1866 yılında ortaya çıkan Girit İsyanı yaklaşık üç yıl boyunca Osmanlı siyaset gündeminin en sıcak başlıkları arasında yer almıştır. 1866 İsyanı sırasında 19. yüzyılda yaşanan diğer sorunlarda olduğu gibi Osmanlı yöneticileri Avrupa müdahalesi konusunda titiz davranmıştır. Avrupa'nın, Hristiyan unsur üzerinden geliştirdiği müdahale alışkanlığının tekrar etmemesine dikkat edilmiştir. Özellikle isyanın yol açtığı asayiş problemi sebebiyle adadan göç etmek zorunda kalan Rumlar, Avrupa devletlerinin her zamanki gibi ilgisine mazhar olmuştur. Gerek Bâbıâli gerek Hariciye Nezareti, Avrupa müdahalesine yol açma ihtimali bulunan bu konuya hayli hassas yaklaşmıştır. İsyan sırasında evlerini terk etmek zorunda kalan ve özellikle Yunanistan'a göç eden ailelerin adaya dönmeleri için titiz bir çaba sergilenmiştir. Böylece Osmanlı devlet adamları bir yandan devletin müşfik elini tebaasına göstermeye çalışırken aynı zamanda insanî müdahale bahanesi altında sunulacak bir Avrupa müdahalesini de engellemeye çalışacaktır.
Madde bağımlılığı, kullanılan maddeye karşı madde kullanımından dolayı zarar görülse dahi irade işlerliğinin yitirildiği, tolerans geliştirildiği ve yoksunluk belirtilerinin ortaya çıktığı kronik bir beyin hastalığıdır. Bu çalışma; madde bağımlısı olan bireyin, tedavi süresi içerisinde "tedavi verimliliğinin ve etkinliğinin" en üst seviyeye çıkarılması üzerine kalitatif bir araştırma örneği sunmaktadır. Türkiye'deki tedavi yöntemlerine bakıldığında daha çok bağımlılık tedavi merkezlerince verilen tıbbi tedavi hizmeti karşımıza çıkmaktadır. Son yıllarda hastane merkezli müdahale yöntemlerinden toplum temelli müdahale modeline geçilmiş ancak henüz istenilen aşamaya ulaşılamamıştır. Bu çalışmada batı toplumlarına bakıldığında; Almanya spesifiği ele alınarak, madde bağımlılığında ekip çalışması incelenmiştir. Ele alınan bu çalışmanın amacı; <<madde bağımlılığı tedavisinde>> ekip çalışması odağında manevi hizmetin gerekliliğine dikkat çekmektir. Çalışmanın bulgularında manevi destek hizmeti veren bireylerin, madde bağımlılığı tedavisinde farklı bir bakış açısı kazanmasına destekleyici olduğu gözlemlenmiştir. Madde bağımlılığı tedavisinde biyopsikososyal desteğin tek başına yeterli olmadığı, bağımlılığın tedavisinde manevi destek hizmetli yaklaşımların etkisi olduğu saptanmıştır.
In: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü dergisi: Dokuz Eylul University the journal of Graduate School of Social Sciences, Volume 19, Issue 4, p. 603-628
1990'lı yıllarda düzenlenen uluslararası askeri müdahaleler, insan haklarının korunması düşüncesi ile devletin egemenliği ilkesi arasında gerilim oluşturmuş ve bu müdahalelerin hukukiliği tartışmaya açılmıştır. Bu konuda normatif bir konsensüs oluşturmak üzere kurulan komisyonun (International Commission on Intervention and State Sovereignty) "koruma sorumluluğu" kavramıyla ortaya koyduğu görüşler kimi değişikliklerle 2005 Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Zirvesi'nin Sonuç Bildirgesi'nde kendine yer bulmuştur. Özellikle 2011 yılında Libya'ya yapılan askeri müdahaleden sonra uluslararası kamuoyunda koruma sorumluluğu kavramı tekrar gündeme gelmiştir. Bu çalışmanın amacı, koruma sorumluluğunun hukuki bir norm statüsüne ulaşıp ulaşmadığını tartışmaktır. Bunun için Darfur'da neden askeri müdahale yapılamayıp da Libya'da yapıldığı irdelenmekte ve bu karşılaştırma üzerinden çıkarımlarda bulunulmaktadır. Çalışma, koruma sorumluluğunun henüz hukuki bir norm olmadığı, ancak ahlaki bir norm olarak öne çıktığını ileri sürmektedir. İlgili durumlarda askeri müdahalenin yapılmasında BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinin çıkarları ve bölgesel örgütlerin tavrı temel etken olmaktadır. Müdahale seçeneğinin olay bazlı değerlendirme sonucunda gündeme gelmesi ve devletleri gerektiğinde müdahaleye zorlayacak bir mekanizma bulunmaması da bu bağlamda önemli eksiklikler olarak göze çarpmaktadır.
UNESCO, 2030 eğitim hedeflerine ulaşmak için dünyanın 69 milyon yeni öğretmen istihdam etmesi gerektiğini belirtiyor ancak yapılan araştırmalar mevcut öğretmenlerin %80'inin mesleği bırakmayı düşündüğünü göstermektedir. Öğretmen olmak için başlangıçtaki motivasyona rağmen, ne yazık ki eğitim alma aşamasında ve öğretmenlik mesleğine başlanan ilk yıllarda önemli bir yıpranma söz konusudur. Küresel olarak, öğretmenlerin diğer mesleklere kıyasla en yüksek işle ilgili stres ve tükenmişliğe sahip oldukları bilinmektedir. Ancak etkililiklerini gösteren ve devamlı artan kanıtlara rağmen hem yerli hem de yurt dışı alanyazınında pozitif psikoloji müdahaleleri, öğretmenlerin çalışma ortamlarında nadiren uygulanmış ve incelenmiştir. Öğretmenlerin, rollerinin getirdiği artan stres faktörlerini yönetebilmek için daha etkili ve işlevsel yollara ihtiyaçları olduğu açıktır. Ne yazık ki öğretmenlerin psikolojik kapasitesini geliştirmeye odaklanan herhangi bir profesyonel müdahale, stratejik olan bir tüm okul iyi oluş planının parçası olmak yerine, bir lüks veya eklenti olarak görülmektedir. Buradan hareketle bu çalışmanın temel çıkış noktası, öğretmenlerin iyi oluş, psikolojik sağlamlık ve öz-yeterliklerine yönelik tehditlerin ortaya konulması, PERMA yaklaşımı temel alınarak okullarda öğretmenlerin iyi oluşlarını desteklemek için çeşitli müdahalelerin önerilmesi ve ulusal düzeyde yaygınlaştırılmasına dikkat çekilmesidir. Pozitif psikoloji araştırmalarından aldığı destek sayesinde bu çalışma, öğretmenlerin okullarında yaşadıkları aşırı strese ve tükenmişliğe karşı tampon yapmak adına kendilerine yönelik koruyucu faktörleri geliştirmeyi öğrenebilecekleri bazı müdahale örnekleri sunmaktadır.
Bu çalışmada, Covid-19 küresel salgını ile mücadelede izlenen kamu politikalarının eleştirel değerlendirmesine dönük kavramsal bir çerçeve önerilmiştir. Bu çabaya feyz veren olgu, Türkiye kamu idaresinin Covid-19 küresel salgını karşısındaki politika tercihleridir. Bu tercih hakkındaki temel önermemiz şöyledir; Türkiye'de Covid-19 küresel salgını karşısında Hükümet klasik bir afet yönetimi pratiği sergilemiş, salgının karakteristiklerini esas alan bir insani kriz yönetimi ortaya koyamamıştır. Afet ve insani kriz yönetimi arasında farklılıkların bulunduğu varsayımına dayanan bu önermeyi araştırılabilir kılmak maksadıyla belli sorun alanları formüle edilmiştir. Doğal afetler ve afet yönetimi ile insani krizler ve insani kriz yönetiminin; farklı önceliklere, prosedürlere ve hedeflere sahip oldukları ileri sürülerek, söz konusu farklılıklar şu üç sorun alanı ile tanımlanmıştır: İdari ölçek, risk azaltıcı/önleyici tedbirler ve acil müdahale öncelikler. Covid-19 salgını da bu üç sorun alanı ile analiz edilerek şu sonuçlara ulaşılmıştır: Salgının yönetsel ölçeği, afet yönetiminde olduğu gibi belli bir coğrafi mekanla sabitlenebilir değildir. İkinci olarak, salgında önleyici tedbirler, virüs varlığının öncesi ve sonrasını birlikte kavrayan bir süreç yönetimi olarak planlanmak durumundadır. Son olarak, salgında acil müdahalenin öncelikli hedefi kategorik olarak tespit edilemez; PCR testi pozitif olanlar kadar pozitif olma olasılığı bulunanları da kavrayan bir acil müdahale yönetimi gerekmektedir. Sonuç olarak, küresel salgına klasik afet yönetimi ile yaklaşan Türk Kamu İdaresi, içinden çıkılmaz ve yönetilemez bir durumla karşı karşıya kalmıştır.
Bu çalışmada Suriye krizinin çözülmesi ve Suriye'nin geleceğiyle ilgili önerilen yönetim modellerinden agonistik demokrasi anlayışı üzerinde durulmuştur. Suriye'nin toplumsal yapısını ve yönetim durumu ele alan bu çalışma, özellikle farklı dinsel, mezhepsel ve etnik gruplardan oluşan ülkelerde ortak yaşam biçimi olarak önerilen agonistik demokrasi modelinin Suriye bağlamında mümkün olup olmayacağını analiz etmektedir. Dış güçler tarafından bir devlete müdahale aracı olarak kullanılan ve bilinen demokrasinin tanımı dışında agonistik demokrasi ile hegemonya ilişkisine değinen bu çalışma, üniter Suriye bağlamında agonsitik demokrasinin zayıf ve güçlü yönlerini incelemektedir.
ÖZETDöviz piyasasındaki yüksek oynaklık seviyeleleri, özellikle bu piyasa sığ ve yüksek bir risk algılaması barındırıyorsa merkez bankasının politika hedeflerinde sapmalara neden olabilmektedir. Tarihsel açıdan güvenilir politikaların eksikliği ve dolarizasyon gibi yapısal zayıflıklar, Merkez Bankası'nın döviz kuru dalgalanmalarının istikrarsızlaştırıcı etkilerini azaltmak için müdahale etmesi konusunda baskı oluşturmaktadır.Bu tez USD/TL efektif kurunu ve Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın (TCMB) 2002-2009 dönemindeki bankalararası para piyasası ve döviz kuru piyasası aracılığıyla gerçekleştirdiği operasyonların bu kurun hareketleri üzerindeki etkisini günlük veriler kullanarak incelemektedir. Tüm örneklem ayrıca dönemlere ayrılarak değişen ekonomik koşullar ve müdahale kalıpları altında operasyonların etkinliğinde bir farklılaşmanın olup olmadığı incelenmeye çalışılmıştır. Teorik açıklamalar ve ampirik çalışmaları içeren geniş bir literature taraması sonrasında veri analizi için ekonometrik zaman serisi teknikleri uygulanmıştır. Bu teknikler aynı zamanda döviz piyasasındaki asimetrik şokların varlığı ve etkilerini ve de döviz kuru oynaklığının uzun dönem bileşeni hakkında fikir vermektedir. Sonuçlar TCMB müdahale nedenlerinin basın duyurularında yer alan aşırı döviz kuru oynaklığını azaltma doğrultusunda uyumlu olmadığını göstermiştir. Buna ek olarak müdahalelerin etkinliğinin ekonomik gelişmelerden bağımsız olduğu bulgusuna varılmıştır. ABSTRACTHigh levels of volatility in the foreign exchange market may result in the deviations of the policy targets of Central Banks especially if this market is thin and has a high risk perception. Historical lack of credible policies and structural weaknesses such as dollarization pressures the Central Bank to intervene to dampen destabilizing effects of currency fluctuations.This thesis examines the USD/TL effective rate and the influence of the CBRT on its behavior during the period of 2002-2009 using daily data through its operations in the forex and interbank money market. The full sample is further divided into periods to investigate if there is any change in the effectiveness of such operations under changing economic conditions and intervention patterns. Following theoretical explanations and an extensive literature review of empirical applications, econometric time series techniques are applied to analyze the data. These techniques will also provide insight on the presence and impacts of any asymmetric shocks in the forex market and the long run component of exchange rate volatility.Results conclude that CBRT interventions do not follow fully in line with public announcements which states to dampen excess exchange rate volatility. Further effectiveness of these
Bu çalışmada; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundan bu yana, gelir dağılımının iyileştirilmesinde bir müdahale aracı olarak kullanılan vergi politikaları ve bu politikaların önemli bir göstergesi niteliği taşıyan vergi yükünün dağılımının çeşitli toplum kesimleri üzerinde yarattığı etkiler anlatılacaktır. Çalışmamızda ayrıca vergi politikalarının hazırlanma aşamasından yürürlüğe girmesine kadar olan süreçte çeşitli toplum kesimlerinin vergi politikalarının oluşumunda ne derece etkili oldukları ve bu etkilerin ekonomik, sosyal ve politik sonuçları analize tabii tutulacaktır. Bu analiz yapılırken dönemler itibariyle karşılaştırılma yapılacak ve bu yöntem sayesinde daha anlaşılabilir ve nesnel sonuçlar elde edilebilecektir.
Birleşmiş Milletler Antlaşmasının kabulü ile birlikte devletlerin kuvvet kullanması ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunması yasaklanmıştır. BM Antlaşması sadece bireysel ve müşterek meşru müdafaa durumlarında kuvvet kullanımına izin vermiştir. Bu çerçevede meşru müdafaa hakkı antlaşmanın 51. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede yer alan silahlı saldırı ve doğal hak kavramlarının devletler tarafından geniş ve dar yorumlanması neticesinde meşru müdafaa hakkının içeriği de değişmiştir. Diğer yandan, savaşların biçim değiştirmesi ve bireye verilen önemin artması sonucu yeni düzenlemeler ortaya çıkmıştır. Bu düzenlemeler; önleyici meşru müdafaa, insani müdahale, koruma sorumluluğu ve devlet vatandaşlarının ülke dışında korunmasını içermektedir. Bu çalışma, meşru müdafaanın değişen içeriği sonucu ortaya çıkan bu düzenlemeleri incelemektedir. Her düzenlemenin içeriği ve örnekleri ele alınmaktadır. Ayrıca bu çalışma, Gürcistan- Rusya, Ukrayna- Rusya ve Filistin- İsrail olay incelemelerini meşru müdafaa çerçevesinde analiz etmektedir. Bunu yaparken, özellikle devletlerin müdahale gerekçeleri üzerinde durmakta, meşru olmayan durumları belirtmekte ve uluslararası toplumun tepkisini incelemektedir. Bu tez, uluslararası toplumun tepkisini ele alarak meşru olmayan durumların uluslararası topluma nasıl kabul ettirildiğini ortaya koymaktır. Ayrıca sonuç bölümündeki dört tablo tezin planını da ortaya koymaktadır. Her olay incelemesi müdahale gerekçeleri, meşru olmayan durumlar ve uluslararası toplumun tepkisi çerçevesinde analiz edilmektedir. ; With the acceptance of United Nations treaty, it is forbidden for states to use and threat to use of force. UN treaty allows the use of force only in case of individual and collective self defense. In this framework, the right of self defense is regulated in treaty's article number 51. In order not to result in any misinterpretation by states, the concepts of the right of self defense also subject to change. On the other hand, as a result of changing format of war and increased emphasis on the individual new regulations have emerged. These regulations include preventive self defense, humanitarian intervention, responsibility to protect and the protection of citizens abroad. This study examines the regulations emerging as a result of the changing content of self defense. Each regulation of content and examples are discussed. Furthermore, this study has analyzed Georgia- Russia, Ukraine- Russia and Palestine- Israel case studies in the framework of self defense. By analyzing the cases, the study focuses on the reasons for the intervention of the states, noting illegitimate situations are made to be accepted by international community by addressing the responses of them. In addition, the four charts in the conclusion part of the thesis shows the design of the research. Each case study is analyzed in the framework of reasons of intervention, illegitimate situations and the response of the international community.
Gelir dağılımı, başta ekonomi olmak üzere birçok alanda olumsuzluklara neden olmaktadır. Gelir dağılımının piyasa güçlerine bırakıldığında kendi başına giderilememesi nedeniyle hükümetler, uyguladıkları politikalarla gelir dağılımına müdahale etmektedirler. Bu bağlamda, hükümetlerin yaptıkları sosyal koruma harcamalarının gelir dağılımı eşitsizliği üzerindeki etkisi çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Türkiye'de sosyal koruma harcamalarının alt bileşenleri ile birlikte gelir dağılımı eşitsizliği üzerindeki uzun dönemli etkisinin ölçülmesi, çalışmanın özgün değerini oluşturmaktadır. Bu noktadan hareketle, Türkiye'de 1987-2018 döneminde yapılan sosyal koruma harcamalarının alt bileşenleriyle birlikte gelir eşitsizliği üzerindeki etkisi ARDL modeli yardımıyla analiz edilmiştir. Elde edilen bulgular, Türkiye'de sağlık harcamaları haricinde sosyal koruma harcamalarının gelir dağılımı eşitsizliğini azalttığını ortaya koymaktadır.
Toplu pazarlığın geliştiği piyasa ekonomisine sahip İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Japonya, İsveç, Federal Almanya, Fransa ve İtalya gibi sanayileşmiş ülkelerde toplu iş sözleşmesinin taraf iradeleri dışında oluşmasının incelenmesinin nedeni, bu ülkelerin kendilerine özgü farklı kurumsal düzenlemelere sahip olmakla birlikte sosyal, politik ve ekonomik alanda bazı unsurları ortaklara paylaşmaları ve model olabilme niteliğine sahip olmalarıdır. Batıda toplu iş sözleşmesi özerkliğine devlet tarafından müdahale edilemeyeceği ve çalışma koşullarının düzenlenmesinin tarafların karşılıklı iradesine bırakılması gerektiği kabul edilmektedir. Ancak, pek çok ülkede devletin zaman zaman geçici veya kalıcı olarak toplu iş sözleşmesi özgürlüğüne müdahale ederek taraflar arasında doğan çıkar uyuşmazlıklarında greve izin vermediği ve toplu iş sözleşmesinin tarafların özgür iradesi dışında bir üçüncü kişinin iradesi ile oluştuğu da görülmektedir. ; The reason for studies on formation of collective agreements without party wills in industrialized market economy countries with developing collective agreement concept, such as England, USA, Canada, Japanese, Sweden, Germany, France and Italy is that; although each of them have specific institutional regulations, they share some common elements in politic and economic sense and they carry the nature of being a model in their capacity. In western countries the leading opinion is that the governments shall not interfere in the autonomy of collective agreements and that the regulation of working conditions must be left to the mutual wills of the parties. On the other hand in many countries governments occasionally intervene the freedom of collective agreements in temporary and permanent means by way of not leaving the disputes lead up to strikes and occasions happen when collective agreements are concluded by will of a third person other than the parties.
Türkiye'de bulunan birçok ilimiz gerek kültürel miras anlamında zengin bir yapı stoğuna sahip olması gerek modern yapılaşmanın özellikle kent merkezlerinde yoğunlaşması ile bu kentlerimizin yangın yönünden risk faktörünün yüksek olmasına neden olabilmektedir. Ayrıca günümüzde birçok kentimizde endüstriyel tesislerin varlığı da ciddi yangın yükünün oluşmasına neden olabilmektedir. Olası yangınlarda can ve mal kayıplarını azaltmak kentin risk unsurlarının belirlenmesi ve risk azaltma bilincinin oluşturulması ile mümkün olabilmektedir. Bu çalışmada yukarıda bahsettiğimiz şehir profiline uyan kentlerimizden olan Kütahya ilimiz yangınla mücadele anlamında kapasitesi, güçlü ve zayıf yönleri incelenerek yangın riski bulunan bölgelerde alınabilecek önlemler ve bu bölgelerde oluşabilecek yangınlara etkin müdahale için yapılması gereken iyileştirmeler ile yangınla mücadele birimlerinin kapasitesi incelenmiştir
İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu hem bilim hem de sanat konusundaki çalışmaları ile tanınır. Tiyatro ve eğitim alanındaki eserleri bilimsel çalışmalara konu olsa da hikâyeleri üzerine çalışmalar yetersizdir. Bu doğrultuda makalede yazarın kaleme aldığı öyküler bilimsel ölçütlere göre değerlendirilir. Yazar, öykülerinde şahıslardan hareket ederek olay örgüsüne uygun hikâyeler kaleme alır. Hem sıradan insanları hem de toplumda ön planda yer alan isimleri kaleme alır. Mekân olarak hem Anadolu hem de İstanbul seçilir. Mekân tasvirlerinde detaya yer verilmez. Öykülerde kronolojik zaman seçilirken Yalnızlar da geriye kırılma yoluyla akronik zamana yer verilir. Baltacıoğlu hikâyelerinde toplumsal çarpıklıklara, batıl inançlara, insanların yaşamın karmaşıklığı içinde kaybolup gitmesine örnekler seçer. Eserde olaylara müdahale ederek hikâyenin anlatımını bozar.
Danışman: PROF. DR. HASAN SELÇUK KÖNİ Yer Bilgisi: İstanbul Gelişim Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Konu: Uluslararası İlişkiler = International Relations ; Devletlerin vatandaşlarını soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçları ve etnik temizlik suçlarına karşı koruyamadığı, korumakta isteksiz davrandığı ya da kendi vatandaşlarına karşı şiddet uyguladığı durumlarda egemenlikten kaynaklanan sorumluluk açığı bulunmaktadır. Bu açık koruma sorumluluğu kavramının ortaya çıkmasıyla birlikte müdahale yetkisinin uluslararası topluma verilmesiyle kapatılmaya çalışılmıştır. Egemenlik kavramı nüfusun iç savaş, isyan, baskı ya da devletin başarısızlığı sonucu ciddi bir zarara uğradığı ve hükümetin durumu kontrol altına almada başarısız olduğu durumlarda yerini sorumluluk olarak egemenlik' kavramına bırakmıştır. Devletin üzerinde tam ve mutlak hâkimiyeti olduğu ülke topraklarından ayrı tutulan insanların, salt egemenliğin bir parçası olmayacağı anlayışı uluslararası antlaşmalar ile geliştirilmiştir. Üç aşamalı bir yapı üzerine kurulu bu sorumluluk "insani müdahale" gibi zorlayıcı tedbirleri içermekte, "insani müdahale"den farklı olarak "önleyici diplomasi" ve "yeniden inşa" sorumluluklarını da uluslararası topluma yüklemektedir.Koruma sorumluluğunun varlığının kabul edilmesiyle birlikte, uluslararası barış ve güvenliği sağlama konusunda birincil derecede yetkili uluslararası aktör olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin norm uygulayıcısı olarak uluslararası barış ve güvenliğin tehdidi dışında bir sebeple ilgili devletin rızası olmadan egemenliğine müdahale etme yetkisinin olduğu kabul edilmiştir. Ancak normun uygulaması aşamasında üç sütunlu yapıda öngörülen sıraya riayet edilmemesi, müdahalenin insani koruma amacı dışında doğrudan bir devletin siyasi bütünlüğüne ve bağımsızlığına müdahale şeklinde gerçekleşmesi, müdahalenin son çare olması ilkesine uyulmaması ve uygulamadaki istikrarsızlık normun gelişimini sekteye uğratmıştır. Bu çalışmada, uluslararası toplumun koruma sorumluluğu adı altında ilk zorlayıcı müdahalesi olma özelliğine sahip olan Libya müdahalesi ile benzer iç çatışmalara sahne olan Suriye hakkında Güvenlik Konseyi'nin 2011'den günümüze almış olduğu kararların nitel içerik analizi yapılmıştır. Bu analiz sayesinde koruma sorumluluğu normunun uygulanış şekli, uluslararası hukuk normlarına uygunluğu, uluslararası pratiğin tutarsızlığının nedenleri ve küresel sistem düzeyinde P5'in aralarındaki güç ilişkilerinin normun uygulanmasına yansıması irdelenmiştir. Sonuç olarak bir devlette insani krizin ortaya çıktığı olaylarda yetkili otorite tarafından yapılacak olası bir müdahalenin amacının "norm mu? egemenlik mi?" olduğu sorunsalı uluslararası ilişkiler teorileri ve uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde değerlendirilmiştir. ; There is a lack of responsibility for sovereignty when states cannot protect their citizens against genocide, war crimes, crimes against humanity and ethnic cleansing, or are reluctant to protect them or use violence against their own citizens. With the emergence of this concept of open responsibility for protection, it has been tried to be closed by giving the intervention authority to the international community. The concept of sovereignty has been replaced by the concept of sovereignty as responsibility where the population has suffered serious damage as a result of civil war, rebellion, repression or failure of the state and the government has failed to control the situation. The understanding that the people who are separated from the territory of the country where the state has full and absolute sovereignty will not be a part of pure sovereignty has been developed by international treaties. This responsibility, which is based on a three-stage structure, includes coercive measures such as humanitarian intervention, and, unlike "humanitarian intervention" imposes"preventive diplomacy"and" reconstruction "responsibilities on the international community. With the recognition of the responsibility of protection, international peace and security As the norm enforcer of the United Nations Security Council, which is the primary international actor competent to provide, it is recognized that it has the authority to intervene in the sovereignty of the state without the consent of the relevant state for a reason other than the threat of international peace and security. However, failure to comply with the order envisaged in the three-pillar structure during the implementation of the norm, the fact that the intervention took place in the form of an intervention directly to the political integrity and independence of a state other than the purpose of human protection, the non-compliance with the principle of being the last resort of the intervention and the instability in practice interrupted the development of the norm. In this study, the qualitative content analysis of the decisions taken by the Security Council since 2011, which has witnessed similar internal conflicts with the Libya intervention, which is the first coercive intervention under the name of protection responsibility of the international community, has been conducted. With this analysis, the application of protection responsibility norm, compliance with international norms of law, the reasons of inconsistency of international practice and the reflection of the power relations between P5 on the implementation of the norm at global system level were examined. As a result, the question of whether a possible intervention by the competent authority in the events of humanitarian crisis in a state is 'norm or sovereignty? It has been evaluated within the framework of international relations theories and international law rules.
In: Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü dergisi: Dokuz Eylul University the journal of Graduate School of Social Sciences, Volume 25, Issue 3, p. 1278-1307
Çocukluk döneminde yaşanan duygusal, fiziksel, cinsel ve ekonomik istismar kişiyi ruhsal yönde olumsuz olarak etkilemektedir. Bu istismarları yaşayan kişiler birden fazla psikopatolojiyi aynı anda geliştirebilirken bu kişilerde en sık rastlanan psikopatoloji Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)'dur. Özellikle fiziksel ve cinsel istismar yaşayan çocukların bu bozukluğu geliştirme riski daha yüksektir. Bu çalışmanın amacı çocukluk döneminde maruz kalınan istismardan dolayı TSSB geliştiren bireyler için etkili, kanıtlanmış, güncel psikolojik tedavileri araştırmaktır. Cinsel istismardan dolayı TSSB geliştiren bireyler için kanıtlanmış müdahale teknikleri: Travma Odaklı Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), Diyalektik Davranış Terapi (DDT), Duygu ve Kişilerarası İlişkiyi Düzenleme Becerisi Eğitimi (STAIR), Travma için Duygu Odaklı Terapi (DOT), Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşlemleme (EMDR), Yeniden Senaryolaştırma (Imagery Rescripting, IR)'dır.