad/article/view/273 ; Atatürk, karizmatik bir liderdir. Bu sebeple, O pek çok reformu herkese kabul ettirebilmiştir. Bunun sonucunda da Türkiye Cumhuriyetinin toplumsal ve kültürel kurumları yerleşmiştir. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin karşısındaki bütün bölücü akımları engellemek için üniter ve laik devlet yapısını kabul etmiştir. Aynı zamanda dış politika ile ilgili dengeli ve barışsever yapılı bir politikayı benimsemiştir. O, bu konuda günümüz politikacılarına güzel bir örnektir. ; Ataturk is a charismatic leader. For that reason he has had a lot of reforms accepted everybody. Consequently, the social and cultural institutions of Turkish Republic has settle down. Ataturk has admitted the structure of unitier and seculer state to prevent all of the trend of dividing against Turkish republic. Ataturk has also appropriated a policy that has equilibrium and the structure of peacable about foreign politics. He is a good model of this subject for today's politicians.
DergiPark: 437647 ; trakyasobed ; Uluslararası İlişkiler disiplini, kuruluşu ve gelişimi itibariyle Batıtarzı düşünce sistemiyle ilerlemiştir. Buna rağmen Batı dışı dünyanın dauluslararası ilişkiler üzerine çalışmaları mevcuttur. Bu çalışma tarihte vegünümüzde dünya politikasında önemli bir yere sahip olan Rusya Federasyonu'nundış politikasını, uluslararası ilişkiler üzerine kavramsallaştırmasını veeğitim süreçlerini ele alacaktır. Kavramsallaştırma ve eğitim süreçleri kendinehas çeşitli farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar Türkiye'deUluslararası İlişkiler disiplinindeki bakış açısının çeşitlenmesine yardımcıolacaktır. ; The International Relations discipline has progressed withWestern-style thought system in terms of foundation and development.Nonetheless, the non-Western world still has works on international relations.This study will examine the foreign policy of the Russian Federation, which hasan important place in world politics in history and today, the Russianconceptualization of international relations and its educational process.Conceptualization and education processes show various differences from others.These differences will help to diversify the perspective of the InternationalRelations discipline in Turkey.
Soğuk savaş sonrası ortaya çıkan küreselleşmiş dünyada ulus-ötesi sivil toplum kuruluşlarının (STK) önemi giderek daha da artmaktadır. Birleşmiş Milletler dahil bir çok platformda etkin olabilen bu STKlar, gelişen iletişim teknolojisi sayesinde dünyanın her yanında kolaylıkla örgütlenebilmekte ve yerel siyasetlerde etkili olmaktadırlar. Ancak bu sorunsuz bir durum değildir, özellike merkez-dışı ülkelerdeki STK'lar dikkate alındığında. Bu çalışmada, bu tür STKların daha etkin olmalarını engelleyen bazı temel sorunlardan kurtulamadıkları tartışılmaktadır. Birincisi, merkez-dışı ülkelerde faaliyet gösteren STKlar, doğal olarak kaynak sağlayan merkez ülkelerdeki sivil veya resmi kuruluşların etkisi altında kalmaktadırlar. Bağışta bulunanların beklentileri yerel ihtiyaç öncelikleriyle her zaman çakışmaması nedeniyle etkileri sınırlı kalabilmektedir. İkincisi, dış bağışlara bağımlılık ve onların kaynağının şeffaf olmaması da yine STKların yerel siyasetteki yerini olumsuz etkilemektedir. Üçüncüsü, diğer ikisiyle de bağlantılı olarak ve yerel kültürel değerlerle de birleşerek STKlar, merkez-dışı ülkelerde meşruiyet sorunu yaşamaktadırlar. ; Transnational nongovernmental organizations (NGOs) are more and more becoming more important in the globalized world. These influencial NGOs in various platforms such as the United Nations can easily organize around the world and become effective in local politics. However, this is not a flawless situation. This study elaborates why the NGOs cannot be immune from some of the main problems that hinder their effectiveness, particularly NGOs in peripheral countries are taken into account. First, the NGOs operating in peripheral countries are under the influence of official or unofficial institutions that provide funding for their cause. Donors expectations do not always overlap with those of receivers, limiting their effectiveness. Second, dependence on foreign donations and the lack of transparency in their sources also negatively affect the place in local politics. Third, related to ...
SSCB'nin dağılmasından sonra uluslararası sisteme entegre olma girişimlerinin sürdüğü Kafkasya ve Türkistan1 ülkeleri dünya siyasasında jeo-stratejik açıdan önemli bir konuma sahiptir. Bu bölgelerde yeni bağımsız devletlerin kurulmasıyla, daha önce kapalı alanda dikkat çekmeyen birçok konu, bu kez sorun olarak ortaya çıkmıştır. Bu sorunlardan biri ve en önemlisi de bölgedeki enerji kaynaklarının ve askeri bakımdan stratejik merkezlerin paylaşımıdır. Bu çalışmamızda tarihsel zemine dayalı olarak, söz konusu bölgelerdeki muhtelif sorunları ele aldık. Çünkü, bu bölgelerde tarihçilerin geleneksel ilgilerine yakın olan sorunlar demeti bulunmaktadır. Kafkasya ve Türkistan devletlerinin eskiden SSCB'ye bağımlı olmaları konunun karmaşıklığını iyice artırmaktadır. Günümüzde Rusya'nın yakın çevre doktriniyle, ABD'nin büyük oyun stratejisi, araştırmamızda öne çıkan kavramlardır. Bu araştırma bizi Avrasya tarihine biraz olsun yaklaştırmıştır. ; Caucasus and Turkestan countries trying to inegrate into international system after the demise of Soviet Union have very important geo-strategic role in the world policy. A lot of subjects that didn't draw attention at that close area has became a problem after the establishment of new independent states. The most important one of these problems is sharing the strategical military regions and energy sources. In this essay we have analyzed these problems according to the historical perspective. Because, there are a bunch of problems which are close to historians traditional interests. The dependency of the Caucasus and Turkestan countries to Soviet Union in the near history is increasing the complexity of the issues. Russia's vicinity doctrine and USA's big game strategy are prominent concepts of our essay. This study promises us to get a bit more closer to Eurasian history.
İkinci Dunya Savasindan sonra dunya siyaseti yeniden sekillenmeye baslamistir. Dunyanin iki kutba ayrilmasiyla baslayan surec zaman icerisinde mutasyonlara ugramistir. Sovyetlerin yikilmasindan sonra her seyin cok farkli olacagi dusuncesi kismen dogru cikmistir. Bu senaryoda Amerika Birlesik Devletleri ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birligi basroldeydi. Kimileri Sovyetlerin yikilmasindan sonra boyle bir statunun tekrar ortaya cikmasinin imkansiz oldugunu dusunmustur. Ne var ki her gecen gun yasadigimiz guncel hadiseler devletlerarasindaki iliskiyi anlayabilmek adina soguk savas surecini iyi bilmemiz geregini gostermektedir. Soz konusu tezde soguk savas baslangici kritik donemecler ve adeta karbon kagida bugune uyarlanabilecek gelismeler anlatilmaktadir. Bu donemler mumkun oldugu kadar merkeze Turkiye konularak anlatilacaktir. Surenin uzun ve olaylarin kesif olmasi dolayisiyla mumkun oldugunca detaydan kacinilmis ve olaylarin nuvesi anlatilmaya calisilmistir. ; After World War II, world politics has begun to take shape. The process which starts withpolarizing of world in two, has had mutations with time. Idea that everything would proceedin a very different way, has become particulary true. United Nations of America and Union ofSoviet Socialist Republics were two major players in this scenario. Some had thought that it isimpossible that a status like this emerges again. Nevertheless, daily actual incidents prove thenecessisty of analysing the cold war process to understand the relations of countries. Thesis inquestion, emergence, important periods of cold war and its happenings that could be as thesame of today. These processes will be discussed putting Turkey in the centre. Because theperiod is long and incidents are dense, the details will be avoided as possible and gists will betold.
Soğuk Savaşın sonra ermesinden sonra dünya siyasetinin gündemini belirleyen en önemli gelişme kuşkusuz 11 Eylül Saldırısı olmuştur.11 Eylül saldırısı sonrası gelişen olaylar en az insanların fiziki varlıkları gibi değerler sistemini de etkilemiştir. Bu durum terörizm algısını doğal olarak değiştirmiştir. Bu saldırı saldırıya maruz kalan devletlerin hem de bu devletlerden etkilenen üçüncü dünya ülkelerinin terör algılayışını değiştirmiştir.ABD'nin bu saldırının faillerini yakalamak için izlediği bu yol (sınırsız güç kullanımı uluslararası hukuku ihlal etme ve insan hak ve özgürlükleri alanını daraltması) bir devlet olarak kendisine faydadan çok zarar getirmiştir.Sonuç olarak bu çalışmanın amacı dünya tarihinde bir milat olan 11 Eylül saldırısı ve akabinde izlenen politikalarla değişen terör algısının sebep ve sonuçları yorumlanmış ve önerilerde bulunulmuştur. ; After the Cold War, the most important event directing the world politics is absolutely September 11 Attacks in the USA. The events resulted from September 11 Attacks affected not only phsical existences of people, but also their systems of values. This situation naturally changed the perception of terrorism.September 11 Attacks changed the perception of not only the states which were exposed to attacks but also the states which were affected from the ones exposed the attacks. The ways of USA to find the criminals of attacks ( Usage of unlimited strength, Disobeyence International Rights and Restricting the area of human rights) cause many more dangers rather than benefits for itself.In conclusion, the aim of this thesis is to bring the facts of attacks in front of eyes and make comments and suggestions on general politics of world by focusing on the reasons and results of attacks, and the changing perception of terrorism after September 11 Attacks which is considered as a turning point in the history of world.